aklý selim
Mesajlari Onaylanacak
- Katılım
- 3 Kas 2006
- Mesajlar
- 120
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 55
Bu yazının başlığını Ahmet Altan’dan ödünç aldım.
O yazısında, dindar Müslümanların başkalarının sorunlarına olan duyarsızlığından söz ederek, “Vicdanını kaybetmiş bir din olabilir mi?” diye soruyor. Ben de bu sözleri başlıktaki gibi değiştirerek kullanmayı seçtim.
Zaman gazetesinden Sevinç Özarslan, Ahmet Altan ile bir röportaj yapmış. Haber7 olarak biz de alıntıladık bu sohbeti.
Sabah ezanını takip eden dakikalarda içime sindirerek okudum. Sevinç Özarslan’ın sorularını, Altan’ın verdiği cevapları...
Altan ailesinin her ferdini seviyorum, dürüstlüğünü, prensiplerini, düz duruşlarını, demokratlığını…
Bu kimi zaman sıcak, kimi zaman biraz elektrikli havada geçen sohbette Müslümanların İslam’ı anlayış tarzlarının oturduğu zeminin düzgün olmadığını gördüm.
Benim zaman zaman dostlarıma söylediğim noktaları, Altan’ın yüksek perdeden haykırdığını fark ettim. Kitaplarında birilerine söylettiği şeylerin aslında öz düşünceleri olduğunu dile getirmesi ise beni rahatlattı.
Müslümanlardaki hoşgörü eksikliğini anlatıyor, kendi hayatından örnekler veriyor. Çocukken camiye gittiğini, namaz kıldığını söylüyor. Eğer İslam’ın şefkat yüzünü göstermiş olsalardı, “Belki de orada (camide) kalırdım” diyor.
Kendi inandığı Allah’ın, camide anlatılan Allah ile aynı olmadığını düşünüyor. İnandığı Allah’ın kullarını seven biri olduğunu, anlatılanın ise kullarını Cehennem’de yakmak için fırsat kolladığı zehabına varıyor.
Sonra camiden ve Müslümanlardan uzaklaşıyor.
Röportajda, “Neden inançsız olmayı tercih ettiniz?” sorusuna verdiği karşılık ise beni dehşete düşürdü. “Gördüğüm inançsızlar, çok daha hoşgörülüydü” diyor.
Altan’ın bu verdiği cevap bütün Müslümanları sarsmalı. Müslümanlar, “Bu çıkışa, “Hedi sen de!” demek yerine kendilerini samimiyetle sorgulamalı. Korkmalı, “Ben neleri yapıyorum da, (yahut yapmıyorum da) böyle algılanıyorum” demeli.
İletişimde, “sizin ne yaptığınız değil nasıl algılandığınız önemli” derler. Dindarlar, kendilerini Ahmet Altan’a “Gördüğüm inançsızlar, çok daha hoşgörülüydü” dedirten nedenleri mercek altına yatırmalı.
Altan’ın bu ifadeleriyle, ben de kişisel hayatımda her fırsatta yüzleşiyorum.
Dindar kesimden insanlarla birlikte olduğumda nedense onları hep bir maske ile dolaşmak zorunda olduklarını fark ediyorum. Yaratan’ın ortaya koyduğu ilkeleri üzerlerine bir kıyafet olarak giymek zorundalarmış gibi hissettikleri dikkatimi çekiyor.
Oysa, bizleri bu dünyaya gönderen nihayetsiz güç sahibinden korkmak yerine onu severek yaklaştığınızda her şey değişecek.
Siz, birinin söylediklerini iki şekilde yaparsınız. Ya severek, ya korkarak.
Korkarak yaptığınızdaki duygularınızla, severek yaptığınızda hissettikleriniz arasındaki fark nasıl dersiniz?
Ahmet Altan’dan
O yazısında, dindar Müslümanların başkalarının sorunlarına olan duyarsızlığından söz ederek, “Vicdanını kaybetmiş bir din olabilir mi?” diye soruyor. Ben de bu sözleri başlıktaki gibi değiştirerek kullanmayı seçtim.
Zaman gazetesinden Sevinç Özarslan, Ahmet Altan ile bir röportaj yapmış. Haber7 olarak biz de alıntıladık bu sohbeti.
Sabah ezanını takip eden dakikalarda içime sindirerek okudum. Sevinç Özarslan’ın sorularını, Altan’ın verdiği cevapları...
Altan ailesinin her ferdini seviyorum, dürüstlüğünü, prensiplerini, düz duruşlarını, demokratlığını…
Bu kimi zaman sıcak, kimi zaman biraz elektrikli havada geçen sohbette Müslümanların İslam’ı anlayış tarzlarının oturduğu zeminin düzgün olmadığını gördüm.
Benim zaman zaman dostlarıma söylediğim noktaları, Altan’ın yüksek perdeden haykırdığını fark ettim. Kitaplarında birilerine söylettiği şeylerin aslında öz düşünceleri olduğunu dile getirmesi ise beni rahatlattı.
Müslümanlardaki hoşgörü eksikliğini anlatıyor, kendi hayatından örnekler veriyor. Çocukken camiye gittiğini, namaz kıldığını söylüyor. Eğer İslam’ın şefkat yüzünü göstermiş olsalardı, “Belki de orada (camide) kalırdım” diyor.
Kendi inandığı Allah’ın, camide anlatılan Allah ile aynı olmadığını düşünüyor. İnandığı Allah’ın kullarını seven biri olduğunu, anlatılanın ise kullarını Cehennem’de yakmak için fırsat kolladığı zehabına varıyor.
Sonra camiden ve Müslümanlardan uzaklaşıyor.
Röportajda, “Neden inançsız olmayı tercih ettiniz?” sorusuna verdiği karşılık ise beni dehşete düşürdü. “Gördüğüm inançsızlar, çok daha hoşgörülüydü” diyor.
Altan’ın bu verdiği cevap bütün Müslümanları sarsmalı. Müslümanlar, “Bu çıkışa, “Hedi sen de!” demek yerine kendilerini samimiyetle sorgulamalı. Korkmalı, “Ben neleri yapıyorum da, (yahut yapmıyorum da) böyle algılanıyorum” demeli.
İletişimde, “sizin ne yaptığınız değil nasıl algılandığınız önemli” derler. Dindarlar, kendilerini Ahmet Altan’a “Gördüğüm inançsızlar, çok daha hoşgörülüydü” dedirten nedenleri mercek altına yatırmalı.
Altan’ın bu ifadeleriyle, ben de kişisel hayatımda her fırsatta yüzleşiyorum.
Dindar kesimden insanlarla birlikte olduğumda nedense onları hep bir maske ile dolaşmak zorunda olduklarını fark ediyorum. Yaratan’ın ortaya koyduğu ilkeleri üzerlerine bir kıyafet olarak giymek zorundalarmış gibi hissettikleri dikkatimi çekiyor.
Oysa, bizleri bu dünyaya gönderen nihayetsiz güç sahibinden korkmak yerine onu severek yaklaştığınızda her şey değişecek.
Siz, birinin söylediklerini iki şekilde yaparsınız. Ya severek, ya korkarak.
Korkarak yaptığınızdaki duygularınızla, severek yaptığınızda hissettikleriniz arasındaki fark nasıl dersiniz?
Ahmet Altan’dan