TASAVVUFUN SAHTE TANRILARI
TASAVVUF EHLİNİN UYDURDUĞU TANRI LİSTESİ.
Geçmişle bugün arasında fark yok- sadece isimler değişiyor:
Arap müşrikleri Yaratıcı(ilah) olarak bir tek Allah’a inanıyorlardı. Ancak tıpkı bugünde aynısının yapıldığı gibi Allah’a daha çok yaklaşmak niyetiyle o Lat, Menat adlı evliyalara sığınıyorlar. İslam Tarihçileri Lat, Menat, Uzza gibi putların, zamanında yaşamış salih insanlar adına dikilmiş birer put olduğunu yazarlar. Günümüzde değişen bir tek şey var. Lat, Menat yerine Gavsı Azam, Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddin, Kutb-i İrşad, Mürşid-i Kamil vb. isimlerinin gelmesi.
„Allah ile kendi arasında bir vasıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, yâ zanneder ki Allah, kulunun istediğini bilmiyor.. Yahut kendi uzaklarda olduğundan işitmiyor da böyle bir vasıtaya muhtaç oluyor... Bir hükümdarın, kabul etme istemedigi dileği vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettigi gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde mecbur oldukları gibi. Böyle fâsid ve batıl zanlara kapılan adam bilmiyor ki, padisah bu vasıta ve müsavirlere muhtaçtır..”
3.2. İslami Deliller:
Ayetlerden:
· Allah’tan başka yakardıkları(çağırdıkları, yalvardıkları) hiç bir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerinin şuuruna da varamazlar. (Nahl; 20-22)
· De ki: Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?’ Bak, biz nasıl ayetleri ‘çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am; 46)
· O, Allah’tır, kendisinden başka ilah yoktur. Ilkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. De ki: ‘ Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?’ De ki: Gördünüz mü söyleyin, Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas; 70-72)
· De ki: ‘ Allah’ın dışında öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile(hiç bir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O’nun bunlardan hiç bir destekçi olanı da yoktur.(Sebe’; 22)
Ayrıca bkz.: Zümer 36-38 ; Zümer 43,44; Yunus 18; Zümer 3; Bakara 186; A’raf 128; Ahzab 3; Talak 3; Taha 46; Kaf 16; Yasin 74; Meryem 81; Ahkaf 4-5; Şuara 213; Fatiha 5; Nahl; 20-22; En’am 46; Kasas 70-72; Sebe’ 22
Peygamber ve Sahabeden:
Örneğin Allah‘ın Rasulü hem Rasûl, hem de O’nun bir velisi idi. Ve kızına diyordu ki: «Kızım Fatıma! Sakın babam Peygamber diye güvenme!.». Bu ikazını sık sık tekrarladığını hadis kitapları tekrar tekrar naklediyorlar.
İnancımıza göre Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali de velî idiler. Fakat zamanlarında kimseler bu velîlerle Rabıta kurarak, bunların simalarını gözlerinin önüne getirerek Allah’a yakınlık kurmaya çalışmamış ve kimse bunların herhangi birinden şefaat (yardım) talebinde bulunmamıştır, her Müslüman, her mü’min yalnızca Allah’tan şefaat (yardım) isteğinde bulunmuştur. Zira Rasûlullah (s.)’da onlara bunu öğütlüyordu.
3.3 Tasavvufun delilleri:
Tasavvufun ileri sürdüğü deliller delil sayılamayacak kadar zayıftır. Gerçek olsa idi, yani bu veliler gaybı bilseler, bereket yağdırsalar, istemekler öldürebilseler ve benzeri kerametleri gerçek olsa idi;
Uhud’da Hz. Hamza’yı öldürmek isteyen ve kendisinden 15 adım geride bulunan Hind’in vahşisinden haberi yoktu.
Hz. Ömer, iki adım gerisinde safta namaza duran ve hançerlemek isteyen Ebu Lülü künyeli zerdüştinin kalbinden geçenden habersizdi.
Hz. Ali kendisini öldürmek için aylardır plan kuran ve namazda yanına kadar sokulan caniyi bilemedi. Eğer veli olmak tasavvufun söylediği gibi olağanüstülük manasında olsaydı tüm bunları farkedemezler miydi? Yoksa bu sahabeler tasavvufun velilerinden daha mı küçükler?
3.4. Kur’an’a göre Peygamberin aracılığı/elçiliği
Kur’an, Yaratıcı ile yaratılan arasında aracı/elçi olan seçkin kişilerin nebi(çoğulu, enbiya) resul(çoğulu rüsül) diye anmaktadır. Bunların ilki haberci, ikincisi de mesaj getiren elçi anlamındadır. Müslümanlar Hz. Muhammed’i bu anlayışa bağlı olarak Resulullah (Allah’ın Elçisi) Nebiyullah (Allah’ın habercisi) ve yine Kur’an’ın bir ifadesine dayanarak Hatemülenbiya (Nebilerin sonuncusu) diye anarlar.
Bu aracılık meselesinde Kur’an’ın sergilediği tavır, kendine has bir tavırdır. Kur’an’a göre, Peygamberin aracılığı, insanların Allah’a gidiş konusunda kaderlerine hükmetmek değildir. Kur’an’ın tabiriyle, bu aracılık sadece bir tebliğ(mesajı açıklama) keyfiyetinden ibarettir. Peygamber bunun ötesinde ne bir yükümlülük, ne de bir hak taşımaktadır. Başka bir deyimle, Peygamber(Farsçadan dilimize geçmiş olan bu tabir de haber getiren anlamındadır.) yola ışık tutar; fakat yolu yürüyecek olan bizleriz. Peygamber, bizi sırtına alıp götüremeyeceği gibi, yürüdüğümüz yoldan geri dönmemize de sebep olamaz. Biraz daha açık söylersek, Kur’an, vaftiz ve aforoz kavram ve kurumlarını reddeder. Insanoğlunun kaderi başkalarının denetimine verilmemiştir.
Sonuç:
Allah’ın insanlara herkesten daha çok yakın olduğu ve her türlü duasına icabet ettiği halde, insanlardan bazılarının direk Allah’tan istemeyip, araya aracılar koyması şaşılacak bir şey. Düşünün, yakınınızda size yardım edecek güçlü biri var; siz ise ondan yardım istemeyip ta uzaklarda ve size hiç bir yardımı olamayacak birini arayıp bulmaya çalışıyorsunuz. Bu şu demektir; ya siz yanınızdaki varlığın gücüne inanmıyorsunuz veya aracıları O’nun kadar üstün görüyorsunuz!
Her iki halde de oldukça yanlıs yapıyorsunuz. Çünkü yüce Rabbimiz, ‘Ey Muhammed) kullarım sana beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben şüphesiz (onlara) yakınım. Benden isteyenin duasını kabul ederim’ diye buyurmuştur (Bakara; 186). Yine Kaf suresinin 16. ayetinde de ‘Ona şah damarından daha yakınız’ diye buyrularak, insanların herkesten önce Allah’ı kendilerine yakın bilerek O’na yönelmeleri; O’na dua ve niyazda bulunmaları ve sadece O’na taatte bulunmalarının gerektiği vurgulanmıştır. Bu hak, tamamen Allah’a aittir. Bu hakkı gasbedenler, Allah’ı gereği gibi tanımamış ve Allah’a şirk koşmuş olacaklardır
TASAVVUF EHLİNİN UYDURDUĞU TANRI LİSTESİ.
Geçmişle bugün arasında fark yok- sadece isimler değişiyor:
Arap müşrikleri Yaratıcı(ilah) olarak bir tek Allah’a inanıyorlardı. Ancak tıpkı bugünde aynısının yapıldığı gibi Allah’a daha çok yaklaşmak niyetiyle o Lat, Menat adlı evliyalara sığınıyorlar. İslam Tarihçileri Lat, Menat, Uzza gibi putların, zamanında yaşamış salih insanlar adına dikilmiş birer put olduğunu yazarlar. Günümüzde değişen bir tek şey var. Lat, Menat yerine Gavsı Azam, Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddin, Kutb-i İrşad, Mürşid-i Kamil vb. isimlerinin gelmesi.
„Allah ile kendi arasında bir vasıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, yâ zanneder ki Allah, kulunun istediğini bilmiyor.. Yahut kendi uzaklarda olduğundan işitmiyor da böyle bir vasıtaya muhtaç oluyor... Bir hükümdarın, kabul etme istemedigi dileği vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettigi gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde mecbur oldukları gibi. Böyle fâsid ve batıl zanlara kapılan adam bilmiyor ki, padisah bu vasıta ve müsavirlere muhtaçtır..”
3.2. İslami Deliller:
Ayetlerden:
· Allah’tan başka yakardıkları(çağırdıkları, yalvardıkları) hiç bir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerinin şuuruna da varamazlar. (Nahl; 20-22)
· De ki: Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?’ Bak, biz nasıl ayetleri ‘çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am; 46)
· O, Allah’tır, kendisinden başka ilah yoktur. Ilkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. De ki: ‘ Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?’ De ki: Gördünüz mü söyleyin, Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas; 70-72)
· De ki: ‘ Allah’ın dışında öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile(hiç bir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O’nun bunlardan hiç bir destekçi olanı da yoktur.(Sebe’; 22)
Ayrıca bkz.: Zümer 36-38 ; Zümer 43,44; Yunus 18; Zümer 3; Bakara 186; A’raf 128; Ahzab 3; Talak 3; Taha 46; Kaf 16; Yasin 74; Meryem 81; Ahkaf 4-5; Şuara 213; Fatiha 5; Nahl; 20-22; En’am 46; Kasas 70-72; Sebe’ 22
Peygamber ve Sahabeden:
Örneğin Allah‘ın Rasulü hem Rasûl, hem de O’nun bir velisi idi. Ve kızına diyordu ki: «Kızım Fatıma! Sakın babam Peygamber diye güvenme!.». Bu ikazını sık sık tekrarladığını hadis kitapları tekrar tekrar naklediyorlar.
İnancımıza göre Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali de velî idiler. Fakat zamanlarında kimseler bu velîlerle Rabıta kurarak, bunların simalarını gözlerinin önüne getirerek Allah’a yakınlık kurmaya çalışmamış ve kimse bunların herhangi birinden şefaat (yardım) talebinde bulunmamıştır, her Müslüman, her mü’min yalnızca Allah’tan şefaat (yardım) isteğinde bulunmuştur. Zira Rasûlullah (s.)’da onlara bunu öğütlüyordu.
3.3 Tasavvufun delilleri:
Tasavvufun ileri sürdüğü deliller delil sayılamayacak kadar zayıftır. Gerçek olsa idi, yani bu veliler gaybı bilseler, bereket yağdırsalar, istemekler öldürebilseler ve benzeri kerametleri gerçek olsa idi;
Uhud’da Hz. Hamza’yı öldürmek isteyen ve kendisinden 15 adım geride bulunan Hind’in vahşisinden haberi yoktu.
Hz. Ömer, iki adım gerisinde safta namaza duran ve hançerlemek isteyen Ebu Lülü künyeli zerdüştinin kalbinden geçenden habersizdi.
Hz. Ali kendisini öldürmek için aylardır plan kuran ve namazda yanına kadar sokulan caniyi bilemedi. Eğer veli olmak tasavvufun söylediği gibi olağanüstülük manasında olsaydı tüm bunları farkedemezler miydi? Yoksa bu sahabeler tasavvufun velilerinden daha mı küçükler?
3.4. Kur’an’a göre Peygamberin aracılığı/elçiliği
Kur’an, Yaratıcı ile yaratılan arasında aracı/elçi olan seçkin kişilerin nebi(çoğulu, enbiya) resul(çoğulu rüsül) diye anmaktadır. Bunların ilki haberci, ikincisi de mesaj getiren elçi anlamındadır. Müslümanlar Hz. Muhammed’i bu anlayışa bağlı olarak Resulullah (Allah’ın Elçisi) Nebiyullah (Allah’ın habercisi) ve yine Kur’an’ın bir ifadesine dayanarak Hatemülenbiya (Nebilerin sonuncusu) diye anarlar.
Bu aracılık meselesinde Kur’an’ın sergilediği tavır, kendine has bir tavırdır. Kur’an’a göre, Peygamberin aracılığı, insanların Allah’a gidiş konusunda kaderlerine hükmetmek değildir. Kur’an’ın tabiriyle, bu aracılık sadece bir tebliğ(mesajı açıklama) keyfiyetinden ibarettir. Peygamber bunun ötesinde ne bir yükümlülük, ne de bir hak taşımaktadır. Başka bir deyimle, Peygamber(Farsçadan dilimize geçmiş olan bu tabir de haber getiren anlamındadır.) yola ışık tutar; fakat yolu yürüyecek olan bizleriz. Peygamber, bizi sırtına alıp götüremeyeceği gibi, yürüdüğümüz yoldan geri dönmemize de sebep olamaz. Biraz daha açık söylersek, Kur’an, vaftiz ve aforoz kavram ve kurumlarını reddeder. Insanoğlunun kaderi başkalarının denetimine verilmemiştir.
Sonuç:
Allah’ın insanlara herkesten daha çok yakın olduğu ve her türlü duasına icabet ettiği halde, insanlardan bazılarının direk Allah’tan istemeyip, araya aracılar koyması şaşılacak bir şey. Düşünün, yakınınızda size yardım edecek güçlü biri var; siz ise ondan yardım istemeyip ta uzaklarda ve size hiç bir yardımı olamayacak birini arayıp bulmaya çalışıyorsunuz. Bu şu demektir; ya siz yanınızdaki varlığın gücüne inanmıyorsunuz veya aracıları O’nun kadar üstün görüyorsunuz!
Her iki halde de oldukça yanlıs yapıyorsunuz. Çünkü yüce Rabbimiz, ‘Ey Muhammed) kullarım sana beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben şüphesiz (onlara) yakınım. Benden isteyenin duasını kabul ederim’ diye buyurmuştur (Bakara; 186). Yine Kaf suresinin 16. ayetinde de ‘Ona şah damarından daha yakınız’ diye buyrularak, insanların herkesten önce Allah’ı kendilerine yakın bilerek O’na yönelmeleri; O’na dua ve niyazda bulunmaları ve sadece O’na taatte bulunmalarının gerektiği vurgulanmıştır. Bu hak, tamamen Allah’a aittir. Bu hakkı gasbedenler, Allah’ı gereği gibi tanımamış ve Allah’a şirk koşmuş olacaklardır