Yunan akıl, Roma kas uygarlığıydı. Modern Batı ise ten uygarlığıdır. İslam medeniyeti yüreği temsil eder; yani yürek medeniyeti.
Yunan aklı kutsadı, Roma gücü. Modern Batı teni kutsadı. Birincisi yararı, ikincisi çıkarı temsil ediyordu. Üçüncüsü ise hazzı temsil ediyor. İslam medeniyetinin temsil ettiği şey hayırdır. O bir hayır medeniyetidir.
Bir medeniyetin neyi temsil ettiğini bilmek için, bayramlarını nasıl kutladığına bakmak yeterli.
Yunan, bayramı sahnede kutlardı. Anfi tiyatrolara doluşan insanlar, akıl yarıştıranların eserlerinin icrasına kilitlenirlerdi. Bu bir söz yarışına dönüşürdü. Bayramlar insanların tümünü kapsamaz, sadece seçkinleri kapsardı. Seçkinler için bayram, diğer kesimler için daha fazla ıstırap ve iş yükü demekti, daha fazla ezilme ve yorulma demekti.
Roma kolezyum ve arenalarda yaptı bayramı. Yunan nasıl söz yarıştırdıysa, Roma da kas, yani güç yarıştırdı. Maviler, yeşiller, gladyatörler, aç aslanlar, ölümle sonuçlanan vahşi düellolar güç yarışının araçlarıydı. Tek slogan vardı: Güçlü olan kazansın. Güç yarışı vahşet yarışına dönüştü. Böyle bir tasavvurun bayramında zayıfa, güçsüze, ezilene, yoksula yer olur muydu? Nitekim olmadı da…
Batı, bayramı hep haz olarak algıladı. Bireyciydi, onun için bayramı da bireysel bir haz yarışına dönüştürdü. Bu anladığımız manada bir bayramın intiharı olduğu içindir ki, Batı'da bayram intihar etti. Hazzı artırmak için tene yatırım yaptı. En iyi, en çok haz verendi. Böyle bir tasavvurda, hazzı azaltan her şey kötüydü. Dolayısıyla güçsüz, muhtaç, yoksul, ezilen hazza limon sıkan unsurlardı. Zaten tene ve hazza tapan bir toplumda sevgi ve şefkatin zemini yok olurdu, öyle de oldu. Batı, nefsi alabildiğine azdırmanın öbür adı olan tatil tasavvurunu, bayramın yerine ikame etti.
İslam bayramı mabedde başlatıp toplumun kılcal damarlarına kadar ulaştırdı. Bayramı mabedde başlatması, sevinç ile Allah arasında bağ kurmak içindi. Hatırlayalım vahyin ölümsüz ifadesini: “Güldüren de O'dur, ağlatan da O; öldüren de O'dur, dirilten de O.” Bu bağ sayesinde sevinç hayra dönüşecektir. Eğer sevinç ile kutsal arasında bağ kurulmazsa, sevinç hazza dönüşür. Bu da hayvani ve şehvani bir hedonizm demektir.
Bayramın 'namaz' olmasının hikmeti budur. Böylece bayram ibadet olmuş olur. Bayram dua olmuş olur. İbâdî bir dua ile başlayan bayram, fiili bir dua olarak devam eder. Bayram namazında alınan fazladan tekbirler, cennetlik bir müminin ebedi saadet diyarına girer girmez vereceği ilk tepkiyi ifade eder: Allahuekber! Bunun anlamı, “Bu kadar büyük bir ödülün sahibi, ancak büyüklüğüne payan olmayan bir Allah olabilir!”
Bayramlar, cennetteki sevincin çok küçük bir numunesidir. Kur'an bir nimettir. Kur'an'ın getirdiği Ramazan bir nimet, Ramazan'ın getirdiği bayram bir nimet, bayramın getirdiği sevinç, şefkat ve infak bir nimet. Yani bayramlarımız bir nimetler meşheridir. Bayramlarımızın şehirlerde bir şehrâyin olması bu yüzdendir. Verilen mesaj açıktır: Bir aylık bir çabanın dünyadaki ödülü bayramdır. Cennet, ömürlük çabanın uhrevi ödülüdür.
Aklı kutsayan Yunan'a, gücü kutsayan Roma'ya, teni kutsayan modern Batı'ya karşı İslam yüreği kutsadı. Yüreği kutsamak, yüreğin en soylu meyvesi olan sevgiyi kutsamaktır. Bu yüzden varlığın zirvesi, sevginin zirvesi oldu: Allah.
Kur'an lisanında bir kelimenin kök anlamını bulmanın en sağlıklı yolu, o kelimeyi oluşturan üç temel harfin tüm kombinezonlarının ortak anlamını bulmaktan geçer. Mesela Allah kelimesinin kök anlamını bulmak için kelimenin temel harfleri olan e-l-h ile oluşturulan: e-l-h, v-l-h, v-h-l, e-h-l, l-e-h, l-h-v, h-l-v, h-v-l formlarına bakmak gerekir. Bu formların tümü, tek bir anlama çıkar: Sevgi. Besmelemiz, bu yüzden Tanrı tasavvurumuzun da ifadesidir: Özünde ve işinde şefkat ve merhametli olan Allah adına…
İslam bu yüzden yürek medeniyetidir. İslam'ın Tanrı tasavvuru, sevgiden neşet eder. İslam'ın bayramı da, şefkat ve merhametin zirve yaptığı zamanlardır. Bizim medeniyetimizde bayram, tatil değil, muhabbet mesaisidir. İnsanlar yürek avcılığı yaparlar. Özellikle de mahrumların, düşkünlerin, güçsüzlerin, yoksulların ve hatta ahirete göçenlerin.
İslam yılı, bayramdan bayrama dönen bir zaman tasavvuruna yaslanır. Bu yüzden “bayram” anlamına gelen ıyd ile, “döngü” manasına gelen avd (avdet, aid, aidat, âdet) aynı köktendir. Yine, “ıyd” ile “ahiret” anlamına gelen mead aynı köktendir. Biz bayramlarımıza sadece dirilerimizi değil, ölülerimizi de ortak ederiz. Çünkü biz ıyd ile mead arasında, yani bayram ile ahiret arasında kopmaz bir bağ kurarız.
Biz bayramı muhabbet mesaisi olarak gördüğümüz için, zamanı da iki bayram arası olarak algılarız. Biz bayramı gözlemekle, Ramazan'ı, orucu, sadaka-i fıtrı, kurbanı, yani ibadeti, yardımı, muhabbeti, şefkati gözlemiş oluruz. Yani. Bizim bayram sevincimiz hazzın verdiği zehirli bir sevinç değil, hayrın verdiği sevinçtir: Yoksulu gözetmenin, yetimi sevindirmenin, düşkünü tutmanın, güçsüzü kollamanın, zayıfı desteklemenin, muhtaçla paylaşmanın sevinci…
İslam, işte bu yüzden 'Yürek Medeniyeti'dir.
Sami Hocaoğlu
Yunan aklı kutsadı, Roma gücü. Modern Batı teni kutsadı. Birincisi yararı, ikincisi çıkarı temsil ediyordu. Üçüncüsü ise hazzı temsil ediyor. İslam medeniyetinin temsil ettiği şey hayırdır. O bir hayır medeniyetidir.
Bir medeniyetin neyi temsil ettiğini bilmek için, bayramlarını nasıl kutladığına bakmak yeterli.
Yunan, bayramı sahnede kutlardı. Anfi tiyatrolara doluşan insanlar, akıl yarıştıranların eserlerinin icrasına kilitlenirlerdi. Bu bir söz yarışına dönüşürdü. Bayramlar insanların tümünü kapsamaz, sadece seçkinleri kapsardı. Seçkinler için bayram, diğer kesimler için daha fazla ıstırap ve iş yükü demekti, daha fazla ezilme ve yorulma demekti.
Roma kolezyum ve arenalarda yaptı bayramı. Yunan nasıl söz yarıştırdıysa, Roma da kas, yani güç yarıştırdı. Maviler, yeşiller, gladyatörler, aç aslanlar, ölümle sonuçlanan vahşi düellolar güç yarışının araçlarıydı. Tek slogan vardı: Güçlü olan kazansın. Güç yarışı vahşet yarışına dönüştü. Böyle bir tasavvurun bayramında zayıfa, güçsüze, ezilene, yoksula yer olur muydu? Nitekim olmadı da…
Batı, bayramı hep haz olarak algıladı. Bireyciydi, onun için bayramı da bireysel bir haz yarışına dönüştürdü. Bu anladığımız manada bir bayramın intiharı olduğu içindir ki, Batı'da bayram intihar etti. Hazzı artırmak için tene yatırım yaptı. En iyi, en çok haz verendi. Böyle bir tasavvurda, hazzı azaltan her şey kötüydü. Dolayısıyla güçsüz, muhtaç, yoksul, ezilen hazza limon sıkan unsurlardı. Zaten tene ve hazza tapan bir toplumda sevgi ve şefkatin zemini yok olurdu, öyle de oldu. Batı, nefsi alabildiğine azdırmanın öbür adı olan tatil tasavvurunu, bayramın yerine ikame etti.
İslam bayramı mabedde başlatıp toplumun kılcal damarlarına kadar ulaştırdı. Bayramı mabedde başlatması, sevinç ile Allah arasında bağ kurmak içindi. Hatırlayalım vahyin ölümsüz ifadesini: “Güldüren de O'dur, ağlatan da O; öldüren de O'dur, dirilten de O.” Bu bağ sayesinde sevinç hayra dönüşecektir. Eğer sevinç ile kutsal arasında bağ kurulmazsa, sevinç hazza dönüşür. Bu da hayvani ve şehvani bir hedonizm demektir.
Bayramın 'namaz' olmasının hikmeti budur. Böylece bayram ibadet olmuş olur. Bayram dua olmuş olur. İbâdî bir dua ile başlayan bayram, fiili bir dua olarak devam eder. Bayram namazında alınan fazladan tekbirler, cennetlik bir müminin ebedi saadet diyarına girer girmez vereceği ilk tepkiyi ifade eder: Allahuekber! Bunun anlamı, “Bu kadar büyük bir ödülün sahibi, ancak büyüklüğüne payan olmayan bir Allah olabilir!”
Bayramlar, cennetteki sevincin çok küçük bir numunesidir. Kur'an bir nimettir. Kur'an'ın getirdiği Ramazan bir nimet, Ramazan'ın getirdiği bayram bir nimet, bayramın getirdiği sevinç, şefkat ve infak bir nimet. Yani bayramlarımız bir nimetler meşheridir. Bayramlarımızın şehirlerde bir şehrâyin olması bu yüzdendir. Verilen mesaj açıktır: Bir aylık bir çabanın dünyadaki ödülü bayramdır. Cennet, ömürlük çabanın uhrevi ödülüdür.
Aklı kutsayan Yunan'a, gücü kutsayan Roma'ya, teni kutsayan modern Batı'ya karşı İslam yüreği kutsadı. Yüreği kutsamak, yüreğin en soylu meyvesi olan sevgiyi kutsamaktır. Bu yüzden varlığın zirvesi, sevginin zirvesi oldu: Allah.
Kur'an lisanında bir kelimenin kök anlamını bulmanın en sağlıklı yolu, o kelimeyi oluşturan üç temel harfin tüm kombinezonlarının ortak anlamını bulmaktan geçer. Mesela Allah kelimesinin kök anlamını bulmak için kelimenin temel harfleri olan e-l-h ile oluşturulan: e-l-h, v-l-h, v-h-l, e-h-l, l-e-h, l-h-v, h-l-v, h-v-l formlarına bakmak gerekir. Bu formların tümü, tek bir anlama çıkar: Sevgi. Besmelemiz, bu yüzden Tanrı tasavvurumuzun da ifadesidir: Özünde ve işinde şefkat ve merhametli olan Allah adına…
İslam bu yüzden yürek medeniyetidir. İslam'ın Tanrı tasavvuru, sevgiden neşet eder. İslam'ın bayramı da, şefkat ve merhametin zirve yaptığı zamanlardır. Bizim medeniyetimizde bayram, tatil değil, muhabbet mesaisidir. İnsanlar yürek avcılığı yaparlar. Özellikle de mahrumların, düşkünlerin, güçsüzlerin, yoksulların ve hatta ahirete göçenlerin.
İslam yılı, bayramdan bayrama dönen bir zaman tasavvuruna yaslanır. Bu yüzden “bayram” anlamına gelen ıyd ile, “döngü” manasına gelen avd (avdet, aid, aidat, âdet) aynı köktendir. Yine, “ıyd” ile “ahiret” anlamına gelen mead aynı köktendir. Biz bayramlarımıza sadece dirilerimizi değil, ölülerimizi de ortak ederiz. Çünkü biz ıyd ile mead arasında, yani bayram ile ahiret arasında kopmaz bir bağ kurarız.
Biz bayramı muhabbet mesaisi olarak gördüğümüz için, zamanı da iki bayram arası olarak algılarız. Biz bayramı gözlemekle, Ramazan'ı, orucu, sadaka-i fıtrı, kurbanı, yani ibadeti, yardımı, muhabbeti, şefkati gözlemiş oluruz. Yani. Bizim bayram sevincimiz hazzın verdiği zehirli bir sevinç değil, hayrın verdiği sevinçtir: Yoksulu gözetmenin, yetimi sevindirmenin, düşkünü tutmanın, güçsüzü kollamanın, zayıfı desteklemenin, muhtaçla paylaşmanın sevinci…
İslam, işte bu yüzden 'Yürek Medeniyeti'dir.
Sami Hocaoğlu