Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Batı Terör adı altında İslam'a savaş açtı!!!

Mehmet_Aydin

New member
Katılım
23 Ara 2006
Mesajlar
16
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
49
Yapılan Terör saldırıları adı altında hedeflenen İslam düşmanlığı, tarihte olduğu gibi, Müslümanların alehine değil, inşallah Müslümanların uyanmasına ve tekrar geçmişte olduğu gibi Ümmetin liderliğine geçmesine sebeb olacaktır.​
İlk önce batının son 15 yıl içerisinde, yani Kominizmin ağabeysi olan UdSSR(Rusya)'nın 1989 'da yıkılmasından sonra, Terör kelimesinin yeni oluşumunu veya var olan bir kelimeye yüklenen yeni mefhumunu anlatmamız gerekiyor. Terör kelimesine giydirilen yeni misyonu ve ona yüklenen yeni mefhumu anlatmadan önce, batının bilhassa ABD'nin 1989 kadar olan tarihi sürecine bir bakalım; tabiki bu bilinçli değişim ve oluşum batının yıllardır planladığı ve hedeflemiş olduğu gayenin gerçekleşebilmesi için hayati önem taşımaktadır. Batının hayatta kalabilmesi ve kendi varlığını koruyabilmesi için karşıt dengenin yani batıya karşı olan gücün, ideolojinin belirlenmesi gerekiyordu. Çünkü her aklı başında olan kişininde bilmiş olduğu, tarihteki şu gerçeği hatırlatmak sureti ile hepimiz tekrardan hafızalarımızda batının sinsi entrikalarını tazelemiş olacağız.
Eski ABD Dışişleri Bakanlığı, Siyasi Planlar Hazırlama Bölümü başkanı George Keenan'ın 1948'de dediği gibi: "Dünya servetlerinin yaklaşık %60'ına sahibiz. Fakat dünya nüfusunun sadece %6.3'üne sahibiz. Bu durumda kıskanmaları ve içerlemeleri engellemekte başarılı olamayız. Önümüzdeki dönemde bizim gerçek görevimiz, bu eşitsizlik pozisyonunu sürdürmemize izin veren ilişkiler tasarlamaktır. Kendimizi kandırmaya gerek yok. Çünkü bugün dünyaya yardım etme lüksüne sahip olduğumuz herkes tarafından bilinmektedir. Artık demokratikleşme, hayat standartlarını yükseltme ve insan hakları gibi gerçek dışı ve bulanık amaçlar hakkındaki konuşmaları durdurmalıyız. Sağlam kuvvet unsurlarının ticaretini yapacağımız vakit çok uzak değildir. En azından sonrası için idealist sloganlara engel olmak bile daha iyidir." [Kaynak: PPS23 no'lu belge, 24 Şubat 1948]

ABD Dışişleri Bakanlığı, Siyasi Planlar Hazırlama Bölümü başkanı George Keenan bu yapmış olduğu itiraftaki şu cümleyi tekrarlayarak ileriye dönük yapacakları sinsi siyasi oyunlarını görmüş oluyoruz:

"Önümüzdeki dönemde bizim gerçek görevimiz, bu eşitsizlik pozisyonunu sürdürmemize izin veren ilişkiler tasarlamaktır."

Nedir bu 1948-1989 arası tasarlanmış olunan ilişkiler, veya daha doğrusu dünya barışının tehdit unsuru olarak nitelendirilen UdSSR(Rusya)'ya karşı yapılan operasyonlar ve savaşlar:

Amerika, İkinci Dünya Savaşından 1989 kadar 23 ülkeyi bombaladı. Bunlar: Çin 1945-46, Kore 1950-53, Çin 1950-53, Guatemala 1954, Endonezya 1958, Küba 1959-60, Guatemala 1960, Kongo 1964, Peru 1965, Laos 1964-73, Vietnam 1961-73, Kamboçya 1969-70, Guatemala 1967-69, Grenada 1983, Lübnan 1984, Libya 1986, El Salvador 1980ler, Nikaragua 1980ler, Panama 1989 (2.000 sivil katledildi.).

Nedir sorusuna cevap vermek acısından sıralamış olduğumuz bu savaşlar silsilesinden bir kaç hadise hakkında acıklama getirmek gerekiyor.

-Çin 1950-53 savaşlarının nedeni ve ileri sürülen bahaneler nedir? 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti komunizmi benimseyince ABD Çin'e karşı politikasını değiştirip Japonya ile beraber Roll back denilen stratejisini yani Kominist ülkelerin diğer ülkelerden tecrit edilmesi politikasını hayata geçirdi. Tecrit ediliş sebebi ise Soğuk Savaş döneminde dünya servetlerinin UdSSR(Rusya)'ya kaptırmamak için izlenilen siyasi taktiklerden ileri geliyordu.

-Kore 1950-53 Savaşında ise bu çok daha bariz bir şekilde görülmektedir. İşte Kuzey Kore'nin UdSSR(Rusya) tarafından desteklenmesi ve kendi coğrafi tarafına cekmesi ve Güney Kore'ninde yine Roll back denilen stratejiden dolayı ABD sömürüsüne girmesi, bu izlenilen global siyasetin bir parçasında başka bir şey değildir.

-Küba 1959-60 savaşlarının nedeni ise, yine aynı bahaneden dolayı 11 ocak 1959 da E. Che Guevara ve Fidel Castronun Küba'yı kominist ilan etmeleri ABD'nin ona karşı yaptırım uygulamasına sebeb oluyor. Nedeni ise Küba'nın hem ABD'nin komşusu konumunda, bir tehdit teşkil ediyor olması ve aynı zamanda kendi çıkarlarına kesinlikle aykırı oluşundan dolayı böyle bir harekat gerçekleşmiş oldu.

-Son olarak ise 1961-73 Vietnam Savaşı yine buna açık bir örnek teşkil etmektedir, önemine binaen Vietnam Savaşının arka planını biraz daha ayrıntılı anlatmak gerekiyor.
Vietnam Savaşının arka planı şöyledir. 1954'te, yüz yıllık sömürge egemenliğinden sonra, Fransa, Dien Bien Phu'da aldığı büyük yenilginin ardından Vietnam'dan çıkmak zorunda kaldı. Fransa çıkıp giderken, Ho Chi Minh önderliğindeki Vietnam Komünist Partisi iktidarı almaya hazırdı.
Genel seçim asla ilan edilmedi. Bunun yerine ABD'de yaşayan bir Vietnamlı olan Ngo Ding Diem Vietnam'a getirildi ve ülkenin lideri olarak atandı. ABD, yoğun bir politik, ekonomik ve askeri müdahaleyle Güney Vietnam'da yeni bir devlet oluşturdu. Bu devlet daha sonra Kuzey Vietnam'a saldırmaya başladı. Başkan Eisenhower daha sonra, eğer özgür seçimler yapılmış olsaydı Ho Chi Minh'in oyların %80'ini alacağını düşündüğünü söyleyecekti. (Başkan Eisenhower, Mandate for Change, s.372)
Güney Vietnam'da Komünist Parti, Diem ve ABD'ye karşı savaşmak için bir gerilla ordusu (NFL) örgütledi. 1968'deki Tet Saldırısına kadar, NFL Güney Vietnam'daki en büyük Amerikan karşıtı silahlı güçtü. Halk arasındaki, özellikle de kırsal alandaki kitlesel desteği sayesinde, NFL ani saldırılar yapıp hızla ortadan kaybolabiliyordu. Bu, CIA'in, halkın NFL'yi korumasını, ona yiyecek vermesini ve yeni gerillalar vermesini engellemek maksadıyla Vietnam halkına terör uygulamasına yol açtı. 1967'den itibaren, tüm aile fertlerinin öldürülmesi, CIA'in anti-terör uygulamalarının bütünsel bir parçası olmaya başlamıştı. (Fragging Bob, Douglas Valentine.)
Güney Vietnam ordusunun gerillaları yenilgiye uğratamayacağı belli oldukça, ABD savaşın içine daha derinlemesine dalmak zorunda kaldı. Vietnam'a silahlı Amerikan müdahalesi 1963'te başladı. ABD başkanı Lyndon B. Johson, Kuzey Vietnam'ı ilk bombalama emrini o yılın Ağustosunda verdi. Altı ay sonra, "Gök Gürlemesi" harekâtı –Kuzey Vietnam'ın bombalanması– başladı. Tek başına bu harekâtta, Vietnam'a, İkinci Dünya Savaşı sırasında atılan tüm bombalardan daha fazla bomba atıldı. Bu, Vietnam'daki her bir erkek, kadın ve çocuğun başına yaklaşık 150 kilo bombanın düşmesi demekti. Bu savaşta iki milyon Vietnamlı ve 50.000'den fazla Amerikan askeri ölecekti. Kimyasal silahlar, ülke yüzeyindeki bitki örtüsünün %10'unu tahrip edecekti.
Vietnam'daki Amerikan askerlerinin sayısı 1963'te 23.300 iken 1966'ta 184.000'e çıkartıldı. Ocak 1969'da Vietnam'daki Amerikan askerlerinin toplam sayısı en yüksek değerine, 542.000'e ulaştı. Buna rağmen ABD ordusu, Vietnam'a boyun eğdiremedi.
En büyük gösteriler 24 Nisan 1971'de gerçekleştirildi. San Francisco'da 300 bin, Washington'da ise 500 bin ilâ 750 bin arasında insan bir araya geldi. Bunlar belki de ABD tarihi boyunca gerçekleşmiş en büyük politik gösterilerdi.

Bu tarihi gerçekleri hafızalarımızda tazeledikten sonra, Terör kelimesine giydirilen yeni misyonu ve ona yüklenen yeni mefhumu anlatabiliriz.

Terör ve terörist" kelimeleri günümüz insanının çok sık duyduğu kelimeler arasında yer alıyor. Farklı kulvarlarda yarışan değişik akımlar birbirlerini teröristlikle suçluyorlar. Bazen ülke yönetimleri kendilerine karşı duranları, bazen de bu yönetimlere karşı mücadele eden akımlar yöneticileri teröristlikle suçluyorlar. Dünyaya kendi istediği gibi şekil vermek ve bütün insanlığa hükmetmek isteyen ABD çıkıyor "Terörü Destekleyen Ülkeler Listesi" adıyla bir kara liste hazırlıyor ve bunu kendisine kafa tutmak isteyen ülkelere karşı siyâsi baskı aracı olarak kullanıyor. Hatta bununla da yetinmeyip ekonomik baskı aracı olarak da kullanıyor. Bu yolla bütün dünya devletlerini kendisinin kölesi haline getirmeye çalışıyor. Kısacası "terör" kavramı günümüzde sömürgeci güçlerin çok işine yarıyor.

Latince bir kelime olan Terör kelimesi arabçadan türkçeye geçmiş olan "tedhiş" ibaresinin karşılığıdır. Tedhiş kelimesi ise şu anlama geliyor; sürekli ve sistemli şiddet hareketleri, cinayet vb. Faaliyetlerle korku uyandırma yıldırma, dehşete düşürme gibi.(Temel Büyük Türkçe Sözlük D. Mehmet Doğan s.753)
Dilbilimi acısından ise "İrhab" (Terörizm) kelimesi bir İsim olarak "Arhaba"(korkutmak) fiilinden türemiştir. Allah (c.c.) Enfal Suresinin 60 Ayet'i kerimesinde şöyle buyurmaktadir:
"... onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz(turhibuna)."

Batının bu Terör kelimesine yüklediği mana ise 1979 yılında ABD ve UK(İngilterenin) istihbarat birimlerinin düzenlemiş oldukları bir konferansda yeni bir anlam kazanmış oldu. Yaptıkları tarif şu şekilde kayıtlara geçti: Siyasi bir hedef doğrultusunda sivil kurumlara karşı gerçekleştirilen fiili kaba kuvvet.

Fakat bu terimin sabit bir çerçevesi olmadığından isteyen istediği gibi yorumluyor. Ama Müslümanca düşünme gereği duyanların bu tür terimlere anlam verirken kendi kavram literatürlerini bilmeleri ve başkalarının yaptığı suçlamaları kendi anlayış süzgeçlerinden geçirmeleri zorunludur. Saltanatlarını haksızlık ve zulüm üzere bina etmiş olanlar bu haksızlığa ve zulme karşı direnerek hak mücadelesine girenleri teröristlikle suçlayabilirler. Ama bizim Müslüman olarak hak mücadelesini desteklememiz ve zalime karşı mazlumun yanında yer almamız gerekir. Başkalarının bu hak mücadelesini terör olarak nitelemesi bizi ilgilendirmez. Rusya'ya göre Çeçen halkının mücadelesi bir terör ve isyandır, halbuki yapılan bu "cıhadul def"(savunma cihadı), orada yaşayan her müslümanın üzerine farzı ayındır.

ABD'nin diş ilişkiler danışmanı Harvard Üniversitesi profesörlerinden Dr. Samuel Huntington 1993 de yayınlanan "medeniyetler çatışması ve dünya düzeninin yeniden kurulması" adlı kitabında komünizmin bitişiyle birlikte, düşmansız kalan Batı'nın karşısına yeni bir düşman olarak, doğrudan olmasa da, islamı oturtmuş ve 2000'li yılların bu düşmanla mücadele ile geçeceğini belirterek, "kültürler savaşı" adını koyduğu savaşın müddet ve malzemelerini de belirtmişti, Pentagon'a sunduğu ve daha sonra yayınlanan eserinde bunları acıkca anlatıyor.

Sanayisinin %60 Silah sanayisi üzerine bina edilmiş olan ABD'nin BOP adı altında islam coğrafyasını terör bahaneleriyle karıştırıp, oradaki servetleri sömürüp, kendi silahlarını müslümanların üzerinde deneyerek dünyaya tanıtıp aynı zamanda bolca silah satabileceği yeni savaşlara sebeb olacak suni problemleri üretmeye gayret sarf etmektedir.

Batı bu ve buna benzer bir çok siyasi manevralar yapmak suretiyle 1989 yılından beri islama karşı terör bahanesi adı altında büyük bir Devlet terörü uygulamaktadir. Halbuki biz müslümanlar şunu kesinlikle biliyor ve inanıyoruz ki, Allah salih müslümanların samimi dava erlerinin yar ve yardımcısıdır. Ve o kafirlerin planlamış oldukları islamı yok etme girişimlerinin zahiren öyle zanedilsede hiçbir zaman müslümanların aleyhine değil, bilakis onların kuvvetli bir şekilde sarsılıp uyanmalarına sebeb olacak inş., ve istenilen, arzu edilen Raşidi Hilafetin gelmesi için dava erlerinin yaptıkları mücadelenin kat kat daha etkili bir şekilde duyarlı müslümanları harekete geçirmeye vesile olacaktır inşallah.

Bu gerçeyi Kuran ve Sünnet ışığında, Allahresulünün ve Ashabının yaşantısından bir kaç örnek vermek sureti ile yazımızı bu şekilde neticelendireceğiz.

Bisetten Hicrete kadar olan 13 yıllık mücadele esnasında müşriklerin müslümanları sindirip yok etmek için planlamış oldukları ceşitli plan ve projeler hiçbir zaman Ashabın gerilemesine, hezimete uğramsına veya islamdan vazgeçmesine kesinlikle ve kesinlike sebeb olmamıştır. Bilakis yapılan işkenceye, boykota ve propagandaya rağmen daha aktiv, daha cesur ve davalarına daha samimi bir şekilde bağlanmalarına sebeb olmuştur (Allah Ashabı Kiramdan ve onların izlemiş olduğu Resulullahın yolunu takip eden samimi Müslümanlardan razı olsun "Amin").

Şimdi vereceğim iki örnek ile kafirlerin müslümanlara karşı uygulamak istedikleri sinsi plan ve projelerinin nasıl müslümanların Allah'ın izni ile lehine döndüğünü göreceğiz.

Birinci örnek Hendek harbi:

GAZVET-ÜL AHZAB (Hendek Savaşı)
Resulullah (sas)'in Uhud Harbinden sonra yaptığı harbler ve Medine dahilindeki düzenlemeleri; müslümanların heybetlerinin yayılmasında, İslâm Devleti'nin yerleşmesinde büyük etkisi oldu. Nitekim bununla müslümanların nufuz etme sahası iyice genişledi ve otoriteleri büyüdü. Yarımada sakinleri onlardan korktu. Araplar, Resul'ün ismini ve onlarla savaş yapacağını duyunca onları bir korku alırdı ve arkalarını dönüp kaçarlardı. Nitekim Gatafan'de ve Devmet-ül Cendel'de olduğu gibi. Artık Kureyş, müslümanlarla karşılaşmaktan kaçınır oldular, İkinci Bedir'de olduğu gibi.

Kureyş, Ebu Sufyan'ın kumandasında 4000 asker, 3000 suvari, 1500 develi ile çıktı.Gatafan, Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe'nin kumandasında bir çok adamla ve 1000 develi ile çıktılar. Eşça'da Misar b. Avf'ın önderliğinde 400 savaşçı ile çıktılar. Murre'de Haris b. Avf önderliğinde 400 savaşçı ile çıktılar. Suleym ve Bir-i Meûne halkı da 700 adamla geldiler. Bunlar toplandılar. Bunlara Saad oğulları ve Esad oğulları da katıldılar da sayıları 10.000 veya o civarda oldu. Bunların hepsi Ebu Sufyan'ın kumandasında, Medine'yi kast ederek yürüdüler.

Nuaym b. Mesud, Resulullah'a geldi. Nuaym müslüman olmuştu. Kâfirleri savaştan caydırmak üzere çalışacağını Resulullah'a arzetti. Ve Resulullah'ın emriyle Kureyza oğullarına gitti. Onlar, Nuaym'in müslüman olduğunu bilmiyorlardı. Cahiliyyede onların dostu idi. Kendisiyle onlar arasında olan sevgiden bahsetti. Sonra onlara dedi ki: "Siz Muhammed'e karşı savaş etmelerinde, Kureyş ve Gatafan'a yardım ediyorsunuz. Belki Kureyş ve Gatafan uzun zaman burda durmaya güç yetiremezler. Sizi müslümanlar ve Muhammed'le başbaşa bırakıp gidecekler. Müslümanlar da sizin başınızın belası olurlar. Elinizde güvence olmak üzere onlardan rehineler almadıkça onlarla beraber savaşa girmeyin. Hatta Kureyş ve Gatafan savaşı sona erdirinceye kadar rehineleri bırakmayın." diye nasihat etti. Ve dediklerine Kureyza'yı ikna etti. Sonra gizlice Kureyş'e gitti ve onlara şöyle dedi: "Kureyza, Muhammed'le olan ahdını bozmalarına ve yaptıklarına pişman olmuşlar. Şimdi müslümanları razı etme ve onların sevgilerini kazanma yollarını arıyorlar. Kureyş'in esrafını boyunlarını vurmaları için Muhammed'e teslim edip onların sevgilerini kazanacaklarmış." Böylece onlara nasihat etti ve dedi ki: "Eğer Yahudiler sizden, adamlarınızdan rehineler istemeye gelirlerse, sakın hiç bir kimse göndermeyin ve vermeyin."
Nuaym, Kureyşlilerle yaptığı gibi aynısını Gatafanlılarla da yaptı ve konuştu. Böylece Yahudiler hakkında Arapların nefislerine şüpheyi soktu ve yerleştirdi.

Ebu Sufyan, Kureyza'nın emiri Ka'b'a haber gönderdi ve dedi ki: "Şu adamı (Muhammed (sas)'i) muhasara edip burada durmamız çok uzadı. Yarın siz hemen saldırıya geçiniz. Biz, sizin arkanızdayız." Ka'b onlara cevab verdi: "Yarın Cumartesi'dir. Cumartesi günü biz harb ve iş yapmayız." Ebu Sufyan buna kızdı ve Nuaym'ın sözünü tasdik etti. Ebu Sufyan, elçiyi geri Kureyza'ya gönderdi ve dedi ki: "Bu Cumartesi'nin yerine başka Cumartesi yapın. Yarın mutlaka Muhammed'le savaşmalıyız (saldırmalıyız). Biz Muhammed ile savaşmaya çıkarız da siz de bizimle beraber olmazsanız biz sizin yemininizden ve antlaşmanızdan beriyiz. Ve Muhammed'den önce size başlarız."
Kureyza, Ebu Sufyan'ın bu kelâmını duyunca Cumartesi gününün hürmetine tecavüz edilmeyeceğini tekrarladılar. Sonra rehineler meselesine işaret ettiler. Ta ki onların bırakıp gitmeleri hususunda mutmain olurlar. Bunu Ebu Sufyan duyunca Nuaym'ın kelâmından hiç şüphesi kalmadı. Ne yapacağını düşünerek geceledi. Meseleyi Gatafanlılarla konuştu. Onlar, zaten Muhammed'in üzerine harb etmekte tamamen tereddüt ediyorlardı. Gece olunca Allah (cc) onların üzerine çok şiddetli rüzgar, çok şiddetli gök gürültüsü ve boğucu yağmur gönderdi. Çadırları yıkıldı. Çömlekleri devrildi, nefislerine de korku girdi. Müslümanların bu ortamı fırsat bilip hendeği geçip kendilerine saldırma ehvamına kapıldılar. Tuleyha kalktı, "Muhammed size şer ile başladı. Kurtuluş! Kurtuluş!" diye bağırdı.
Ebu Sufyan, "Ey Kureyş topluluğu, haydin yolcu olunuz. Ben gidiyorum" dedi. Kavim, güçlerinin yettiği hafif şeyleri alıp kaçtılar. Gatafan ve o gurublar da onlara uyup gittiler. Sabah olduğunda onlardan hiç bir kimse kalmamıştı. Resulullah (sas), bu durumu görünce müslümanlarla Medine'deki evlerine döndüler. Allah (cc) mü'minleri o savaştan korudu.(Kaynak; Islam Devleti Takiyyuddin En-Nebhani)

Ebu Sufyan komutasında olan kureyşliler ile kureyza yahudilerin hedefledikleri sinsi plan ve gaye, Allahın yardımı ile Nuaym b. Mesud'un başarmış olduğu "harb hile dir" ölçüsü doğrultusunda bu zafer, bize Müslümanların aleyhine gerçekleştirilen plan projelerin (Terör adı altındaki İslam düşmanlığı) nasıl müslümanların lehilerine dönebileceğine güzel bir örnek teşkil etmektedir. Tabiki burada unutulmaması gereken önemli bir gerçeği hatırlatmak istiyorum. Allah (c.c.) şayet biz müslümanlar hayatımıza yön veren mefhumlarımızı (kanaat getirdiğimiz fikirleri) değiştirmediğimiz taktirde hiçbir zaman biz müslümanların şuanki vakıasını değiştirmiyeceğini, Kuran'ı Kerim'in Rad Sur. 11 ayeti kerimesinde bize bu gerçeği şu şekilde bildiriyor:
"...Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez." (Rad Sur. 11)

İkinci örenk ise Hudeybiye Antlaşması ile alaklı olacak:

HUDEYBİYE ANTLAŞMASI
Resulullah (sas)'in Mekke'den hicreti üzerinden altı sene geçtikten, ordusuna ve İslâmî topluma güveni tam olduktan, müslümanların devleti tüm Arapların yanında kendisinden korkulan bir konuma geldikten sonra; Resulullah (sas), Davetin yolunda ve İslâm Devleti'nin kuvvetlenmesi ve düşmanlarının zayıflatılması yolunda yürümek için başka adımlar atmayı düşündü.
Resulullah (sas), Süheyl b. Amr ile görüşmelere başladı. Aralarında sulh meselesi ve şartları uzun konuşmalar cereyan etti. Resulullah'ın anlayışı, derin fikirliliği, tecrübesi ve dakik siyaseti olmasaydı görüşmeler çoğu zaman kesilmekle yüz yüze geliyordu. Müslümanlar, Resulullah'ın etrafında bu konuşmaları dinliyorlardı. Onlar, bu konuşmaları Umre meselesi hakkında konuşmalar olarak itibar ediyorlardı. Halbuki Resulullah, bu konuşmaları harbin durması için konuşmalar olarak itibar ediyordu. Onun için müslümanlar, bunları kabul edemiyorlardı. (Onlara çok ağır geliyordu.) Halbuki Resulullah (sas); tafsilâtlara, âcil faidelerine bakmaksızın görüşmeyi istediği gaye doğrultusunda yönlendiriyordu. Ta ki iki taraf arasında muyyen şartlar üzerine ittifak hasıl oldu.
Fakat bu şartlar mülümanlara tesir etti ve onların gadablarını harekete geçirdi. Müslümanlar, Resulullah'ı bu şartları red ettirmeye çalışıyorlardı. Nitekim Ömer b. Hattab, Ebu Bekir'e gelip dedi ki: "Muhakkak ki biz, dinimizde zillete düşmeyiz." Ve Resulullah'ı bu şartlar üzerine ittifak yapmamaya ikna etmek için Ebu Bekir'i alıp Resulullah'ın yanına götürmeye çalıştı. Fakat o ikna olmadı. Sonra Ömer Nebî'ye geldi, öfkeli ve hiddetli olarak onunla konuştu. Onun bu konuşması Resulullah'ın sabrını ve azmini değiştirmedi. Ve Ömer'e dedi ki:
"Ben Allah'ın kulu ve O'nun Resulüyüm. Elbette ve asla O'nun emrine muhalefet etmem ve O beni pişman etmez." Sonra Resulullah (sas), Ali b. Ebu Talib'i çağırdı ve ona; "Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle, yaz" deyince Süheyl şöyle dedi: "Bunu kabul etmem. Ben, Rahman ve Rahim'i tanımıyorum. Fakat şöyle yaz: Bismike Allahümme (Ey Allah'ın senin isminle)." Resulullah, "Ey Allah'ın Senin İsminle yaz" dedi. Sonra şöyle dedi: "Yaz; Bu Muhammed Resulullah'ın Süheyl b. Amr ile yaptığı barış sözleşmesidir." Süheyl de dedi ki: "Bunu kabul etmiyorum. Şayet senin Resulullah olduğuna inansaydım, seninle savaşmazdım. Lâkin kendi ismini ve babanın ismini yaz." Resulullah (sas) de; "Bu; Muhammed b. Abdullah'ın Süheyl b. Amr ile yaptığı barış sözleşmesidir" diye buyurdu. (Ahmed bin Hanbel müs. Kifiyyun 18152) Daha sonra iki taraf arasındaki sözleşme yazıldı. Bu sözleşmenin maddeleri aşağıdadır:
1- Bu antlaşma bir barış antlaşması olacak, iki taraf aralarında sulh yapıp anlaşacaklar ki, harb ve kıtal olmasın.
2- Kureyş'ten kim müslüman olur ve velisinin izni olmaksızın Muhammed'e gelirse o onlara geri verilecektir. Müslümanlardan kim dinden döner de Kureyş'e gelirse onlar onu Muhammed'e geri vermeyeceklerdir.
3- Arablardan kim Muhammed'in tarafına geçmek isterse geçer ve kim de Kureyş'in tarafına geçmek isterse geçer.
4- Bu sene Muhammed ve ashabı Mekke'den geri dönecek ve onlar gelecek sene geri gelecekler, Mekke'ye girecekler ve orada üç gün kalacaklar. Yanlarında sadece kınlarındaki kılıçları silah olarak bulunacak. Başka silah olmayacak.
5- Bu antlaşma yürürlüğe girdiği andan itibaren 10 sene geçerli olacak.
Müslümanlar, Medine'ye vardılar. Ve Resulullah (sas), Hayber'in varlığını ortadan kaldırmak ve Daveti, Yarımada'nın dışına yaymak, Yarımada'da ise sabitleştirmek için belirlediği planı uygulamaya koymaya başladı. Kureyş'le yapılan bu sulh döneminde o (sas), bazı pürüzleri gidermek ve Yarımada'nın dışına ulaşmak için uğraştı, meşgul oldu. Bu ise, onun için o Hudeybiye antlaşmasının sayesinde mümkün oldu. Resulullah (sas) bununla Hacca gitmeyi azmettiğinde belirlediği planını, uğrunda zorluk ve engellerle karşılaşmasına rağmen ince bir şekilde uygulamaya muktedir oldu. Ve istediği siyasî gayeye ulaştı. Böylece Hudeybiye açık bir fetih oluyordu. Ve onun bazı neticeleri vardır ki şöyledir :

1- Resulullah (sas)'i genellikle Arabların yanında, özellikle de Mekke içinde ve Kureyş arasında İslâmî Daveti te'yid edici bir kamuoyunun oluşmasına ulaştırdı. Bununla müslümanların heybeti kuvvetlendi, Kureyş'in heybeti ise zayıfladı.
2- Bu antlaşma, müslümanların Resulullah'a güvenlerini açığa çıkardı. Müslümanların imanlarının kuvveti, tehlikeli anlarda bile ayaklarının sabit oluştaki şiddeti ve onların ölümden korkmadıklarına delâlet etti. (Kaynak; Islam Devleti Takiyyuddin En-Nebhani)

Müslümanların aleyhine gibi görünen, bir çok ileri gelen sahabenin karşı çıkmasına sebeb olan Hudeybiye Antlaşması, İslam ordusunun hayberi ve arab yarımadasının feth edilmesine sebeb oluyor. Ve Müslümanların neredeyse hiç savaşmadan Mekke'nin feth edilmesinede neden olan yine bu antlaşma.

Evet bunu şuanki Batının Terör adı altında, özellikle Jorge W. Bush'un iktidar olduğu süre boyunca çok net bir şekilde görmüyormuyuz. 1990 lara kadar İslam Ümmeti başımızdaki yönetiçilerin biz müslümanların karşısında olduğunu anlatdığımızda bunu müslümanların kavraya bilmeleri neredeyse imkansız gibi iken şimdi ise özellikle ABD'nin izlemiş olduğu şuanki politikasi ile, müslümanları terörist ilan etmiş olması, islama karşı haçlı seferi başlatmış olması kesinlikle müslümanların uyanmalarına ve Allah (c.c.)'un yardımı ile gerçek dava adamları ile en kısa zamanda Raşidi Hilafetin kurulmasına sebeb olur inşallah.

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz suçlular cehennem azabında ebedi kalacaklar. Zira kendilerinden azap hiç hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit keserler. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimselerdir. Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin diye seslenirler. Malik de 'siz böyle kalacaksınız' der." (Zuhruf 77)

Kardeşiniz Mehmet Aydın
 
P

Peris

Guest
Hasbünallahü ve nimel vekil, nimel `mevla ve nimen `nasir.

"Yüce Allah bize kafidir, O ne güzel vekil, ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır".
 
Üst Alt