isyanlý-sükut
New member
- Katılım
- 23 Şub 2007
- Mesajlar
- 65
- Tepkime puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 44
yitirilen bir dostun arkasından.....
--------------------------------------------------------------------------------
Terentius, "Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir
zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.
Nasıl bir insandan bahseder Terentius? Karşısında zavallı gibi
görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye
çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri
midir yitirilen?
Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden
kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır Terentius'un
acısını bu şekilde dillendiren?
Nedenlerini merak etse de,göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar
anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle
dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek
kadar cömert ve yürekli insanlar midir dost diye seçtiklerimiz?
Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı
unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen
insanlara mi dostum deriz?
Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate
aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu
sese"Kulaklarına inanmayacaksın" diye bağırdığımızda, "Sabahı
bekleyemez miydin? " demeyen biri midir gerçek bir dost?
Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz
bir kitaptan bahsedebildiğimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan
sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve
yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız
yalnızlığımız midir dost dediğimiz insanlar?
Ne bileyim, ayni fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri
atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha
güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar midir dost payesi
verdiklerimiz?
Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş
duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi şaşırtan
kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
Aristo hakli midir; "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yasamasıdır"
derken ve Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını
mı tutmaktadır? Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?
Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir? Ya
biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde,
sahip miyiz gerçek bir dosta?
Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?
Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi
sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda
kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz
insani kendimizden?
Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi
mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz? İş işten geçmeden
önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği
için.
--------------------------------------------------------------------------------
Terentius, "Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir
zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.
Nasıl bir insandan bahseder Terentius? Karşısında zavallı gibi
görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye
çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri
midir yitirilen?
Sabahın 3'ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden
kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır Terentius'un
acısını bu şekilde dillendiren?
Nedenlerini merak etse de,göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar
anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle
dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek
kadar cömert ve yürekli insanlar midir dost diye seçtiklerimiz?
Sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı
unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen
insanlara mi dostum deriz?
Başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate
aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu
sese"Kulaklarına inanmayacaksın" diye bağırdığımızda, "Sabahı
bekleyemez miydin? " demeyen biri midir gerçek bir dost?
Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz
bir kitaptan bahsedebildiğimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan
sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve
yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız
yalnızlığımız midir dost dediğimiz insanlar?
Ne bileyim, ayni fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri
atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha
güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar midir dost payesi
verdiklerimiz?
Tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş
duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi şaşırtan
kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
Aristo hakli midir; "Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yasamasıdır"
derken ve Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını
mı tutmaktadır? Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?
Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir? Ya
biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde,
sahip miyiz gerçek bir dosta?
Ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?
Yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi
sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda
kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz
insani kendimizden?
Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi
mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz? İş işten geçmeden
önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği
için.