Dikkat edin ! Kalbler ancak Allah'ın zikri ile tatmin bulur..."
[Kur'an-il Hakîm ; er-R'ad , 13:28]
kötülüğü iyilikle savmalarına...
kendilerine rızık olarak bahşettiğimiz şeylerden
başkaları için de harcamalarına... karşılık kendilerine iki kat ecir verecek olduklarımız.” (Kasas, 54)
“Sıradaki şarkıyı bütün kimyacılara
hediye ediyorum” diyor, kendisiyle barışık ve her şeye rağmen umut dolu bir kız sesi.
Radyo programcısı şaşırıyor; Konya’dan arayan bir kız, sıradaki şarkıyı niçin kimyacılara hediye ediyormuş diye...
“Ben, aslında..”
diye başlıyor ümit yüklü ses,
“Bir kimya öğretmeniyim, ama öğretmenlik yapamıyorum” diyor.
“Atamanız yapılmadımı?”
diye soruyor programcı...
“şey’’ diyor kız sesi...
Sesini kısarak ve sanki duyulması
çok da makbul olmayan bir şeyi fısıldar gibi, ya da benim yerimde kim olsa da böyle yapar der gibi...
“şey, biliyorsunuz, başörtülü
izin verilmiyor kimya öğretmenliğine...”
“Olsun ama” diyor, “ben beklerim...”
“Ben beklerim” sözünün üzerine, elim
yetse şiir yazasım geliyor. Kıza, kısık sesine, kimya dersine,
peryot cetveline, suyun özgül ağırlığına ve dünyanın bütün elektronlarına sarılmak geçiyor içimden, annelik damarlarım kabarıveriyor. Dünyanın bütün küçük kuzuları üstüme üstüme meleşiyor, sanki büyük bir çayırda yalın ayak oluyorum, içimden
koşmak geliyor... Sanki hiç acı duymamış,
sanki hiçbir dönük sırt, kapalı kapı, çatık kaş görmemiş gibi oluyorum. Bir kız bana, bir
kız bize, “beklerim” diyor.
Bir şarkıyı, beklediğiniz bir şey için tuttunuz mu hiç?
Her bahar gelen leyleklerin konaklamaları,
size heyecan verdi mi?
Siz sıradaki şarkıyı, bütün beklemeyenlere
hediye ettiniz mi hiç? Geçen gemilerin
hangisine binseniz, sizi şehre götüreceğini
bildiğiniz halde, hiçbirine binmeden, “Ben
adayı bekleyeceğim” dediniz mi? Kimseye
kızmadan, gücenmeden ama... Bir şeyi beklediniz mi?
“Ben beklerim” sözü kadar muhteşem
bir vaat daha biliyor musunuz hayatta?
Kimi böyle beklediniz? Kimi böyle beklediler
bizden öncekiler? Ve çocuklarımıza bekleyebilecekleri
hangi rüyayı anlatıyoruz? Çanakkale’de
vatanı beklemek için yatan yüz
binlercesi... Taa... Yemen ellerine gidip de
yıllarca ve bir daha geri dönmeyen nişanlıları
nın yollarını bekleyenleri... Postadan çıkacak
iyi haberi... Bulutlardan bir türlü yağmayan
yağmurları... Mağaranın dışında, bir gün
gelecek selameti bekleyen Yedi Uyuyanlar’ı...
düşünüyorum. Sizin önünde inançla
beklediğiniz bir yer, bir isim, bir söz, bir düş
var mı?
Modern zamanlarda “bekleme”yi çaresizliğe ve
ümitsizliğe yakın bir civarda algılar olduk.
Beklemek; eylemsizliğin, kararsızlığın,
kaybetmenin, terk edilmenin, vazgeçilmenin
diğer adıymış gibi anlaşılır oldu. Ama kitaplar
öyle demiyor. Dili ve anlamlar dünyasını bize
aktaran sözlük’lerden bahsediyorum. D.
Mehmet Doğan’ın Türkçe sözlüğüne baktı
m mesela; “beklemek: korumak, muhafaza
etmek, bekçilik etmek, nöbet tutmak,
nezaret etmek, seyrini takip etmek,
intizar etmek” anlamlarıyla tarif edilmiş.
Koca kitap, ruhumda küçük bir kıza ait
olan, o derin umut vadisini tekrar ışıklandırdı.
Sözlüğü kapattım ve iyi ki, “bekliyorum”
dedim...
iyi ki bekliyorsun küçük kimyacı ve iyi ki
beklediniz bütün bekleyenler...
Zaman zaman beklerken usandığınız olmuyor mu?
Güneşin alnında ya da dondurucu
ayazda... Yalnız bırakılmışlıklar, görmezden
gelinmekler bazen canınıza tak etmiyor
mu? Hatta “Yahu âlemin tek akıllısı ben
miyim de bekliyorum?” diye kendinize
acımalar falan...
Elbette bir bekleyen olarak, pusuda yatan
ve size beklemenin bir aptallıktan ibaret olduğunu
defalarca ispat etmeye çalışan o sesleri
tanıyorum. Uzun yıllar, pusudaki o seslere
aklı başında cevaplar hazırlayan bir kadın
olarak size söyleyeceğim çok büyük avuntular
da kalmadı: “Seviyorsanız beklersiniz,
o kadar...”
Seviyorsanız umudunuz da vardır, beklemek
bu yüzden umut doludur; umutsuzlar
bekleyemez, çabuk usanır, hemen vazgeçerler.
Oysa beklemek; ahmaklık, aptallık, ziyan
etmek değildir. Tam tersine, beklemenin gözesinden,
sabır ve şeref neşet eder. işte bu
yüzden bir vazo ile bir kadın arasındaki en
büyük fark... Birisinin kırıldığında tuzla buz
olduğu ve yerinden kalkamadığı halde...
Diğerinin, kırıldığı ve tuzla buz edildiğinde bile,
hâlâ ayakta ve yürüyebiliyor oluşudur. Hadi
sırt çantamızdaki Kitab’a bir kez
daha bakalım ve içindeki tüm güzel kadınlara; Asiye’ye,
Meryem’e, Belkıs’a, Sare’ye ve Hacer’e,
Hatice’ye ve Fatma’ya ve diğer bütün
güzellere, bütün bekleyenlere...
Beklemeyenlerin başkasına hediye edebileceği
bir tek kırıntıları bile yokken... Siz bütün
şarkıları, şiirleri ve duaları hediye edebilirsiniz.
Bir bekleyenseniz şayet...
“Ben beklerim...”
“Güçlüklere göğüs germelerine... kötülüğü iyilikle savmalarına...
kendilerine rızık olarak bahşettiğimiz şeylerden
başkaları için de harcamalarına... karşılık kendilerine iki kat ecir verecek olduklarımız.” (Kasas, 54)
“Sıradaki şarkıyı bütün kimyacılara
hediye ediyorum” diyor, kendisiyle barışık ve her şeye rağmen umut dolu bir kız sesi.
Radyo programcısı şaşırıyor; Konya’dan arayan bir kız, sıradaki şarkıyı niçin kimyacılara hediye ediyormuş diye...
“Ben, aslında..”
diye başlıyor ümit yüklü ses,
“Bir kimya öğretmeniyim, ama öğretmenlik yapamıyorum” diyor.
“Atamanız yapılmadımı?”
diye soruyor programcı...
“şey’’ diyor kız sesi...
Sesini kısarak ve sanki duyulması
çok da makbul olmayan bir şeyi fısıldar gibi, ya da benim yerimde kim olsa da böyle yapar der gibi...
“şey, biliyorsunuz, başörtülü
izin verilmiyor kimya öğretmenliğine...”
“Olsun ama” diyor, “ben beklerim...”
“Ben beklerim” sözünün üzerine, elim
yetse şiir yazasım geliyor. Kıza, kısık sesine, kimya dersine,
peryot cetveline, suyun özgül ağırlığına ve dünyanın bütün elektronlarına sarılmak geçiyor içimden, annelik damarlarım kabarıveriyor. Dünyanın bütün küçük kuzuları üstüme üstüme meleşiyor, sanki büyük bir çayırda yalın ayak oluyorum, içimden
koşmak geliyor... Sanki hiç acı duymamış,
sanki hiçbir dönük sırt, kapalı kapı, çatık kaş görmemiş gibi oluyorum. Bir kız bana, bir
kız bize, “beklerim” diyor.
Bir şarkıyı, beklediğiniz bir şey için tuttunuz mu hiç?
Her bahar gelen leyleklerin konaklamaları,
size heyecan verdi mi?
Siz sıradaki şarkıyı, bütün beklemeyenlere
hediye ettiniz mi hiç? Geçen gemilerin
hangisine binseniz, sizi şehre götüreceğini
bildiğiniz halde, hiçbirine binmeden, “Ben
adayı bekleyeceğim” dediniz mi? Kimseye
kızmadan, gücenmeden ama... Bir şeyi beklediniz mi?
“Ben beklerim” sözü kadar muhteşem
bir vaat daha biliyor musunuz hayatta?
Kimi böyle beklediniz? Kimi böyle beklediler
bizden öncekiler? Ve çocuklarımıza bekleyebilecekleri
hangi rüyayı anlatıyoruz? Çanakkale’de
vatanı beklemek için yatan yüz
binlercesi... Taa... Yemen ellerine gidip de
yıllarca ve bir daha geri dönmeyen nişanlıları
nın yollarını bekleyenleri... Postadan çıkacak
iyi haberi... Bulutlardan bir türlü yağmayan
yağmurları... Mağaranın dışında, bir gün
gelecek selameti bekleyen Yedi Uyuyanlar’ı...
düşünüyorum. Sizin önünde inançla
beklediğiniz bir yer, bir isim, bir söz, bir düş
var mı?
Modern zamanlarda “bekleme”yi çaresizliğe ve
ümitsizliğe yakın bir civarda algılar olduk.
Beklemek; eylemsizliğin, kararsızlığın,
kaybetmenin, terk edilmenin, vazgeçilmenin
diğer adıymış gibi anlaşılır oldu. Ama kitaplar
öyle demiyor. Dili ve anlamlar dünyasını bize
aktaran sözlük’lerden bahsediyorum. D.
Mehmet Doğan’ın Türkçe sözlüğüne baktı
m mesela; “beklemek: korumak, muhafaza
etmek, bekçilik etmek, nöbet tutmak,
nezaret etmek, seyrini takip etmek,
intizar etmek” anlamlarıyla tarif edilmiş.
Koca kitap, ruhumda küçük bir kıza ait
olan, o derin umut vadisini tekrar ışıklandırdı.
Sözlüğü kapattım ve iyi ki, “bekliyorum”
dedim...
iyi ki bekliyorsun küçük kimyacı ve iyi ki
beklediniz bütün bekleyenler...
Zaman zaman beklerken usandığınız olmuyor mu?
Güneşin alnında ya da dondurucu
ayazda... Yalnız bırakılmışlıklar, görmezden
gelinmekler bazen canınıza tak etmiyor
mu? Hatta “Yahu âlemin tek akıllısı ben
miyim de bekliyorum?” diye kendinize
acımalar falan...
Elbette bir bekleyen olarak, pusuda yatan
ve size beklemenin bir aptallıktan ibaret olduğunu
defalarca ispat etmeye çalışan o sesleri
tanıyorum. Uzun yıllar, pusudaki o seslere
aklı başında cevaplar hazırlayan bir kadın
olarak size söyleyeceğim çok büyük avuntular
da kalmadı: “Seviyorsanız beklersiniz,
o kadar...”
Seviyorsanız umudunuz da vardır, beklemek
bu yüzden umut doludur; umutsuzlar
bekleyemez, çabuk usanır, hemen vazgeçerler.
Oysa beklemek; ahmaklık, aptallık, ziyan
etmek değildir. Tam tersine, beklemenin gözesinden,
sabır ve şeref neşet eder. işte bu
yüzden bir vazo ile bir kadın arasındaki en
büyük fark... Birisinin kırıldığında tuzla buz
olduğu ve yerinden kalkamadığı halde...
Diğerinin, kırıldığı ve tuzla buz edildiğinde bile,
hâlâ ayakta ve yürüyebiliyor oluşudur. Hadi
sırt çantamızdaki Kitab’a bir kez
daha bakalım ve içindeki tüm güzel kadınlara; Asiye’ye,
Meryem’e, Belkıs’a, Sare’ye ve Hacer’e,
Hatice’ye ve Fatma’ya ve diğer bütün
güzellere, bütün bekleyenlere...
Beklemeyenlerin başkasına hediye edebileceği
bir tek kırıntıları bile yokken... Siz bütün
şarkıları, şiirleri ve duaları hediye edebilirsiniz.
Bir bekleyenseniz şayet...