Ve aşk...
Hayal,kavuşmaktır.
Ama bu hayal öylesine erişilmezdir ki,uzaklaşır,uzaklaştıkça kaybolur.
Kavuşmak artık hayal bile olamaz...
Geriye sadece yakan,kavuran ama ayakta tutan bir aşk kalır...
Ve aşk uğruna...
Gerçek aşık,aşık olmakla,aşık olduğuna en büyük fedakarlığı yapmıştır.
Ölüm mü?
O zaten kavuşmak degil mi?
Yemen’deki sevgilisinin başı ağrıdığı zaman,İstanbulda beynine sancılar giren aşığın da arzusu güzel ölmekti...
Sevgiliye kavuşup ve sevgilide kendini bularak dünyayı unutarak gerçek sevgiliye huzurla gitmek...
Şimdi o aşık yok...
Sevginin ve ölmenin estetiği de...
Aşk olmasaydı...
Söğütteki incir çekirdeğinden küçük tohum,ulu bir çınar olup dünyayı gölgeler miydi?
Aşk olmasaydı...
Ondokuz yaşındaki”delikanlı serdengeçti”ilk gidişte öleceğini bildiği halde“ille de sefer” diye tutturur muydu?
Ve aşk olmasaydı...
Diğer talebelerin aksine Taptuk Emre’nin dizinin dibine çökmeyip,dağdan odun taşıyan dertli Yunus “gözde” olur muydu?
Sevgili,ona doğru koştukça uzaklaşmaz,uzaklaştıkça büyümezse aşık olmaya değer mi?
Aşıklar güneş doğarken gözyaşı dökerler...
Sabır,tevekkül ve teslimiyet içinde...Sabır kavuşamamanın verdiği acı için...Tevekkül sevgilinin verdiği acılara karşı...Teslimiyet, “Ben seninim”diyen duyguların verdiği hal...
Yanaklardan damla damla süzülen yaşlar kavrulan ruha serinlik verir...
Sonra dua...
Eller Sevgiliye açılır,Sevgiliye kavuşmak için...
Zaman çarkının hızı kesilir...
Sessiz bir dinleyişe geçer Kainat...
Sessiz bir yalvarışa şahit olur güneş...
Aşkı tarif etmek çok zor...
Çünkü aşk kimini veli eder...
Kimini de deli...
Servi ağaçlarının altında kaç aşık yatıyor?
Bilinmez...
Lakin ölüm gelecektir...
Belki de bu satıları okurken...
YA KAVUŞTURMAK İÇİN...
YA DA AYIRMAK İÇİN...
Hayal,kavuşmaktır.
Ama bu hayal öylesine erişilmezdir ki,uzaklaşır,uzaklaştıkça kaybolur.
Kavuşmak artık hayal bile olamaz...
Geriye sadece yakan,kavuran ama ayakta tutan bir aşk kalır...
Ve aşk uğruna...
Gerçek aşık,aşık olmakla,aşık olduğuna en büyük fedakarlığı yapmıştır.
Ölüm mü?
O zaten kavuşmak degil mi?
Yemen’deki sevgilisinin başı ağrıdığı zaman,İstanbulda beynine sancılar giren aşığın da arzusu güzel ölmekti...
Sevgiliye kavuşup ve sevgilide kendini bularak dünyayı unutarak gerçek sevgiliye huzurla gitmek...
Şimdi o aşık yok...
Sevginin ve ölmenin estetiği de...
Aşk olmasaydı...
Söğütteki incir çekirdeğinden küçük tohum,ulu bir çınar olup dünyayı gölgeler miydi?
Aşk olmasaydı...
Ondokuz yaşındaki”delikanlı serdengeçti”ilk gidişte öleceğini bildiği halde“ille de sefer” diye tutturur muydu?
Ve aşk olmasaydı...
Diğer talebelerin aksine Taptuk Emre’nin dizinin dibine çökmeyip,dağdan odun taşıyan dertli Yunus “gözde” olur muydu?
Sevgili,ona doğru koştukça uzaklaşmaz,uzaklaştıkça büyümezse aşık olmaya değer mi?
Aşıklar güneş doğarken gözyaşı dökerler...
Sabır,tevekkül ve teslimiyet içinde...Sabır kavuşamamanın verdiği acı için...Tevekkül sevgilinin verdiği acılara karşı...Teslimiyet, “Ben seninim”diyen duyguların verdiği hal...
Yanaklardan damla damla süzülen yaşlar kavrulan ruha serinlik verir...
Sonra dua...
Eller Sevgiliye açılır,Sevgiliye kavuşmak için...
Zaman çarkının hızı kesilir...
Sessiz bir dinleyişe geçer Kainat...
Sessiz bir yalvarışa şahit olur güneş...
Aşkı tarif etmek çok zor...
Çünkü aşk kimini veli eder...
Kimini de deli...
Servi ağaçlarının altında kaç aşık yatıyor?
Bilinmez...
Lakin ölüm gelecektir...
Belki de bu satıları okurken...
YA KAVUŞTURMAK İÇİN...
YA DA AYIRMAK İÇİN...