Zikir Ve Zikir Ehli-2
Zikir Ve Zikir Ehli-2
Peki, günün yarısından fazla zikretmek, her gün Allahı çok zikretmek, zikirsiz geçen zamandan daha fazla zikretmek üzerimize farz mıdır? Evet, o da farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
33/AHZAB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkûrullâhe zikren kesîrâ(kesîran).
Ey âmenû olanlar! Allahı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
Öyle seviyede bir zikirle zikredin ki; bu çok zikir olsun, günün yarısından daha fazla zikir olsun. Peki, yolun sonu nereye ulaşır? Yolun sonu daimî zikre ulaşır. Ulaşmanız lâzım gelen hedef daimî zikirdir. O zaman insan olarak yaratılmanın o müstesna saadetini bütün boyutlarıyla yaşarsınız. Siz insansınız, kâinattaki en üstün varlıklar.
Peki daimî zikir de üzerimize farz kılınmış mıdır? Evet. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
3/AL-İ İMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
O (Ulûlelbab) ki; (lübblerin, Allahın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allahı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.
Üç halde bulunabilirsiniz: Ya şu anda bizim oturduğumuz gibi oturuyorsunuz, ya bulunduğunuz yere yürüyerek geldiniz ve geldiğiniz gibi ayaktasınız, bir de gece yattığınız gibi yatıyor halde olabilirsiniz. Üç tane hal; ayakta olmak, oturuyor olmak, yatıyor olmak. Bir dördüncüsü yok. Allahû Tealâ üç halin üçünde de zikretmenizi istiyor.
Öyleyse bütün insanlar için çok zikir farz olduğu gibi neticede daimî zikre ulaşmak, daimî zikrin sahibi olmak, o da farzdır. Bir insan üç halde bulunabilir: Ayaktadır, oturuyordur, yan üstü yatıyordur.
Yan üstü yatmamız emrediliyor. Acaba yan üstü yatmanın zikirle bir alakası var mıdır? Kesin. Yatağınızı öyle bir şekilde dizayn etmelisiniz ki; kıble sağ tarafınızda kalmalı. Öyle bir şekilde uyumalısınız ki; yüzünüz sağ tarafa dönmeli, yan üstü yatmalısınız. Yüzünüz sağ tarafa yani kıbleye doğru olmalı ve sağ kulağınız yastıkta olmalı. Birazcık sağ kulağınızı yastığın üzerinde sağa sola oynatmanız gerekiyor. Bunu oynatmaktan muradınız nedir? Kulağınıza basınç sebebiyle kalbinizin atış ritmi ulaşacaktır. Bu yastığın üzerindeki o vaziyetinizi değiştirmeyin. Kalbinizde atan toplardamarın ve atardamarın ardarda vücuda getirdiği ses, birbiri arkasından gelir. Allah kelimesini Allah, Allah, Allah
diye kalbiniz tekrar etmektedir. İşte siz de uyumaya niyetlendiğinizden itibaren içinizdeki sesle buna iştirak edeceksiniz. Dilinizi kımıldatmayacaksınız. Ses de çıkarmayacaksınız. O sese paralel olarak dilinizi kımıldatmadan, ses de çıkarmadan kalbinizdeki sesle, kalbinizin sesiyle Allahın ismini tekrar edeceksiniz. Allah kelimesini söyleyeceksiniz. Ama diliniz kımıldamayacak. Allah kelimesini söyleyeceksiniz ama sesiniz çıkmayacak. Şimdi iç sesinizle dilinizi kımıldatmadan Allah deyin, ısırın dilinizi. Allah kelimesini defaatle söyleyebildiğinizi gördünüz. İşte ses çıkarmadan dilinizi de hareket ettirmeden, Allah kelimesini o zaman kalbinizin atışına paralel söyleyebilirsiniz. Kısa bir zaman sonra kalbinizin ritmiyle sesiniz eşitlenir.
İşte böyle bir olayı, kalbinizin sesini iç sesinizle gerçekleştirdiğiniz zaman, dilinizi kımıldatmadan zikirle uyuyun. Bir gün uyandığınız zaman da zikrinizin devam ettiğini göreceğiniz bir zaman parçası mutlaka oluşacaktır. Bir yere mutlaka ulaşacaksınız. İşte orası daimî zikirdir. Daimî zikir, kalbinden zikir yaparak uyuyan kişinin, uyandığı zaman kalbindeki zikrin devamını duyuyor olması halidir. Bu demektir ki uyuduğu sürece o kişinin kalbinin sesi hep Allah, Allah, Allah
diye dili kımıldamadığı halde devam etmiştir. İşte daimî zikir budur. Yatana kadar hep Allahû Tealâyı zikretmek, yatarken zikirle yatmak, işte bu daimî zikirdir. Bütün sahâbe daimî zikrin de sahibi olmuşlardır. Hem zikretmişler hem de daimî zikrin sahibi olmuşlardır.
Gördük ki zikir de farzdır, çok zikir, günün yarısından fazla zikir de farzdır, daimî zikir de farzdır. Gene gördük ki zikir Kurân-ı Kerim tilavetinden de namazdan da üstün bir ibadettir. Eğer size derlerse ki Dînin direği namazdır., diyeceksiniz ki: Doğrudur, dînin direği namazdır. Ama Allahı zikretmek dînin çadırıdır. Öyleyse çadırsız bir direk yeterli olmaz. Allahû Tealâ Ankebut Suresinin 45. âyet-i kerimesinde açık bir şekilde buyuruyor ki:
29/ANKEBUT-45: Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu yalemu mâ tasneûn(tasneûne).
Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salatı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salat (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allahı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Allahû Tealâ; ve le zikrullâhi ekber, Allahı zikretmek daha büyüktür. diyor. Neden Kuranı Kerim tilaveti olan zikirden daha büyüktür? Namaz adı verilen zikirden, ondan da daha büyüktür. En büyük ibadet Allahı zikretmektir. buyuruyor?
Bizim sevgili dîn adamları namazı da zikir olarak kabul ettikleri için bu ve le zikrullâhi ekber ifadesini Namaz en büyük ibadettir. diye almışlar. İslâmın beş şartı arasında biliyorsunuz ki zikir yok. Ona ayak uydurabilmek için böyle bir ayak oyunu yapmışlar ve Kurân-ı Kerimin bütün temel hükümlerini altüst etmişler.
Allahû Tealâ nefsinizi tezkiye etmeyi üzerinize farz kılıyor. Ruhunuzu ölmeden evvel Allaha ulaştırmayı üzerinize farz kılıyor. Allaha ulaşmayı dilemek kaydıyla, bu ulaştırmayı Allahû Tealâ Kendisinin gerçekleştireceğini de garanti ediyor. Biz insanlardan istediği şey Allaha ulaşmayı dilememiz. Allahû Tealâ ruhumuzu Allaha ulaştırmayı üzerimize farz kılıyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah'ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) dön (ulaş, vasıl ol).
Yani Bu zikirle ulaşacaksın. diyor. Öyleyse zikrin bizim ruhumuzu Allaha ulaştırıcı bir hüviyeti olması lâzımdır. Nedir bu? Allahû Tealâ buyuruyor ki:
34/SEBE-2: Yalemu mâ yelicu fîl ardı ve mâ yahrucu minhâ ve mâ yenzilu mines semâi ve mâ yarucu fîhâ, ve huver rahîmul gafûr(gafûru).
(O, Allah) yere gireni ve ondan çıkanı, semadan ineni ve oraya yükseleni bilir. Ve O, Rahîmdir (Rahîm esmasıyla tecelli eden), Gafûrdur (mağfiret eden, günahları sevaba çeviren).
Allahın katından gelen, yere giren, yerden çıkan, tekrar Allahın katına yükselen bu nesneler; nötrinolar, enerji partikülleridir. Bunlar Allahın katından gelirler, enerji yüklüdürler. Elektrona ulaşırlar. Elektronu döndürürler, ona spin verirler ve tekrar geriye dönerler. İşte bu sebeple Allahû Tealâ buyuruyor ki: Kâinatta hiç bir zerre yoktur ki her an Allahın adını tesbih eder olmasın. Ama siz bunu anlayamazsınız.
17/İSRA-44: Tusebbihu lehus semâvâtus sebu vel ardu ve men fîhinn(fîhinne), ve in min şeyin illâ yusebbihu bi hamdihî ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum, innehu kâne halîmen gafûrâ(gafûren).
7 kat gökler ve yeryüzü ve onlarda bulunanlar, Onu (Allahı) tesbih ederler. Onu hamd ile tesbih etmeyen birşey yoktur.Ve fakat onların tesbihlerini siz fıkıh edemezsiniz (anlayamazsınız, idrak edemezsiniz). Muhakkak ki; O, Hakîmdir, Gafûrdur (mağfiret edendir).
Bu en küçük zerrenin adı bugünkü tabirle elektrondur. Bu elektronların her birisi mutlak olarak dönerler. Kendi spinleri vardır. Bu spin sayısınca dönerler ve her dönüşlerinde kendi lisanlarıyla Allah kelimesini tekrar ederler. Ama biz onun Allah kelimesi olduğunu anlamak yeteneğinin sahibi kılınmamışız.
İşte Allahû Tealânın dizaynı. Bu gökten inen, yere giren, yerden çıkan, tekrar Allaha geri dönen şey, nötrinolardır. Öbür taraftan, rahmet, fazl ve salâvât ismindeki üç ayrı nur vardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
24/NUR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi hutuvâtiş şeytâni fe innehu yemuru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbî olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbî olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allahın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allahın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Semîdir (en iyi işitendir) Alîmdir (en iyi bilendir).
Allahû Tealâ: Siz nefsinizi tezkiye edemezsiniz, Allah tezkiye eder. diyor. Acaba Allahû Tealâ nefsi tezkiye etmek demekle neyi kastediyor? Nefsinizin kalbinin yarısından fazlasını Allahın nurlarıyla dolmasını kastediyor. O nokta, nefs tezkiyesi noktasıdır. Allah ile olan ilişkilerinizde nefsin tezkiyesidir.
Allaha ulaşmayı diliyorsunuz. Allah size Rahîm esmasıyla tecelli ediyor. Kör, sağır ve dilsiz bir insanken insanlar, gören, işiten ve idrak eden oluyorlar. Kimi gören, işiten ve idrak eden? İrşad makamını gören, işiten ve idrak edenler oluyorlar.
İrşad makamını irşad makamı olarak görmeye başlayan, onun söyledikleri irşad makamının sözleri olarak yerli yerine oturtabilen, idrak eden ve kalbine indirip onun mânâsını yerli yerine koyan, oturtan kişinin kalbine Allahû Tealâ ulaşıyor. Kalbini Allaha çeviriyor. Sonra o kişinin göğsünü yarıyor, şerh ediyor. O kişiyi teslimlere hazırlıyor. Bu maksatla ruhun, vechin, nefsin, iradenin teslimi için o kişinin göğsünden kalbine nur yolu açıyor. Nur yolu açılınca Allahın katından ikişer ikişer nurlar gelecektir. Allahın katından bu nurları nefsin kalbine getirecek, celbedecek olan ibadetin adı zikirdir. Kurân-ı Kerimin en büyük ibadetidir. Namazdan da, Kurân-ı Kerim tilavetinden de daha büyük bir zikirdir, zikirlerin en büyüğüdür. (Ankebut-45)
Allahû Tealâ buyuruyor ki: Kim Allahın zikrinden yüz çevirirse biz ona şeytanı musallat deriz.
43/ZUHRUF-36: Ve men yaşu an zikrir rahmâni nukayyıd lehu şeytânen fe huve lehu karîn(karînun).
Ve kim Rahmânın zikrinden yüz çevirirse, şeytanı ona musallat ederiz. Böylece o (şeytan), onun yakın arkadaşı olur.
Nefs tezkiyesi şeytanın musallat olmaması açısından son derece önemlidir.
Allahû Tealâ: nukayyıd lehu şeytânen ona şeytanı musallat ederiz. buyuruyor.
Zamanımızda unutulmuş olan zikir müessesesi ne sağlar? Eğer kişi bu safhalardan geçmişse, Allah onun göğsünü yarmışsa, göğsünden kalbine nur yolu açmışsa ne oluyor? Enam Suresinin 125. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
6/ENAM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yecal sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassaadu fîs semâi, kezâlike yecalûllâhur ricse alâllezîne lâ yuminûn(yuminûne).
Öyleki Allah, kimi Ona (Allaha) ulaştırmayı dilerse onun göğsünü İslâm (Allaha teslim) olması için yarar (göğsünden kalbine nur yolu açar). Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mümin olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
Şerh etmek, yarmak demektir. Allahû Tealâ, kişinin kalbini niçin yarıyor? Allahın katından gelen, rahmetle fazl ve rahmetle salâvÂt nurlarının; iki çift nurun, o kişinin kalbine ulaşması için. Allahû Tealâ bu ulaşmayı, sadece bir çift nurun geldiği noktadaki ulaşmayı Zumer Suresinin 22. ve 23. âyet-i kerimelerinde şöyle açıklıyor:
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allaha teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allahın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
39/ZUMER-23: Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye takşaırru minhu culûdullezîne yahşevne rabbehum, summe telînu culûduhum ve kulûbuhum ilâ zikrillâh(zikrillâhi), zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu, ve men yudlilillâhu fe mâ lehu min hâd(hâdin).
Allah, ihdas ettiği (nurların) ahsen olanlarını (rahmet, fazl ve salâvâtı), ikişer ikişer (rahmet-fazl ve rahmet-salâvât), Kitab'a müteşabih (benzer) olarak indirdi. Rablerinden huşû duyanların ciltleri ondan ürperir. Sonra onların ciltleri ve kalpleri Allahın zikriyle yumuşar, sukûnet bulur (yatışır). İşte bu, Allahın hidayetidir, dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve Allah, kimi dalâlette bırakırsa artık onun için bir hidayetçi yoktur.
Allah: Kitaba müteşabih olarak ihdas ettiklerini ikişer ikişer indirir. diyor. Bunlardan biri rahmetle fazl, ikincisi rahmetle salâvâttır. Rahmet nurları kargo uçaklarıdır. Aynı zamanda da nur hüviyetindedirler. Fazl ve salâvât ise uçakların taşıdığı yüktür.
O kişi zikir yapıyor. Allahın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları, o kişinin göğsüne giriyor. Allahın göğsünden kalbine açtığı yolu izleyerek, yarıktan girerek, kalbe ulaşıyor. Kalbin içine sadece %2ye kadar rahmet sızabiliyor.