__İnsan____...

Mücahid

New member
İnsan Nedir, Nasıl Bir Varlıktır? (“Ben Neyim?”)

İnsan kelimesinin sözlük anlamına bir bakalım: İnsan kelimesinin, kendinden türediği kök olarak iki sözcükden bahsedilir; bunlardan biri üns kelimesidir. Üns, ünsiyet, yakınlık demektir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hemcinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder.

İnsan kelimesinin, bir de nesy = unutmak fiilinden geldiği söylenir. Bu durumda insan, unutkan demektir. Kur’an’da insandan (Adem) söz edilirken, “Andolsun, önceden Adem’e ahid verdik de unuttu ve onu azim sahibi bulmadık.” (Taha, 115) buyrulur.

İnsan kimdir? Nasıl bir varlıktır? Yeryüzüne nereden gelmiştir? İnsan nereye doğru gidiyor? İnsanın bu dünyada görev ve sorumlulukları var mıdır, varsa nelerdir? gibi sorular insan aklını meşgul eden sorulardır.

Şüphesiz insan kendisinin nasıl bir varlık olduğunun cevabını verdiğinde aynı zamanda inancını da seçmiş olmaktadır.

Geçmişten günümüze kadar insan üç şekilde tarif edilmiştir. Bunlardan ilk ikisi insanı sadece tek yönüyle ele alırken üçüncüsü insanı tüm yönleriyle ele alır. Bir kısmı insanı baş, göz, kulak, burun, ağız, el, kol, bacak, karaciğer, akciğer, mide gibi maddi organlardan oluşmuş bir varlık olarak kabul ederken, bir kısmı ise insanın tüm organlarını görmezden gelircesine maddi yönünü göz ardı edip, sadece ruhtan meydana geldiğini iddia etmişlerdir.

Ayrıca bazıları insanı şu şekilde tarif ederler. “İnsan alet kullanan hayvandır, akıllı hayvandır, konuşan hayvandır, gülen hayvandır, hayvan olmak istemeyen tek hayvandır vs.”

Her şeyde dengeyi esas alan islam dini insanı tarif ederken de dengeyi esas almıştır. İslam inancına göre insan; beden ve ruhtan oluşan, düşünen, şuurlu, iman ve ilim sahibi bir varlıktır.

Bu tanımın bir sonucu olarak islam; insanı sadece maddî bir varlık olarak gören maddeye tapanları ve insanı sadece ruhtan oluşmuş olarak kabul eden ruha tapanları reddeder.

İnsanın İki Yönü :

İnsanla ilgili olarak, beşer ve Adem kelimeleri Kur’an’da sık sık kullanılan iki kavramdır. Kur’an-ı Kerim’de, İblis’in Adem’e secde etmeyi reddetmesi üzerine, Allah’ın ona şöyle dediği anlatılır: “İki elimle yarattığım şeye seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (Sa’d, 75) Bu ayet-i kerime, insanın yapısındaki iki temel ögeyi açıklamaktadır: Kur’an’da yalnızca insanla ilgili olarak böyle bir ifade kullanılır ki, bu ifade, insanın Ademiyet ve beşeriyet yanlarını ortaya koyar. Ademiyet yapısı, insanın ruh yapısı, manevi tarafı, melekî tarafıdır. Beşeriyet yapısı ise, insanın dış yapısını, toprak yönünü, hayvanî tarafını, fiziki özelliklerini ifade eder.



Müşrikler, insanı sadece bir beşer olarak kabul etmeye ve yalnız zahiri nitelikleriyle ele almaya meyillidirler. Günümüzde de batı kültür ve uygarlığı, insanı hayvanlardan bir hayvan ve yeme, içme, uyuma ve nefsi arzulara ihtiyaçtan ibaret bir varlık olarak değerlendirir. Halbuki insan, yalnız beşeri yönüyle değil; ruhi, manevi yönüyle de insandır. İnsanın hayvanlardan farkı ve üstünlüğü, gerçek anlamda Ademiyyet yönüyledir. Ademiyyet, insanın tefekkür ve irade sahibi olma özelliğini belirtir. Bu ademiyyet vasfına sahip olan insanın önünde melekler secdeye kapanmıştır:

“Bir zaman Rabbın meleklere, “muhakkak ben kupkuru çamurdan, düzen verilmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım; onu tesviye edip içine ruhumdan üflediğimde hemen ona secdeye kapanın.”demişti.” (Hicr, 28-29) “Sonra onu tesviye etti, ona kendi ruhundan üfledi ve sizin için sem’a, besar ve fuadlar kıldı (görme, işitme ve akletme gücü verdi). (Secde, 9)

Bu konudaki ayetlere dikkat edildiğinde açıkça görülür ki, meleklerin secde ettiği beşer değil; Adem’dir. Adem, bu noktada bütün insanlığın temsilcisidir ve yalnızca birey olarak Hz. Adem değildir. Burada Adem, insandaki ademiyet yanının temsilcisidir. Adem kelimesi, “iç, iç yüzey, iç katman” anlamında “edim” kelimesinden gelir. Allah’ın emriyle meleklerin, Adem’in önünde secde etmelerinin nedeni, Adem’e isimlerin öğretilmesi olduğu anlaşılabilir. (Bkz. Bakara, 30)

İsimler, ruhun ögeleri, bilginin nurani güçleridir. İşte, insanın Ademiyet yanı, onun ışıl ışıl bir ruha, dolayısıyla gözleri iyi gören ve kulağı iyi duyan apaydınlık bir kalbe sahip olup, şeytanın aldatmalarından uzak durması yanıdır. Bu hal, insanın kamil halidir; yani Adem insan-ı kamildir. İnsanın bu hali yitirişinden sonra yeryüzüündeki hayatı ve mücadelesi bu halini yeniden kazanmaya yöneliktir.

Ademi yön, Türkçe’de Adem olmak anlamında “adam olmak” deyimiyle ifade olunur. İnsan, beşeri özellikleriyle bir yere gelebilir ama, adam olmak daha başka vasıflar ister. “Oğlum, ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim. Sen de adam olamadığını isbat ettin.” diye kıssada geçen oğlu adam olamayan adamın ifadesinde belirtildiği gibi; Adam olmak, Adem gibi olmak, Ademi yönü ağır basmak demektir.

Fakat, insan hem Ademi, hem de beşeri yönden oluşan bir varlıktır. İşte, onun Allah’ın iki eliyle yaratılmış olması, bu gerçeğin ifadesidir. Bu durum, konunun başında anlamlarını verdiğimiz insan kelimesinin içeriklerinde de görülür.

İşte, topraktan yaratılan insanın beşeriyet yanı, Kur’an’ın ifadesiyle “unutkanlığının, nankörlüğünün, aceleciliğinin, haklı-haksız tartışmayı pek sevmesinin, bilgisizliğinin, zalimliğinin ve zayıflığının sembolüdür. Bu olumsuz nitelikleri bastıracak olan da, insanın ademiyet yanıdır, manevi duyularıdır, kalbidir. İnsan, sadece beşer olarak kalmamalı, beşeriyetini ademiyetinin emrine vererek, ilk yetkin halini kazanmaya çalışmalıdır. Kur’an’da yetkin hale ahsen-i takvim (en güzel kıvam, en güzel yaratılış) denirken; insanın bu yetkinlikten bütünüyle uzaklaşmış ve hayvanlaşmış, beşeriyete yuvarlanmış haline de “esfel-i safilin” (alçakların alçağı) denir. (Bkz. Tin, 4-5)

İşte, insanlar da, kendilerini yalnızca beşer olarak görmeden, beşeriyet ve ademiyetten oluşan bir varlık olduklarını unutmadan, şeytanın adımları ardınca gitmezler ve her sürçtüklerinde tevbe ederlerse, meleklerin önlerinde secde ettiği Adem halini alır, unutkan insandan; kamil mü’min insan olma durumuna ulaşabilirler.

İnsanın beden ve ruhtan oluştuğunu belirttik. Bedenin aslı topraktır. Kur’an’ın açıkladığı bu gerçeği, modern ilimler tasdik ve teyid edip doğrulamaktadır. Kimyasal analizler, tahliller toprakta bulunan madenlerin, elementlerin insanda da bulunduğunu göstermektedir.

İnsanın ruhu ise, görünmeyen, manevi yönünü oluşturur. İnsanın ruhu olduğu aşikardır. Bu gerçek, ölüm halinde özellikle kendini ortaya koyar. Diri ile ölü arasındaki fark, diride ruhun bulunması, ölü bedende ise bulunmamasıdır. Uyku da küçük bir ölüm gibidir. Uyku halinde ruhun insanı bir an için terkedişi de, ruhun varlığıyla ilgili bize kesin bilgi verir. (Bkz. Zümer, 42)

İnsan bedeniyle hareket eder ve algılar. Ruhuyla idrak eder, düşünür, bilir, sever, nefret eder, sevinç ve üzüntü duyar. İnsanın bütün iç dünyası, manevi, görünmeyen aleminin faaliyetleri ruhun faaliyetleridir. Ruh, Allah’ın sırlarından, gizliliklerindendir. İnsanın onun esrarına vakıf olması mümkün değildir. Ruh Allah’ın katındandır. Onun hakkında insana verilen bilgi pek azdır. (Bkz. İsra, 85)



Din ve akıl, ruhun varlığını açıkça ortaya koydukları halde; her gerçeği inkar edenler olduğu gibi, ruh gerçeğini inkar edenler de olmuş ve olacaktır. Bu inkarın temelinde, görünmeyen, mahiyeti bilinmeyen varlığı kabul etmeme düşüncesi yatmaktadır.
İnsan kompleksini oluşturan beden ve ruh unsurlarının kendilerine has birtakım ihtiyaçları vardır. İnsan bunları elde etmek için gayret sarfeder. Maddi unsur (beden), yeme, içme, uyuma, nefes alıp verme gibi maddi ihtiyaçlarını gideremediği zaman rahatsız olduğu gibi; manevi unsur olan ruh da ihtiyaçlarını gideremeyince muzdarip olmaktadır. Ruhun ihtiyaçları, Rabbini zikredip ibadet etmek, kendisinden geldiği ilahi merciye doğru yol almak ve O’na yakınlaşmak için gerekli çabayı göstermek gibi ruhi gıdalardır. Her iki unsurun ihtiyaçları ve beslendikleri gıdalar birbirlerinden tamamen ayrıdır. Ruhi gıdalar olan zikir ve ibadetler yalnız başına bedeni besleyip ayakta tutamadığı gibi, bedenin ihtiyaçları olan maddi gıdalar ve zevkler de hiç bir zaman ruhu sağlıklı bir ortamda tutamaz, onu mutlu ve huzurlu edemez. “İyi bilin ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle yatışır, huzur ve rahat bulur.” (Ra’d, 28) Allah insana, hem fücuru (günah ve kötülüğe meyli), hem takvayı (günahlardan korunmayı) ilham ettiği için insan, bir taraftan melek tabiatına, bir taraftan da hayvan tabiatına sahiptir. Ama, İslam fıtratı ile yaratıldığından, akıl, vicdan ve güzele meyil gibi nimetlerle donatıldığından ve Allah’ın Kitap, peygamber, hidayet gibi lütuflarından dolayı hayra meyli önceliklidir. İnsan, kendi fıtratının özelliklerini muhafaza ederek, Rabbini zikredip ibadet ederse, meleklerden olan üstünlüğünü korumuş olur. Ama melek tabiatını kaybedip yanız maddî ihtiyaçlarını tatmin etmeyi düşünürse, hayvanlar seviyesinde bir mahluk olur: “Kâfir olanlar zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Sonunda onların barınağı ateştir.” (Muhammed, 12).

İnsan ve onun duyguları zaman ve mekanla sınırlıdır. Zaman ve mekan dışı şeyleri olduğu gibi algılayabilmekten uzaktır. Hatta insan çoğu kez zamanın ve mekanın içindeki birçok şeyden bile haberdar olamamaktadır. Dahası, kendi benliğinin sırlarını dahi henüz tam çözebilmiş değildir.

İnsan bağımlıdır. Anasına, çevresine, toprağa, dünyaya ve ahirete olan bağlarıyla birlikte doğar. Doğmasındaki dahli ne kadarsa, ölmesindeki dahli de o kadardır. Ne doğuşuna kendisi karar verebilir, ne ölümüne ve ne de doğumdan ölüme kadarki gelişim ve değişim sürecine... Bütün bunlar, kendisi dışındaki bir karar merkezinde belirlenip icra edilir. Onun, hayatın değişmez yasaları dediğimiz bu “ilahi kanunlara” uymaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur.
İnsan muhtaçtır. Yardıma, bakıma, besine, suya, insana, anaya, babaya, toprağa, göğe, sevgiye, terbiyeye, bilgiye, görgüye, çevreye ve daha birçok şeye... O, bu ihtiyaçlarından bazılarına daha doğar doğmaz, bazılarına da doğal gelişimini tamamladıkça gereksinim duyar. Çünkü insan, değişerek gelişebilen bir varlıktır.

İnsanın diğer canlılarla ortak yönleri vardır. Görünebilen tüm canlılar: Beslenirler, hücrelerden oluşmuşlardır, hareketlidirler, büyürler, çoğalırlar, solunum ve boşaltım yaparlar.

Bütün bu özellikler canlıların “hayvan”lık boyutudur. Zaten insanı “insan” yapan özellikler de bunlardan hiçbiri değildir. O, insan olmayı hayvanlarla paylaştığı bu özelliklerinden dolayı hak etmemiştir.

İnsan, “insan” olma özelliğini, “iman” etme özelliği dolayısıyla kazanmıştır. Çünkü akıl ve kalp sahibidir. Hayvanlar iman etmezler. Çünkü akıl ve kalpleri yok, bu yüzden iman etmez hayvanlar. İşte, yukarıda sayılan maddelerden insana özgü olan ve insanı hayvandan ayıran en büyüğü imandır. İmandır, çünkü insan, gücü sınırlı, bağımlı ve muhtaç bir varlıktır. Kendinden daha güçlü olan, kendisi gibi bağımlı ve muhtaç olmayan birinin yardımı olmadan yaşayamaz. Güçsüzlüğünü, bağımlılığını ve muhtaç oluşunu her farkedişte bağlanacak, inanacak, güvenecek, sığınacak, tutunacak ve barınacak birini arar.



İnsanı hayvandan ayıran diğer önemli özellik ise ilimdir. İman ve ilim sayesinde insan, kendi hür iradesiyle Allah’a kulluk yaparak en güzel biçimdeki yaratılışına uygun bir hayat yaşayabilir. İman, ilim ve ibadetten uzak insan ise varlıkların en adisi olur. (Bkz. İsra, 70 ; Tin, 4 - 5 ; Zariyat, 56 ; Muhammed, 12 ; A’raf, 179)
 
Allah razı olsun mücahid abi..Keşke insan ve hayvanı birbirinden ayıran bu kesin çizgiyi inançsız insanlarda görebilse...Emeğine sağlık!..
 
ALLAH razı olsun abi..gerçekten güzel bi yazı...şükürler olsun dinimiz islam..

selametle...
 
İnsan, “insan” olma özelliğini, “iman” etme özelliği dolayısıyla kazanmıştır. Çünkü akıl ve kalp sahibidir. Hayvanlar iman etmezler. Çünkü akıl ve kalpleri yok, bu yüzden iman etmez hayvanlar. İşte, yukarıda sayılan maddelerden insana özgü olan ve insanı hayvandan ayıran en büyüğü imandır
sanırım bütün konuyu özetliyor
emeğine sağlık
 
ALLAH razı olsun insanı kamil olma yolunun adresini çok güzel tarif etmişsin rabbim emeğini zayi etmesin
 
İnsan kozmik anlam ve önemi olan bir varlıktır.Yaratıcı kudret onu yaratılış gayesini gerçekleştirebilmesi için güzel ve en mükemmel şekilde yaratmıştır.Ona kendi ruhundan üflemiştir.Onu zeka,akıl ve başka anlayış ve kavrayış kudretiyle donatarak içinde yaşadığı dünyanın sırlarını çözmeye müsait hale getirmiştir.



Ebu Hayyan Et- Tevhidi ise insanı şöyle tarif ediyor;
Kalıbıyla şahıs,benliğiyle zat,ruhuyla cevher,aklıyla ilah,vahdetiyle bütün,çokluğuyla fani,ruhuyla baki,intikal yönünden ölü,kemal yönünden diri,ihtiyaç bakımından noksan,istek bakımından tam,varlığın özü,kendisinde her şeyden bir şey bulunan ve her şeyle alakadar olan varlık.İşte ,insan budur



Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, insanoğlunun yüceliğini şöyle ifade etmektedir.
"Senin mahiyetin hatta meleklerden de ulvidir,
Evâlim sende pinhândır, cihanlar sende matvîdir,
Meleklerden büyük hem çok büyük tepcîle mazharsın,
Tekâlifin emânet-gahısın, bir başka cevhersin.”


Hz. Ali (r.a.) ise;
"Sen küçük bir cisim olduğunu sanırsın ama, en büyük alem senin içinde gizlidir" diyerek insanoğlunun alemlerin en yücesi olduğunu belirtmektedir.


Cüneyd El Bağdadi diyor ki ;
İnsandaki ilahi varlık,varlığın en mükemmelidir.İğreti varlık Allah’tan zuhur eden nurlarla eriyip yok olmaya hem uygun ve hem de müstehaktır.İlahi nurlar beşeri izleri mahveder, beşeri vücutları kaldırır.Diri o kimsedir ki, hayatı yaratıcının hayatıyladır.Yoksa hayatı,şeklinin varlığına bağlı olana diri denmez.
Kuran- ı Kerimin beyanına göre,en güzel ve en mükemmel şekilde yaratılan insan, yeryüzünde sosyal adaleti gerçekleştirmek,yeryüzünü imar etmek, Allah’ın dinine yardım etmek, Allah’ı tanımak ve ona ibadet etmek için yaratılmıştır.İnsan yeryüzüne Allah’ın halifesi olarak gönderilmiştir.Öteki varlıkların tümü bu vekalet görevini yerine getirebilmesi için insanın emrine verilmiştir.


Birçok ayetiyle Kuran insanı ,kainattaki yüce yerini bilmeye ve mertebesine layık bir hayat yaşamaya davet etmektedir.


Şeyh Galip (1799) bu gerçeği şöyle ifade etmektedir.
“Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen
Merdum-i dide-i ekvan olan ademsin sen”
Bedeni topraktan yaratılan insan,ilahi ruhun üflenmesiyle büyük bir değer kazanmış,kainatın özü varlıkların göz bebeği haline gelmiştir.Bu yüce varlık ,kainat kitabının ismi azamı ,kainat bahçesinin gülü ,kainat ağacının meyvesidir.


İmamı Rabbaninin ifadesiyle insan, nüsha-i camia,her şeyi bünyesinde toplayan bir varlıktır.Varlıkta parça parça bulunan her şey insanda toplanmıştır.”Allah ademi kendi suretinde yarattı” hadisinin anlamı da budur.Bu toplayıcı özellik insanın kalbindedir.Bu gerçeğe işaret eden İslam büyükleri arş ve içindekileri insanın kalbine koysanız kalbin bir köşesini bile doldurmaz.demişlerdir.Çünkü kalp bütün unsurları ,arşı,kürsüyü,aklı,mekanı hatta imkan dahilinde olan her şeyi kuşatmıştır.


İnsanın bu özelliğine Toynbee şu sözleri ile açıklık getirmektedir.Şuna inanmakta zorluk
çekmeyiz.İnsan ruhsal boyutu ile yaratıcı gerçeğin bir parçası,fizik boyutu ile ise müşahede ettiğimiz fizik aleminin bir parçasıdır.

Sehl bin Abdullah Et-Tüsteri şöyle diyor; Kalp ve sine ,arş ve kürsünün bizdeki karşılıklarıdır.

Sühreverdi ise,Arş,halk ve hikmet alemlerinin kalbi,kalp ise emir ve kudret alemlerinin arşıdır. Hadisi kutsi’de şöyle buyrulmuştur.”Ben göklere ve yerlere sığmam, mümin kulumun kalbine sığarım.”


Sohbetimizi Hz.Ali’nin şu sözleri ile tamamlayalım.
Yeryüzünde Allah’ın bir takım aynaları vardır ki onlara kalpler denir.Onların Allah katında en sevgili ve sevimlisi, en dayanıklı,en arı ve en duygulu olanıdır.
 
"Ebu Hayyan Et- Tevhidi ise insanı şöyle tarif ediyor;
Kalıbıyla şahıs,benliğiyle zat,ruhuyla cevher,aklıyla ilah,vahdetiyle bütün,çokluğuyla fani,ruhuyla baki,intikal yönünden ölü,kemal yönünden diri,ihtiyaç bakımından noksan,istek bakımından tam,varlığın özü,kendisinde her şeyden bir şey bulunan ve her şeyle alakadar olan varlık.İşte ,insan budur"


Sevgili kardeşim yazıya yaptığın katkıdan dolayı teşekkür ederim,fakat bu bölümü reddettiğimi bilmeni isterim,biraz dikkatle okursan yeniden nedenini anlayacaksın.İnsanın aklını ilahlaştırması sanırım enbüyük küfrü olur.Selametle
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks