Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah Eşitliği Takdir Etti

Biz

New member
Katılım
29 Tem 2011
Mesajlar
71
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Kur’an’da bir ayet var, yazının başlığı oradan aldım.

Mevcut meallere bakılırsa, bu tür konuların çoğunda olduğu gibi “sinirleri alınmış”ayetlerden birisi ile daha karşı karşıya olduğumuz görülüyor.

“Eşitlik” kavramına duyulan antipati nedeniyle türlü teviller yapılarak anlaşılmaz hale sokulmuş.

Bakın ne diyor ayet: “Yeryüzünde sabit dağlar varetti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını (egvâtuhâ), isteyenler/ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye (sevâen li’s-sâilîn) takdir etti.” (Fussilet; 41/10).

Ayette geçen “isteyenler için eşitçe” (sevâen li’s-sâilîn) ifadesi “eşitliğin” bir Kur’an kavramı olduğunun apaçık delilidir. Sadece burada değil; başka yerlerde de özellikle “rızık” söz konusu olduğunda “eşitlik” kavramının dikkat çekici bir şekilde vurgulandığını görüyoruz. (bk. Nahl; 71).

Ayette geçen “dört günde” (fî erbeati eyyâm) dört mevsim içinde yani bütün bir yıl boyunca, “güçler/kuvvetler” (egvât) da insana güç veren, kuvvet toplamasını sağlayan gıdalar/rızık ve rızık kaynakları manasındadır. Kur’an, bunlara yeryüzündeki güç/kuvvet kaynakları (egvâtuhâ) diyor. “Egvât” Türkçe’de de kullanılan “guvve” nin çoğuludur ki kuvvet diye telaffuz ederiz. En geniş anlamıyla yeryüzünde rızık biriktirici tüm servet ve güç yığıcı tüm iktidar kaynaklarını ifade eder.

İşte, Allah, yeryüzünün tüm güç ve kuvvet kaynaklarının/servet ve iktidar araçlarının isteyenler yani ona ihtiyacı olanlar arasında “eşitçe” dağıtılmasını/paylaştırılmasını“takdir” ettiğini söylüyor.

Bu şu demek: Böyle buyurdu Allah! Böyle olmasını istiyor!

Ne istiyor? Yeryüzünde güç ve kuvvet kaynaklarında eşitlik!

Yarattığı rızık ve rızık kaynaklarının zenginler arasında dönüp dolanan bir tahakküm aracı (devlet) olmasını istemiyor! (Haşr; 7).

Her türden sosyal, politik, iktisadi güç ve kuvvet kaynaklarının “eşitçe”dağıtılmasını, bir yerde merkezîleştirilmemesini (temerküz), ortaklaşacı üretim ve paylaşım düzeni içinde bunlardan tüm insanların faydalanmasını istiyor! (Fussilet; 10).

Demek ki neyi “takdir” ediyor? Zengin ile yoksul arasındaki uçurumun sürüp gitmesini, bunun bir imtihan olmasını değil; uçurumun kapatılmasını, “eşit” hale gelmeyi…

Demek ki neyi “irade” ediyor? Güç ve kuvvetin ömür boyu üsttekilere, acziyet ve zaafiyetin de ömür boyu alttakilere ait olmasını değil; güç ve kuvvet kaynaklarının eşitçe dağıtılmasını, kimseye tapulanmamasını, ezmek, sömürmek ve tahakküm gibi hegomonya araçlarına dönüşmemesini, bilakis “kamucu amaçlar” için yayılarak seferber edilmesini…

Lütfen bu ayeti (Fussilet; 10) tekrar tekrar okuyun, üzerinde düşünün. Diğer eşitlik ayetleri (ör. Nahl; 71, Haşr; 7) ile karşılaştırınız…

***

Ayet doğrudan adalet, özellikle de eşitlik mesajı verdiğine göre, devam edelim…

Rağıp el-Isfehanî’nin dediği gibi adalet eşitçe paylaştırma (et-taqsît ala’s-sevâ) demektir. (el-Müfredat, ADL mad.). Bu durumda adaletin ruhu ve sevk-i sebebi (emredilme yönü) eşitlik olmuş olur.

Bu iki türlü olur: Biçimsel eşitlik ve fonksiyonel eşitlik…

Biçimsel eşitlik Aristo’nun “dağıtıcı adalet” dediği şeydir ki kişinin dil, din, ırk, bölge, kavmiyet, milliyet, mülkiyet, cinsiyet vs. ayrımı yapılmaksızın herkesin eşit görülmesidir. Eski Yunan adalet tanrıçası Themis resmindeki gibi burada adaletin gözü kapalıdır, kimin ne olduğuna bakmaz. Acilen sağlanması gereken ilk etaptaki eşitlik budur.

Fonksiyonel eşitlikte ise adaletin gözü açıktır. Kimin ne olduğuna bakar. Örneğin yemek dağıtılırken herkesin yemek hakkı olduğunu söylemek biçimsel eşitliktir. Kimseye dili, dini, ırkı, bölgesi, mülkiyeti, cinsiyeti veya yaşı sebebiyle ayrımcılık yapılamaz. Fakat çocuklara ayrı, hastalara ayrı yemek vermek fonksiyonel eşitliktir. Burada adaletin göze açıktır ve kimin ne olduğuna bakar ve fonksiyonuna göre dağıtır. Aristo buna da “denkleştirici adalet” der.

Ali Şeriati de, bu ayrımın Kur’an’da adalet (denkleştirme) ve kıst (hakkı olanı verme) kavramları ile yapıldığını söyler. Adaletin mahkeme, yargı, hukuk, adliye teşkilatı gibi üst yapıda, Kıst’ın ise mülkiyet ilişkileri gibi alt yapıda olacağını ifade eder.

***

Demek ki “İslam’da eşitlik yok; adalet var” sözü, “İslam’da devrim yok; diriliş var” sözü gibi içi boş manasız bir demogojidir.

“Eşitlik” ve “devrim” bal gibi Kur’an kavramlarıdır. (bkz. “Devrimci İslam”, ve “İslam ve sosyal değişim” adlı kitap çalışmalarımız; İst., 1992).

İnsanların “farklı” renk, tip, cinsiyet ve karakterde yaratılması eşit yaratılmadığı anlamına gelmez. Farklıyım diye adam eşit olamayacağını iddia ediyor. Farklılıktan eşitsizlik ve hatta üstünlük çıkarmaya kalkıyor. Eşitlik davası tam da burada lazımdır.

Demek ki adaletin amacı (biçimsel veya fonksiyonel) eşitliği sağlamadır. Bu iki türüyle eşitlik sağlandığında adalet gerçekleşmiş olur. Bunlar iç içe geçmiş, biri olmadan diğeri olmayan, biri diğerini doğuran kavramlardır. Hakkaniyet, dağıtıcı adalet, denkleştirici adalet veya mutlak eşitlik, nispi eşitlik vs. diye daha Hukuk Fakültelerinin birinci sınıflarında öğretilir.

***

Kur’an’da adalet ve eşitlik kavramları birkaç çeşittir; Adalet, Kıst, Vasat, Hakk, Vezn, Sevâ… Bunların her biri meselenin ayrı bir yönünü ifade eder ve kavramı bütün yönleri ile detaylandırır. (bkz. “Adalet Devleti; Ortak iyinin iktidarı” adlı kitap çalışmamız; İst, 2003).

Örneğin eşitlik (sevâ) başlıca üç düzeyde ele alınır:

Birinci düzey: İnsanın yaratılışı anlatılırken kullanılır: “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O akıtılan bir meninin içinden bir nutfe değil miydi? Sonra bu aşılanmış bir yumurta oldu, derken Allah onu eşitleyip biçimlendirdi. Ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi varetti” (Kıyamet; 75/36-39).

“Sonra onu eşitçe yaratıp düzenledi. Ona kendi ruhundan üfledi. Ve size kulaklar, gözler, kalpler verdi. Ne kadar az şükrediyorsunuz?” (Secde; 32/9).

Görüldüğü gibi insanın yaratılışını anlatan ayetlerde “sevâ/tesviye” kavramının kullanılması çok manidardır. “Biçim verdi, düzenledi, tam yaptı” denmek istenirken hep eşitlik kökünden gelen bu kavram kullanılır. Bunun anlamı insanın yaratılış anında kadın erkek eşit bir şekilde yaratıldığı, ana rahminde böylece biçim verildiği, düzenlendiğidir. Yaratılıştaki eşitlik anlatılmak istenir.

İkinci düzey: Dünya hayatındaki bir takım farklılıklar anlatılırken kullanılır: “Kör ile gören eşit olur mu? Karanlık ile aydınlık eşit olur mu?” (Nahl; 16/16),“Hacıları su verme ve Mescid-i Haram’ı onarma ile Allah yolunda cihad eşit olur mu?” (Tevbe; 9/19), “Oturanlar ile malları ve canlarıyla cihad edenler eşit olur mu?” (Nisa; 4/95), “Kendine bile sahip olmayan zavallı bir kul ile verdiğimiz rızıklardan gizli açık infak eden eşit olur mu?” (Nahl; 16/75).

Görüldüğü gibi burada da dünya hayatında insanlar arasında fizikî, tabiî, ahlakî veya amelî bir takım farklar karşılaştırılır ve bunların sanki aralarında hiç fark yokmuş gibi olamayacağı belirtilir. Ancak farklılıklardan eşitsizlik çıkarmak, dahası bunu bir ayrıcalıklı sınıflaşmaya dönüştürerek, özellikle rızık ve rızık kaynaklarının kullanımı konusunda sınıflaşma ve eşitsizlik yaratılmaya kalkışılınca üçüncü düzeydeki eşitlik ayetleri gelir ve tekrar birinci düzeydeki yaratılıştaki eşitlik temasına dönülür.

Üçüncü düzey: Rızık ve rızık kaynaklarının kullanımı anlatırken kullanılır: “Yeryüzünde sabit dağlar varetti. Orasını bereketlendirdi. Orada dört mevsim güç/kuvvet kaynaklarını (egvâtuhâ), isteyenler/ihtiyaç sahipleri eşit olarak yararlansın diye (sevâen li’s-sâilîn) takdir etti.” (Fussilet; 41/10), “Rızıkta üstün kılınanlar (zenginler) yanlarındaki (yoksullar) ile eşit hale gelmemek için onlara vermiyorlar. Allah’ın nimetini mi inkar ediyor bunlar? (Nahl; 16/71).

Görüldüğü gibi birinci düzeyde eşitlik, ana rahmindeki yaratılış ile başlıyor. Burada bir ayırım yapılmıyor ve yaratılış anlatılırken hep eşitlik kökünden gelen kavram (sevâ/tesviye) kullanılıyor. Sonra ikinci düzeyde insanoğlu dünyaya geliyor. Dünyanın çeşitle halleri sebebiyle farklılaşmalar oluyor. Dil, din, ırk, renk, mülkiyet, cinsiyet, kavmiyet ve milliyet temelinde yaşanan bu farklılaşmaların Allah’ın bütün insanlar için yarattığı rızık ve rızık kaynaklarında (üretim araçlarının kullanımında) bir eşitsizliğe ve sınıflaşmaya yol açtığı görülünce buna “dur” deniliyor ve üçüncü düzeyde “eşitliğin takdir edildiği” açıklanarak, tekrar yaratılıştaki eşitlik düzeyine çekilinmesi çağrısı yapılıyor.

Bunun anlamı “farklı fakat eşit” yaşama çağırısıdır.

Özellikle rızık ve rızık kaynaklarının kullanımı konusundaki eşitsizliğe Kur’an’ın tahammülü olmadığını görüyoruz. Öyle ki yoksulluk boyutundaki eşitsizlik “Allah’ın nimetini inkar”, açlık boyutundaki eşitsizlik de “Allah’a ortak koşmak” olarak görülmektedir. (bkz. Nahl; 16/71,112 ve Fussilet; 41/10 ile öncesi ve sonrasındaki ayetler.)

***

Demek ki şairin “Bir mesele var ki bütün meselelerin başı” dediği şey Kur’an’da esaslı bir şekilde ele alınan adalet ve eşitlik meselesidir.

Eşitliği, “sola ait bir kavram” kompleksiyle adaletten ayıran ve “İslam’da eşitlik değil; adalet var” diyen söylem yukarıda görüldüğü gibi Kur’an verileriyle bağdaşmamaktır. 70’li yılların sağcılaştırma operasyonlarından kalma olup hiçbir geçerliliği yoktur.

Etrafınıza bakın; dil, din, mezhep, meşrep, renk, ırk, bölge, kavmiyet, meslek, milliyet, cinsiyet ve mülkiyetten kaynaklanan yığınla adaletsizlikler ve eşitsizlikler görmüyor musunuz?

Kur’an, yukarıdaki ikinci düzey kullanımda nelerin birbiriyle eşit olamayacağını söylüyor. Oturanla cihat eden, başkasına köle olanla, kendisi kazanıp gizli açık infak eden ve adaleti emredenin eşit olamayacağı gibi…

Dikkat edilirse bunların hepsi fizikî mecburiyet (kör ve sağır ile gören ve işiten vb.), doğadaki farklılıklar (aydınlık ile karanlık vb.) ve ahlakî meziyet farklılıklarıdır. Ancak bu farklılıkların hiç birisi rızık ve rızık kaynaklarının (güç ve kuvvet kaynaklarının) eşitçe paylaşılmasına ve dağıtılmasına mani değildir.

Keza bu farklılıklar üstteki-alttaki, ezen-ezilen, zengin-yoksul, yöneten-yönetilen, doğulu-batılı, zenci-beyaz, kadın-erkek, asker-sivil, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt, Arap-Acem vs. eşitsizliklerine yol açamaz…

İşte burada Allah “eşitliği” takdir ettiğini söylüyor. Böyle olmasını murad ediyor, iradesini bu yönde açıklıyor. Kanımca ayette ifade edilen manayı başka yönlere çekip bu vurguyu ıskalamak bilmeden yapılıyorsa mazeret, bilinçsiz yapılıyorsa gaflet, bile bile yapılıyorsa hıyanettir.

Kur’an söz konusu eşitliği sağlamanın türlü yollarını göstermiştir; Zekat, sadaka, infak, karz-ı hasen, i’ta gibi verme/paylaşma emirleri hep bu “takdirin” yerine gelmesi, gerçekleşmesi içindir. Hacc, tavaf, ihram, namaz, secde, saf bağlama vs. hep bu eşitliği gösteren ve örnekleyen ritüellerden (nusuk) ibarettir.

Ana rahminde bir atımlık nutfe ve aşılanmış yumurta (alak) halinde oluşurken eşit değil miydik? Orada tek bir nefs olarak eşitçe yaratılıp biçim verilmemiş miydik? (Şems; 91/7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ).

“O ki seni yarattı, (özüne) eşitliği koydu, adaleti yerleştirdi” (İnfitâr; 82/7;Ellezî halagake, fesevvâke, feadaleke).


İhsan Eliaçık
 
A

adam

Guest
Tam bir içi boş yazı diyesim geldi, muhatab olarak siz üzerinize alınacaksınız. Haddime değil diye düşündüm, saygısızlık yapmak istemedim size karşı. Bu yazıya tek bir ayet ile cevap vermek bile, yukarıda bahsettiğim içi boş bir yazı olduğunu açıklamaya yeter diye düşündüm:

Bakınız ne kadar güzel cevap üstelik: " ...Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. "Meryem, Bu sana nereden geldi?" derdi. O da "Bu, Allah katından" diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir." Ali imran:37
Bakın burada "dilediğine" işareti var. Peki ne demektir bu, Allah kullarına rızk verirken eşit davranmıyor da, bizlerin mi eşit olmasını istiyor. Elbette değil, burada vurgulanan bize kalırsa; rızık verme konusunda Allah herkesin rızkını verir ve fakat dilediğine daha çok (hesapsız) verir. Böyle yapmak ile Adl sıfatına bir yanlış anlama gelir mi, derseniz cevap olarak hayır deriz. Çünkü, Allah Kur'an ayeti ile sabittir ki; yarattığı kulun rızkını üzerine almıştır fakat ölçüsü hakkında bir taahhütte bulunmamıştır. O neden ile adaletsiz olduğu yönünde bir hükümde bulunamayyız.

Başka bir açıdan bakınca da, örneğin biz müslümanlarız, beyaz ırkız, varlığımız yerinde, sağlığımız yerinde, aklımız yerinde fakat itikadi yönden ben müslüman bir insanken, karşımda oturan kişi hristiyan. Eşitmiyiz ? Asla! Şuan hali ile milyon kere asla! Ne zaman eşit olabiliriz ? karşımdaki ne zaman iman ederse. Eğer, sizin dediğiniz mantık ile gidersek, Allah'ın bütün kulları eşittir ve bu gerçeği baz alarak devam edersek bu mantık çizgisinde, hristiyan kişi ahirette bizzat Rabbimizden davacı olur: Ya Rab! Sen demedin mi yarattığım bütün kullar eşittir diye. O halde beni neden ateşe gönderiyorsun da şu müslümanım diyen kişiyi cennetine gönderiyorsun? Dünya hayatında ikimizde aynı eşit ölçülerde bir yaşantı sürdük. Onun da evi vardı, benim de. Onun da arabası vardı, benim de. Onun da üç çocuğu vardı benim de. O halde şimdi neden eşit davranmıyorsun ? Sen zalimlik yapıyor ve bize vaad ettiğin hakk'tan uzak davranıyorsun, demez mi ? der. Peki tam tersi bir şey olur da eşitlik ilkesini baz almaya devam ederek şöyle bir şey olsa: ahirette o hristiyan ile beraber cennete girsek. Nasıl ? Hakk tecelli etmiş mi oldu şimdi. Peki, güneşin altında +44 derecede sırf Allah'ın emri diye oruc tutanın hakkına girilmiş olmadı mı? Haksızlığın olduğu yerde ne olur ? Zülüm olur. Peki, şimdi bu her iki mantık ile soruyorum, cevap verirseniz sevinirim: (HAŞA) Allah; zalim midir ?

Yine bu surenin (Ali İmran) devamında yine bir ayet var ki, sizin yukarıdaki yazının içinde var olan mantığı en başındaki harften en sondaki harfine kadar lağv ediyor, buna ne diyeceksiniz: malumunuz, 90-95 yaşlarında bulunan insanlar doğurganlıklarını kayb etmişlerdir ve bir nevi ilk hallerine tekamül etmiş olurlar. Ama burada olağanüstü bir olay var:

" Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, "Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler" diye seslendiler. Zekeriya, 'Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?' dedi. Allah, 'Öyledir, ama Allah dilediğini yapar' dedi." Ali imran:39-40

Hani mantık ? Benim karşı apartmanın 3. katında oturan 90 yaşındaki dede de isterse çocuk, ne olacak şimdi? Üstelik bu güne kadar hiç çocuğu olmamış biri. Bu kişi yarın huzur-u mahşerde Rabbim sen bana çocuk vermedin ama istediğine de 90 yaşında olmasına bile bakmadan çocuk verdin, bana da verseydin ben de onu salih bir evlat olarak yetiştirseydim, hem evlat sevgisini tatsaydım olmazmıydı ? demez mi ? der! Peki, mahşer yeri hesap sorma yeri mi ? hesap verme yerimi ? Maliki yevmid'din; ne anlama geldi şimdi ?...

Saygılar, hayrlı geceler.
 

Biz

New member
Katılım
29 Tem 2011
Mesajlar
71
Tepkime puanı
23
Puanları
0
Sayın adam,

Düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.

Allah razı olsun.

Saygılar...
 
A

adam

Guest
Sizden de Allah razı olsun. Düşüncelerimden ziyade, yürütülen mantık çerçevesinde soru sormuştum. Neyse...
Bir de buraya alıntıladığınız ayetlerde anlam yönünden farklı düşüncelerim var. Sizin yayınladığınız makalenin içindeki öze, yani yazının anlatım mantığına kaynak olurken farklı bir anlatım tarzı ile buraya meali yazılmış. Son satırda yer alan İnfitar suresi 7. ayet eşitlik anlamı çağrıştırmıyor.

"O ki, seni yarattı, düzenine koydu ve dengeli kıldı." İnfitar:7 Burada kullar arasında murat edilen ve eşitlik çağrıştıran bir anlam yok. Varsa, ben göremedim.

Allah; adildir. Kullarına zulm etmez, lakin kullar akılsızlıkları neticesinde kendilerine zulm ederler. Bununla beraber, Allah kullarınının rızkına kefildir, dilediğinin rızkını azaltır, dilediğine de hesapsız rızk vericidir. Dilediğine de daha da fazlası vardır ve onlara da fazl'ından verir. Çünkü Allah; büyük fazl'ın da sahibidir. Dilediğine de, derken, kul kafir de olsa, eğer dilemişse o bile bundan faydalanır. Oysa, daha fazlasına müslüman layık değilmidir ? Ama, bilemiyoruz burası bize biraz kapalı anlam yönünden. Veya biz daha o anlamı kaldıracak kapasiteye ulaşmadık ki bize kapalı görünüyor. Veya, o verdiğine fazl'ından değil de, kahrından veriyor gibi.

" İşte bu, Allah'ın fazl'ıdır. Onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. " Cuma:4

İlk mesajımızı fikir jimnastiği olsun diye yazmamıştım, soru anlamında yazmıştım. Çünkü, kafa karıştırıcı bir yazıydı benim açımdan. Cevap gelmediğine göre, kafamın karışmasına gerek kalmamış oldu.

Saygılar, değerli müslüman kardeşim Biz.
 

radikal

New member
Katılım
10 Şub 2007
Mesajlar
2,635
Tepkime puanı
1,763
Puanları
0
Yaş
50
Konum
Gönül aleminden
İhsan kardeşimiz yine yumurtlamış, biz nasıl görmedik bu yazıyı hayret !

Rızk'ul El Allah (Celle cellaluhu) gerçeğine muhalif bir yazı. Allah (Celle celaluhu) kullarını fıtrat konusunda eşit yaratmıştır. Rızk konusunda herhangi bir taahhüdde bulunmadığı gibi, ayet ile sabittir ki; dilediğinin rızkını serer (genişletir), dilediğinin rızkını da daraltır.

"O" (Celle celaluhu) hiç şüphesiz taksim yapanların en hayrlısıdır.

Maaşallah adam kardeşim, her ne kadar bu isim ile üyeliğini iptal etsende gözünün burada olduğunu biliyorum. Devamını bekliyorum bu gibi yazılarının.
 
Üst Alt