Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tasavvufun Sahte Tanrilari

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
TASAVVUFUN SAHTE TANRILARI
TASAVVUF EHLİNİN UYDURDUĞU TANRI LİSTESİ.
Geçmişle bugün arasında fark yok- sadece isimler değişiyor:

Arap müşrikleri Yaratıcı(ilah) olarak bir tek Allah’a inanıyorlardı. Ancak tıpkı bugünde aynısının yapıldığı gibi Allah’a daha çok yaklaşmak niyetiyle o Lat, Menat adlı evliyalara sığınıyorlar. İslam Tarihçileri Lat, Menat, Uzza gibi putların, zamanında yaşamış salih insanlar adına dikilmiş birer put olduğunu yazarlar. Günümüzde değişen bir tek şey var. Lat, Menat yerine Gavsı Azam, Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddin, Kutb-i İrşad, Mürşid-i Kamil vb. isimlerinin gelmesi.

„Allah ile kendi arasında bir vasıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, yâ zanneder ki Allah, kulunun istediğini bilmiyor.. Yahut kendi uzaklarda olduğundan işitmiyor da böyle bir vasıtaya muhtaç oluyor... Bir hükümdarın, kabul etme istemedigi dileği vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettigi gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde mecbur oldukları gibi. Böyle fâsid ve batıl zanlara kapılan adam bilmiyor ki, padisah bu vasıta ve müsavirlere muhtaçtır..”


3.2. İslami Deliller:



Ayetlerden:



· Allah’tan başka yakardıkları(çağırdıkları, yalvardıkları) hiç bir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerinin şuuruna da varamazlar. (Nahl; 20-22)



· De ki: Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?’ Bak, biz nasıl ayetleri ‘çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am; 46)



· O, Allah’tır, kendisinden başka ilah yoktur. Ilkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. De ki: ‘ Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?’ De ki: Gördünüz mü söyleyin, Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas; 70-72)



· De ki: ‘ Allah’ın dışında öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile(hiç bir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O’nun bunlardan hiç bir destekçi olanı da yoktur.(Sebe’; 22)



Ayrıca bkz.: Zümer 36-38 ; Zümer 43,44; Yunus 18; Zümer 3; Bakara 186; A’raf 128; Ahzab 3; Talak 3; Taha 46; Kaf 16; Yasin 74; Meryem 81; Ahkaf 4-5; Şuara 213; Fatiha 5; Nahl; 20-22; En’am 46; Kasas 70-72; Sebe’ 22



Peygamber ve Sahabeden:



Örneğin Allah‘ın Rasulü hem Rasûl, hem de O’nun bir velisi idi. Ve kızına diyordu ki: «Kızım Fatıma! Sakın babam Peygamber diye güvenme!.». Bu ikazını sık sık tekrarladığını hadis kitapları tekrar tekrar naklediyorlar.

İnancımıza göre Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali de velî idiler. Fakat zamanlarında kimseler bu velîlerle Rabıta kurarak, bunların simalarını gözlerinin önüne getirerek Allah’a yakınlık kurmaya çalışmamış ve kimse bunların herhangi birinden şefaat (yardım) talebinde bulunmamıştır, her Müslüman, her mü’min yalnızca Allah’tan şefaat (yardım) isteğinde bulunmuştur. Zira Rasûlullah (s.)’da onlara bunu öğütlüyordu.



3.3 Tasavvufun delilleri:



Tasavvufun ileri sürdüğü deliller delil sayılamayacak kadar zayıftır. Gerçek olsa idi, yani bu veliler gaybı bilseler, bereket yağdırsalar, istemekler öldürebilseler ve benzeri kerametleri gerçek olsa idi;

Uhud’da Hz. Hamza’yı öldürmek isteyen ve kendisinden 15 adım geride bulunan Hind’in vahşisinden haberi yoktu.

Hz. Ömer, iki adım gerisinde safta namaza duran ve hançerlemek isteyen Ebu Lülü künyeli zerdüştinin kalbinden geçenden habersizdi.

Hz. Ali kendisini öldürmek için aylardır plan kuran ve namazda yanına kadar sokulan caniyi bilemedi. Eğer veli olmak tasavvufun söylediği gibi olağanüstülük manasında olsaydı tüm bunları farkedemezler miydi? Yoksa bu sahabeler tasavvufun velilerinden daha mı küçükler?



3.4. Kur’an’a göre Peygamberin aracılığı/elçiliği


Kur’an, Yaratıcı ile yaratılan arasında aracı/elçi olan seçkin kişilerin nebi(çoğulu, enbiya) resul(çoğulu rüsül) diye anmaktadır. Bunların ilki haberci, ikincisi de mesaj getiren elçi anlamındadır. Müslümanlar Hz. Muhammed’i bu anlayışa bağlı olarak Resulullah (Allah’ın Elçisi) Nebiyullah (Allah’ın habercisi) ve yine Kur’an’ın bir ifadesine dayanarak Hatemülenbiya (Nebilerin sonuncusu) diye anarlar.

Bu aracılık meselesinde Kur’an’ın sergilediği tavır, kendine has bir tavırdır. Kur’an’a göre, Peygamberin aracılığı, insanların Allah’a gidiş konusunda kaderlerine hükmetmek değildir. Kur’an’ın tabiriyle, bu aracılık sadece bir tebliğ(mesajı açıklama) keyfiyetinden ibarettir. Peygamber bunun ötesinde ne bir yükümlülük, ne de bir hak taşımaktadır. Başka bir deyimle, Peygamber(Farsçadan dilimize geçmiş olan bu tabir de haber getiren anlamındadır.) yola ışık tutar; fakat yolu yürüyecek olan bizleriz. Peygamber, bizi sırtına alıp götüremeyeceği gibi, yürüdüğümüz yoldan geri dönmemize de sebep olamaz. Biraz daha açık söylersek, Kur’an, vaftiz ve aforoz kavram ve kurumlarını reddeder. Insanoğlunun kaderi başkalarının denetimine verilmemiştir.



Sonuç:



Allah’ın insanlara herkesten daha çok yakın olduğu ve her türlü duasına icabet ettiği halde, insanlardan bazılarının direk Allah’tan istemeyip, araya aracılar koyması şaşılacak bir şey. Düşünün, yakınınızda size yardım edecek güçlü biri var; siz ise ondan yardım istemeyip ta uzaklarda ve size hiç bir yardımı olamayacak birini arayıp bulmaya çalışıyorsunuz. Bu şu demektir; ya siz yanınızdaki varlığın gücüne inanmıyorsunuz veya aracıları O’nun kadar üstün görüyorsunuz!



Her iki halde de oldukça yanlıs yapıyorsunuz. Çünkü yüce Rabbimiz, ‘Ey Muhammed) kullarım sana beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben şüphesiz (onlara) yakınım. Benden isteyenin duasını kabul ederim’ diye buyurmuştur (Bakara; 186). Yine Kaf suresinin 16. ayetinde de ‘Ona şah damarından daha yakınız’ diye buyrularak, insanların herkesten önce Allah’ı kendilerine yakın bilerek O’na yönelmeleri; O’na dua ve niyazda bulunmaları ve sadece O’na taatte bulunmalarının gerektiği vurgulanmıştır. Bu hak, tamamen Allah’a aittir. Bu hakkı gasbedenler, Allah’ı gereği gibi tanımamış ve Allah’a şirk koşmuş olacaklardır
 

seyfullah putkýran

New member
Katılım
30 Eyl 2005
Mesajlar
5,807
Tepkime puanı
205
Puanları
0
Yaş
40
Konum
Ruhlar Aleminden
Web sitesi
www.tevhidyolu.net
MUVAHHID' Alıntı:
TASAVVUFUN SAHTE TANRILARI
TASAVVUF EHLİNİN UYDURDUĞU TANRI LİSTESİ.
Geçmişle bugün arasında fark yok- sadece isimler değişiyor:

Arap müşrikleri Yaratıcı(ilah) olarak bir tek Allah’a inanıyorlardı. Ancak tıpkı bugünde aynısının yapıldığı gibi Allah’a daha çok yaklaşmak niyetiyle o Lat, Menat adlı evliyalara sığınıyorlar. İslam Tarihçileri Lat, Menat, Uzza gibi putların, zamanında yaşamış salih insanlar adına dikilmiş birer put olduğunu yazarlar. Günümüzde değişen bir tek şey var. Lat, Menat yerine Gavsı Azam, Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddin, Kutb-i İrşad, Mürşid-i Kamil vb. isimlerinin gelmesi.

„Allah ile kendi arasında bir vasıta ve şefaatçiyi kabule kendisini mecbur bilen adam, yâ zanneder ki Allah, kulunun istediğini bilmiyor.. Yahut kendi uzaklarda olduğundan işitmiyor da böyle bir vasıtaya muhtaç oluyor... Bir hükümdarın, kabul etme istemedigi dileği vezir ve memurlarının tesiriyle kabul ettigi gibi. Dünya büyüklerinin idarelerinde mecbur oldukları gibi. Böyle fâsid ve batıl zanlara kapılan adam bilmiyor ki, padisah bu vasıta ve müsavirlere muhtaçtır..”



bir kere ayette onların düştüğü yanlışı Rabbim diyor , onlar yaratıca yaklaşmak için butlara ibadet ediyolardı ,tsavvufat evliyaya ibadet yoktur ibadet yanlız Alllah C.C a yapılır , evliyalar öğretmen hükmündedir, , ya bunu herdefasında yazıyorum . lütfen başlık açmadna evvel açılmış başlıkları bir okusanız ...daha evvel bu yazdıklarınızın cevabını veridik inşallah, onlar bitti sıra bun yaılarda..Hayırlara inşallah...



3.2. İslami Deliller:

Ayetlerden:

Allah’tan başka yakardıkları(çağırdıkları, yalvardıkları) hiç bir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Onlar ölüdürler, diri değildirler. Ne zaman dirileceklerinin şuuruna da varamazlar. (Nahl; 20-22)



· De ki: Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilah kimdir?’ Bak, biz nasıl ayetleri ‘çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da’ sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? (En’am; 46)



· O, Allah’tır, kendisinden başka ilah yoktur. Ilkte de, sonda da hamd O’nundur. Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. De ki: ‘ Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?’ De ki: Gördünüz mü söyleyin, Allah, kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah’ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas; 70-72)



· De ki: ‘ Allah’ın dışında öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile(hiç bir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiç bir ortaklığı olmadığı gibi, O’nun bunlardan hiç bir destekçi olanı da yoktur.(Sebe’; 22)



Ayrıca bkz.: Zümer 36-38 ; Zümer 43,44; Yunus 18; Zümer 3; Bakara 186; A’raf 128; Ahzab 3; Talak 3; Taha 46; Kaf 16; Yasin 74; Meryem 81; Ahkaf 4-5; Şuara 213; Fatiha 5; Nahl; 20-22; En’am 46; Kasas 70-72; Sebe’ 22
]


şimdi bu ayetleriin bu mevzuyla alaksı yoktur , sizler yorumunuzla , ayetlerle yö verebiliceğini düşünüyosunuz, lakin ne bu ilmi almışsınzıdır, işin ehline bırakın, nefsi hareket etmeyin bu neisin nedebizim işimizdir bu işin ehli olanların bu ilmi alanların işidir , peygamber varislerinin işidir bu onun için sizin yorumlarınıza itimad edecek değilim...


Peygamber ve Sahabeden:



Örneğin Allah‘ın Rasulü hem Rasûl, hem de O’nun bir velisi idi. Ve kızına diyordu ki: «Kızım Fatıma! Sakın babam Peygamber diye güvenme!.». Bu ikazını sık sık tekrarladığını hadis kitapları tekrar tekrar naklediyorlar.

İnancımıza göre Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali de velî idiler. Fakat zamanlarında kimseler bu velîlerle Rabıta kurarak, bunların simalarını gözlerinin önüne getirerek Allah’a yakınlık kurmaya çalışmamış ve kimse bunların herhangi birinden şefaat (yardım) talebinde bulunmamıştır, her Müslüman, her mü’min yalnızca Allah’tan şefaat (yardım) isteğinde bulunmuştur. Zira Rasûlullah (s.)’da onlara bunu öğütlüyordu.
şimdi siz gördüğüm kadarıyla şefaatin hikmetinide bilmiyosunuz;

http://www.islamforum.net/showthread.php?t=1331&page=2


3.3 Tasavvufun delilleri:

Tasavvufun ileri sürdüğü deliller delil sayılamayacak kadar zayıftır. Gerçek olsa idi, yani bu veliler gaybı bilseler, bereket yağdırsalar, istemekler öldürebilseler ve benzeri kerametleri gerçek olsa idi;

Uhud’da Hz. Hamza’yı öldürmek isteyen ve kendisinden 15 adım geride bulunan Hind’in vahşisinden haberi yoktu.

Hz. Ömer, iki adım gerisinde safta namaza duran ve hançerlemek isteyen Ebu Lülü künyeli zerdüştinin kalbinden geçenden habersizdi.

Hz. Ali kendisini öldürmek için aylardır plan kuran ve namazda yanına kadar sokulan caniyi bilemedi. Eğer veli olmak tasavvufun söylediği gibi olağanüstülük manasında olsaydı tüm bunları farkedemezler miydi? Yoksa bu sahabeler tasavvufun velilerinden daha mı küçükler?

ya güldüğüm mevzu şu hikmete vakıf olamamış olabilrisn de elde edemedini nasıl eleştirisin anlamadım...ya ilk önce bir denileni yap sonra bak bakalım ,

Bİrgün Hz. yakup'a diyorlarki;
sen peygambersin, okadar şeyden haber veride bizlere, Hz. yusufun ölmediğini bilemedinmi?
Hz. Yakup ta onlara derki Rabbim dilediğini gösterir dilediğini göstermez bazen arşı alayı gösteirir bazen burnunun ucunu göstermez ;) şimdi Rabbimin hikmetinden sual olunmaz dilediğini dilediğini bildirir, sen bunlar vakıf olamdın ve vakıf olan birini yaşamadın belliki, bizler bunları bilriz. sana tavsiyem,
ilk önce bu eiyitmi alsonra piş, sorna makamı kazna ozamn deki biz bunları görmedik , ama masanın altınsda durup sütünde olanlar hakkında bilgi verme ilk önce masanın üstüne çık görülmeyan vakıf ol sonra bilgiyi alırız senden :)


3.4. Kur’an’a göre Peygamberin aracılığı/elçiliği


Kur’an, Yaratıcı ile yaratılan arasında aracı/elçi olan seçkin kişilerin nebi(çoğulu, enbiya) resul(çoğulu rüsül) diye anmaktadır. Bunların ilki haberci, ikincisi de mesaj getiren elçi anlamındadır. Müslümanlar Hz. Muhammed’i bu anlayışa bağlı olarak Resulullah (Allah’ın Elçisi) Nebiyullah (Allah’ın habercisi) ve yine Kur’an’ın bir ifadesine dayanarak Hatemülenbiya (Nebilerin sonuncusu) diye anarlar.

Bu aracılık meselesinde Kur’an’ın sergilediği tavır, kendine has bir tavırdır. Kur’an’a göre, Peygamberin aracılığı, insanların Allah’a gidiş konusunda kaderlerine hükmetmek değildir. Kur’an’ın tabiriyle, bu aracılık sadece bir tebliğ(mesajı açıklama) keyfiyetinden ibarettir. Peygamber bunun ötesinde ne bir yükümlülük, ne de bir hak taşımaktadır. Başka bir deyimle, Peygamber(Farsçadan dilimize geçmiş olan bu tabir de haber getiren anlamındadır.) yola ışık tutar; fakat yolu yürüyecek olan bizleriz. Peygamber, bizi sırtına alıp götüremeyeceği gibi, yürüdüğümüz yoldan geri dönmemize de sebep olamaz. Biraz daha açık söylersek, Kur’an, vaftiz ve aforoz kavram ve kurumlarını reddeder. Insanoğlunun kaderi başkalarının denetimine verilmemiştir.



Sonuç:



Allah’ın insanlara herkesten daha çok yakın olduğu ve her türlü duasına icabet ettiği halde, insanlardan bazılarının direk Allah’tan istemeyip, araya aracılar koyması şaşılacak bir şey. Düşünün, yakınınızda size yardım edecek güçlü biri var; siz ise ondan yardım istemeyip ta uzaklarda ve size hiç bir yardımı olamayacak birini arayıp bulmaya çalışıyorsunuz. Bu şu demektir; ya siz yanınızdaki varlığın gücüne inanmıyorsunuz veya aracıları O’nun kadar üstün görüyorsunuz!



Her iki halde de oldukça yanlıs yapıyorsunuz. Çünkü yüce Rabbimiz, ‘Ey Muhammed) kullarım sana beni sorarlarsa (bilsinler ki) ben şüphesiz (onlara) yakınım. Benden isteyenin duasını kabul ederim’ diye buyurmuştur (Bakara; 186). Yine Kaf suresinin 16. ayetinde de ‘Ona şah damarından daha yakınız’ diye buyrularak, insanların herkesten önce Allah’ı kendilerine yakın bilerek O’na yönelmeleri; O’na dua ve niyazda bulunmaları ve sadece O’na taatte bulunmalarının gerektiği vurgulanmıştır. Bu hak, tamamen Allah’a aittir. Bu hakkı gasbedenler, Allah’ı gereği gibi tanımamış ve Allah’a şirk koşmuş olacaklardır

gelelim bunun hikmetine şimdi Kişi istediği şeyi yalız Allah C:C: tan diler , sadec sevdiği kişilerin hatrı ile ile ister bunda sakkınca yoktur , siz ersiniz silesile yoluyla değil direk generale çıkmaya çalışın bizlerse başka şekilde yapalım dileyen dilediği şekilde yapar bunu ama hangisi doğru bu yoruma çaık bir durum..
 

y oglu

New member
Katılım
18 Kas 2005
Mesajlar
94
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
MUVAHHID' Alıntı:
TASAVVUFUN SAHTE TANRILARI
TASAVVUF EHLİNİN UYDURDUĞU TANRI LİSTESİ.
Geçmişle bugün arasında fark yok- sadece isimler değişiyor:

Arap müşrikleri Yaratıcı(ilah) olarak bir tek Allah’a inanıyorlardı. Ancak tıpkı bugünde aynısının yapıldığı gibi Allah’a daha çok yaklaşmak niyetiyle o Lat, Menat adlı evliyalara sığınıyorlar. İslam Tarihçileri Lat, Menat, Uzza gibi putların, zamanında yaşamış salih insanlar adına dikilmiş birer put olduğunu yazarlar. Günümüzde değişen bir tek şey var. Lat, Menat yerine Gavsı Azam, Hacı Bektaş, Mevlana Celaleddin, Kutb-i İrşad, Mürşid-i Kamil vb. isimlerinin gelmesi.
xxxxxxxxxxxxxxxx
sayın bu yazıyı yazan arkadaş eğer peygamberimizin ölümünden sonra senin hz diye nitelendirdiğin insanların torunları temiz ervah olarak gelseydi sen kuranı kerimi tam bilirdin ne kerbela vakası olurdu nede peygamberimizin kızından zuhur eden 12 imam katledilirdi
şimdi kuranı kerimin ne yazdığını anldığınızı sanıyorsunuz siz daha kuran kerim dili olan türkceyi bile anlamıyorsunuz düşün 1420 yıl önce yazılmış bir dilin sadece telavuz farklılığından ne hale geldiğini
eğer anlıyabiliyorsan aşağıyı anla bakalım düşündüklerin yazdıkların doğrumu

birde bir kac yüz yıl önce gelmiş hak aşığı kul hüseyin diyorki kara taşı hamur etti yugurdu mucizsesi belli bektaş merhaba hacı bektaş yoksa karataş orada duruyoor bizler öyle dedikoduyla hikayeyle bir şeye inanmayız git evin bahcesinin içinde o kara taş hala duruyor düşün kim karataşı hamur gibi sıvazlıyabilir parmaklarını taşa hamur gibi soka bilir sen önce bunu düşün sonra kuranı kerimi ağzına al hakka ibadet et
HANCI PERVANE.11
Arşu rahman dürrü menenerefe
Sini sufatı şarda gizlidir
Ehetten ehmete gideyim dersen
Kanı menerefe çar anasır nunda gizlidir

Baharı oy yazı üççeti haktan
Şehiti babı babın ın ol ganide şahtan
Şahi vilayetten canda gizlidir


xxxxxxxxxxxxxxxxxx
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
BUNLARMI ŞİRK DEĞİL???
TASAVVUFTA KUTUPLUK

TASAVVUFTA KUTUPLUK

Mitolojik bir masal! Yüce Allah'ı rububiyyet ve uluhiyyetten soyutlama ve felsefede "Akl-ı evvel", Hristiyanlıkta "Kelime" ve tasavvufta "Kutup" olarak adlandırılan batıl bir kuruntuya giydirilen bir uydurma.

Bu masala göre kutup, ferdiyet makamına oturan en mükemmel insan, yahut yeryüzünde her zaman Allah'ın nazargahı olup bütün varlıkların işlerinin elinde meydana geldiği tek kişidir. Açık ve gizli yardımcılarıyla birlikte ruhun vücutta yayılması gibi bütün kainatta sirayet eder, ulvi ve sufli alem zerine hayat ruhuna saçar. Darda kalan kişilerin kendisine sığınması ve ondan imdat istemesinden dolayı Gavs olarak da adlandrılır.

Tavvufçulara göre kutup iki türlüdür. Biri duyularla algılanan (hissi)dir. Yukarıda sözünü ettiğimiz kutup budur. Diğeri de kadim yahut manevi kutuptur. Bu da Hakikat-i Muhammediyye'dir. El-Keşani şöyle diyor: "Kutup, ya madde alemindeki yaratıklara nisbetle kutuptur ki, ölünce ona yakın bedel yerine halife olur, ya da gayb ve şehadet (madde) alemindeki bütün mahluklara nisbetle kutuptur ki, onun yerine ne bir bedel halife olur ne de bir başka yaratık yerini tutar. Bu da şehadet aleminde birbirini takip eden kutupların kutbudur. Ondan önce ne bir kutup olur ne de yerine başkası geçer. O da "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım" ifadesindki sözü edilen Mustafa (Muhammed)in ruhudur (El-Keşani, Keşful Vücuhi'l-Ğur, 2/103)

Ticani tarikatının şeyhi Ahmet et-Ticani şöyle diyor:

"Kutupluk, bütün ayrıntılarına kadar alemin tümünde Hakk'a (Allah'a) hilafeti uzmadır. Kutup, Rabb'ın ilah olduğu her yerde işlerin idaresi ve Allah'ın uluhiyyeti altında olan herkes hakkında hükmün yerine getirilmesidir.

Allah'tan ne olursa olsun, yaratıklara her şey ancak kutbun hükmü ile ulaşır. Zerresine varıncaya kadar alemdeki her varlığın varlığını sürdürmesi kutbun ruhaniyeti ile olur. Kutupsuz bütün kainat, ruhu olmayan hayaletlerden ibaret olur. Bütün varlıkların ruh ve hayat kazanmaları ancak kutbun onlarda hakim olmasıyla mümkündür.

Evliyanın mertebelerinde de kutup tasarruf eder. Onun zevki dışında ariflerin ve evliyanın hiçbir mertebesi olmaz. Hepsinde tasarruf eden ve sahiplerine kaynaklık eden odur. Bütün alem onun sayesinde rahmet görür. Varlıkların varlıklarını devam ettirmeleri ancak onun sayesindedir. Bu da ondan bütün kullara bir rahmettir.
 

y oglu

New member
Katılım
18 Kas 2005
Mesajlar
94
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
74
merhaba arkadaşım yukarıdaki yazdığınız yazıda bu yazıyı ve düşünceyi oluşturan kimseler 4 nesneden yaradılmış tahsil görmüş bir konunun düşünmüş kendince bir yargıya varmış
işte 4 nesnenin beyin ve akıl yapısının kavrayamayacağı bir batın ilmini yorumlamaya anlatmaya düşünürler ve sen anlatmaya calışmışsınız
halbuki bu anlatımlarınızla evliyanın dervişin tasavvuf sahibinin ilgisi yok
cünkü sen bir yakın arkadaşını tam tanımk için cok uzun süre onun ceşitli alışkanlıklarını ve zevklerini anca kavrar ama belli yaştan sonra onu tandığını sandığını ama tam tanımadığını sanırsın işte 3 nesneden yardılan insanında bir müddet onun davranışlarını ve ilmini takip edersen o zaman cok azmiktarda cözebilirsin yüçe allahın her insan verdiği akıl kapasitesinde

şimdi gecmişte tanrı diye adlandırılanlar gercekte evliyaydılar onların insan üstü
haraketlerine karşı eski cağlarda ancak bunu bir tanrı yapardiye düşündüler

gelelim üç nesneden yardılmak nedir

yüce allah hiç bir şey yaratmadan önce kendi cemali ve celali nurunu yaratti

cemali nurundan cenneti evliyayı ve melekleri yarattı

celali nurundan güneşi ayı dünyayı yıldızları cehennemi arasatı cinleri ve suyu yarattı

işte allahın cemali nurundan yardılan evliyalar peygamberler dervişler ve hak aşıkları bunlar sayılıdır

öteki celali nurundan yardılanların sayısı yoktur

cemali nurundan yardılan dünyaya gelip gittiğini hatırlar ve onun zaman mekan kavramı yoktur
bu konu cok uzar gider
şimdik ben yaradılış yazdım evliyaya karşı gelen hakaret eden yüce allaha etmiş olur evliya ne yaparsa yüce allahın emri ile yapar kendinden asla bir şey yapmaz yüce allahın evliya yansımasıdır kıyamet hesap bittikten sonra evliyanın nuru yüce allahın bünyesine karışacaktır
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Sayin Y.oğlu
Yazdiklarinizin Hiçbir Kaniti Yok.şirk Yazmişsiniz Buraya.
Evliya Dedikleriniz Ise Evliya Değil Allah Düşmani.
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
EVLİYA ZANNEDİLEN ALLAH DÜŞMANLARI
Kur’an kavramlarının bir çoğu tarihi akış içerisinde çeşitli mahalli kültürlerin etkisiyle asıl anlamından koparılıp bir takım düşüncelerin ifade vasıtası yapıldığı ve hayata bu şekliyle geçirildiği tarihi bir realitedir. Müslüman fert ve toplumların hayatında gerçeklik ve olumluluğu içeren İslami kavramların, bulanması ve zayıflaması, müslümanların düşüşüne neden olmuştur. Öte yandan İslam'ı kendisine karşı potansiyel alternatif gören Batı, İslami uyanışı durdurmak için, İslami kavramların silik, bulanık ve tereddütlere açık bir biçimde yaşamasını istemektedir.

Bu yazının amacı, veli veya evliya kavramını ana kaynağa, yani Kur'an'a döndürme girişiminden ibarettir. Zaman içinde yerleşik kültürlerin ve İslam düşmanlarının ve cahil dostların müdahalesiyle İslami kavramların karşı karşıya geldiği karışıklık ve anlam sapması bunu göstermektedir. Kavramların üstünden asırların geçmesi sonucu, güçlüyü zayıfla değiştirme, Allah'ın kitabına yaklaşma yerine ondan uzaklaşma ve onu hayat sahnesinden silme yönünde menfi bir durum olmuştur.

I. Veli Kavramı ve Tarihsel Gelişmesi

Arapça bir kelime olan vela yahut veliyye'den türeyen veli sözcüğü dost, ahbap, arkadaş, yardımcı gibi manalara gelmektedir. Çoğulu evliyadır. Hukuki anlamda veli ise, bir çocuğun her türlü hareket ve halinden sorumlu olan kimse demektir. Kelime Kur'an'da Allah'ın ismi olarak da kullanılmıştır.

Toplumda veli veya evliya kelimesi, ne lügat manası, ne de Kur'an'da kullanıldığı mana ile değil; daha çok bu kelimeye sonradan kazandırılmış manasıyla kullanılmaktadır.

Geleneksel anlamda veli (veya evliya); benliğini Allah’ta yok etmek suretiyle bir takım üstün vasıflar kazanarak, harikulade şeyler gösterebilen büyük insan anlamında kullanılmaktadır. Hatta daha da ileri gidilerek Allah adına kainatın idaresini düzenlemeye yetkili kişiler olarak algılanmaktadır.

Hicretin ilk asrından başlayan zühd ve takva anlayışı giderek tasavvuf! bir şekle bürünmüş ve IX. yüzyıldan sonra ise geniş ve renkli bir tefekkür meydana getirmiştir.

Veli kavramının, Türkler'in İslam'a girişinden sonra, İslam öncesi dinlerinden taşıdıkları Şamanizm, Budizm, Zerdüştilik, Mazdeizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi inançların tesiriyle istılahlaştığı görülmektedir, Öyle ki Allah'a yakın olduğu kabul edilen, veli diye vasfedilen bu kişilerin fevkalade kuvvet ve kudretlerle mücehhez olduğuna ve herhangi bir konuda -sağ veya ölü iken- yardımlarının söz konusu olacağına inanılmaktadır. Böyle bir anlayış velinin takdis olmasıyla sonuçlanmaktadır.

Yukarıdaki anlamıyla Müslümanlar arasında yaygınlaşan bu veli kavramının menşe itibariyle islamiyet'le bir ilgisi yoktur. Dikkatle bakıldığı zaman Hıristiyanlıktaki aziz kültü gibi, Müslümanlar arasında yaygınlaşan bu veli sözcüğünün İslam'dan Önceki putperest kültürlerle yakın alakası vardır.1

Türkler'deki veli anlayışının temelinin Şamanist devirden kalma olduğu söylenebilir. Eski Türk Şamanları incelendiğinde bunların Türk veli tipine çok benzediği anlaşılır. Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felaketleri önleyen yahut düşmanlarına musallat eden, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan Türk Şamanları bu hüviyetleriyle adeta İslam sonrası eserlerde veli veya evliya olarak tanındı.

Şamanist Türkler, samanların harikulade insanlar olduklarına, ruhlar ve gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine inanırlardı.

Türkler'in veli telakkisinin oluşmasında eski atalar kültürünün de önemi vardır. Ata öldükten sonra onun ruhunun üstün bir takım güçleri olduğuna inanılır ve ondan şefaat beklenir.

Bu üstün ruhani güçlerle donanmış insan tipinin Müslümanlık'taki veli tipiyle ilgi kurulmasında güçlük çekilmedi. Kur'an-ı Kerim'deki çeşitli mucizeler gösteren peygamberlerin şahsiyetini kendi din adamlığıyla benzeştirdiler.

Veli veya evliya kültürünün oluşmasına sebep olan unsurlar şunlardır:

a) Eski Türk inançları

b) Budizm ve Şamanizm

c) islam öncesi kültür

d) Kitab-ı Mukaddes kaynaklı inançlar .

e) İslam (Kur'an ve hadislerdin yanlış yorumu

X-XII. asırlarda islamiyet Orta Asya'da yayılırken tekkelerin çoğu eski Budist manastırlarının yerine, yahut yakınlarına yapılıyor, zamanla manastırdaki azize ait menkıbeler, yerli halkla ilişkiler kurmada kolaylık olması için islam i bir hüviyete dönüştürülüyordu. Bu usul hem Anadolu'da hem de Rumeli'de tatbik edildi. Mesela Hacı Bektaş'ın Sulucakaraöyük'te kurduğu tekke burada yaşayan Hıristiyanlar'ın takdis ettiği Saint Charalambus'a ait kilise ve kültürü Islami bir havaya büründürüldü. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Bu veli (veya evliya)lerin neler yaptıklarını Abdurrahman Cami'ye ait Nefehatu'l-Uns min Hazarati'l-Kuds isimli eserden takip edelim:

1. Yoğu var etmek, varı yok etmek.

2. Gizli şeyleri açığa çıkarmak, açıkta olanları gizlemek.

3. Ölüyü diriltmek, diriyi öldürmek.

4. Duayı gerçekleştirmek.

5. Gıyaben söylenenleri işitmek.

6. Gaybten ve gelecekten haber vermek.

7. Su üzerinde yürümek, mekan aşmak.

8. Aynı anda muhtelif yerlerde görünmek.

9. Hayvan bitki veya cansız maddelerin teşbih ettiklerini duymak.

10. Havada dolaşmak.

11. Vahşi hayvanları emrine almak.

Yukarıda sayılan özelliklere uygun, tarihte ve günümüzde var sayılan velilere örnekler veren külliyat bir hayli yaygındır.

örnek olarak; Hacı Ubeydullah Ahrar denilen şahıs Semerkantta otururken aynı anda istanbul'u fetheden Fatih'in ordusuna yardım eder şeklindeki olay bütün klasik kaynaklarda çok rahat bir şekilde anlatılır.2

Bazıları da "insanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahi-binin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket gittiği yerlere yağar..."3

Bazıları da Allah ile konuşabiliyor, hatta O'nu da emri altına alıyor: "Hak Teala dedi:

- Ya Cüneyd. Ben seninim, sen benimsin. Şimdiye değin sen benim dediğimi tutardın, şimdiden sonra ben

senin dediğini tutarım." 4

Bir başkası "Evliya'dan bazıları vardır ki, sadık müride, vefatından sonra, hayattayken olduğundan daha fazla menfaat eriştirir, isterse o veli, kabrinde meyyit olsun. Kabrindeyken müridini yetiştirir. Müridi kabrinden onun sesini işitir. Nitekim Ebu'l-Hasan Hırkanı' Beyazıd Bestami'den bu şekilde feyz almıştır." 5

Bazıları işi daha da ileri götürerek; "Allah beni öğer, ben de onu. O bana kulluk eder, ben de O'na.

Bir halde O'nu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce inkar ederim." 6

Veli (veya şeyh) ile sohbetin usulü (!}: "Evvela mümkün ise güsl ile olmazsa taze bir abdestle iki rekat namaz kılmak, anlayamadığı bir şey varsa onu kendi kusuruna hami etmek, hiç bir surette şeyhin kavi, fiil ve ahvaline kat'iyyen itiraz etmemek, şeyhin kelamını hakdır diye itikad etmek... Sohbet bitince çok oturmayıp hemen kalkıp izin istemek ve ellerini dizlerini öpüp geri geri gitmek..." 7

"Allah u Teala'nın ism-i zahirleri o kadar çok tecelli etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü, hatta nisa şeklinde onların organları halinde ayrı ayrı zahir oldu. Bu taifeye o kadar bağlandım ki nasıl bildireyim kendimi tutamıyordum. Onların şeklindeki zuhur başka hiç bir şeyde yoktu." 8

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Allah adına, din adına anlatılanların islam'la bir ilgisi olmadığı ortada olduğu halde bu eserlerin Kur'an rehberliğinde yeniden okunması ve yeniden değerlendirilmesi gerekir.

2. İslam'da Veli veya Evliya

a) Gerçek Veli Allahtır

Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetinde Allah'ın müminlerin velisi ve yardımcısı olduğunu görmekteyiz:

«Bizim velimiz sensin öyleyse bizi bağışla, bizi esirge, sen bağışlayanların en hayırlısısın.» (A'raf, 7/155)

«Allah iman edenlerin velisidir.» (Bakara, 2/257) }
«Allah müminlerin velisidir.» (Al-i İmran, 3/6 t
«Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır, diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. » (Tevbe, 9/116)

Bu ayetlerin sayısını çoğaltmak mümkün. Ayrıca aynı konudaki şu ayetlere bakılabilir: 6/51, 70, 9/74, 13/37, 29/22, 32/4, 42/31 vd.

Buradaki veli kavramı; Allah'ın dost, koruyan, kollayıcı, yardımcı, yakın, sahip manalarına gelmektedir. Bu nedenle müslümanların yalnızca Allah'ı veli edinmeleri gerekmektedir.

b) Allah'tan Başka Veli Edinmemek Gerektiği

«Onların Allah'ın dışında kendilerine yardım edecek velileri yoktur.» (Şura, 42/46)

«Yoksa O'nun dışında bir takım veliler mi edindiler, işte Allah, veli olan O'dur. Ölü olanları da diriltir. Her şeye güç yetiren O'dur.» (Şura, 42/9)

«Haberin olsun halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır, O'ndan başka" veliler edinenler (şöyle derler):

'Biz bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah yalancı kafir olan kimseyi hidayete eriştirmez.» (Zümer, 39/3)

Ayrıca kafirlerin (3/28, 4/139, 4/144,3/2, Yahudi ve Hıristiyanlar'ın (5/51, 5/57, 5/81), şeytanların (4/7, 7/27,18/50) ve zalimlerin (45/19,60/1) veli ve yardımcı olamayacakları müminlere bildirilmektedir.

c) insan Vasfı Olarak Veli

«iyi bilin ki Allah'ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve muttaki olmuşlardır.» (Yunus, 10/62-63)



«Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Allah'a ve rasulüne itaat ederler, işte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.» (Tevbe, 9/71) :

Allah'ın dostları olduğu gibi şeytanın da dostları vardır. Allah'ın velilerine korku ve üzüntünün olmadığını, onların muttakiler olduğunu görüyoruz.

«Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Asıl iyilik; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir, işte onlar doğru olanlardır. Müttakiler de onlardır.» (Bakara, 2/177)

Bu ayette takva sahibinin yani velinin özellikleri sıralanmaktadır. Takva iman ve davranışlardır, islam'ın yaşanması hayata geçirilmesidir. Kur'an'ın rasulün hayatıyla örnek davranışlar haline, yaşayan Kur’an haline gelmesidir. Burada da görüldüğü gibi Kur'an'dan insan davranışlarına bir yön vermesi ve hedef göstermesinin müşahhas örneklerinin anlatıldığına şahit oluyoruz.

insan tek boyutlu bir varlık değildir. O çevresiyle, birlikte yaşadığı insanlarla ve yaratıcısı ile sürekli bir ilişkiler bütünü içerisinde inanç ve hareketler sergilemektedir. Buna inanma ve salih amel de diyebiliriz. Kur'an bize bunun yolunu göstermektedir. Mümin ve müslüman olmanın, veli olmanın yolu Kur'an ve sünnete uygun yaşamaktan geçer. Kur'an takva sahibi olmamızı istiyor. Hatta daha da ileri giderek gerçek müminlerin takva sahiplerine önderler olmasını öneriyor. Bu da yaşanan hayata yön verip islam'a uygun bir şekilde örneklik yapmakla mümkündür. Allah'ın dostlarının kerameti, ihsanı, takvası, Kur'an'ı yaşanan bir hayat haline getirmesidir. Bazılarının anladığı gibi kainata tasarrufta bulunma, dualara icabet etme, öldüklerinde geri kalanları mezardan idare etme, mezarları üzerinde kubbeler inşa edilme şeklinde değildir.

Maalesef bu anlayış diğer dinlerde olduğu gibi müslümanlarda da genel olarak yaygınlık kazanmıştır. Oysa

risaletlerin hepsinde Allah'ın dini böyle bir uygulamayı reddetmekte, tamamen dışlamakta ve muttaki müminlerden başka evliya tanımamaktadır.

Kur'an bu konuda peygamberimize şöyle buyurmaktadır:

«De ki: Ben kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.» (A'raf, 7/196)

Yine Kur'an'da insanların kalplerine tasarrufta bulunmak, hakka meyletmeyen kimselerin kalplerine imanı yerleştirmek ve buna benzer hususlarda peygamberlere bile yetki verilmediği (27/80, 35/22-24) halde bir takım insanlara takva adına Kur'an dışı ilahi sıfatlar vermek islam'ı bilmemek ve yahutta bile bile düşmanlık etmek demektir.

Kur'an-ı Kerim, peygamberlerin bile sahip olduğu bütün kudret, azamet, üstünlük ve şerefin Allah'a itaat edip tamamıyla onun hükümlerini uygulamaya ve kendisine ayet ayet indirileni kaldırıp haktan yüz çevirir, Allah'ın kelamını değiştirmeye kalkar ve kendi sözlerini ona ilave edecek olursa; başkası üzerinde hiç bir üstünlüğe sahip olamayacağı geniş bir şekilde açıklanmıştır.

«Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zalimlerden olursun.» (Bakara, 2/145)

«Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz.» (Bakara, 2/120)

«De ki: Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için imkansızdır. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şayet ben Rabbime karşı gelirsem büyük bir günün azabından korkarım.» (Yunus, 10/15)

Kur'an'da açıklanan bu tür ayetlerin hepsi Rasulullah'ın herhangi bir muhalefeti, sapması veya ayetleri gizlemesinden korkulduğu için indirilmemiştir. Bu ayetlerin indirilmesinden maksat insanlara, peygamberin Allah'a olan yakınlığının sebebinin peygamberin -haşa- Allah ile bazı ortak sıfatlara sahip olması veya akrabalık -oğul gibi- bağlı olmadığını göstermektedir. Böylece peygamberin özelliğinin, uyarıcı, müjdeleyici olması ve Allah'ın hükümlerine kayıtsız şartsız bağlanması olduğu açıklanmaktadır.
 

milwaukee

New member
Katılım
12 Şub 2006
Mesajlar
222
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
tasavvuf ehlİnİn "anlaşilamazlik" mİt'İ
tasavvuf erbabı, kendilerine yöneltilen bütün ciddi eleştirilere, "bizi anlamazsınız" zırhına bürünerek karşı koymuşlardır. bizi, tasavvufçu olmayanlar anlamaz demek, iyi bir savunma mekanizmasıdır.

füsusül hikem mütercimi m. nursi gencosman, İbnül arabi'yi red ve inkar edenlerin "rüsum uleması, fıkıh bilginleri" olduğunu, oysa bunların ibnül arabi'yi anlayamayacaklarını ileri sürer. zira onların farklı ıstılahları, ayrı lisanları varmış. tasavvuf terminolojisini bilmeyenlerin tasavvuf bahsinde söz ve salahiyet sahibi olmalarına imkan yokmuş! (gencosman, x.).
a. avni konuk ise savunmasında aynı üslubu kullanır: "bu ulûm ve hikemi anlamayanlar kendi istidat*larına kusur bulmalıdır." (a. konuk, 95). ona göre "akıllı adamlar" (erbabı ukûl) ibnül arabi'yi anlayamazlar. (a. konuk, 1).
celaleddin rumî, "biz kur'an'ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık, postunu köpeklerin önüne attık" derken (uludağ, 141), "bizi herkes anlamaz" psikozu ile savunma geliştirmiş oluyordu.

said nursi'ye göre de risaie-i nur'a itiraz edile*mez (sikke, 56) çünkü onlar tanrısaldır. hatta risalele*re "kutb-u azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! (kastamonu l. 145). çünkü kutb-u azam{!) yanılabilir. (kutb-u azam meğer pek de cahilmiş!)

şüphesiz c. rumî de, İbnül arabî de, s. nursî de, tasavvuf epistemolojisi bağlamında gayet haklıdırlar. bu iddialar tasavvufun temel âmentülerine gayet uygundur. birileri, yazdığı şiirlerinin, risalelerinin, tevillerinin allah tarafından kendisine vahyedildiğine, doğrudan allah'dan geldiğine inanmışsa, kendileri bu işde yalnızca mütercim rolünde iseler, bunlara itiraz edilemez olması doğal bir sonuçtur. mütercimin bu işde bir kabahati olmayacağına göre, anlayamayanlar kendilerini kontrolden geçirmeleri gerekecektir!
tasavvuf erbabının, "bunu ancak yaşayanlar anlar" tezleri tamamen bir rnanipülasyondur. zira, eğer ki, bir sözü anlamak için mutlaka o sözün ait olduğu yaşam tarzını tecrübe etmek gerekli olsaydı, hiç bir müşrikin müslüman olmazdan evvel vahy'i anlamamış ve de anlayamaz olması gerekirdi! örneğin, nemrud'un, İbrahim'i hiç anlamadan öldüğünü kabul etmemiz mantıken zorunlu olurdu; çünkü müslüman olmamıştı! böyle kalın kafalı bir adamın nasıl kral olduğu; ama aynı zamanda bu kalın anlayışının, İbrahim (a.s.)ı ateşe attırmayı düşünecek kadar da nasıl inceldiği, makul bir izahı gerektiren paradoks olurdu. halbuki bir müşrik, anladığı için müslüman olur, yahut da yine anladığı için müslüman olmaz!

en azından vahiy, ilkesel olarak "anlaşılır" özelliktedir. ve anlaşılsın diye vahiy inzal edilir. eğer vahiy anlaşılabiliyor da, İbnül arabi'nin, s. nursi'nin v.s. felsefeleri anlaşılmıyorsa bu durum, anlamayanlarla ilgili bir sorun olmaktan ziyade, ilgili felsefelerin doğasıyla alakalıdır. kısacası, bu felsefeler bir çelişkiler yumağı, hurafeler bütünü ve herhangi bir realiteye dayanmayan, havaî söylemler olduğu için anlaşılmazdırlar.

tasavvuf felsefesi, şeyhin lâyuhtî, lâ-yüs'el mutlak otoritesine mutlak teslim olmayı merkeze alan mutlak kabul esasına, yani kula kulluk esasına dayandığı İçin, bu felsefeyi kabul edenler, anlıyor değiller, sadece körü körüne teslim oluyorlar. yani, "bunları tasavvufcu olmayanlar anlamazlar" tezi, dayatmacılığın, mutlak mûtî "kullar" edinmenin bir biçimidir. bu "anlaşılmazlık" dayatmasını yutanlar, perdelerini indirip, dışa kapanıyorlar, akıl ve iz'an dışı söylemlerle akıllarını ipotek ettirip ruhsal dengelerini sarsıyorlar. dolayısıyla tasavvuf akideleri anlamakla değil, dogmatik olarak teslim olmakla alakalıdırlar.

bu bağlamda, "erbab-ı ukûl"ün, tasavvufu "anlamamaları" kadar normal bir şey olamaz. ve dahi "anla-mamalıdırlar"...

kendilerinden başka bütün insanları panteist felsefelerini anlamamakla suçlamak, tasavvuf ehlinin, sadece kendilerini akıllı, alemi kör sanmak gibi bir megalomani belirtisidir.

kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar sadece allah'ın vahyi olan kur'an'dan sorumludurlar. o'nu anlamak ve o'na göre yaşamak zorundadırlar. kendilerini allah'a değil de, İbnul arabi'ye, c. rumi'ye veya s. nursi'ye nisbet edenler ise allah'ı veli olarak bulamayacaklardır. hesap gününde hesabı görecek olan, bu şahıslardan biri değil, allah'ın kendisidir.
 
Üst Alt