Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Sultanin Rüyasi

Adembaba

New member
Katılım
14 Ocak 2007
Mesajlar
6
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
57
[/
Sultanın Rüyası
Sultan III. Murad Han o gün bir hoştur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriâzam sorar:
“Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?”
“Akşam garip bir rüya gördüm.”
“Hayırdır inşaallah?”
“Hayır mı, şerr mi öğreneceğiz.”
“Nasıl yani?”
“Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.”
Tebdil-i kıyafet ederek iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorar:
“Kimdir bu?”
Ahali:
“Aman hocam hiç bulaşma”, derler. “Ayyaşın içkicinin biri iste!”
“Nerden biliyorsunuz?”
“Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.”
Bir başkası ayrıntıya girer.
“Biliyor musunuz”, der. “Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar Çarşısı’nda çalışır. Nalının (ayakkabının) iyisini yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine. Hem de nerde namlı, mimli kadın varsa takar peşine.”
Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
“İsterseniz komşulara sorun”, der. “Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?”
Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu:
“Nereye?”
“Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.”
“Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle halkımızdır. Defin işini tamamlamak gerek.
“İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.”
“Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.”
“Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?”
“Mollalığa devam... Nâşı kaldırmalıyız en azından.”
“Aman efendim, nasıl kaldırırız?”
“Basbayağı kaldırırız işte.”
“Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, pâklanması var. Kefenlenmesi, gömülmesi...”
“Merak etme, ben beceririm. Ama önce bir gasil hâne bulmalıyız.”
“Şurada bir mahalle mescidi var ama...
“Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?”
“Ne bileyim, Ayasofya’dan, Süleymaniye’den, en azından Fatih Camii’nden...”
“Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...” Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur. Kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Kuralı gereği bir güzel yıkarlar ki, nâş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sarhoşlara benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de tabii ki...
Meçhul ayakkabıcıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
“Sultanım”, der. “Yanlış yapıyoruz galiba...”
“Nasıl yani?”
“Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?”
“Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.”
Vezir tesbih çekip dualar okumaya döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının (ayakkabıcının) evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Olayı metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
“Hakkını helâl et evladım”, der. “Belli ki çok yorulmuşsun.”
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki, Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
“Biliyor musun oğlum”, diye dertli dertli söylenir... “Bizim efendi bir âlemdi, vesselâm... Akşamlara kadar ayakkabı yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helâya!..
“Niye?”
“Müslümanlar içmesin diye...”
“Hayret...”
“Sonra malûm kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. “Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım”, derdi. “Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek...” O çeker gider, ben dini hikayeler, menkıbeler anlatırdım onlara... Dini kitaplar okurdum...”
“Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...”
“Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. ‘Öyle bir imamın arkasında durmalı ki’, derdi. ‘Tekbir alırken Kâbe’yi görmeli...”
“Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?”
“İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya...”
“Hatta bir gün; ‘Bakasın efendi,’ dedim. ‘Sen böyle böyle yapıyorsun, ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada...”
“Doğru, öyle ya?..”
“Kimseye zahmetim olmasın’ deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. ‘İş mezarla bitiyor mu?’ dedim. ‘Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?”
“Peki o ne dedi?”
“Önce uzun uzun güldü, sonra ‘Allah büyüktür hatun’ dedi.
“Hem, sultanın işi ne?..”

Yüce Allah’ın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. İşte nalıncı baba o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendi’dir. Bergama`lıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü ve mübareği evine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, önüne bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı’nda, Haraçzade Camii karşısındadır.B]

( BÖYLE SULTANLAR BU ZAMANDA DAHİ VARMIDIR, YOKSA İNSANLIĞIN
YAPISIMI BOZULMAKTA) BİR DÜŞÜNÜN YORUMUNUZU BEKLERİM.
5219cac388d8bbdb3.jpg
 

aklý selim

Mesajlari Onaylanacak
Katılım
3 Kas 2006
Mesajlar
120
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
yoruma gerek yok!Vahiyden kaynaklanmayan,tasavvufa özgü bir hikaye!Hikayedeki vatandaşın özelliklerini,Kur'anda ki mü'minlere ait olan özelliklerle karşılaştırın,görün aradaki farkı!
 

seren

New member
Katılım
5 Ocak 2007
Mesajlar
504
Tepkime puanı
34
Puanları
0
Yaş
59
Web sitesi
www.fotokritik.com
‘ALLAH büyüktür hatun’
DEĞERLİ KARDEŞİM HİKAYEDEKİ ÖZET YUKARIDAKİ YAZILI TESLİMİYETTE DEĞİLMİ.????
2412043815e60862f83bbl0.jpg
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
isteyenin ders alacağı bi olay..
allah razı olsun..
 

dua demeti

New member
Katılım
20 Şub 2007
Mesajlar
81
Tepkime puanı
2
Puanları
0
Yaş
41
Mesaj

Mesaj

Padişahın İşi Ney


Sultan Murad Han o gün bir hoş"tur. Telaşeli görünür.
Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.
Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
-- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?..
-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki,
padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve
gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a
çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir
dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan
bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
-- Kimdir bu?
Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler.
Ayyaşın meyhusun biri işte!..
-- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık
komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır.
Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar...
Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem
şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli
kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
- isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını
gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
-- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem...
Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır.
Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
-- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması,
paklanması var. Tekfini, telkini...
-- Merak etme ben beceririm.
Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den,
en azından Fatih Camii'nden...
-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur.
Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur
ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş;
ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında.
Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur
dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama,
vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar,
musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli
vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
-- Nasıl yani?..
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
-- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi
dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah
garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim
sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi
metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar...
Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki.
Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir...
Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar
nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin;
elindekini avucundakini verir
satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
-- Niye?
- Ümmeti Muhammed içmesin diye...
-- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi.
Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben
menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal.
Hucceti islam okurdum...
-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep
uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında
durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya...
Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle
böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek.
inan cenazen kalacak ortada...
-- Doğru, öyle ya?..
- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını
kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla
bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra;
- Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
 

bekir

sadece bir kul
Yönetici
Katılım
10 Eyl 2007
Mesajlar
8,132
Tepkime puanı
5,971
Puanları
113
Konum
Daðlardan, yaylalardan
Padişaha Yıkatırlar

Padişaha Yıkatırlar

Sultan Murad Han o gün "bir hoş"tur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
-Akşam garip bir rüya gördüm.
-Hayırdır inşallah?..
-Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
-Nasıl yani?
-Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
-Kimdir bu? Ahali:

-Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın, meyhoşun biri işte!..
-Nerden biliyorsunuz?
-Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;
-Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
-İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?.. Vel-hâsıl, mahalleli döner ardını gider. Bizim tedbili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
-Nereye?
-Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlamak gerek.
-İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
-Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
-Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
-Aman efendim, nasıl kaldırırız?
-Basbayağı kaldırırız işte.
-Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...
-Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasil hane bulmalıyız.
-Şurada bir mahalle mescidi var ama...
-Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
-Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...
-Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkânınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
-Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
-Nasıl yani?..
-Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
-Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim
sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
-Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar...Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
-Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir...
Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
-Niye?
-Ümmeti Muhammed içmesin diye...
-Hayret...
-Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben
menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal, Huccetül-İslam okurdum...
-Bak sen! Millet ne sanıyor hâlbuki...
-Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kâbe'yi görmeli...
-Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
-İşte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya...Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek inan cenazen kalacak ortada...
-Doğru, öyle ya?..
-Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü, sonra;
-Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?

----
sui-zanda bulunmayınız ,zira kimin ne olduğunu yalnız Allah bilir...kıssadan hisse...
 

fani olaný istemem

New member
Katılım
12 Nis 2008
Mesajlar
251
Tepkime puanı
46
Puanları
0
Yaş
52
Yaşanmış olay önyargılı bakışın sonucu

Yaşanmış olay önyargılı bakışın sonucu

Sultan 3.ncü Murat Han o gün büyük bir telaş içerisinde uykudan kalkmış ve yalpalayarak has bahçede bir sağa bir sola doğru dolaşmaktadır… Oldukça düşüncelidir… Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer, Neşeli deseniz değil, Üzüntülü deseniz hiç değil. Veziri azam Kanijeli Siyavuş paşa sorar;
_Hayrola efendim, Canınızı sıkan bir şey mi var ?
_Akşam garip bir Rüya gördüm.
_Hayırdır inşallah ?
_Hayır mı, şer mi göreceğiz.
_Nasıl yani ?
_hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki Molla kılığında çıkarla yola. Görünen o ki, padişah hala gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya , Zeyrek’ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar.
_Kimdir bu ?
Ahali;
_Aman Hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhuşun biri işte !...
_Nerden biliyorsunuz ?
_Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer.
_Biliyormusunuz, der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar… Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine.
Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
_İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu hiç cemaatte gören olmuş mu ?
Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar, kalırlarmı ortada !... Tam vezirde toplanıyordu ki, padişah keser yolunu ;
_Nereye ?
_Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
__Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem… Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle halkımızdır. Defini tamamlamak gerek.
_İyi ya, Saraydan bir kaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
_Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
_Peki ne yapmamı emir buyurursunuz ?
_Mollalığa devam… Naşı kaldırmalıyız en azından.
_Aman efendim, nasıl kaldırırız ?
_Basbayağı kaldırırız işte.
_Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Kefenlenmesi, gömülmesi…
_Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
_Şurada bir mahalle mescidi var ama…
_Olmaz, vefa eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin ?
_Ne bileyim, Ayasofya’dan, Süleymaniye’den, en azından Fatih Cami’inden…
_Ayasofya ile Süleymaniye’ de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Cami’ini iyi dedin. Hadi yüklenelim…
Ve gelirler Camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa… Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş ; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur,aydınlanır alanda. Yüzü sarhoşlara benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de tabi ki… Meçhul nalıncıyı kefenlerle, tabuta koyup musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktina bir hayli vardır daha… Bir ara vezir sıkıntılı bir halde yaklaşır.
_Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba…
_Nasıl yani ?
_Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri ?
_Doğru, öyle ya, neyse… Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanayım geleyim.
Vezir,cüzüne, tesbihine döner, padişah gidip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
_Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar… Ağlar mı ? hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki, neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından…
_Biliyor musun oğlum, diye dertli dertli söylenir… Bizim efendi bir alemdi, vesselam… Akşamlara kadar Nalın yapar… Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya !...
_Niye ?
_Ümmet-i Muhammed içmesin diye…
_Hayret…
_Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı ? Aldım, derdi.Öyleyse şimdi dinlenmeniz gerek… O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara… Mızraklı İlmihal, Hücceti’l-İslam okurdum…
_Bak sen !... Millet ne sanıyor halbuki…
_Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe’yi görmeli.
_Öyle imam kaç tane kaldı şimdi ?
_İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya… Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun, ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada…
__Doğru, öyle ya ?
_Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu ? dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın ?
_Peki o ne dedi ?
_Önce uzun uzun güldü, sonra, Allah büyüktür hatun, dedi. Hem Padişahın işine ?...
 
Üst Alt