Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yaratılış

  • Konbuyu başlatan Sacrificed
  • Başlangıç tarihi
S

Sacrificed

Guest
Allah(C.C) insanları,cinleri ve diğer canlı cansız varlıkları yaratmış.Bu yaratılışın sebebi nedir?
 

oksijenli su

New member
Katılım
25 Tem 2005
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Yaratılış

Yaratılışın temel sebebi Allah'ın kendisine âid isim ve sıfatlarını, yanî kemâlatlarını (üstünlük ve güzelliklerin) açığa çıkarmak istemesidir ki, yaratılışdan (açığa çıkarmadan) önceki mutlak teklik mertebesinde ne bir sebeb, ne de bir öncelik ve sonralık vardır. Allah'ın âlemleri yaratması yanî açığa çıkarması hiç bir sebebe dayanmayan Zât'ının bir iktizâsıdır.

Hakk'ın Zât'ının tekliğinde gizli ve saklı ve mahpûs olan sayısız esmâsı âlemler vâsıtasıyla açığa çıkmış ve somsuza kadar da bu zuhûr devam edecektir.

Ayrıca söylemek lâzım ki âlemler, hiç yoktan yaratılmamıştır, Mutlak varlık olan Allaht'an (c.c.) açığa çıkmıştır. Atmosferde bulutun veyâ yağmurun açığa çıkması gibi...
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
45/CASİYE-13: Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka âyetler (ibretler) vardır.

İnsandan başka herşey insan için yaratılmıştır.


51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık.

Cinler de Allah'a kul olmak için yaratılmışlar.

İnsan ise Allah için yaratılmıştır.

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar ki; kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki; Allah içiniz (O’nun için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” dediler.


Yani bütün herşey insan için yaratılmış.İnsan ise Allah için yaratılmıştır.
 

teymiyye

New member
Katılım
17 Tem 2005
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
yaratilis

yaratilis

yaratilisin tek sebebi ibadettir.yanliz allaha ibadet.ALLAH 'a ortak kosmadan ibadet insanin yaratilisinin sebebi budur.cunku allah insandan sadece kendine ibadet etmesini istiyor.baska yoruma gerek yok islam dininde vahdetul vucudda yok.
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
teymiyye' Alıntı:
yaratilisin tek sebebi ibadettir.yanliz allaha ibadet.ALLAH 'a ortak kosmadan ibadet insanin yaratilisinin sebebi budur.cunku allah insandan sadece kendine ibadet etmesini istiyor.baska yoruma gerek yok islam dininde vahdetul vucudda yok.

Sevgili kardeşim Allah insanları kendisine kul olsunlar diye yaratmıştır.Kul olmakla ibadet etmek aynı şeyler değildir.Kul olmak amaçtır ibadetler ise araçtır.Yani biz bir yere yolculuk yapıyorsak gideceğimiz yer amacımız gittiğimiz şey de aracımız.Buna benziyor olay.İbadetler araçtır.Allah'a ulaşmada birer araçtırlar.Amaç ibadet etmek değildir.Amaç Allah'a kul olmaktır.


Allah'a da nasıl kul olunacağını Zümer 17 söylüyor.

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ,fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar) çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Onun için sevgili kardeşim kul olmak ve ibadet etmek farklı kategoride 2 kavramdır.Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda sizce ibadet etmek için mi yaratıldık biz ?


Vahdeti vucud yoktur diye kesin bir sözü neye dayanarak söylüyorsun sevgili canım kardeşim.Allahu Teala Kur'an ına herşeyi koymuş.Pek çok ayet Allah'a kavuşmaktan,O'na ölmeden evvel ulaşmaktan bahseder.Üzerimize farz kılınmıştır üzerimizdeki emanetleri (yani ruhumuzu,fizik vücudumuzu,nefsimizi ve irademizi) Allah'a teslim etmemiz.Bu forumun çeşitli yerlerinde yazıyor zaten hakikatler.Acaba siz nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsunuz vahdeti vüvud yoktur diye.İnşallah bizi bu konuda bilgilendiriseniz bir ortak noktaya varabiliriz belki.
Allah Razı Olsun...
 

teymiyye

New member
Katılım
17 Tem 2005
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
slm

slm

arkadaslar bakara suresinde ALLAH'u teala ben insanlari ve cinleri yanliz bana ibadet etsinler diye yarattim diyor.ibadet ayni zamanda kul olamak demektir.yani kim kime ibadet ederse ona kul olmus olur.bu kesindir.2. olarak islamda vahdetul vucud yok dedim cunku vahdetul vucud yaratilani inkar edip herseyi allahin goruntusu olarak benimdsemektir.bu ise islama terstir.asagidaki yazida bu cok genis bir sekilde aciklanmistir okursaniz insallah...........VAHDET-İ VÜCUD-İTTİHAD





337 — İslâm! düşünce, îasavvufçuların yaydığı, Allah Sübhanehu Taalâ'nın yarattıklarıyle yakınlığı İle ilgili bir takım fikirlerle meşgul ol*muştur. Müslüman alimlerin aralarında malum olan ve dîni kaynaklarında mukarrer olan, yaratanın yaratığıyla icad edenin icadiyie yakınlığı, ilgisi*nin var olduğudur. Allah (C.C.) hiçbir misli bulunmayan vacibu! vücud [varlığı zatının gereği olan) dur. Yaratılan ise mümkünü'l-vücud (varlığı da yok olması da mümkün) dur, hiç mevcud değilken sonradan varlık ken*disine verilmiştir.

Fakat bazı mutasavvıflar sıla (yakınlık)'yı yalnızca böyle bir keyfiyyet olmaktan çıkaran durumlar ihdas ettiler, eski bir görüşe tabi olarak, kul nefsinin temizliği ve ruhunun ağırlığı ile buna hazır ise, Allah'ın (C.C.) insanoğlundan bazılarına hulul edebileceğine kail oldular. Mutasavvıflar*da anlattığımız gibi bu görüşte olanların en kuvvetlisi Hallac'dır. Sonra İbn-i Arabî gelmiş ve vahdet-i vücud görüşünü ortaya atmıştır: Mevcut tek*tir; suretleri, şekilleri ve tezahürleri çeşitlidir. Bundan sonra da muhab*bet ve sevk suretiyle yaratılanla yaratan arasında birleşme düşüncesi geldi. (Kul) bu mahabbeîle Allah'la (C.C.) İttisal eder ve O'na yükselir. Zat-i Aliyye ile İttisal derecesine ulaşınca gaybubet (yok olma) haline erer ki buna «Mahv» ismini vermekteler. Yani fani olan zatının Allah'ın fC.-C.) baki zatında fena bulup yok olmasıdır ki buna «Sekr» de derler. Zira bu halde kul duygusunu kaybetmektedir. Bazıları bu hale Vahdet -Şuhûd oa diyorlar, bu da İbn-i Arabi'nin vahdet-i vücud görüşünün mukabilidir. [1683 Bu görüş Ömer b. el-Fârız ve İbn-i Teymiyye'nin muasırı Hakem b. Atâullah el-İskenderî'nin şiirinde de yer almıştır ve onu (707) senesin*de idarecilere şikayet etmiştir.



338 — ibn-i Teymiyye yaratıcıyla yaratılmışı birleştiren bu görüşlere z ^ etmiştir. Çünkü evvelâ bunu, şerh ve beyan ettiği Allah Sübhanehu 'nin birliği mefhumuna münâfî, zıt bulmuştur. İkinci oiarak bu görüş-

Bu kitabın 213-214-215 maddelerine müracaat. Bu mefhumları münasip Akilde açıkladık, burada tekrara lüzum görmüyoruz.

te olan bazıları kendilerinin mükellefiyeti aşan bazı hallere sahip olduk-larmı iddia etmektedirler. İbn-i Teymiyye'ye göre böyle bir iddiada bulu. nan kimse şeriatın ahkâmını geçersiz saymış ve mükellefiyet bağını çıka-rıp atmıştır. Üçüncü olarak, insanların bu hallerin sahiplerinde harikulade kudret olduğunu ileri sürerek onlar vasıtasıyla Allah'a (C.CJ yaklaşmaya çalıştıkların; ve onlar İndinde bunların evliya diye isimlendirildiğini gör. muştur.



İbn-i Teymiyye onlarda bunu gördü ve uykularını kaçıran şiddetli b!r harp açtı. Onlar da kendisini İdare ve halk yanında tahkir ettiler. O da onları halk yanında tahkîr etti. Onların görüşlerini bilen, inceliklerini araş-tiran ve esrarını öğrenen bir gözle münakaşa etti. Bu üç hususta, ya-ni vahdet-i vücud, hulul ve mahabbetle Allah'ta fani olma hususlarındaki müşterek mefhuma nazaran bunların bütününe ittihad ve İttihadçılar mez*hebi adını verdi. Çünkü bu üç mefhum İtîihad, yaratılanın yaratanla itti*hadı (birleşmesi) kavramında birleşir. Ancak Vahdeî-i Vücud'da mütead-did olmayan bir İttihad vardır. Bunda iki yoktur, özellikle istisnası olma*yan bir vahdettir. Öbür ikisi, İstılahlar arasında farklılık olmakla birlikte, iki şey arasındaki İttihad (birleşme)'dir.



Kendi düşüncesinde bu İttihadçıların mezhebini —anlayabildiği ölçü*de— şöyle anlatıyor:

«Kendi aralarında fırkalara ayrılmışlardır. Ayrı olduklarının farkında olmak*la birlikte fırkalarını biribirinden temyiz edemezler. Bu sebeple tabileri ve reis. [erinden bazı taifelere görüşlerinin hakikatini ve mezheplerinin sırrını açıklayın*ca bunu büyük bir mesele olarak gördüler. Bu açıklamamla birlikte cevap ver. rne ve yermede bulun mas aydım beni imamları arasına dahil ederler; hıris Uyan*ların reislerine, îsmâiliyye'nin ulularına ve Firavun'un taifesinin Firavun'a yap*tıkları gibi, tariften vareste bir şekilde nefislerini ve mallarım bana itaata ama*de kılarlardf. Bunların görüşünü kabul eden ya onların durumunun hakikatini bilmemektedir veya yeryüzünde yükselme ve fesatçıljk isteyen haksızdır, ya da her iki vasfa da sahip bîridir ki Allah'ın (C.C.) «O kavmini istihfaf elti de oolar da ona îtaat eltiler.» buyurduğu Firavun'un labilerinin halidir. (169)



339 — İbn-i Teymiyye, bu görüşlerin reddi için onların tasavvurlarının yeterli olduğu görüşündedir. Zira onları tasavvur edip düşünmek, fasit ol-duklanm açıklamaya yeterlidir. İyi düşünmenin yanında başka bir delile ihtiyaç yoktur. (Sadece şüphe peşinden gidilmektedir. Zira insanların ço*ğunluğu onların görüşlerinin hakikatini ve ne demek istediklerini anlayamı*yorlar.)

Vahdet-i Vücud nazariyesinin takbîh ederek şunları söylüyor: «Onların (görüşlerim) bina ettikleri temel; mahlukâtın ve mevcudatın vucudu (varlığı), hatta cinler, şeytanlar, kâfirler, fâsıklar, köpekler, domuzlar, za*rarlılar, küfür, günah ve isyanın vücudu, O'nun (Allah'ın) (C.C.) yarattığı, mü!H ve icadı olsalar ve O'nunla varlıklarını devam ettirebilseler bile O'ndan ay n v« kendi zâtıyla müstakil olmayıp Rabbin vücudunun (varlığının) aynı olduğu esa*sıdır. Onlar kâinatta his ve akla açık bir farklılık ve kesret görüyorlar. Bu vîîzdcn de kesreti (çokluğu) giderecek bir cem'e (toplanmaya), subutuyla fark*lılığı kaldıracak bir vahdete (birliğe) ihtiyaç duymuşlardır.»

Görüş ve sahiplerine karşı sert tutumuna rağmen İbn-i Teymiyye. İbnî Arabî hakkında nisbeten yumuşak konuşuyor ve diyor ki:



«Konuşması küfür olmakla birlikte kelâmında uygun söz bulunması ve baş*kası gibi ittihad (birleşme) fikrinde devam etmemesi sebebiyle îsiâm'a en yakın olanları Ibn-i Arabi'dir. Bilhassa o kâh halkı, kâh batılı hayal ettiği geniş ha*yaline dalıp gitmiştir. Ne üzere öldüğünü en doğru bilen Allah'tır.» (170)

340 — İbn-i Teymiyye'nin nazarında İbn-i Arabi'nin görüşü iki temel veya iki sütun üzerinde durmaktadır. O bunları şöyle ifade etmişti.



«Birincisi: Yok, yokluk halinde sabit bir şeydir. Yani her bir yok'un var ol*ması mümkündür, hakikati, mahiyeti ve zâtı yoklukta da sabittir. Zira sabit ol*masaydı, icadını irade etmek suretiyle onu istemek doğru olmazdı. Çünkü is. temek temyizi gerektirir. Temyiz ise ancak sabit şeyde olur. Buna göre mâhi*yeti hakikati ve zatı sebebiyle yok'un icadı (var edilmesi) haik (yaratma) değü-dir; aksine bu hayvanlık, bitkilik, madenlik, taşlık vb. değişen arazların muh-des (sonradan var cdümiş) surete verilmesidir. Cevher'e gelince, o, sabittir. (171)



İkincisi: Halik (yaraticı)nm varlığı, hakkın ve zatının varlığının kendi*sidir. İbn-i Teymiyye bunun İbn-i Arabi'nin kelâmının [172) ve felsefesi*nin anahtarı olduğunu tesbit ediyor. Bu konuda şöyle konuşuyor: «Bunu anlayan İbn-i Arabi'nin kelâmını, nazmını, ve nesrini, Hakkın Halkla (ya*ratmakla] beslendiği iddiasını anlar. Çünkü hadis zatların vücudu, adem*deki (yokluktaki) sâbiî zâtlara dayanır. Bunun için o, varlık itibariyle cem'e, mahiyet ve hadis zstlar itibariyle de fark'a kaildir ve kader'İn sırrının bu olduğunu söyler. Zira mâhiyetler ancak ademde iken kendileri için sabit olan şeyleri kabul ederler. İyilik eden de, kötülük eden de, öven de, ye*ren de işte bunlardır. Hak onlara adem halinde bulundukları bal ve arız suretten başka bir şey vermemiştir.

341 — İbn-i Teymiyye İbn-i Arabi'nin görüşünün • nakzetmek ve yık*mak sebebiyle yönelerek -anladığı gibi olduğunu tesbit onu yıkmaktaki

(170) Hakikiyyetu Mezhebi'1-Vahdet Risalesi s. 6.

(171) Risaletİ Mezhebi'l-Ittihadiyyin s. 7. _ „,

(172) Merhum Reşid Rıza, üstad Muhammcd Abduh'un «Ibn-i Aram nın lamının bir anahtarı vardır. Bunu bilen O'nun bütün kelâmını anlar. iDnuı-L. Tarihi okur gibi Fütuhat okuyorum.» dediğini nakletmiştır.



maksadının islâm'daki sabit hakikatlarla uyuşmayışı, o ve islâm'ın birleşip uzlaşmaları mümkün olmayan iki zıt tarafta yer almakta olduklarım beyan etmek olduğunu açıkladıktan sonra nakzetmek meyanmda ma'kul ve men*kule itimat ediyor. İki sebepten dolayı nakle daha çok itimat ediyor:

Birincisi: Bu selefî görüş, âlemin ezeliliğine hükmeden felsefecilerin görüşü arasında yer almaktadır. Onlar gibi olmasa bile onlara yaklaşmak*ta ya da metodlanm takip etmektedir. İbn-i Teymiyye Minhacü's-Sünne vb. gibi kitaplar ve muhtelif araştırmalarında bu filozofların görüşlerini tar*tışmış ve batıl olduğunu açıklamıştır



İkincisi: İbn-i Arabi'nin reyini müslümanlarm çoğu benimsedi ve bunu İslâmiyet, hatta İslâmiyetin özü ve manası sandılar. Bilhassa İbn-i Ara*bi, Muhammed (S.A.V.)'in akl-ı evvel olduğunu ve her şeyden önce var ol*duğunu isbatla görüşünü onlara güze! gösterdi.Böylece bazı müslümanla*rm onu kabulü kolaylaştı. Onu benimsemek çoğunun da hoşuna gitmişti. İbn-i Teymiyye'nin asrında O'nun düşüncesi hemen hemen bütün safilere ysyılmıştı. Bu sebeple İbn-i Teymiyye yalnızca aklî yönünün iptalinin yet*meyeceğini, bilhassa nakîî cihetten iptalinin zaruri bir ihtiyaç olduğunu gördü. Bunun için de objektif bir biçimde biz-zarure, İslâm'da malum olan İslâmî bakikatlara zıt olduğunu tam olarak tasvir suretiyle ona hücum etti ve dedi ki:



«Söylediklerini düşün, iki şeyi nasıl düzenlemiş: Hakkın vücudunu inkâr ve mahlukatı yarattığını inkâr? O, yaratan Rabb'ı inkarcıdır. Ne Rabb'ı. ne de ya*ratmayı kabul etmemektedir. Ne Rabb ve ne de yaratılmış âlemler mevcuttur. Zira ortada yalnızca sabit zâtlar ve bunlarla kâim olan vücud (varlık) vardır. Ne zâtlar, ne de vücud mahlûk (yaratılmış) tur. (173)

342 — İbn-i Teymiyye bu mezhebi aklen ve kailen İptale yönelir, vücudu mümkün olan ma'dûm (yok)un bir şey olduğu ve mahiyetinin de sabit olduğu seklindeki mühim rükünlerinden ilkini iptalle işe başlar. Bu hususta şöyle der:



«Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in ve her sınıftan ademoğlunun akıllarının umu*munun üzerinde ittifak ettikleri nokta ına'dum (yok)ım bizatihi hiçbir şey ol*madığıdır. Onun sübutu, vücudu ve husulü bir şeydir. Kitap, sünnet ve geçmiş*teki icma' buna delâlet etmektedir. Allah Taalâ Zekeriya (A.S.) a; «Şüphesiz ben seni yarattım ve sen daha önce hiçbir şey değildin.» (Meryem/9) buyurmuş ve (yaratmadan önce) O'nun hiçbir şey olmadığını haber vermiştir, «insanoğlu, bundan Önce o hiçbir şey değil Jken bizim onu yarattığımızı hatırlamaz mı?» (Mervem/67) ve «Hiçbir şey olmadan mı yaratıldılar yoksa, onlar (kendileri) mf yaratıcıdırlar?» (Tur/35) buyuran Allah Taalâ onların hiçbir şey olamadan ya*ratılmış olmaları veya kendi kendilerini yaratmış bulunmaları şeklindeki inanç-laruıı takbih etmiştir.*

(173) Mezhebu'l-Ittihadiyyin s. 17.



«Biz bîr şeyi murad ettiğimizde ona sözümüz sadece, «ol» dememizdir. O da hemen oluverir.» âyet-i kerimesi gibi bazı âyetleri delil olarak İleri sürenlere cevaben diyor ki: Ma'dûm (yok) bir «şeydir ve da bunun de*lilidir; çünkü Allah'ın «şeyi murad ettiği ve onu var ettiği haber veril*mektedir, diyenler bununla istidlal etmektedirler. Onlara göre bu (şey) sdem (yokluk) de sabittir ve sadece sureti murad edilmektedir, zatı ve nefsi değil. Kur'ân ise nefsinin, zatının murad ve var edildiğini haber ver*miştir. Onlar, vücudun zâta arız olan bir vasıf olduğu, zatın gayrı olduğu inancına itimat etmektedirler. Ibn-i Teymiyye de onların kavillerini şöyle
 

teymiyye

New member
Katılım
17 Tem 2005
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
reddetmekledir:



İbn-İ Teyıniyye bunların, hakaik-i kevniyye (yaratılmışlar alemindeki gerçeklerdin nefisleri itibariyle rna'dum, ancak zatlar; itibariyle ve Allah Sübhanehu'nun ilminde, mutlak tecellisi ile mutlak vücudunda «eşya» (şey*ler) oldukları görüsünü taşıdıklarım tesbit etti. [Onlara göre eşya) Allah'ın nefsi ve vahdet-i zatiyyesîyle birleşikti, sonra bu şekillerle var oldular. Ibn-i Teymiyye bunların (eşyanın) İlk halinden nasıl değiştiğini düşünüyor: Allah onları halkedip yarattığı da mevcut mu kıldı? Yoksa ilk hali üzere madum ve mahiyet sahibi bir «şey» olarak devam mı ettiler? Şayet ma'*dûm olarak devam etmekte idiyse bu durumda mükevvenattan hiç bir şe*yin mevcut olmaması icabeder ki, bu da hissî, aklı ve şer'i inkâr etmek olur. Hiçbir akıl sahibi böyle düşünmez ve düşünmemiştir de. Adem kav*ramında kabul ettikleri şekilde onlar (eşya)mn ve mucit [yaratıcı) lerinin aynı şey olmaması gerekir. Çünkü O [yaratıcı, mucit) ma'durn olup (son*radan) mevcut olmuş değildir. Çünkü onlardaki [eşyadaki) bu değişiklik*lerin müessiri O'cîur, müessir (etkileyen) ve müteessir (atkilenen)'in iki ayrı şey oimalart gerekmektedir. (175)

344 — Dinî yönden bu mezhebi açıklıyor ve diyor ki: el-Füsûs sahibi (176) ve yakınlarının meselelerinin toplandığı nokta üç İman esasını yık-

, _ t . . ,,

- (176) Yani İbn-i Arabi, Zira o görüşünü kitapları dJMsus ve cI-Futunaiu ı-

Mekkiyye'de tedvin etmiştir.

maktır. iman esasları Allah'a iman peygamberlerine iman ve Kıyamet gQ. nüne imandır. Allah'a imana gelince, onlar O'nun vücudununun a!emin vücudu olduğuna inanmışlardır. Alemin bizatihi kendisinden başka bîr yg. ratıcısr yoktur [derler). Sıra Rasûlullah [S.A.VJ e geldiğindeyse onlar Allah'ı (C.C.) O'ndan ve bütün peygamberlerden daha iyi tanıdıklarına inanmışlardır. Bazıları da Allah'la (C.C.) ilgili bilgiyi -ki bu ta'til [sıfatları in*kâr) ve vahdet-i vücuddur -Mişkat'tan (177) alıyorlar, Allah'ın şeriatından öğrenmekle ondan öğrenmeyi müsavî görüyorlar. Ahîret gününe İman ko*nusunda da şöyle demiştir:

Sadece tek başına Sâdiku'l-V'ad kaldı,

,Ve (bir de) hak olan vaîdi (tehdidi) gören bir göz.

Bedbahtlık yurduna (Cehennem'e) de girseler, Onlar

(cinde farklı bir rahatlık (sükunet) bulunan bir lezzettedirler.



Ehl-i dalâlden birinin daha önce de şunları söylediğini zikrediyor: (Ce-henem, içinde bulunanlara faydalanacakları bir itaatkâr ateşe dönüşür. O takdirde korku, sakınılacak bir durum ve azap yoktur. Çünkü bu hoş bir durumdur.) (178)



Ibn-i Teymiyye'ye göre bu mezhep mükellefiyeti iskat etmekte ve gü*nahı mubah görmektedir. O bu hususta şöyle konuşmaktadır: «Sonra, O'na (İbn-i Arabî) şöyle emir ve nehiy konusunda emreden (âmir) ile emredilen (me'murj ve nehyeden (nâhiyj ile nehyolunan [menhiyy] birdir. Bunun için İbn-i Arabî en büyük kitabı el-Fütuhatü'l-Mekkiye'sinde ilk olarak şunları söyler:

Rabb da haktır, kul da hak... Mükellef kim, keski bir anlasam? Kul desen işte o Rab'dır, Rab dersen nasıl mükellef olur?



Nefisleri —manasını anlamasalar da— bu fikirleri İsteyen halk naza*rında mezhebini takbih etmek İçin, onlar indinde mertebe sahibi olan Mı*sır ve Şam'daki alimlerin İbn-i Arabî ve O'nun kâfirliği konusundaki gö*rüşlerini, mezhebini takbihlerini nakleder; Kastallânî, İbn-İ Dakik el-İyd'in görüşlerini aktarır. İzzuddin b. Abdisselâm'ın hakkında:

«Kötü ve kötülenmiş bir şeyh... Alemin ezeliliği görüşünü benimsiyor. Na*musun mahremiyetini kabul etmiyor»

dediğini rivayet eder.

Si (178)

M

Mezhebi 'Uttihadiyy in s. 74.

Gazzalî'yi kasdediyor.

Sadece îakihler ve hadisçilerden nakillerle kalmayıp bizzat sofilerden je nakiller yaPar- Ebu'l-Hasen eş-Şazelî'nin şakirdi Ebu'l-Abbas eş-Şaze!i'-in Vahdet-i Vücud görüşü sahipleri için, «Bunlar sanaî'ın sanatkâr'm biz-3t kendisi olduğuna inanan kâfirlerdedir.» dediğini zikreder. (179)

Bazıları O'nu (Vahdet-i Vücud görüşünü) anlamaksızın benimsediler. Halkın da buna kapılmasından korkunca İbn-i Teymiyye bu mezhebi iptal için kâh aklî deliller, kâh nakiller getirir; asrın büyüklerinin de kavilleriy-le bunun şenaatini ortaya koyar. Bu suretle İnsanları ondan nefret ettirir ve uzaklaştırır.



345 — İbn-i Teymîyye'nin Vahdet-1 Vücud görüşüne bakışında bu ka*darla yetiniyoruz. Mefhumda ayrı da olsalar Allah Taalâ'nın (C.C.) zatı ile birleşme konusunda biribiriyle ortak olan diğer İki mezhep hakkındaki ba*kışına geçiyoruz. Bunların
reddetmekledir:



«Sünnet ve cemaat ehli akı! sahiplerinin umumunun inancı o ki, ma*hiyetler mahluktur. Her şeyin mahiyeti de onun vücudur. Bir şeyin vücudu mahiyetine ilâve olunan fazladan bir şey değildir. Hariçteki «şey» yine o «şey» dir ki, onun aynı, zâtı, mâhiyeti ve hakikatidir. Hariçteki vücudu ve sübui:u buna zaid (fazladan bir şey) değildir. (174)

343 — İbn-İ Teymiyye. Hakk ve halk veya Halik ve mahlûk arasın*daki vahdet [birlik) şeklindeki İkinci temeli bir çok akiî sçıdan ve şer'î vecihten iptal ediyor. Biz serdettiği akiî delillerden birini, birincisini ter*cih edelim.





«Sünnet ve cemaat ehli akı! sahiplerinin umumunun inancı o ki, ma*hiyetler mahluktur. Her şeyin mahiyeti de onun vücudur. Bir şeyin vücudu mahiyetine ilâve olunan fazladan bir şey değildir. Hariçteki «şey» yine o «şey» dir ki, onun aynı, zâtı, mâhiyeti ve hakikatidir. Hariçteki vücudu ve sübui:u buna zaid (fazladan bir şey) değildir. (174)

343 — İbn-İ Teymiyye. Hakk ve halk veya Halik ve mahlûk arasın*daki vahdet [birlik) şeklindeki İkinci temeli bir çok akiî sçıdan ve şer'î vecihten iptal ediyor. Biz serdettiği akiî delillerden birini, birincisini ter*cih edelim.



İbn-İ Teyıniyye bunların, hakaik-i kevniyye (yaratılmışlar alemindeki gerçeklerdin nefisleri itibariyle rna'dum, ancak zatlar; itibariyle ve Allah Sübhanehu'nun ilminde, mutlak tecellisi ile mutlak vücudunda «eşya» (şey*ler) oldukları görüsünü taşıdıklarım tesbit etti. [Onlara göre eşya) Allah'ın nefsi ve vahdet-i zatiyyesîyle birleşikti, sonra bu şekillerle var oldular. Ibn-i Teymiyye bunların (eşyanın) İlk halinden nasıl değiştiğini düşünüyor: Allah onları halkedip yarattığı da mevcut mu kıldı? Yoksa ilk hali üzere madum ve mahiyet sahibi bir «şey» olarak devam mı ettiler? Şayet ma'*dûm olarak devam etmekte idiyse bu durumda mükevvenattan hiç bir şe*yin mevcut olmaması icabeder ki, bu da hissî, aklı ve şer'i inkâr etmek olur. Hiçbir akıl sahibi böyle düşünmez ve düşünmemiştir de. Adem kav*ramında kabul ettikleri şekilde onlar (eşya)mn ve mucit [yaratıcı) lerinin aynı şey olmaması gerekir. Çünkü O [yaratıcı, mucit) ma'durn olup (son*radan) mevcut olmuş değildir. Çünkü onlardaki [eşyadaki) bu değişiklik*lerin müessiri O'cîur, müessir (etkileyen) ve müteessir (atkilenen)'in iki ayrı şey oimalart gerekmektedir. (175)

344 — Dinî yönden bu mezhebi açıklıyor ve diyor ki: el-Füsûs sahibi (176) ve yakınlarının meselelerinin toplandığı nokta üç İman esasını yık-

(174) Mezhebu'l-îttihadiyyin s. 15.

(175) A.g.e. s. 27.

, _ t . . ,,

- (176) Yani İbn-i Arabi, Zira o görüşünü kitapları dJMsus ve cI-Futunaiu ı-

Mekkiyye'de tedvin etmiştir.

maktır. iman esasları Allah'a iman peygamberlerine iman ve Kıyamet gQ. nüne imandır. Allah'a imana gelince, onlar O'nun vücudununun a!emin vücudu olduğuna inanmışlardır. Alemin bizatihi kendisinden başka bîr yg. ratıcısr yoktur [derler). Sıra Rasûlullah [S.A.VJ e geldiğindeyse onlar Allah'ı (C.C.) O'ndan ve bütün peygamberlerden daha iyi tanıdıklarına inanmışlardır. Bazıları da Allah'la (C.C.) ilgili bilgiyi -ki bu ta'til [sıfatları in*kâr) ve vahdet-i vücuddur -Mişkat'tan (177) alıyorlar, Allah'ın şeriatından öğrenmekle ondan öğrenmeyi müsavî görüyorlar. Ahîret gününe İman ko*nusunda da şöyle demiştir:

Sadece tek başına Sâdiku'l-V'ad kaldı,

,Ve (bir de) hak olan vaîdi (tehdidi) gören bir göz.

Bedbahtlık yurduna (Cehennem'e) de girseler, Onlar

(cinde farklı bir rahatlık (sükunet) bulunan bir lezzettedirler.



Ehl-i dalâlden birinin daha önce de şunları söylediğini zikrediyor: (Ce-henem, içinde bulunanlara faydalanacakları bir itaatkâr ateşe dönüşür. O takdirde korku, sakınılacak bir durum ve azap yoktur. Çünkü bu hoş bir durumdur.) (178)



Ibn-i Teymiyye'ye göre bu mezhep mükellefiyeti iskat etmekte ve gü*nahı mubah görmektedir. O bu hususta şöyle konuşmaktadır: «Sonra, O'na (İbn-i Arabî) şöyle emir ve nehiy konusunda emreden (âmir) ile emredilen (me'murj ve nehyeden (nâhiyj ile nehyolunan [menhiyy] birdir. Bunun için İbn-i Arabî en büyük kitabı el-Fütuhatü'l-Mekkiye'sinde ilk olarak şunları söyler:

Rabb da haktır, kul da hak... Mükellef kim, keski bir anlasam? Kul desen işte o Rab'dır, Rab dersen nasıl mükellef olur?



Nefisleri —manasını anlamasalar da— bu fikirleri İsteyen halk naza*rında mezhebini takbih etmek İçin, onlar indinde mertebe sahibi olan Mı*sır ve Şam'daki alimlerin İbn-i Arabî ve O'nun kâfirliği konusundaki gö*rüşlerini, mezhebini takbihlerini nakleder; Kastallânî, İbn-İ Dakik el-İyd'in görüşlerini aktarır. İzzuddin b. Abdisselâm'ın hakkında:

«Kötü ve kötülenmiş bir şeyh... Alemin ezeliliği görüşünü benimsiyor. Na*musun mahremiyetini kabul etmiyor»

dediğini rivayet eder.

Si (178)

M

Mezhebi 'Uttihadiyy in s. 74.

Gazzalî'yi kasdediyor.

Sadece îakihler ve hadisçilerden nakillerle kalmayıp bizzat sofilerden je nakiller yaPar- Ebu'l-Hasen eş-Şazelî'nin şakirdi Ebu'l-Abbas eş-Şaze!i'-in Vahdet-i Vücud görüşü sahipleri için, «Bunlar sanaî'ın sanatkâr'm biz-3t kendisi olduğuna inanan kâfirlerdedir.» dediğini zikreder. (179)

Bazıları O'nu (Vahdet-i Vücud görüşünü) anlamaksızın benimsediler. Halkın da buna kapılmasından korkunca İbn-i Teymiyye bu mezhebi iptal için kâh aklî deliller, kâh nakiller getirir; asrın büyüklerinin de kavilleriy-le bunun şenaatini ortaya koyar. Bu suretle İnsanları ondan nefret ettirir ve uzaklaştırır.



345 — İbn-i Teymîyye'nin Vahdet-1 Vücud görüşüne bakışında bu ka*darla yetiniyoruz. Mefhumda ayrı da olsalar Allah Taalâ'nın (C.C.) zatı ile birleşme konusunda biribiriyle ortak olan diğer İki mezhep hakkındaki ba*kışına geçiyoruz. Bunların
reddetmekledir:



«Sünnet ve cemaat ehli akı! sahiplerinin umumunun inancı o ki, ma*hiyetler mahluktur. Her şeyin mahiyeti de onun vücudur. Bir şeyin vücudu mahiyetine ilâve olunan fazladan bir şey değildir. Hariçteki «şey» yine o «şey» dir ki, onun aynı, zâtı, mâhiyeti ve hakikatidir. Hariçteki vücudu ve sübui:u buna zaid (fazladan bir şey) değildir. (174)
İbn-İ Teyıniyye bunların, hakaik-i kevniyye (yaratılmışlar alemindeki gerçeklerdin nefisleri itibariyle rna'dum, ancak zatlar; itibariyle ve Allah Sübhanehu'nun ilminde, mutlak tecellisi ile mutlak vücudunda «eşya» (şey*ler) oldukları görüsünü taşıdıklarım tesbit etti. [Onlara göre eşya) Allah'ın nefsi ve vahdet-i zatiyyesîyle birleşikti, sonra bu şekillerle var oldular. Ibn-i Teymiyye bunların (eşyanın) İlk halinden nasıl değiştiğini düşünüyor: Allah onları halkedip yarattığı da mevcut mu kıldı? Yoksa ilk hali üzere madum ve mahiyet sahibi bir «şey» olarak devam mı ettiler? Şayet ma'*dûm olarak devam etmekte idiyse bu durumda mükevvenattan hiç bir şe*yin mevcut olmaması icabeder ki, bu da hissî, aklı ve şer'i inkâr etmek olur. Hiçbir akıl sahibi böyle düşünmez ve düşünmemiştir de. Adem kav*ramında kabul ettikleri şekilde onlar (eşya)mn ve mucit [yaratıcı) lerinin aynı şey olmaması gerekir. Çünkü O [yaratıcı, mucit) ma'durn olup (son*radan) mevcut olmuş değildir. Çünkü onlardaki [eşyadaki) bu değişiklik*lerin müessiri O'cîur, müessir (etkileyen) ve müteessir (atkilenen)'in iki ayrı şey oimalart gerekmektedir. (175)

344 — Dinî yönden bu mezhebi açıklıyor ve diyor ki: el-Füsûs sahibi (176) ve yakınlarının meselelerinin toplandığı nokta üç İman esasını yık-

(174) Mezhebu'l-îttihadiyyin s. 15.

(175) A.g.e. s. 27.

, _ t . . ,,

- (176) Yani İbn-i Arabi, Zira o görüşünü kitapları dJMsus ve cI-Futunaiu ı-

Mekkiyye'de tedvin etmiştir.

maktır. iman esasları Allah'a iman peygamberlerine iman ve Kıyamet gQ. nüne imandır. Allah'a imana gelince, onlar O'nun vücudununun a!emin vücudu olduğuna inanmışlardır. Alemin bizatihi kendisinden başka bîr yg. ratıcısr yoktur [derler). Sıra Rasûlullah [S.A.VJ e geldiğindeyse onlar Allah'ı (C.C.) O'ndan ve bütün peygamberlerden daha iyi tanıdıklarına inanmışlardır. Bazıları da Allah'la (C.C.) ilgili bilgiyi -ki bu ta'til [sıfatları in*kâr) ve vahdet-i vücuddur -Mişkat'tan (177) alıyorlar, Allah'ın şeriatından öğrenmekle ondan öğrenmeyi müsavî görüyorlar. Ahîret gününe İman ko*nusunda da şöyle demiştir:

Sadece tek başına Sâdiku'l-V'ad kaldı,

,Ve (bir de) hak olan vaîdi (tehdidi) gören bir göz.

Bedbahtlık yurduna (Cehennem'e) de girseler, Onlar

(cinde farklı bir rahatlık (sükunet) bulunan bir lezzettedirler.



Ehl-i dalâlden birinin daha önce de şunları söylediğini zikrediyor: (Ce-henem, içinde bulunanlara faydalanacakları bir itaatkâr ateşe dönüşür. O takdirde korku, sakınılacak bir durum ve azap yoktur. Çünkü bu hoş bir durumdur.) (178)



Ibn-i Teymiyye'ye göre bu mezhep mükellefiyeti iskat etmekte ve gü*nahı mubah görmektedir. O bu hususta şöyle konuşmaktadır: «Sonra, O'na (İbn-i Arabî) şöyle emir ve nehiy konusunda emreden (âmir) ile emredilen (me'murj ve nehyeden (nâhiyj ile nehyolunan [menhiyy] birdir. Bunun için İbn-i Arabî en büyük kitabı el-Fütuhatü'l-Mekkiye'sinde ilk olarak şunları söyler:

Rabb da haktır, kul da hak... Mükellef kim, keski bir anlasam? Kul desen işte o Rab'dır, Rab dersen nasıl mükellef olur?



Nefisleri —manasını anlamasalar da— bu fikirleri İsteyen halk naza*rında mezhebini takbih etmek İçin, onlar indinde mertebe sahibi olan Mı*sır ve Şam'daki alimlerin İbn-i Arabî ve O'nun kâfirliği konusundaki gö*rüşlerini, mezhebini takbihlerini nakleder; Kastallânî, İbn-İ Dakik el-İyd'in görüşlerini aktarır. İzzuddin b. Abdisselâm'ın hakkında:

«Kötü ve kötülenmiş bir şeyh... Alemin ezeliliği görüşünü benimsiyor. Na*musun mahremiyetini kabul etmiyor»

dediğini rivayet eder.

Si (178)

M



Gazzalî'yi kasdediyor.

Sadece îakihler ve hadisçilerden nakillerle kalmayıp bizzat sofilerden je nakiller yaPar- Ebu'l-Hasen eş-Şazelî'nin şakirdi Ebu'l-Abbas eş-Şaze!i'-in Vahdet-i Vücud görüşü sahipleri için, «Bunlar sanaî'ın sanatkâr'm biz-3t kendisi olduğuna inanan kâfirlerdedir.» dediğini zikreder. (179)

Bazıları O'nu (Vahdet-i Vücud görüşünü) anlamaksızın benimsediler. Halkın da buna kapılmasından korkunca İbn-i Teymiyye bu mezhebi iptal için kâh aklî deliller, kâh nakiller getirir; asrın büyüklerinin de kavilleriy-le bunun şenaatini ortaya koyar. Bu suretle İnsanları ondan nefret ettirir ve uzaklaştırır.
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Özür dilerim ben sanırım seni yanlış anlamışım.Yani vahdeti vücudu Allah'a ölmeden evvel ruhun ulaşmasıdır diye biliyordum.Yanlış biliyormuşum.Yazının hepsini okuyamadım çünkü zamanım yoktu.Tamamını da okuyacağım inşallah kardeş.
 

oksijenli su

New member
Katılım
25 Tem 2005
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
Muhatabına...

Muhatabına...

Yazını tâmm olarak ve dikkatle okumadım ama, okuyacağım inşâallah...
Çok zahmet çekmişsin, niyetinden ötürü Allah (c.c.) râzı olsun...

Hem sana hem de ba'zı arkadaşlara şunu tavsiye ederim ki, birbiriyle bağlantısı olduğunu düşündüğünüz halbuki birbiriyle bağlantısı olmayan bir çok âyet-i kerîmeyi altalta yazmak bir ma'rifet değildir. Ve hiç bir mes'eleyi halletmez. Ve bir mes'ele hakkında bir cevap yazısı yazıyorsanız yazmış olduğunuz her paragrafın mes'eleyle yakından alâkası olması gerekir.

Senin yazını okuduktan sonra her i'tirâzına cevap verebilirim. Sen Kur'ân'da vahdet-i vücûd yok diyorsun ben de var diyorum ve bizzat görüyorum. Ve başka arkadaşların da istifâde etmesi amacıyla sana hodr-i meydân diyorum...
Her konuda, konunun çerçevesinden çıkmadan tartışalım, teker teker i'tirazlarını yap. Kur'ân'da vahdet-i vücûd var mı, yok mu, veyâ Kur'ân sırf vahdet-i vücûd mu hep birlikte tefekkür edelim.

Sizler âyet-i kerîmeleri hemen anlayabileceğinizi zannediyor ve anladığınız zannına tâbi' olarak irfân ehline saldırıyorsunuz.
Meselâ üzerine fikirlerini binâ' ettiğin şu âyet-i kerîmeyi ele alalım: Alah (c.c.) şöyle buyurdu: "Ben insânları ve cinnleri sırf bana ibâdet etsinler diye yarattım." Ve sen burdan, insânlar ve cinnler Allah'a ibâdet etmeli ma'nâsını çıkartıyorsun. Halbuki Allah (c.c.) insânları ve cinleri ibâdet etmeleri için yarattığını buyuruyor. Eğer gözünü (rûh gözünü) biraz açıp bakarsan bu hitâbın bir temennî değil, mutlak bir hüküm olduğunu görebilirsin. Ya'nî Allah (c.c.) insânları ve cinnleri ibâdet (kulluk) için yarattıysa hiç bir insân ve cinn O'na, dikkat edin O'na kulluktan çıkamaz. Cehennem ehli de dahil, şeytân-ı lâin bile kuldur. O'nun kuludur.

Buradaki O kimdir? O'nun sayısız ve birbirinden farklı muhtelif isimleri nedir? her bir ismin kulluğu, ibâdet erkânı nedir gibi akla gelebilecek her türlü sorunuzu vaktim elverdiği müddetçe cevaplamaya hazırım. Siz soru sormaktan bıkmayın yeter ki....

Niyetiniz hâlis olsa da temeldeki anlayış farklılıkları bizi çatışmaya sürüklüyor.
Amacımız gerçeği aramak olsun, muhakkak ki bir yerde birleşeceğiz inşâallah.

Birleşir kupkuru dal ile yanık kök,
Yemyeşil bir ışık yaprağa gelir.
Necip fâzıl kısakürek.
 

teymiyye

New member
Katılım
17 Tem 2005
Mesajlar
8
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
cevap

cevap

Ya'nî Allah (c.c.) insânları ve cinnleri ibâdet (kulluk) için yarattıysa hiç bir insân ve cinn O'na, dikkat edin O'na kulluktan çıkamaz. Cehennem ehli de dahil, şeytân-ı lâin bile kuldur. O'nun kuludur.
mesele yukarda belirtigin gibi degildir.kuranin tabiriyle insan imtihandadir.imtihan kulluk edip etmemekten ibarettir.insan ve cinler yaratilmis ve kulluk etmeleri teklif edilmistir.isteyen eder istemeyen etmez ama allah istedigini dogru yola iletir.vahdetul vucud dogru olsaydi bir insanin bir insana ibadet etmesi sirk olmazdi madem hersey allahin bir parcasi o zaman bu niye sirk olsun insanin herhangi bir seye ibadet etmesi allaha ibadet etmesi olurdu.allahin kendinden baska hersey mahlukudur.buna insanin sifatlari fiilleri de dahil.vahdetul vucud ise yaratilan ve yaratanin ayni oldugu bir vucud oldugu anlamina gelir.siz hangi guruptansiniz siz onu bildirin birbirimiz hakkinda bilgimiz olsun.ben selefiyim.
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Evet hatta bi ayet var hangisi hatılamıyorum.

"Allah alemleri 6 günde yarattı ve sonra arşa yerleşti" gibisinden.Ayet tam olarak hatırlamıyorum hatırlayan varsa yazsın lütfen.Yani Allah 7. gök katına yerşeliyor.La mekan a yerleşiyor alemleri yarattıktan sonra.
 

oksijenli su

New member
Katılım
25 Tem 2005
Mesajlar
29
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
cevaptır

cevaptır

teymiyye' Alıntı:
Ya'nî Allah (c.c.) insânları ve cinnleri ibâdet (kulluk) için yarattıysa hiç bir insân ve cinn O'na, dikkat edin O'na kulluktan çıkamaz. Cehennem ehli de dahil, şeytân-ı lâin bile kuldur. O'nun kuludur.
mesele yukarda belirtigin gibi degildir.kuranin tabiriyle insan imtihandadir.imtihan kulluk edip etmemekten ibarettir.insan ve cinler yaratilmis ve kulluk etmeleri teklif edilmistir.isteyen eder istemeyen etmez ama allah istedigini dogru yola iletir.vahdetul vucud dogru olsaydi bir insanin bir insana ibadet etmesi sirk olmazdi madem hersey allahin bir parcasi o zaman bu niye sirk olsun insanin herhangi bir seye ibadet etmesi allaha ibadet etmesi olurdu.allahin kendinden baska hersey mahlukudur.buna insanin sifatlari fiilleri de dahil.vahdetul vucud ise yaratilan ve yaratanin ayni oldugu bir vucud oldugu anlamina gelir.siz hangi guruptansiniz siz onu bildirin birbirimiz hakkinda bilgimiz olsun.ben selefiyim.


Selefî olduğun gayet açık. Ben ise irfân ehli bir Ekberîyim, ya'nî itikadda Muhyiddîn-i Arâbî hazretlerinin anlayışını benimsemekteyim. İslâmın dış yüzünü anlama noktasında çoğu mes'elede selefîlerle mutabıkım. Meselâ, değil cumâ namazı, vakit namazlarının bile câmilerde kılınmasının câiz olmadığı kanâatindeyim.

KULLUK...
Allah'ın (c.c.) her bir kulu, Allah'ın (c.c.) sayısız ve muhtelif (birbirine karşıt) bir ismin kuludur. Her bir kul, kendi kulu olduğu bu isim yönünden Allah’a tapmış olur.
“Herkesin yüzünü kendisine döndürmüş olduğu bir yönü vardır...”(Bakara 2,148)
Allah cehennem ehlinden bile kullarım diye bahseder, şeytan dahî kuldur. Kulluk nuktayı nazarından bakıldığında, ateistler bile kullukta çoğumuzu geçer.
Şeytânın veyâ EbU cehl’in kulluğunu nasıl olduğunu îzâh edersek konu herhalde anlaşılmaya başlanır.
Şeytân-ı lâin, Allah’ın (c.c.) mudıll (dâlalete düşüren Allah) isminin kuludur. Veyâ Ebû cehl, Allah’ın (c.c.) müzill (zillete düşüren allah) isminin kuludur. Allah’ın Zât’ına karşı gelse de Zillete düşüren Allah’ın yolunda dosdoğru ilerler. Müzill olan Allah’a kulluk etmenin îcâbı, râhmânın peygamberlerine karşı gelmek, onlarla savaşmak ve Allah’ın (c.c.) varlığıyla yine Allah’a ortak koşmaktır. Ve sonuçta, Müzill olan Allah’a (c.c) kulluk eden, zillete düşürülür ve alçaltılarak cehenneme atılır.

Müşriklerin veyâ münafıkların ve de tüm mahkûkâtın kulluktan çıkamayışları, Allah’ın (c.c.) şânının bir iktizâsıdır. Kulların bir üstünlüğü değil. Hiçbir Münâfık ve hiçbir müşrîk, Allah’ı (c.c.) acze düşüremez ve O’nu kendi çapında övmekten ve tesbîh etmektende içtinâb edemez, bu biline...
“...Onu hamd ile tesbîh etmeyen yoktur. Velâkin siz onların tesbîhlerini iyi anlamazsınız!...” (İsrâ 17,44)
“Hiçbir, hayât sâhibi yoktur ki, Hakk onun nâsıyesinden (alnından) tutmuş olmasın...” (Hûd 11,56)

Velâkin Allah kullarının küfrüne râzı olmaz.
“...O (Hakk Teâlâ ) ibâdının (kullarının) küfrüne râzı olmaz...” (Zümer 39,7)

Peygamberlerin insânlığa da’veti, kul olmayanları kulluğa da’vet değildir. Rahmân olan Allah’ın (c.c.) Peygamberlerinin da’veti, kul olmayanları kulluğa da’vet değil, cabbâr olan veyâ kahhâr olan veyâ müzill olan Allah’a kulluktan, rahmân olan, selâm olan, hâdi olan Allah’a kul olmaya da’vettir. Ve peygamberlerin gösterdiği yolun kurallarına göre kul olmak cennetin anahtarıdır, ma’lum...
“Herkesin yüzünü kendisine döndürmüş olduğu bir yönü vardır. (Ey mü’minler) Siz hayır işlerinde yarışın. nerede olursanız olun nihâyet Allah hepinizi bir araya getirir. Allah herşeye kâdirdir.” (Bakara 2,148)
“...(İbrâhim:) Ben her dînden geçip sâdece Hakk’a eğilerek, yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’âm 6,79)


Vahdet-i vücûd bâbındaki i'tirâzına gelince, okuyucu arkadaşların tahammülünü zorlamamak için çok kısa tutarak özetleyeceğim. Daha sonra istediğin yerden konuyu açabiliriz.
İlk başta şu temel hakikatin anlaşılması lâzım ki yaratan ile yaratılan hangi ma’nada aynı, hangi ma’nâ da da aynı değildir... Bilinmesi gerekir ki, Allah (c.c.), Zât’ı ile âlemlerden, âlemlerdeki her bir ferdden münezzehtir, fakat isim ve sıfatlarının zâhir olması (açığa çıkması) cihetiyle âlemlerin aynıdır. Niye aynıdır, çünkü varlık biz mahlûkatta bir emânet ve âriyettir. Varlığın asıl sâhibi ise Allah’tır (c.c.).

Varlık, ister hayâlî (gelip geçici), ister izâfî (i’tibârî) olsun, yokuğu inkâr edilemeyecek kadar bedîhidir, açıktır. Yokluğu inkâr edilemeyecek olan varlığı, ya’ni âlemleri bir mahlûk olarak görüp, Allah’ı bu sonsuz olan mahlûk’un (âlemlerin) sınırları dışına atmak, mutlak varlık sâhibi Allah’ı (c.c.) kayıt altına almak ve O’nu sınırlandırmak (mahdut kılmak) olmaz mı Böyle bir anlayış Allah’ın şânına yakışır, islâma uygun olur mu?

Tekrâr ediyorum ki anlaşılsın, belli bir tabîatı ve sınırları belirli (mahdut) bir varlığı olan her mahlûktan, ya’ni küçük veyâ büyük her ferdden, Allah (c.c.) Zât’ı ile, Zât’ındaki vasıfları ile münezzehtir, Dikkat edelim varlığı ile değil. Çünkü varlığın veyâ kuvvetin bütünü Allah’a (c.c.) âiddir. Bizler, vâr olduğumuzdan dolayı, Onun zâtına asla ortak olmasakta, varlığına iştirâk ederiz. Bu gerçeğin bir netîcesi olarak, Allah (c.c.), Halkı ile öldürür, halkı ile diriltir, halkı ile intikam alır, halkı ile rızık verir, halkı ile ağlatır ve güldürür. Ve Allah âlemler vâsıtasıyla isim ve sıfatlarını açığa çıkarır, zâhir olur. Ve âlemlerden yine Zât’ı ile bâtındır.

Bir temel bilgiyi daha söylemem lâzım gelir ki, varlık, hiç yoktan yaratılmış bir mahlûk değildir. Varlığın aldığı formlar, bizce değerlendirilebilen ve görünüre gelen şekilleri bir mahlûktur ve sonradan yaratılmıştır ve bozulacaktır ya’ni bir sonu olacaktır ama varlık, aslı i’tibâriyle bir mahlûk değildir ve sonradan yaratılmamıştır.
Meselâ atmosferde, bulutun, yağmurun veyâ karın oluşmasını ele alalım. Bulutun oluşması ve bizim için görünür hâle gelmesi, belirli bir vakitle mukayyettir ya’nî sonradan meydana gelmiştir ve illâ ki bozulacaktır. Fakat bulutun yağmurun veyâ karın bu durumu onların hiç yoktan yaratılan bir mahlûk olduğunu göstermez. Bize göre belki yoktan yaratıldılar ama zâten atmosferde su buharı şeklinde mevcûttular.
Dolayısıyla, âlemlerin varlığı,, zâhir olmadan önce ne bir madde ne bir mekân ne de bir zamân yaratılmadan önce dahî Allah’ın mutlak varlığına dâhildi...
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Zümer 17 sahabeden bahsediyor

39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ,fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar) çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Başlangıçta herkes şeytanın kulu.Kim Allah'a yönelirse(Allah'a ulaşmayı dilerse) o zaman Allah'ın kulu olur.Bakın sahabe bu ayete göre başlangıçta şeytanın kuluydu herkes gibi.Daha sonra Allah'a ulaşmayı dilediler ve Allah'ın kulu oldular.Allahu Teala kullarımı müjdele diyor ayette.Demek ki sahabe şeytanın kulu iken bir dilekle Allah'ın kulu olmuşlar.
 
S

Sacrificed

Guest
Kulluk

Kulluk

Allah'ın C.C bizim kullugumuza ihtiyacı yok.Buna rağmen niçin bizi yarattı?
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Sacrificed' Alıntı:
Allah'ın C.C bizim kullugumuza ihtiyacı yok.Buna rağmen niçin bizi yarattı?

2/BAKARA-30: Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh(halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ(dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek(leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn(tâ’lemûne).
Ve Rabbin meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Seni hamdinle tesbih ve seni takdis ediyoruz.” demişlerdi. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu.
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
“Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” diyor ayette...
 
S

Sacrificed

Guest
o halde Allah(C.C)'ın bizi niçin yarattığını tam olarak bilemiyor muyuz?
 
S

Sacrificed

Guest
Allah(c.c) kendine niçin kul yarattığını bize pekala kavratabilirdi.çünkü o sonsuz kudret sahibi.dilediği her şeyi gerçekleştirir.peki bize bu ince mevzuyu kavrama kabiliyeti vermemesinin sebebi nedir?
 

birdavet

New member
Katılım
16 Haz 2005
Mesajlar
66
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
Sacrificed' Alıntı:
Allah(c.c) kendine niçin kul yarattığını bize pekala kavratabilirdi.çünkü o sonsuz kudret sahibi.dilediği her şeyi gerçekleştirir.peki bize bu ince mevzuyu kavrama kabiliyeti vermemesinin sebebi nedir?


O kabiliyeti ululelbab olduğunda alırsın.Hikmet sahibi olursun o zaman...
 
Üst Alt