- DÜNYA, AHİRET, İSTİKBAL...
HAYAT, DÜNYA, İSTİKBAL ENDİŞESİ VE AHİRET.
Göz, kulak burun…, gibi maddi organlarımız nasıl var ise, sevgi, öfke, nefret, kızgınlık, hüzün, endişe… gibi birçok var olan hislerimizde manevi birer organlarımızdır. Bunlar olmadan yaşamanın anlamı olurmuydu?
Bu manevi organlarımızın bir an için olmadığını varsayalım. Sevgi diye bir hissiyatımızın olmadığını düşünelim. Sevdiğimiz bir yemek yok, yediğimiz hiçbir şeyin lezzeti yok, hiçbir çiçeğin kokusunu alamıyoruz, anne baba akraba ve sevgi beslediğimiz hiçbir insan ve eşya yok. Ot gibi deriz ya hani…
Bir gün birisi bize bir hediye paketi getirmiş olsun. Bu paketten çıkan bir cihazı, ameliyatla kalbimize monte ettirelim. Artık anne babamıza, arkadaşlarımıza ve çeşitli eşyalarımıza karşı sevgi duymaya, sevmeye başladık. Çiçeklerin hoş kokularını alıp tebessüm etmeye başladık, yediğimiz meyvelerin lezzetini alıp hoşumuza gitmeye başladı artık …
Sevgi denen şeye kavuştuk artık. Peki bize bu sevgi cihazını hediye eden kişiyi, bu cihazla sevmeye başladığımız her şeyden daha çok sevmez miyiz ? O’nun bizi sevmesini her şeyden çok istemez miyiz ?
Allah sevgisinin derecesi Bakara 165 “İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri her şeyden daha güçlüdür.”
Seven, sevilirde öyle değil mi? Allah’ın bizi sevmesinin Alâmeti :
Ali İmran 31: “(Resulüm! )De ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
AKILLI ODUR Kİ : GELMİŞ GEÇMİŞ, VE GELECEK BÜTÜN AKILLARI, BÜTÜN AKILLARDAKİ BİLGİLERİ YARADAN, EN BÜYÜK VE TEK OLAN MUTLAK AKILA KENDİSİNİ TESLİM EDENDİR.
Her şeyi ve Her türlü maddi ve manevi organlarımızı yaratan ALLAH Teala’nın yapılmasını sevdiği işleri yapmak, sevdiği şeyleri sevmek, sevmediği şeyleri sevmemek, nefretimizi, kızgınlığımızı, hüznümüzü tüm hislerimizi böyle şekillendirmek en güzel, en mutlu, en doğru yaşam şekli olacaktır insan için.
Hepimiz bir istikbal endişesi yaşarız. Hayatımızı, çalışmamızı bu endişe ile şekillendiririz. Bu endişe duygumuzun doğru kullanımı nasıl ve ne şekilde olmalıdır? Bu endişemizin, dünyaya bakan yüzü ve âhirete bakan yüzü, sınırları ne şekilde olması gerekir? Diğer bütün hislerimizinde benzer düşüncelerle elbette ki...
Gelecekte, yarın bir gün, muhtaç kalırım endişesi, aç açıkta kalırım endişesi, kendi geleceğimizi ve evladımızın geleceğini tanzim etme endişesi…endişeler, endişeler bitmez tükenmez endişeler! Bütün bu endişelerimizin temeli hep dünya hayatımız için mi?
Hayatın mevcudiyetinin amacı…
Zariyat 56 : “Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.”
Dünya hayatının durumu…
ANKEBUT 64 : “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.”
Bakara 212 : “İnkar edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi).”
Çünkü onlar dünya hayatını istediler, dünyada mutlu olmak için yaşamayı tercih ettiler. Dünyayı Ahiretten daha güzel görmek istediler. İradeleriyle böyle yaşamayı tercih ettiler.
İSTEYİN VEREYİM...!
Müslümanlar için Ahiret hayatı daha çekici gelir ve her an için Ahiret Hayatı temelinde dünya hayatını yaşar, İnkâr edenlere ise, dünya hayatı çekici gelir, onlar yalnızca dünya hayatını temel alarak yaşar. Bunun için onların düşünmeden, dünyayı kazanmak için yaşamakta olmaları doğaldır. Bizler için ise DÜŞÜNMEK FARZDIR.
İnananlara elbette ki dünya hayatı çekici gelmez. Sonsuz mutlu yaşam için, kısacık şu dünya hayatında çekilen sıkıntılar, endişeler bile bu şekilde insana huzur verir. Dünya hayatımızdaki, eğlenceler, zevkler, tatlar … dünyada kalıcıdır. Dünyada bırakacağımız, aihrete götüremeyeceğimiz, eşyaları, kazançları, malı-mülkü, zevkleri, eğlenceleri neden sırtımızda taşıyalım ki? Aslında, dünya hayatımız için, dünya amaçlı yaşayacak olursak, sahib olmak için çabaladığımız ev, eşya, kazanç, eğlenceler… gibi şeyleri, boş yere hayat boyu sırtımızda taşımamız demek olur. Bu durumda, insanın; "Eşyayı taşıyan hamal" olması demek olmaz mı? Burada bırakıp terk edip gideceğimiz bunca yükün, endişenin, ve herşeyin altında kalmaktansa, onlar bizi ahiret hayatına taşıyan binekler olması gerekir.
Yaşamımıza yön veren, hayatımızı şekillendirdiğimiz endişelerimiz, geçici ve kısa bir oyun ve eğlence olduğuna inandığımız dünya için mi? Elbette dünyaya ait kısmı içinde endişe etmenin bir sınırı var. Dünyanın, dünya hayatının değeri kadar. Âhiret hayatına yönelik endişelerimizin, âhiret hayatının ekim alanı, tarlası mahiyetindeki bu dünya hayatımızın endişelerinden daima üst düzeyde, bu temelde şekillendirmek gerek. O kitapta bildirildiği öğretildiği gibi. O kitap deyince hani Necip Fazıl’ın dediği gibi ;
Hasta olsam, ilâcım, çorbam, sütüm, o kitap...
Suda mantarım, gökte; paraşütüm o kitap...
Nazi’ât 42-43-44-45-46 : “Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. Onunla ilgili bilgi vermekten yana, sende ne var ki... En sonunda o (ve onunla ilgili bilgi), Rabbine aittir. Sen, yalnızca ondan 'içi titreyerek korkanlar' için bir uyarıcısın. Onu gördükleri gün, sanki, bir akşam veya bir kuşluk-vaktinden başkasını yaşamamış gibidirler.”
Aslında bir akşam veya bir kuşluk vakti kadar bile yaşamamış gibi kısa olan dünya hayatına ait tüm endişeler, ne kadar yaşamımızı şekillendirebilir, hayatımıza hakim olabilir ki? Ayrıca, bu dünya hayatı içinde, bir insanın hayatının kısalığı uzunluğu ne kadar olabilir ki?
“Benim dünya ile aramdaki alaka, bir yolcunun bir ağaç altında dinlenip tekrar yoluna devam etmesi gibidir.”
Rasûlullah (s.a.v)
Dünya için mi daha çok endişelenip üzülmekte ve çalışıp yaşamaktayım, Ahiret için mi diye sormam gerekmez mi kendime ?
Uyku ile ilgili Ayet-i Kerimede buyrulur ki…
Zumer 42 : “Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
Uyku; zamanı belirli bir vakte kadar, bir tür ölüm. Aslında her gün ölüyoruz ve her sabah tekrar diriltiliyoruz. Bütün hayatımız bir gün. Bugün. Yarını gören var mı hiç her gün, "yarın oldu mu?" diye bir soru sorabilir miyiz kendimize?
Hayat, her gün bugünden ibaret. Bugün sabah gözümüzü açtığımızda, yeniden diriltilmiş olduk. O zaman ilk görevimiz, sabah uyandığımızda islâm’ın ilk şartı olan Şehadet kelimesini getirerek her sabah yeniden Müslüman olmalı. Ayrıca gece yatmadan önce de, hani Şehadet getirerek ölmek istediğimiz gibi, Şehadet getirerek yatmam gerek.
Yarının olmadığını düşünerek kılacağımız bir namaz ne kadar Huşû (Mü’minûn 2 ) içinde olur öyle değil mi? Hepsi hepsi 5 vakit namaz kılacağım ömrüm boyunca, diye düşünerek, her günümüzü böyle yaşamak! Yarın diye bir şeyin olup olmayacağı düşüncesiyle, ALLAH’U EKBER diyerek dünyaya ait olan her düşünceyi ellerimizin tersiyle geriye atarak tekbir getirmek! Dünyevi bütün düşüncelerimizi, dertlerimizi, endişelerimizi bunların huzursuzluklarını, düşüncelerini elimizin tersiyle itip rahatlamak.! Yalnızca, Allah’ın huzurunda olduğumuzu düşünebilmek. Namazın farzlarından biride Kaide-i Ahire dir öyle değil mi? Ahiret oturuşu sanki. Selam verdiğimiz zaman sanki, bu geçici oyuncak gibi ve eğlenceden ibaret olan dünya hayatımız sona erecek, ve huzurunda olduğumuz Yaradanımıza kavuşacağız. Onun rızasına, onun vaad ettiği cennetine kavuşacağız. Hesabımızın görüldüğünü düşünerek, Allah’ın affedeceğini umarak, sevinerek ve bir yandan da Ya bağışlanmazsam diye korkarak, endişelenerek her gün böyle Namaz kılmak ve bu düşüncelerle yaşamak, konuşmak, çalışmak, çevremizle insanlarla ilişkilerimizi bu temelde yaşamak...!!!
Yarın diye bir şey olmadığını düşünerek, hiçbir dünya endişesine kendimizi kaptırmayarak, böyle bir namaz kılabilmek ne kadar değerli olurdu? Bugün Bu Namazdan, Namaz kılmaktan uzakta isek, Böyle bir namaza ne zaman kavuşabiliriz ki? Bugün başlayacağımız Namaz belki yat kalk olacak, belki kılmakta olduğumuz namazlar huşû içinde değil bugün ama, sabırla, özenle aksatmamaya gayret ederek adım adım o Huşû’ya kavuşacaktır her inanan.
YARIN VAR MI !!!
NAMAZ BUGÜN. HAYAT BUGÜN. YARINA KAVUŞURSAK İNŞALLAH YARINDA NAMAZ.
HERGÜN,
YENİDEN.
HERGÜN YENİ BİR YAŞAMA DİRİLTİLİYORUZ.
HERGÜN YENİ BİR BAŞLANGIÇ.
Son olarak namaz ile alakalı bir Hadis-i Şerif :
Ebû Hureyre (ra) birgün Resûlullah’ın (sav) oturarak namaz kıldığını görmüş ve sebebini sormuş. Açlıktan olduğunu öğrenince dayanamayıp ağlamış, bunun üzerine Allah Resûlu (sav) “Ağlama Yâ Ebâ Hureyre! Hesabın şiddeti aç olanlara dokunmaz.” buyurmuştur.
(S.A.V)
HAYAT, DÜNYA, İSTİKBAL ENDİŞESİ VE AHİRET.
Göz, kulak burun…, gibi maddi organlarımız nasıl var ise, sevgi, öfke, nefret, kızgınlık, hüzün, endişe… gibi birçok var olan hislerimizde manevi birer organlarımızdır. Bunlar olmadan yaşamanın anlamı olurmuydu?
Bu manevi organlarımızın bir an için olmadığını varsayalım. Sevgi diye bir hissiyatımızın olmadığını düşünelim. Sevdiğimiz bir yemek yok, yediğimiz hiçbir şeyin lezzeti yok, hiçbir çiçeğin kokusunu alamıyoruz, anne baba akraba ve sevgi beslediğimiz hiçbir insan ve eşya yok. Ot gibi deriz ya hani…
Bir gün birisi bize bir hediye paketi getirmiş olsun. Bu paketten çıkan bir cihazı, ameliyatla kalbimize monte ettirelim. Artık anne babamıza, arkadaşlarımıza ve çeşitli eşyalarımıza karşı sevgi duymaya, sevmeye başladık. Çiçeklerin hoş kokularını alıp tebessüm etmeye başladık, yediğimiz meyvelerin lezzetini alıp hoşumuza gitmeye başladı artık …
Sevgi denen şeye kavuştuk artık. Peki bize bu sevgi cihazını hediye eden kişiyi, bu cihazla sevmeye başladığımız her şeyden daha çok sevmez miyiz ? O’nun bizi sevmesini her şeyden çok istemez miyiz ?
Allah sevgisinin derecesi Bakara 165 “İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri her şeyden daha güçlüdür.”
Seven, sevilirde öyle değil mi? Allah’ın bizi sevmesinin Alâmeti :
Ali İmran 31: “(Resulüm! )De ki: 'Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
AKILLI ODUR Kİ : GELMİŞ GEÇMİŞ, VE GELECEK BÜTÜN AKILLARI, BÜTÜN AKILLARDAKİ BİLGİLERİ YARADAN, EN BÜYÜK VE TEK OLAN MUTLAK AKILA KENDİSİNİ TESLİM EDENDİR.
Her şeyi ve Her türlü maddi ve manevi organlarımızı yaratan ALLAH Teala’nın yapılmasını sevdiği işleri yapmak, sevdiği şeyleri sevmek, sevmediği şeyleri sevmemek, nefretimizi, kızgınlığımızı, hüznümüzü tüm hislerimizi böyle şekillendirmek en güzel, en mutlu, en doğru yaşam şekli olacaktır insan için.
Hepimiz bir istikbal endişesi yaşarız. Hayatımızı, çalışmamızı bu endişe ile şekillendiririz. Bu endişe duygumuzun doğru kullanımı nasıl ve ne şekilde olmalıdır? Bu endişemizin, dünyaya bakan yüzü ve âhirete bakan yüzü, sınırları ne şekilde olması gerekir? Diğer bütün hislerimizinde benzer düşüncelerle elbette ki...
Gelecekte, yarın bir gün, muhtaç kalırım endişesi, aç açıkta kalırım endişesi, kendi geleceğimizi ve evladımızın geleceğini tanzim etme endişesi…endişeler, endişeler bitmez tükenmez endişeler! Bütün bu endişelerimizin temeli hep dünya hayatımız için mi?
Hayatın mevcudiyetinin amacı…
Zariyat 56 : “Ben, cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler diye yarattım.”
Dünya hayatının durumu…
ANKEBUT 64 : “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.”
Bakara 212 : “İnkar edenlere dünya hayatı çekici kılındı (süslendi).”
Çünkü onlar dünya hayatını istediler, dünyada mutlu olmak için yaşamayı tercih ettiler. Dünyayı Ahiretten daha güzel görmek istediler. İradeleriyle böyle yaşamayı tercih ettiler.
İSTEYİN VEREYİM...!
Müslümanlar için Ahiret hayatı daha çekici gelir ve her an için Ahiret Hayatı temelinde dünya hayatını yaşar, İnkâr edenlere ise, dünya hayatı çekici gelir, onlar yalnızca dünya hayatını temel alarak yaşar. Bunun için onların düşünmeden, dünyayı kazanmak için yaşamakta olmaları doğaldır. Bizler için ise DÜŞÜNMEK FARZDIR.
İnananlara elbette ki dünya hayatı çekici gelmez. Sonsuz mutlu yaşam için, kısacık şu dünya hayatında çekilen sıkıntılar, endişeler bile bu şekilde insana huzur verir. Dünya hayatımızdaki, eğlenceler, zevkler, tatlar … dünyada kalıcıdır. Dünyada bırakacağımız, aihrete götüremeyeceğimiz, eşyaları, kazançları, malı-mülkü, zevkleri, eğlenceleri neden sırtımızda taşıyalım ki? Aslında, dünya hayatımız için, dünya amaçlı yaşayacak olursak, sahib olmak için çabaladığımız ev, eşya, kazanç, eğlenceler… gibi şeyleri, boş yere hayat boyu sırtımızda taşımamız demek olur. Bu durumda, insanın; "Eşyayı taşıyan hamal" olması demek olmaz mı? Burada bırakıp terk edip gideceğimiz bunca yükün, endişenin, ve herşeyin altında kalmaktansa, onlar bizi ahiret hayatına taşıyan binekler olması gerekir.
Yaşamımıza yön veren, hayatımızı şekillendirdiğimiz endişelerimiz, geçici ve kısa bir oyun ve eğlence olduğuna inandığımız dünya için mi? Elbette dünyaya ait kısmı içinde endişe etmenin bir sınırı var. Dünyanın, dünya hayatının değeri kadar. Âhiret hayatına yönelik endişelerimizin, âhiret hayatının ekim alanı, tarlası mahiyetindeki bu dünya hayatımızın endişelerinden daima üst düzeyde, bu temelde şekillendirmek gerek. O kitapta bildirildiği öğretildiği gibi. O kitap deyince hani Necip Fazıl’ın dediği gibi ;
Hasta olsam, ilâcım, çorbam, sütüm, o kitap...
Suda mantarım, gökte; paraşütüm o kitap...
Nazi’ât 42-43-44-45-46 : “Senden kıyametin ne zaman gelip çatacağını sorarlar. Onunla ilgili bilgi vermekten yana, sende ne var ki... En sonunda o (ve onunla ilgili bilgi), Rabbine aittir. Sen, yalnızca ondan 'içi titreyerek korkanlar' için bir uyarıcısın. Onu gördükleri gün, sanki, bir akşam veya bir kuşluk-vaktinden başkasını yaşamamış gibidirler.”
Aslında bir akşam veya bir kuşluk vakti kadar bile yaşamamış gibi kısa olan dünya hayatına ait tüm endişeler, ne kadar yaşamımızı şekillendirebilir, hayatımıza hakim olabilir ki? Ayrıca, bu dünya hayatı içinde, bir insanın hayatının kısalığı uzunluğu ne kadar olabilir ki?
“Benim dünya ile aramdaki alaka, bir yolcunun bir ağaç altında dinlenip tekrar yoluna devam etmesi gibidir.”
Rasûlullah (s.a.v)
Dünya için mi daha çok endişelenip üzülmekte ve çalışıp yaşamaktayım, Ahiret için mi diye sormam gerekmez mi kendime ?
Uyku ile ilgili Ayet-i Kerimede buyrulur ki…
Zumer 42 : “Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
Uyku; zamanı belirli bir vakte kadar, bir tür ölüm. Aslında her gün ölüyoruz ve her sabah tekrar diriltiliyoruz. Bütün hayatımız bir gün. Bugün. Yarını gören var mı hiç her gün, "yarın oldu mu?" diye bir soru sorabilir miyiz kendimize?
Hayat, her gün bugünden ibaret. Bugün sabah gözümüzü açtığımızda, yeniden diriltilmiş olduk. O zaman ilk görevimiz, sabah uyandığımızda islâm’ın ilk şartı olan Şehadet kelimesini getirerek her sabah yeniden Müslüman olmalı. Ayrıca gece yatmadan önce de, hani Şehadet getirerek ölmek istediğimiz gibi, Şehadet getirerek yatmam gerek.
Yarının olmadığını düşünerek kılacağımız bir namaz ne kadar Huşû (Mü’minûn 2 ) içinde olur öyle değil mi? Hepsi hepsi 5 vakit namaz kılacağım ömrüm boyunca, diye düşünerek, her günümüzü böyle yaşamak! Yarın diye bir şeyin olup olmayacağı düşüncesiyle, ALLAH’U EKBER diyerek dünyaya ait olan her düşünceyi ellerimizin tersiyle geriye atarak tekbir getirmek! Dünyevi bütün düşüncelerimizi, dertlerimizi, endişelerimizi bunların huzursuzluklarını, düşüncelerini elimizin tersiyle itip rahatlamak.! Yalnızca, Allah’ın huzurunda olduğumuzu düşünebilmek. Namazın farzlarından biride Kaide-i Ahire dir öyle değil mi? Ahiret oturuşu sanki. Selam verdiğimiz zaman sanki, bu geçici oyuncak gibi ve eğlenceden ibaret olan dünya hayatımız sona erecek, ve huzurunda olduğumuz Yaradanımıza kavuşacağız. Onun rızasına, onun vaad ettiği cennetine kavuşacağız. Hesabımızın görüldüğünü düşünerek, Allah’ın affedeceğini umarak, sevinerek ve bir yandan da Ya bağışlanmazsam diye korkarak, endişelenerek her gün böyle Namaz kılmak ve bu düşüncelerle yaşamak, konuşmak, çalışmak, çevremizle insanlarla ilişkilerimizi bu temelde yaşamak...!!!
Yarın diye bir şey olmadığını düşünerek, hiçbir dünya endişesine kendimizi kaptırmayarak, böyle bir namaz kılabilmek ne kadar değerli olurdu? Bugün Bu Namazdan, Namaz kılmaktan uzakta isek, Böyle bir namaza ne zaman kavuşabiliriz ki? Bugün başlayacağımız Namaz belki yat kalk olacak, belki kılmakta olduğumuz namazlar huşû içinde değil bugün ama, sabırla, özenle aksatmamaya gayret ederek adım adım o Huşû’ya kavuşacaktır her inanan.
YARIN VAR MI !!!
NAMAZ BUGÜN. HAYAT BUGÜN. YARINA KAVUŞURSAK İNŞALLAH YARINDA NAMAZ.
HERGÜN,
YENİDEN.
HERGÜN YENİ BİR YAŞAMA DİRİLTİLİYORUZ.
HERGÜN YENİ BİR BAŞLANGIÇ.
Son olarak namaz ile alakalı bir Hadis-i Şerif :
Ebû Hureyre (ra) birgün Resûlullah’ın (sav) oturarak namaz kıldığını görmüş ve sebebini sormuş. Açlıktan olduğunu öğrenince dayanamayıp ağlamış, bunun üzerine Allah Resûlu (sav) “Ağlama Yâ Ebâ Hureyre! Hesabın şiddeti aç olanlara dokunmaz.” buyurmuştur.
(S.A.V)