Yaniltici Bir Akim: “risale-i Nur Tefsirciliği”

  • Konbuyu başlatan ÇÝray
  • Başlangıç tarihi
Ç

ÇÝray

Guest
Bediüzzaman Said Nursi’nin yazmış olduğu Risale-i Nur Külliyatı, yüzbinlerce insanın hidayetine, imanda derinleşmesine, inkar eden pek çok insanın ise doğruyu görüp iman etmelerine vesile olmuş çok önemli eserlerdir. Bediüzzaman'ın samimi üslubu, tefekkürleri ve hikmetli anlatımı, her okuyan için önemli bir yol gösterici ve hidayet rehberi olmuştur.
Risale-i Nur’ların geniş kitleler üzerindeki bu samimi etkisi son derece açıktır. Ancak buna rağmen kimi çevrelerde, Bediüzzaman'ın eserlerinin anlaşılabilmesi için tefsir edilmesi gerektiği şeklinde yanlış bir kanaat söz konusudur. Risalelerde şifreli ve karmaşık bir anlatım olduğu, düz okumayla anlaşılamayacağı ve bu şifreleri de ancak bu konuda bilgi sahibi olan belirli kişilerin çözebilecekleri düşünülür.
Oysa Risale-i Nur Külliyatı, veciz bir şekilde kaleme alınmış çok değerli eserlerdir. Bediüzzaman, risalelerde ele aldığı her konuda çok açık ve anlaşılır bir üslup kullanmıştır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın apaçık sözlerini bir kez daha tefsir etmek ve yorumlamak gerektiği düşüncesi yanlıştır. Böyle bir girişim, Bediüzzaman'ın sözlerini ancak aslından uzaklaştıracak ve yanlış çıkarımlara neden olacaktır.
Örneğin Bediüzzaman eserlerinde ahir zamanla ilgili konulara geniş yer vermiştir. Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre; Hz. İsa ahir zamanda ikinci kez yeryüzüne gelecek, ancak ilk başlarda Hz. İsa'yı tanıyanların ve yardımcılarının sayısı çok az olacaktır. Hz. Mehdi ise tüm Müslümanlara bir hidayet önderi olarak ortaya çıkacak ve Bediüzzaman'ın belirttiği üç büyük görevi birarada yerine getirecek; hem siyaset, hem diyanet, hem de saltanat alanında Mehdilik yapacaktır. Hz. İsa, Hz. Mehdi ile biraraya gelecek ve onun arkasında namaz kılacaktır. Tüm dünya Hz. Mehdi'nin liderliği altında toplanacak, Kuran ahlakının yaşanmasıyla birlikte anarşi ve kargaşa ortamı son bulacak ve yeryüzüne huzur ve barış hakim olacaktır.
Ayrıca Bediüzzaman'ın bu açıklamalarına göre Hz. İsa ve Hz. Mehdi birer şahsı manevi olarak değil, birer şahıs olarak geleceklerdir. Elbette onların temsil ettikleri birer şahsı manevileri de olacak, ancak bu şahsı manevilerinin başında kendileri de bizzat lider olarak bulunacaklardır. Said Nursi, ayrıca ahir zamanın bu önemli şahıslarının ortaya çıkacakları, faaliyet yapacakları ve Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacakları vakitlere yönelik hadisler doğrultusunda tarihler de vermiştir.
Bediüzzaman’ın bu konulardaki tüm izahları çok açıktır. Örneğin eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin göreve başlayacağı tarih için hadislere dayandırarak hicri 1400 diyorsa, bunu başka türlü yorumlamak mantıksız olur. Ya da Hz. Mehdi'nin hem siyaset, hem saltanat hem de diyanet aleminde Mehdilik yapacağını; bu üç özelliğin de tek bir şahısta toplanacağını söylüyorsa bu da çok açıktır. Buna rağmen Mehdiliği üçe bölmek, tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını söyleyerek yanlış yorumlamak hatalı olur. Aynı şekilde Bediüzzaman Hz. İsa'nın, Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılacağını, hadis vererek açıklamışken, “aslında öyle demek istemedi” diyerek bu bilgileri tefsir etmek de doğru olmaz. Zira hem Peygamberimiz (sav)'in sözü, hem de Üstad’ın bu konuyu tasdik eden açıklamaları varken, bunun aksini söylemek yanlış olur. Bunun gibi Said Nursi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin yapacakları faaliyetleri ve tüm dünyaya Kuran ahlakının hakim kılacaklarını açıklamışken, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelmeyeceklerini, yalnızca birer şahsı maneviden ibaret olacaklarını öne sürmek de büyük bir yanılgı olur.
Bu durum Said Nursi’nin Risalelerde anlattığı her konu için geçerlidir. Nitekim böyle bir tefsir mantığının Risale-i Nurlar üzerinde nasıl bir etki oluşturacağının da iyi düşünülmesi gerekir. Zira böyle yanlış bir mantıkta isteyen herkes Bediüzzaman'ın her sözüne kendince farklı bir açıklama getirebilir ve bu şekilde Said Nursi’nin hiçbir izahını kabul etmeyebilir. İsteyen kişi, kendince uygun görmediği her izahı, şahsi kanaatlerine ya da çevresinden duyduklarına göre tefsir etme yoluna gidebilir.
Oysa ki Risale-i Nurlar herkesin anlayabileceği çok kıymetli eserlerdir. Böylesine değerli eserlerin anlaşılamayacağı ya da Bediüzzaman’ın bazı açıklamalarının anlatılanlardan farklı anlamlar içerdiği düşüncesi son derece yanlıştır. Unutulmamalıdır ki, Üstad’a karşı gösterilecek gerçek sevgi ve saygı, onun büyük bir samimiyetle kaleme aldığı eserlerine sahip çıkmakla, onun gerçekte söylemek istediklerini tam anlayıp onu desteklemekle mümkün olacaktır.
HARUN YAHYA
 
ben Said Nursi tam olarak tanıyan bir insan degilim onun kitaplarını daha yeni yeni okumaya çalışan biriyim ben bu makaleyi zaten destekledgim için degil sadece yorumlarınızı merak ettgim için bu konuyu açtım genel olarakta Harun
Yahya'nın makalalerini begenen biriyim....
yine de saygı duyarım size.....
 
Elbette Risale-i Nur tefsir edilmez. Ayrıca yazıyı yazan şahıs kendi tefsire karşı iken tefsir yapmış.

Üstad Mektubat'ta demiş.

"Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki: Bu dürûs-u Kur'ân'iyenin dairesi içinde olanlar(Kur'an'a Risale-i Nur mesleği ile hizmetinde olanlar), allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri-ulûm-u îmâniye cihetinde-yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. (Mektubat)

Demek tefsir değil meseleleri izah, şerh ve tanzim mesleğinde gitmek lazım.

Mesela yazarın verdiği Mehdi örneği.

Mehdi öyle bir şeydir ki, ne bütün bütün açık olsun ne bütün bütün kapalı olsun. İtikad ve imana kapı açsın. İzan edilsin.

Şimdi risale-i Nur'da geçen Mehdi ile ilgili nükteler tefsir edilmez. Tevil, izah ve şerh yapılır.

Mesela , Barla Lahikasında Üstad Mehdiyi beklediğini söylerke, aynı Lahikada "Üstad'ta bir zaman Mehdiyi beklediği" söyleniyor.

Şimdi her iki meseleyi olduğu gibi kabul ettiğiniz vakit işin içinden çıkamassınız.

Mesela, Üstad kendini seyyid bilemediğini söylerken Sikke-i Tasdikte (sayısı tam aklımda değil her halde 12 olacak) 12 Abi Üstad'ın irsiyet nokrasında Peygamberimizden olduğunu ap açık söylüyor.

Demek Risale-i Nur izah ve şerh edilir. Tefsir edilmez. İzah ve şerh yolunu kapamak tefritken, tefsir yapmak ifrattır.

Harun Yahya kendine iş arasın.

Muhabbetle

Allah razı olsun çok hoş bir tespit,
bir noktada fikrinizi almak isterim, üstad kendinin seyydi olmadığını söylüyor;
ama peygamberimizin soyundan olduğu sabitir, lakin merakımı mazur görün;
Önceleri, Hasan (r.a) ve Hüseyin (r.a)'ın her ikisi ve onların çocukları için seyyid ifadesi kullanılmaktaydı. Ancak sonraları Hasan (r.a)'ın soyundan gelenlere şerif, Hüseyin (r.a)'in soyundan gelenlere de seyyid denilmeye başlanmıştır

peygamberimizin soyundan şeriflerde gelmiyor mu? üstad seyyid değilde şerif olduğunu kastedmiş olabilir mi?
 
Bu yüzden kendine iş arasın dedim.

Ayrıca Harun Yahya gibi bir alim dehanın bu tamamlayıcı nükteleri görmemiş olması, bilmemesi imkansız. Akla şu soru geliyor "Niyet nedir?

Selametle

Mehmet Kutlular Gölcük´teyken;


Mehmet Kutlular ağabey adını unuttuğum 24.sü yapılan bir organizasyon sebebiyle oradaydı.Ders yaptık,sohbet ettik, soru cevap konuştuk,güzeldi.Erkek-kadın (ayrı bölümlerde) belki 1000 kişi vardı,katılım iyiydi.Bazı resimler de çektik kalitesi inşa'Allah güzel olacak.Eğer @bdullah bu resimleri internete yüklemek,yani hosting konusunda yardımcı olursa inşa'Allah sizlerle paylaşacağız.


Derken konu Adnan Oktar (Harun Yahya) , şahs-ı manevi konularına falan geldi.


Şahs-ı manevi konusunda Mehmet ağabey kısaca hatırladığım kadarıyla şöyle dedi:

"Evet,şahıslar gelecek (yani Mehdi ve İsa aleyhisselâm) ve onlar geldikten sonra etraflarında bir şahs-ı manevi,yani etraflarına toplanan cemaatin oluşturduğu bir manevi şahıs olacak."


Ardından Adnan Oktar'dan bahsetti.
Dedi ki: "Kendisi üniversitede okurken bizim derslere gidip geliyordu.Tipinden (tavırlarından falan filan) zaten biraz da rahatsız oluyordum o zamanlar.Bir gün bana geldi 'Kutlular ağabey, Deccâl,Mesih,Mehdi bana anlatsana'
Ben de anlattım.Bir kişinin tahrip edeceğini, o tahrip edene karşı Allah'ın bir tamirci yollayacağını anlattım."

Mehmet Kutlular ağabey o tahripçi şahsın (Süfyan) kim olduğunu delilleri ile
anlatmış.Buna karşı ise bir tamirci olması gerek demiş Adnan'a."O kadar zaman geçti bu kişi ve ardından gelenlerin tahripleriyle Üstad'dan başkası ortaya çıkıp tamire uğraşmadı Allah demenin neredeyse yasaklandığı zamanda.O zaman Mehdi kim oluyor sen düşün" diyerek belirtmiş.

Adnan Oktar (Harun Yahya) ise "Süfyan'ı kabul ediyorum ama Mehdi'nin o olduğunu değil" demiş.
Mehmet Kutlular ağabey ise " Adnan, yoksa Mehdi'nin yerini ayırdın da oraya sen mi oturacan " diyerek latife ile karışık sormuş.
Demiş Adnan Oktar "Hayır, haşa"

Aradan yıllar geçmiş şimdiki durumu ile biliyorsunuz.O mâlum şahsı ne amaçla övüyor en iyi Allah bilir.Kulaklarımla duydum ki Mehmet Kutlular ağabeyden o malum şahsın Süfyan olduğunu kabul etmiş.

Harun Yahya'nın çalışma tarzına bakarsanız yazdığı çoğu eserde yaratılış mucizesi vs. gibi şeylere dikkat çekiyor, yani sadece Tabiat Risalesi'nin biraz açıklaması ve diğer bazı konular.

Kısaca Harun Yahya da Nur derslerine katılmış.Bunu Mehmet Kutlular ağabeyi tanıyan birinden duymuştum daha önce, bugün kendinden duydum, yazmaya karar verdim.

YAZI ALINTIDIR...
 
Değerli kardeşim; Bir zatın kendini seyyid bilememesi seyyid olmadığına delil olmaz. Zira, söylediği söz dikkat lazım "ben kendimi seyyid bilemiyorum" diyor. Bilmiyorum demiyor. Bilmiyorum dese hiç kimse seyyid olduğunu iddia edemez. Ancak "bilemiyorum" şüpheyi gösterir. Yani, seyyid olmayanın seyyidim demesi seyyid olanın değilim demesi haram olduğu için , şüphe anında söylenecek sözü söylemiş. Mesul olmaktan kurtulmuş, zira devamında demiş "bu zamanda nesiller bilinmiyor"
şimdi burda anladığım kadar ile, üstad seyyid olduğumu bilemiyorum diyor, mesul almaktan çekindiğini söylediniz, ozaman seyyidliğini bilemediğinden, böyle bir cümle buyurması onun seyyid olmadığına delil olmamakla birlikte açık kapı bırakır, yani seyyid olmasada şerif olabilir, düşüncesine kapılabilir, ama akabinde , üsyad ben hem hasani, hemde hüseyniyim, demektedir, diyorsunuz, ama bu söz acaba ikisinin ceddinden geldim manaısnda söylenmiş bir sözmü yoksa ardınca giderim sözümüdür? yani bilirizki iseviyim diyenler isanın soyundan gelmez ardınca yürdüğünü ima ederler üstadın bu sözüde buna işaretmidir, zira evvel seyyid olduğumu bilmiyorum demesi, ardından hüseyniyim demesi bu nu bu şekilde düşünmeme sevketti, yani ordaki kasıt hem şerifim hem seyyidim mi demek yoksa ikisine gönül veren yolundan giden mi demek? bu da tartışılır, zira bu söze bakarak seyyid yada şerif demekte mümkün değildir yanılıyormuyum bilemiyorum.


Ayrıca Said Nursi 14. Asrın müceddidir. Ekser Alimler şerif, müceddidler seyyid olur. Hem Üstad bazı abilere o Abilerin şehadeti ile bir zaman sonra şöyle demiş "Ben hem Hasani hem Hüseyniyim, hadi şimdi git" İşte "kendimi seyyid bilemiyorum" sözündeki şüphe daha sonra tatmine dönüşmüş ve itiraf etmiş. Ama bir hikmete binaen Risale-i nur'da telif edilmemiş.

Yani, Üstad seyyid değise müceddidte kabul edilmez..

Demek bazı meselelere izah lazım. İzahlar ise yine Risale-i Nur'dadır. Elbette tefsir luzumsuzdur.

Zaten tefsir kapısının kapandığı Sikke-i Gaybide "şem-i ilahinin hizmet-i imani cihetinde bir son hamili zisaadeti" sözünden anlıyoruz. Son olmasa tefsir caiz olur. Madem son o zaman tefsir olmaz. İzah olur.

Muhabbetle

demişsinizki ekseriyette alimler şerifi mücedditler seyyiddir, ama bu şart olduğuna dair delil söz konusu değildir, yani bu istisnayı bozan durumlar yok mudur? yani seyyid olan alim , şerif olan müceddit yok mudur? varsa buda delil kabul edilemez, yoksa kanıtı ve bunun kural olduğuna delil var mıdır? sonuçta risalelerin izahını yapan şekilde olduğu gibi farklı izah eden insanlar vardır ozaman keşke üstad yaşasaydıda izahını ondan dinlseydik demekten kendimi alıkoyamıyorum.. ama yinede Rabbim izahınız için sizdende razı olsun..
 
Sanırım o Zat Yeni Asya cemaatinde kendine bir makam bulamadığını anlayıca ayrıldı.

Zira, Yeni Asya'da Kutlular Abinin dahi hiç bir karar yetkisi yoktur. Hiç bir makamı yoktur. Lider değildir.

Sadece şahs-ı manevinin bir mümessili ve meşveret kurulu başkanı ve meşveretten çıkan kararların uygulayıcısı ve takipçisidir.

Bu yüzden o cemaatte kendine makam bulamıyacağını anlayan dehalar ayrılıp kendi mesleğini kurmuşlardır.
Hatta aralarında Nurculuğu tarikat haline getirenler dahi çıkmış ve hala faaliyet göstermektedirler.
...

Yeni Asya cemaatinde her karar meşveretle alınır. Önemli karalrar 20.000 kişilik bir meşveret üyesi katılır. Önce mahalli meşveret. Sonra ilçe meşvereti, sonra il meşvereti ve genel meşveret yapılır. Genel meşveretteki her üye bir ilin veya bir birimin temsilcisidir. Kendi ilinin ilçe ve mahallelerinden gelen meşveret kararını savunur ve onu oylar velev ki kendi o meşveret kararına muhallif olsun. Ayrıca Kutlular Abinin o meşverette bir oy hakkı vardır. Emir veremez, kendi görüşünü teşri edemez. Etse zate kimse kaale almaz.

İşte bu sistemde herkezin söz hakkı olunca makam ve mevkiperestler barınamıyor.

Muhabbetle

bence bu itham yanlış olmuş gibi yanılıyor olabilirim, ama makam bulamadı diye ayrıldı demek delilsiz söze tabi ise zandan öte değildir, bu duurmda ayrılmış olması yanlış olduğunu doğrurumu ben adnan hocayı tanımam ama doğru olmadığını düşündüğüm yorumlarıda vardır ama bu itham kimseye yapmak doğru olmaz . diğer bir tabirde nuculuk tarikatı dediğiniz itham da yanlıştır, ve bu ithamda hoş değildi kanaatimce çünkü;
İrşad ve tebliğde bulunan, Din’e hizmet eden bütün mü’minler, bütün cemaatler alkışlanmalı ve haklarında dua edilmelidir; evet, Allah’ı ve Rasûlü’nü seven ve anlatan herkes, Allah ve Rasûlü’nden ötürü sevilip tebcil edilmeli, muhterem bilinmeli ve kendisine saygı duyulmalıdır. “Sadece benim yolum haktır” demeyip, başkalarına da hayat hakkı tanınmalıdır. Mü’min, “Benim meşrebim, usülüm haktır, hoştur, güzeldir, doğrudur, isabetlidir” diyebilir; ama “Sadece hak benim mesleğimdir, benim meşrebimdir” diyemez; başkalarının mesleğini butlana mahkûm etmeden, kendi meslek ve meşrebine “En güzel” diyebilir; kalp ve düşünce itibariyle güzelliği daha çok kendi mesleğine lâyık görebilir ve bu, gayet tabiîdir. Çünkü insan, yaptığı işi sevip benimsediği ölçüde başarılı olabilir ve netice alabilir.
Yalnız, başkalarını karalamak, onlara yanlış ve çirkin damgası vurmak yanlıştır. Sinesi vatan ve millet sevgisiyle çarpan herkesle oturup konuşmasını bilmeli, tenkit kapısının açılmasına fırsat vermeden herkese ta’zim ve tekrimde bulunmalı ve “güzel, güzel” diyerek, güzellere güzellikle mukabele menfezleri açık tutulmalıdır.
“Yalnızca benim mesleğim haktır, gayrısı batıldır” diyen kim olursa olsun, ciddi iftirak ve parçalanmalara yol açar. Bırakın meslek ve meşrebini, bir insanın elbisesini ve arabasını bile bu şekilde tenkit edip dursanız, o insanla aranızın açılması kaçınılmaz olur. Böyle basit meselelerde dahi insanın karşısındakine söz hakkı tanımaması, insanları birbirine düşürürken, pek çok insanın baş koyduğu ve hayatına gaye ittihaz ettiği usûl ve prensiplere çirkin ve bâtıl demenin vahdet ruhuna ne ölçüde zarar getireceğini ve ne tür uzaklaşmalara, hasımlaşmalara ve günahlara sebep olacağını varın siz düşünün..!
 
demişsinizki ekseriyette alimler şerifi mücedditler seyyiddir, ama bu şart olduğuna dair delil söz konusu değildir,

Elbette ekseriyet öyle. İstisnalar vardır. Amma alem-i şumul her bir İslam mücedditi seyyid olması emirden gelmesede öyle bir kaideyi akla getiriyor.

madem ekseriyatte öyledir istisnayı bozan kaideler vardır ozaman tespitini hak değildir, yani delil kabul edilemez, yani madem şerif olan mücedditler vardır seyyid olan alimler vardır, ozaman alimler yanlız şerifti, mücedditler yanlız seyyiddir mantığını savunmakta hak olmadığını görüyoruz. ozaman sözünü delil kabul edilemez sadece sevdiğini sevdiği yerde görme arzusu olrak görürümki bu sevginizden ötürü sizi tebrik ederim .. her çocuk babasının en güçlü görmek ister size hak veriyorum. dönemin ehli tasavvufun baş vurun onlarda kutba tabi olduklarını söylerler bu sevgiden ileri gelir.. yanlışmıdır değildir, zira yanlışa kapı açabilir, dikkat etmek gerekir...

Hem Üstad'ımızın babasının isim olmuş Lakabı Mirzadır. Mirzada eskide seyyid soyundan gelenlere kullanılan bir lakaptı. O dahi bir delildir.

dediğiniz gibi eskiden verilirdi, ama gerek üstadın döneminde, gerekse günümüzde mirazaların hepsi için seyyid demek doğru olur mu? şahsen mirza adında tanıdığım vardır acep oda seyyiddir demek ne kadar mantıklıdır? şimdi ben oğlumun adını mirza koysam torumun gördüğünüzde ne diyebilirsiniz? buda delil kabul edilemez...

Nasıl ince ince atkı ipleri içtima ettiğinde bir yekün teşkil eder. küçük küçük deliller tek başına bir şey ifade etmesede içtima ettiğinde kopmaz bir halat halini alır.

Risale-i nur'un ekser yerinde Üstad'ın seyyid olduğuna deliller vardır.
mesela biri daha;ekser seyyidler özellikle alim ve müceddit seyyidler "zekat, sadaka, hediye kabul etmez. Allah onların halklara muhtaç kalmasına izin vermez. Yalan söylemez. Halleri hep aynıdır.

Bu dahi delildir. Dahası var. Ama caiz değil. Merak eden kendi bulsun

Muhabbetle

yine aynı tabri kullanılmış ekser seyyidler ama istisnayı bozan seyydilerde mevcuttur yada dediğiniz hal üzere olan şeriflerde mecvuttur onun için buda zandan öte değildir, yanlışmıdır ? yanlış diyemeyiz, daha evvelde yazdığımız gibi talebenin üstadına olan gönül bağından kaynaklanan halden ileri gelir.. ama yinede izahınız için Allah razı olsun bizi aydınlattınız...
 
Ayrıca, Kur'an'da geçen Talut ve Calut hadisesi günümüzde Mehdi gibi meselelere uymaktadır.

Nasıl orda Yahudiler soyunu bilmedikleri Talut komutan tayin edildiği vakit itiraz ettiler. Onun komutasını kabul etmediler. İllaki bir makam ve bir soy aradılar. Aynen öyle bu devrin insanları soyperest ve makamperest olması ile kendi bağlı olduğu zata bir makam isnat etme peşine düşüyor ve hatta bazen o kadar zorlama yapıyorlarki komik durumlara düşüyorlar.

Oysa Talut hadisesinde Kur'an'ın mesajı şudur; Makam soy sop önemli değildir. İşin ehline biat ediniz. Kim işin ehli ise emredilen zat odur. Ona tabi olun.

Madem Üstad şem-i ilahinin hizmet-i iman cihetinde son bir mümesilidir, o zaman ona tabi olunur. Eğer biri çıksa o iman hizmetini ondan daha iyi yapsa ona tabi olmak gerekir. Soy mühim değildir.

Düşünün bir marangoz antika ve değerli eserler meydana çıkarıyor. O antika eserler taklidi kabil değil. Ancak biri çıkıyor "senin diploman yok. Sanatını red ediyorum, diyor. Ne kadar acıklı bir durum

Muhabbetle
bu yazını gerçekten hoş az evvel yazılarınızı yazmak yerine ilk evvela bu yazıyı yazsaydınız gerçekten az ve öz olurdu. üstad seyyidmidir değilmidir önemlimidir? önemi yoktur, üstad mehdimidir değilmidir? bunların yerine dediğiniz gibi üstad 13 asrin mucedditi mdir? öyledir ozaman ona tabi olunması gerekir, daha iyi yapan biri çıkarsa dediğiniz gibi onada tabiyet gerçekleşir
Allah razı olsun...
 
Hem sen Risale-i Nur'u Üstad seyyid değil diye okusan muhtemelen seyyid olmadığı hakkında delillere ulaşırsın. Yok seyyid olduğuna inanır öyle okursan muhtemelen seyyid olduğuna dair deliller bulursun.
Muhabbetle

işte bu kısma sonuna kadar katılıyorum, üstadı görmek istediği gibi görüyorlar, asıl hakikati bilen hikmet sahipleridir...
Allah razı olsun..
 
:D
Üstad 14. Asrın müceddididir.

13. Asrın müceddidi. Mevlana Halid'tir.

"On dördüncü asırda 'el-Kürdî' lakabıyla yâdedilen Molla Said, benim müridimdir. Sekizinci Lema

said nursi belgeseliydi sanırım yanlış hatırlamıyorsam üstadın bir sözüne yer veriliyordu , yanlış hatırlamıyorsam söz şöyleydi, bazen düşünüyordum da kendimi 13 asrın zirvesinde hissediyorum . tekrar izler söylerim lakin gülme sebebinizi anlıyamadım buda uslubunuzda olan birşey değildi sanırım ...

İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi Hicri 1193 (Miladi 1779) yılında doğmuş, Hicri 1242 yılında (Miladi 1827) vefat etmiştir. Dolayısıyla bu mübarek insan ittifakla Hicri
12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman Said Nursi ise Mevlana Halid-i Bağdadi’den tam 100 sene sonra, Hicri 1293 (Miladi 1878) yılında doğmuştur. Vefatı ise Hicri 1379 (Miladi 1960) yılıdır. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid’den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur’un müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu belirtilmiştir.. üstad 13. asırda doğmuştur...
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks