Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ülfet nedir ve menfi tesirleri nelerden ibarettir?

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
Ülfet nedir ve menfi tesirleri nelerden ibarettir?

Ülfet; alışıklık, dostluk, muhabbet karşılığı bir kelimedir. Burada kasdedilen ma'nâ ise, az çok bunlarla alâkası bulunmakla beraber, daha geniş ve daha şümûllüdür.

İnsanın eşyâ ve hâdiselerle münâsebeti, böyle bir münasebetten hâsıl olan ma'nâlar ve bu ma'nâların vicdan derûnunda bırakacağı akisler, esintiler ve daha sonra insanın davranışlarında beliren farklılıklar.. bir düzine vak'alardır ki, birbirini netice veren bütün bu şeinlerle, ruh canlı, dinamik ve duyarlı kalır.

Evet, varlığın güzellik ve câzibesine karşı insanın duyacağı hayranlık, kezâ bir saat gibi işleyen umumi nizama karşı onun içinde uyanan merak ve tecessüs, keşfettiği her yeni şeyle vâsıl olduğu irfan ve daha derinlere inme arzusu; nihayet bu bilgi parçacıklarını biraraya getirerek derli toplu düşünmeye ulaşması, onu her hâdise karşısında duyarlılığa, zihnî cevvâliyete, rûhî faâliyete ve daima uyanık bulunmaya sevkeder.

Aksine, etrafındaki binbir güzellik cümbüşünü duyup görmemesi ve birbiriyle uyum içinde olan kombinezonlar karşısında hissiz ve alâkasız kalması; gördüğü şeylerin sebeb ve hikmetlerine inememesi; gördüğü şeyleri görüp geçmesi; ruhunda bir türlü irfana erememesi, onun duygusuzluğunun, rûhî ölgünlüğünün ve gözleri kapalı yaşamasının ifâdesidir ki; böylelerine, ne kâinatın esrarlı kitabı, ne de hergün gözleri önünde enfüsün yaprak yaprak açılması hiçbir şey anlatamayacaktır. "Üzerine uğrayıp geçtikleri nice mucize (ve hârikalar) vardır ki, ondan yüz çevirip durmuşlardır. "(k) Yararlanamamışlardır olup bitenlerden; ibret alamamışlardır doğup batanlardan!..

Etrafında olup bitenleri sezen bir insanın, varlığa karşı duyduğu hayranlık ve tecessüs, onun için, önü sonu olmayan nâmütenahî denizlere açılma gibidir. Bu seyahatin her merhalesinde kendisine esrarlı sarayların altın anahtarları verilir. Dupduru gönlüyle, kanatlanan duygularıyla, terkibci zihniyle, ilham esintilerine hazır ruhuyla teveccüh edip yürüdükçe ve emip hazmettiği şeyleri vicdanına duyurdukça "her taraf bağ-ı irem" olan düşünce dünyasında cennet bağları serpilip gelişmeye başlar.

Bu rûh ve bu anlayışa eremeyenler ise, etraflarını çepeçevre saran alışkanlıklar çeperinden bir türlü dışarıya çıkamadıkları için, eşya ve hâdiselerin monotonluğundan şikâyet eder dururlar. Bunların nazarında herşey kaos, herşey karanlık ve mânâsızdır. "Her mûcizeyi de görseler yine ona inanmazlar". Dimağlarında zincir, ruhlarında bukağı ve "kalblerine mühür vurulmuştur, anlamazlar" Böylelerinden hiçbir hayır ve semere beklenemez, bunlardan bir şeyler ümid etmek beyhûdedir.

Bir de bilip duyduktan, görüp anladıktan veya öyle olduğunu zannettikden sonra, alışkanlığa dönüp gömülme vardır ki; her hâlde suâlle öğrenilmek istenen de budur. Yânî, bir parça görüp bildikten, az buçuk inanıp irfana erdikten sonra, değişen dünyâlar, yenileşen güzellikler; derinleşmeyi, buûtlaşmayı gerektirdiği hâlde alâka ve duyarlılığını yitirip hiçbir şeyden ders almama vardır ki, maâzallâh, bu hâl insan için bir sukut ve duygularının ölümü demektir.

Böyle bir duruma dûçar olan, eğer tez elden gözünün çapaklarını silip, eşyadaki hikmet inceliklerini anlamaya koşmaz ve koşdurulmazsa; kulağını açıp mele-i a'lâ'dan gelen ilâhî mesajları dinleyip anlamaya koyulmazsa, içden içe yanıp karbonlaşması ve devrilip gitmesi mukadderdir.

Bunun içindir ki, kâinatın Nâzımı Yüce Yaratıcı, dâima değişik ses ve soluklarla ders ve îkazlarda bulunup, hep yeni yeni, açık dilli ve açık mûcizeli sâfî mürşidler göndererek, ezelî nutkunu tekrar ettirip gönüllere fer, bakışlara da aydınlık getirmiştir. Ve, yine onun içindir ki, insanların alışkanlık peydâ ettikleri şeylere karşı, daima onların vicdanlarını uyarmış ve aklın eline verdiği tabloların tekrar tekrar gözden geçirilmesini istemiştir.

Evet, O kitabında, insanoğlunun yaratılıp yeryüzüne yayılması; bir hayat arkadaşıyla huzur ve itmi'nana kavuşması; göklerin ve yerin hilkatindeki azamet ve ihtişâmı; dillerin; lehçelerin ihtilâfı gibi düşünmeyi gerektiren hususları, gece ve gündüz deverânının getirdiklerini, şimşek ve yağmurla gelen rahmet gibi şeyleri, değişik ifâdelerle o kadar çok zikretmiştir ki, düşünen, bilen, duyan ve aklını kullananlar için, hiçbir alışkanlık ve ülfete mahâl bırakmamıştır. "O'nun âyetlerinden (kudretinin mucizelerinden) biri de, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz yeryüzüııe yayılan insanlar oluverdiniz. O'nun âyetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşıp itmi'nana ermeniz için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdrr. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum, için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de geceleyin uyumanız ve gündüzleri O'nun lütfundan rızık ve nasibinizi aramanızdır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de, size korku ve ümit dolu şimşeği göstermesi, gökden su indirip öldükten sonra onunla yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için ibretler vardır. "(Rürı,, 20-24) Semavî beyâıı, daha yüzlerce îkaz ve irşadlarıyla, yanından geçip yüzünü göremediğimiz, binlerce hârika ve mucizeye dikkatimizi çekerek, ülfeti dağıtmaktadır. Ama yine de herbiri bir bülbül gibi şakıyan hâdiseleri görüp hissedemezler. "O mâhiler ki, deryada yaşar, deryayı bilmezler.'

Bundan başka bir de, düşünce ve tasavvurdaki ülfetin, insanın davranışlarına,ibadetlerine aksetmesi vardır ki,ferdin aşk, vecd ve heyecânının ölümü demektir. Bu duruma düşen fertte, ibadet aşkı, mesuliyet duygusu" mâsiyetten nefret, günahlarına ağlama gibi şeyler bütün bütün zâil olur gider. Bundan böyle onu, eski hâline ircâ da, oldukça zordur. Çok temiz soluklar, dupduru hatırlatmalar gerektir ki, o, yeniden kendini bulsun; etrafını görsün ve gönlüne inip çıkana nigehbân olsun.

İnsanoğlunda, yepyeni bir rûh mayalamak için, gelen her yeni nefes, ona bu mânâyı fısıldamışdır. Evet, insanlık için eskime ve kadavralaşma mukadderdir; ama, kendini yenilemek de imkânsız değildir. Elverir ki katılaşmasına karşı ruhuna neşter çalan ele saygılı olunsun. "Hâlâ insanlar için vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah'ın (C.C) zikrine ve inen hakikata saygrlı olup da, bundan önce kendilerine kitab verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir zaman geçmesiyle kalbleri katılaşmış ve çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar. "(Hadîd, 16)

Hülâsa olarak diyebiliriz ki, ülfet, insanoğluna musallat büyük bir musîbettir. Ve çokları da, bu musibete giriftâr olmaktadır. Bu duruma düşen kimse, etrafında olup biten şeylere karşı gâfil; kâinat kitabındaki güzelliklere karşı kör ve hâdiselerin hak söyleyen dillerine karşı sağırdır. Bu îtibarla da, inancında sığ ve yetersiz, ibadetinde aşksız ve vecdsiz, beşerî muamelelerinde de muhasebesiz ve haksızdır. Onun bu durumdan kurtarılması, kuvvetli bir inâyet elinin uzanmasına; kulağını işitir, gözünü görür kılmasına vâbestedir.

Bunun için de ülfete düşenlere, âfâkî ve enfüsî sağlam bir tefekkür; ölüm ve âhirete ait levhaların düşündürülmesi; çeşitli hizmet müesseselerinin gezdirilip gösterilmesi; dînî ve içtimâî bir kısım vazîfelere zorlanması... ayrıca böylelerine mâzînin altın sayfaları sık sık mütâlâa ettirilerek şanlı geçmişlerimizin nazara verilmesi; düşünce ufku aydın, vecd ve heyecan insanlarıyla karşılaştırılmaları gibi sebeblerle kendilerini yenilemelerine zemin hazırlanmalıdır.

Kısaca arzedilen bu altı husus gibi, yapılacak ve söylenecek başka hususlar da olabilir; ancak biz, bir fikir verebildiğimiz kanaatıyla bu kadarını kâfî görüyoruz.

Kalbler'ın anahtarı elinde olanın, ülfetimizi gidermesi dileğiyle. .
 

muhammet

New member
Katılım
22 Şub 2007
Mesajlar
830
Tepkime puanı
14
Puanları
0
Yaş
49
Ülfet nedir ve menfi tesirleri nelerden ibarettir?

Ülfet; alışıklık, dostluk, muhabbet karşılığı bir kelimedir. Burada kastedilen manâ ise, az çok bunlarla alâkası bulunmakla beraber, daha geniş ve daha şümûllüdür.

İnsanın eşyâ ve hâdiselerle münâsebeti, böyle bir münasebetten hâsıl olan manâlar ve bu manâların vicdan derûnunda bırakacağı akisler, esintiler ve daha sonra insanın davranışlarında beliren farklılıklar.. bir düzine vakalardır ki, birbirini netice veren bütün bu şeinlerle, ruh canlı, dinamik ve duyarlı kalır.

Evet, varlığın güzellik ve câzibesine karşı insanın duyacağı hayranlık, kezâ bir saat gibi işleyen umumi nizama karşı onun içinde uyanan merak ve tecessüs, keşfettiği her yeni şeyle vâsıl olduğu irfan ve daha derinlere inme arzusu; nihayet bu bilgi parçacıklarını biraraya getirerek derlitoplu düşünmeye ulaşması, onu her hâdise karşısında duyarlılığa, zihnî cevvâliyete, rûhî faâliyete ve daima uyanık bulunmaya sevk eder.

Aksine, etrafındaki binbir güzellik cümbüşünü duyup görmemesi ve birbiriyle uyum içinde olan kombinezonlar karşısında hissiz ve alâkasız kalması; gördüğü şeylerin sebep ve hikmetlerine inememesi; gördüğü şeyleri görüp geçmesi; ruhunda bir türlü irfana erememesi, onun duygusuzluğunun, rûhî ölgünlüğünün ve gözleri kapalı yaşamasının ifâdesidir ki; böylelerine, ne kâinatın esrarlı kitabı, ne de her gün gözleri önünde enfüsün yaprak yaprak açılması hiçbir şey anlatamayacaktır. "Üzerine uğrayıp geçtikleri nice mucize (ve hârikalar) vardır ki, ondan yüz çevirip durmuşlardır. "(k) Yararlanamamışlardır olup bitenlerden; ibret alamamışlardır doğup batanlardan!..

Etrafında olup bitenleri sezen bir insanın, varlığa karşı duyduğu hayranlık ve tecessüs, onun için, önü sonu olmayan nâmütenahî denizlere açılma gibidir. Bu seyahatin her merhalesinde kendisine esrarlı sarayların altın anahtarları verilir. Dupduru gönlüyle, kanatlanan duygularıyla, terkibci zihniyle, ilham esintilerine hazır ruhuyla teveccüh edip yürüdükçe ve emip hazmettiği şeyleri vicdanına duyurdukça "her taraf bağ-ı irem" olan düşünce dünyasında cennet bağları serpilip gelişmeye başlar.

Bu rûh ve bu anlayışa eremeyenler ise, etraflarını çepeçevre saran alışkanlıklar çeperinden bir türlü dışarıya çıkamadıkları için, eşya ve hâdiselerin monotonluğundan şikâyet eder dururlar. Bunların nazarında her şeyi kaos, her şeyi karanlık ve mânâsızdır. "Her mûcizeyi de görseler yine ona inanmazlar". Dimağlarında zincir, ruhlarında bukağı ve "kalblerine mühür vurulmuştur, anlamazlar" Böylelerinden hiçbir hayır ve semere beklenemez, bunlardan bir şeyler ümid etmek beyhûdedir.

Bir de bilip duyduktan, görüp anladıktan veya öyle olduğunu zannettikten sonra, alışkanlığa dönüp gömülme vardır ki; her hâlde suâlle öğrenilmek istenen de budur. Yânî, bir parça görüp bildikten, az buçuk inanıp irfana erdikten sonra, değişen dünyâlar, yenileşen güzellikler; derinleşmeyi, buûtlaşmayı gerektirdiği hâlde alâka ve duyarlılığını yitirip hiçbir şeyden ders almama vardır ki, maâzallâh, bu hâl insan için bir sukut ve duygularının ölümü demektir.

Böyle bir duruma dûçar olan, eğer tez elden gözünün çapaklarını silip, eşyadaki hikmet inceliklerini anlamaya koşmaz ve koşturulmazsa; kulağını açıp mele-i a'lâ'dan gelen ilâhî mesajları dinleyip anlamaya koyulmazsa, içten içe yanıp karbonlaşması ve devrilip gitmesi mukadderdir.

Bunun içindir ki, kâinatın Nâzımı Yüce Yaratıcı, dâima değişik ses ve soluklarla ders ve îkazlarda bulunup, hep yeni yeni, açık dilli ve açık mûcizeli sâfî mürşitler göndererek, ezelî nutkunu tekrar ettirip gönüllere fer, bakışlara da aydınlık getirmiştir. Ve, yine onun içindir ki, insanların alışkanlık peydâ ettikleri şeylere karşı, daima onların vicdanlarını uyarmış ve aklın eline verdiği tabloların tekrar tekrar gözden geçirilmesini istemiştir.

Evet, O kitabında, insanoğlunun yaratılıp yeryüzüne yayılması; bir hayat arkadaşıyla huzur ve itmi'nana kavuşması; göklerin ve yerin hilkatindeki azamet ve ihtişâmı; dillerin; lehçelerin ihtilâfı gibi düşünmeyi gerektiren hususları, gece ve gündüz deverânının getirdiklerini, şimşek ve yağmurla gelen rahmet gibi şeyleri, değişik ifâdelerle o kadar çok zikretmiştir ki, düşünen, bilen, duyan ve aklını kullananlar için, hiçbir alışkanlık ve ülfete mahâl bırakmamıştır. "O'nun âyetlerinden (kudretinin mucizelerinden) biri de, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz yeryüzüne yayılan insanlar oluverdiniz. O'nun âyetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşıp itmi'nana ermeniz için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum, için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de geceleyin uyumanız ve gündüzleri O'nun lütfundan rızık ve nasibinizi aramanızdır. Şüphesiz bunda işiten bir toplum için ibretler vardır. O'nun âyetlerinden biri de, size korku ve ümit dolu şimşeği göstermesi, gökten su indirip öldükten sonra onunla yeri diriltmesidir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için ibretler vardır. "(Rürı,, 20-24) Semavî beyan, daha yüzlerce îkaz ve irşadlarıyla, yanından geçip yüzünü göremediğimiz, binlerce hârika ve mucizeye dikkatimizi çekerek, ülfeti dağıtmaktadır. Ama yine de her biri bir bülbül gibi şakıyan hâdiseleri görüp hissedemezler. "O mâhiler ki, deryada yaşar, deryayı bilmezler.'

Bundan başka bir de, düşünce ve tasavvurdaki ülfetin, insanın davranışlarına,ibadetlerine aksetmesi vardır ki,ferdin aşk, vecd ve heyecânının ölümü demektir. Bu duruma düşen fertte, ibadet aşkı, mesuliyet duygusu" mâsiyetten nefret, günahlarına ağlama gibi şeyler bütün bütün zâil olur gider. Bundan böyle onu, eski hâline ircâ da, oldukça zordur. Çok temiz soluklar, dupduru hatırlatmalar gerektir ki, o, yeniden kendini bulsun; etrafını görsün ve gönlüne inip çıkana nigehbân olsun.

İnsanoğlunda, yepyeni bir rûh mayalamak için, gelen her yeni nefes, ona bu mânâyı fısıldamıştır. Evet, insanlık için eskime ve kadavralaşma mukadderdir; ama, kendini yenilemek de imkânsız değildir. Elverir ki katılaşmasına karşı ruhuna neşter çalan ele saygılı olunsun. "Hâlâ insanlar için vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah'ın (cc) zikrine ve inen hakikata saygılı olup da, bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir zaman geçmesiyle kalbleri katılaşmış ve çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar. "(Hadîd, 16)

Hülâsa olarak diyebiliriz ki, ülfet, insanoğluna musallat büyük bir musîbettir. Ve çokları da, bu musibete giriftâr olmaktadır. Bu duruma düşen kimse, etrafında olup biten şeylere karşı gâfil; kâinat kitabındaki güzelliklere karşı kör ve hâdiselerin hak söyleyen dillerine karşı sağırdır. Bu îtibarla da, inancında sığ ve yetersiz, ibadetinde aşksız ve vecd siz, beşerî muamelelerinde de muhasebesiz ve haksızdır. Onun bu durumdan kurtarılması, kuvvetli bir inâyet elinin uzanmasına; kulağını işitir, gözünü görür kılmasına vâbestedir.

Bunun için de ülfete düşenlere, âfâkî ve enfüsî sağlam bir tefekkür; ölüm ve âhirete ait levhaların düşündürülmesi; çeşitli hizmet müesseselerinin gezdirilip gösterilmesi; dînî ve içtimâî bir kısım vazîfelere zorlanması... ayrıca böylelerine mâzînin altın sayfaları sık sık mütâlâa ettirilerek şanlı geçmişlerimizin nazara verilmesi; düşünce ufku aydın, vecd ve heyecan insanlarıyla karşılaştırılmaları gibi sebeplerle kendilerini yenilemelerine zemin hazırlanmalıdır.

Kısaca arz edilen bu altı husus gibi, yapılacak ve söylenecek başka hususlar da olabilir; ancak biz, bir fikir verebildiğimiz kanaatıyla bu kadarını kâfî görüyoruz.

Kalblerin anahtarı elinde olanın, ülfetimizi gidermesi dileğiyle. .

M. Fethullah GÜLEN
 
Üst Alt