Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

sultan 2.Adulhamid de yanılanlar

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
sultan 2.Abdulhamd döneminin en zeki en tedbirli en siyasi lideridiydi..öyleki onu döneminde istibdatla suçlayanlar gelen yönetimleri ve ülkenini içine düştüğü kötü durumu gördükten sonra gıyabında kendisine methiyeler düztüler ve onun ruhundan bir nevi af dilediler.

alman hükümdarı bismark onunla ilgili şu hayranlık uyandıracak tasviri yapmaktadır..

100 gram aklın 90 gramı 2.Abdulhamid Han' da ,5 gramı bende5 gramıda diğer siyasilerdedir..

ingiliz ajanı vambery de onun hakkındaki görüşlerini şöyle anlatır

son derece zeki,kavrayışlı ve hazır cevaplılığına rağmen,ancak uzun ve derin bir düşünmeden sonra ve karşısındakinin görüşlerini iyice anladıktan sonra kendisi fikrini açıklar.

kısacası ona kızıl sultan diyen ve müstebditlikle suçlayanlar büyük gaflet içine düşmüşlerdir
 

yelken06500

New member
Katılım
12 Eyl 2007
Mesajlar
772
Tepkime puanı
131
Puanları
0
Konum
istanbul
sultan 2.Adulhamid de yanılanlar--2

sultan 2.Adulhamid de yanılanlar--2

sultanın büyük meziyetlerini avrupalılar o hayyattayken gördüler yanlız bir çok müslüman o tahttan indirildikte sonra ve gelen hürriyet palavralarının boş bir aldanma olduğunu gördükten sonra anladılar..bir kaç örnek vererek bbu konuyu pekiştirelim.

BEDİÜZAMAN SAİD NURSİ onla ilgili yanılgısını şöyle açıklamıştır...

''keçeli said ,sen şefkatli bir padişaha müstebid diye itiraz etmiştin .onun cezası olarak şu dehşetli istibdadıncezasını çek!

istiklal savaşını destanlaşan sözlerini yazan Mehmed Akif Ersoy ise yanılgısını şu mısralarla anlatır...

istibdat devrimi dedin şimdi?elindeyse çevir
ensesinden tutup günleride gelsin o devir.

M.K.Atatürk se ondan şöyle bahseder bir genç gazeteciye hitaben!!

sevme Abdulhamid'İ gene sevme!fakat sakın hatırasına hakaret edeyim deme .senin neslin biraz daha temkinli kararlar vermeye alışmalı.bak çocuk!şimdii kanaatimi kısaca söyleyeyim .tecrübe göstermiştir ki toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun hali müphem ve hudutları yanlız düşmanlarla çevrili bir büyük devlette Abdülhamid'in yönetim tarzı büyük hoşgörüdür.hele bu idare 19.yy ın son yıllarında tatbik edilmişse...

kendini ilk türk filozof olarak adlandıran Rıza Tevfik de ona karşı hatasını şu dizelerle d,le getirmiştir...

kubbeler bezminin zevkinden bıktım,
karga derneğinden sıyrıldım,çıktım;
yaptığım hatayı tekmeyle yıktım
gördüm ki gidişin sonu fenadır.

ALLAH(CC)ondan razı olur inş
 

samanyolu

New member
Katılım
19 Mar 2007
Mesajlar
2,063
Tepkime puanı
2,696
Puanları
0
Yaş
49
Konum
istanbul
SULTAN ABDÜLHAMİD’İN MANEVİ KİŞİLİĞİ
Dindar Kişilik ve Yaşantısı


Sultan II. Abdülhamid’in kişiliğinin en baskın özelliklerinin başında, dindar ve muhafazakâr olması gelir. Hayatı boyunca ibadetlerini hiç aksatmamış, abdestsiz evrak imzalamamıştır.

Abdülhamid Han’ın kadere inanışı fevkalade kuvvetliydi. Hacca gidemese de, başkaları tarafından pek çok defa ruhen orada görülecek ve hatta Osmanlı’nın “Veli” padişahlarından biri olarak nitelendirilecek kadar koyu dindar ve takva ehli bir sultandı.(1)

Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur’un, Üstad’ın ağzından naklettiğine göre, Abdülhamid “Veli” idi: “Sultan Abdülhamid, velidir. Ben, onu hususî dualarımın içine almışım. Her sabah, ‘Ya Rabbi, sen Sultan Abdülhamid Han ve Sultan Vahidüddin ve Hanedan-ı Osmaniye’den razı ol’ diye dualarımda yad ederim.”(2)

Kızı Ayşe Osmanoğlu’nun da hatıratında temas ettiği gibi, doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslüman’dan başkası değildi. Beş vakit namazını kılar, sürekli Kur’an-ı Kerim okurdu. Daima camilere devam etmiş, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kılmıştı.

Camide namaz kıldığı günlerden birinde Hamza Zâfir Efendi adında muhterem bir şeyhle tanışıp onunla ahbap olmuş ve Şazeli tarikatına bu vesileyle intisap etmişti (bağlanmıştı). Keza, Yahya Efendi Tekkesi’nin şeyhi olan Abdullah Efendi vasıtasıyla da Kadirî tarikatına girmişti.

Sultan Abdülhamid, herkesin namaz kılmasını, camilere devam etmesini çok isterdi. Sarayın hususî bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedî okunurdu. En çok tekrarladığı sözlerden biri de şuydu: “Din ve fen; bu ikisine de itikat etmek (inanmak) caiz.”

Abdülhamid Han ayrıca, -en sahih (doğru) hadis kitabı olan- Buhârî-i Şerif’i hususî surette (Abdülhamid neşri diye geçer; şu an elimizdeki en sağlıklı nüshadır.) bastırmış ve satışa koydurmadan bütün Müslüman memleketlerine, camilere ücretsiz hediye etmiştir.(3)

Nitekim Çanakkale Harbi sırasında, ordumuzun galip gelmesi için Sultan Abdülhamid’in devamlı surette “Buhârî-i Şerif” okuyarak dua ettiğini, Atıf Hüseyin Efendi hatıralarında ifade etmektedir. Şöyle ki: “Bizim için elden duadan başka ne gelir? Her vakit Buhârî-i Şerif okuyorum. Bir hatim de ikmal etmek (tamamlamak) üzereyim. İnşallah duamız Cenâb-ı Hak indinde müstecab (kabul) olur... Memleketin selameti, millet-i İslâmiye’nin bu beladan kurtulmasını dua ediyorum. Hastalığım iyi olsun, yine Buharî’ye başlayacağım. Çanakkale Harbinde hep Buhârî okudum. Cenab-ı Hak o vakit bizi himaye ve siyanet etti (korudu). Yine eder.”(4)

Diğer yandan, millî ve manevî değerlere sonuna kadar sadık kalmış, onları, içerden ve dışardan gelen çirkin saldırılara karşı müdafaa edip yüceltmiş ve devlet hayatında, İslâm Dini’ni ve Müslümanları korumayı ve güçlendirmeyi esas alan politikalar üretmiş, icraatlarda bulunmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav) ve kutsal beldesine karşı duyduğu sonsuz sevgi, hürmet, sadakat ve hizmetleri; O’nun manevî şahsiyetine ve dinin izzetine hakaret içeren Batı kaynaklı iftira kampanyalarına karşı verdiği amansız mücadele; yine Avrupalılar ve Ermenilerin millî, tarihî ve kültürel değerlere yönelik olarak düzenledikleri karalama çalışmaları karşısında, saltanatı müddetince adeta bir “heykel” gibi dikilmesi, Abdülhamid Han’ın manevî yapısını açıklayan en çarpıcı misallerdendir.(5)

İşte, onun manevî profilini konu alan seçkin bir-iki hadise ve hatırat:

Evrakları Abdestsiz İmzalamazdı!

Sultan Abdülhamid, rivayete göre, yatağının başında daima temiz bir tuğla bulundururmuş. Bu tuğlayı, yataktan kalktığında çeşmeye kadar abdestsiz yere basmadan, teyemmüm almak için kullanırmış.

Bir gün hanımının, niçin böyle çok titiz hareket ettiğini sorması üzerine şu düşündürücü cevabı vermiş: “Bunca Müslümanların Halifesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.”

Bu yüzden padişah, acil bir iş zuhur ettiğinde, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandırılmasını ister, o işin ertesi güne bırakılmasına kesinlikle rıza göstermezmiş. Mâbeyn Başkâtibi Esad Bey, bu hususta şu fevkalade etkileyici hatıratını nakletmektedir:

“Bir gece yarısı, çok mühim bir haberin imzası için Sultan’ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. ‘Acaba Sultan’a emr-i Hak (ölüm) mı vâkî (gerçekleşti) oldu?’ diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım; bu sefer kapı açıldı ve Sultan elinde bir havlu ile kapıda göründü.

Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti: “Evladım, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Kapıyı daha ilk vuruşunuzda uyandım, ancak abdest aldığım için geciktim kusura bakma!. Ben bu kadar zamandır milletimin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayayım!.” Ve besmele çekerek evrakı imzaladı.”(6)





Kalp Gözü ve Yavuz’un Türbedarı

Abdülhamid Han zamanında, Yavuz Sultan Selim’in türbesine bakan fakir bir insan vardı. Hizmetkâr, çok şiddetli geçim darlığı sebebiyle sıkıntılı anlar yaşamaktaydı. Yine çok sıkıntılı olduğu bir zamanda, dayanamayarak türbeye hiddetle vurup şu sözleri söyler: “Bir de senin evliyâ olduğunu söylüyorlar!?. Yıllardır türbeni beklemekteyim; hâlâ yoksulluk içindeyim!..”

Türbedarın bu durumundan habersiz olan Abdülhamid, hemen ertesi gün onu çağırtarak, bir yıllık ihtiyacını tamamen karşılayacaktı. Çünkü, Sultan gece rüyasında ceddi Yavuz Selim’i görmüş ve onun uyarısını alarak türbedarın durumundan haberdar olmuştu.(7)

Hz. Peygamberle Orduyu Denetleyen Sultan!

İslâm Şairi Mehmet Âkif’in, İstanbul’daki bir camide, Abdülhamid döneminde orduda önemli bir göreve sahip olan bir subayın ağzından dinlediği şu hatıra, Abdülhamid Han’ın “veli padişahlardan” olduğunu ispatlayan en çarpıcı misallerdendir:

Mehmed Âkif, sabah namazlarını Sultan Ahmed Camii’nde kılmayı âdet haline getirmişti. Bir zaman, her sabah camiye erkenden gelip, mihrabın bir köşesinde sürekli gözyaşı dökmekte ve inlemekte olan, saçı-sakalı bembeyaz olmuş ihtiyar bir zat dikkatini çeker. Durmadan ağlayan bu adamı uzun süre büyük bir hayret ve merakla takip eder.

Nihayet bir gün yanına yaklaşarak, derdinin ne olduğunu, neden kendisini bu kadar derbeder ettiğini sorar: “Muhterem, Allah’ın rahmetinden bu kadar ümitsizlik olur mu? Niye bu kadar ağlıyorsun?” O zat, “Beni konuşturma, kalbim duracak.” diyerek önce konuşmak istemez. Ancak, çok ısrar edince, bu halinin sebebinin ne olduğunu Âkif’e gözyaşları içerisinde şöyle izah eder: “Ben, Abdülhamid devrinde binbaşı idim. Anam-babam vefat edince Sadârete (Sadrazamlığa) bir dilekçe gönderdim. Dedim ki: “Mallarımız, gayrimenkullerimiz var. Bunların bir nezâretçiye (bakıcıya) ihtiyacı vardır. Kabul buyurulursa istifa etmek istiyorum.”


Sadâret benim dilekçemi padişaha göndermiş. Bana doğrudan doğruya hünkârdan bir yazı geldi. “İstifa kabul edilmedi” deniyordu. Ben bir daha gönderdim. Yine aynı cevap geldi. Bizzat huzura çıkıp şifâhi (yüz yüze) görüşmek istedim. Ben o cehalet ile padişahın huzuruna çıktım:

- Sultanım, istifamın kabulünü istirham edeceğim. Durumumuz budur, dedim.

Derin derin biraz düşündü. İstifa etmemi istemiyordu. Yüzünden belli idi. Israrıma da dayanamadı. Öfkeli bir eda ile, elinin tersiyle:

- Haydi! İstifa ettirdik seni! dedi.

Ben dönüp, işimin başına geldim. Gece, mânâ âleminde orduların teftiş edildiğini gördüm. Rasulullah Efendimiz (sav), Yıldız Sarayı’nın önünde duruyordu. Bütün Türk ordusunu teftiş ediyordu. Osmanlı padişahlarının ileri gelenleri de orada idi. Abdülhamid, edeple Fahri Kainat Efendimiz’in arkasında duruyordu.

Derken, benim birliğim geldi. Başında kumandan olmadığı için darmadağınıktı. Efendimiz: “Nerede bunun kumandanı?” diye sordular. Abdülhamid de: “Ya Rasulallah çok ısrar etti. İstifa ettirdik.” dedi.

- Senin istifa ettirdiğini, biz de istifa ettirdik! Buyurdular.

İşte ben o gün bugündür bunun hicranı ve pişmanlığı ile gözyaşı döküyor, kederleniyorum. Ben ağlamayayım da söyle kim ağlasın?(8)




“Sakın Aleyhinde Konuşma; O, Veliydi!”

Yazar Ahmed Şahin’in, Adıyamanlı merhum Mahmud Allahverdi’nin bizzat ağzından duyduğu şu yaşanmış hadise de, Sultan Abdülhamid’in “manevî hüviyetine” parlak bir ışık tutmaktadır:

“O günlerde ben de Sultan Abdülhamid aleyhtarı idim. Okulda anlatılanları gerçek sanıyor, aleyhinde bulunuyordum. Bir gün yine aleyhinde konuşurken, dükkanımdaki müşterinin biri bana çıkıştı: “Oğlum, sen imanlı insansın, sakın Abdülhamid aleyhinde konuşma. O büyük bir veli idi!”

Ben buna kızarak karşılık verdim: “Kim demiş veli diye? Memleketi bu hale getiren o değil mi? Ben öyle rivayetlere kulak asmam. Herkes bir şey söylüyor, kimi veli diye rivayet ediyor, kimi de deli diye...”

Yaşlı zat elindeki bastonuyla beni dürttü, belli ki kızmıştı: “Bana bak, şimdi sana öyle bir olay anlatacağım ki, bu ne bir rivayet, ne de bir söylenti. Bizzat yaşadığım, şahit olduğum, başımdan geçen bir olay bu!”

Ben bu defa dikkat kesilmiştim. Çünkü işitme, söylenti falan değil, bizzat yaşadığı bir olayı anlatacaktı. Nitekim başladı da anlatmaya:

- Ben, sekiz yaşına kadar dilsizdim. Konuşamıyor, el-kol işaretiyle maksadımı anlatmaya çalışıyordum. Babam buna çok üzülüyor, ne yapacağını bilemez halde bulunuyordu. Gitmedik hoca bırakmadı, ama hiçbiri de fayda etmedi. Bir gün yaşlı komşumuz geldi, dedi ki:

- Seni çok üzgün görüyorum, üzülmekte de haklısın. Bir baba için yavrusunun dilsiz olması kadar üzücü bir şey olamaz. Sana bir çare söyleyeceğim. Bunu mutlaka yap!

Babam ümitle gözlerini açıp dinlemeye başladı: “Yarın şu yoldan Sultan Abdülhamid geçecek, oğlunu mutlaka karşısına çıkar ve ona dua ettir. Osmanlı sultanlarında yedi evliya derecesi vardır, ola ki şifa bula.”

Bu tavsiye babamın aklına iyice yatmış olacak ki, beklenen saatte yol üzerine çıktık, ümitle beklemeye başladık. Az sonra yaylı araba göründü, ama bizim ona yaklaşmamız mümkün değildi. İzdiham çok fazlaydı; uzakta kalışımıza çok üzüldük.

Fayton hizamıza gelince beklenmedik bir olay oldu. Ansızın durdu, içeriden başını uzatan Sultan Abdülhamid Han bize doğru bakarak seslendi: “İhtiyar! Çocuğu getir, çocuğu!” Şaşırdık. Babam heyecanla elimden çekerek beni kalabalığın içinden arabanın yanına götürdü, elimden tutup yukarı çıkardılar. Sultan, yanaklarımı okşadı, bir şeyler okuyor gibiydi. Az sonra bana: “Beni tanıyor musun, ben kimim?” diye sordu.

Benim dilim tutuktu, cevap vermem imkansızdı. Dilsizdim. O anda bir şeyler hisseder gibi oldum. Birden dilim çözüldü, cevap verdim: “Sen bizim padişahımızsın!” Bunun üzerine babam, “Allah Allah!..” diye feryadı bastı. Beni aşağı indirdiler. Ondan sonra bülbül gibi konuşmaya devam ettim. Dilimin açılması onun duasıyla oldu.

İşte evladım, bu olay bir söylenti falan değil, bir yaşamadır. Sakın ola ki, Osmanlı sultanları aleyhine konuşmayasın. Onlarda gerçekten yedi evliya derecesi vardı. Dilimin açılmasına sebep onun duasıdır. Ona hep Yasin okumaktayım.”(9)

alıntı, gülistan dergisi.
 

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
Yazar Prof. Dr. Ahmet Akgündüz GençAdam, son günlerde günde
50526.jpg
mi planlı bir şekilde değiştirip şer şebekelerinin Türk halkı ve müslümanlar aleyhine icra planına koymak istedikleri oyunlara zemin hazırlamak için hazırlanan cd'lerde kasıtlı olarak yapılan yanlışları ve hayasız iftiraları tatışmaya açıyor. Bu cd'lerde Bediüzzaman Said Nursî'nin Sultan Abdülhamid Han'a düşman oluğu iftirasına yer veriliyor. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz'ün "Bilinmeyen Osmanlı" isimli kitabında konuyla ilgili aydınlatıcı bir makaleyi müfterîlere cevap mahiyetinde dikkatinize sunuyoruz.

Bediüzzaman Said Nursî gibi İslâm âlimlerinin de Sultan Abdülhamid'e muhâlif olduğu ve hatta hal' fetvasını hazırladıkları iddia edilmektedir. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz? Abdülhamid'in hal' ftevasını kim vermiştir?

Bu iddia sahipleri, Bediüzzaman ve Mehmet Akif gibi İslâm âlimlerinin meşru dairedeki hürriyet ve meşrutiyeti istemeleri ile Abdülhamid düşmalığını birbirine karıştırmışlardır. Elbette ki o dönemin çok mühim simaları, özellikle Hafiyye Teşkilatı'nın son zamanlardaki baskı idaresini tenkid etmişler ve Abdülhamid'in kurduğu hükümetlerin, bazan istibdad denebilecek faaliyetlerini tenkid eylemişlerdir. Ancak Abdülhamid'in de devletin devamını sağlamak için yürüttüğü şahsî idare sistemini, her yönüyle meclis-i şûrâ esaslarına uygundur demek mümkün değildir.

Özellikle Bediüzzaman ile ilgili iddialara gelince, Bediüzzaman-Abdülhamid münasebetlerini kısaca özetlemekte yarar vardır:

1907'de İstanbul'a gelen Bediüzzaman, Meşrutiyetin ilanından evvel söylediği bir nutkunda, Sultan Abdülhamid'i, "Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî" diye vasıflandırmaktadır. 1909 Mart'ında kaleme aldığı bir makalede ise, ona şu tavsiyelerde bulunmaktadır:

"Ömrünün zekâtını Ömer bin Abdülaziz gibi sarf et. Ta ki, bi'atın manası gerçekleşsin. Meşrutiyeti kansız kabul ettiğin gibi, Yıldız'ı da mahbûb-ı kulûb eyle. Zebaniler gibi hafiyeler yerine rahmet melekleri olan âlimlerle doludur; Yıldız'ı Dârül-Fünûn gibi yap."

Bediüzzaman'a göre, Abdülhamid zamanında yapılan bütün istibdâdlar onun şahsına verilmemelidir. Maalesef İttihâdcılar bunu yapmıştır. Zira o şefkatli bir sultandır. Başka bir eserinde de, Abdülhamid'in şahsî idaresini anlatırken, "Abdülhamid'in mecbur olduğu istibdâd" ifadesini kullanmaktadır. Namık Kemal'in Abdülhamid'i tenkit ettiği Hürriyet kasidesini değerlendiren Bediüzzaman, 1930'lu yılların idaresini kasdederek, meseleyi bütün yönleriyle göz önüne sermektedir: "Şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdâdı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya layık iken, o tokada müstehak olmayan, gayet mühim bir zatın yani Abdülhamid'in yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün;

"Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhây-ı hürriyet
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten."

1952 yılında bazı kimseler, Bediüzzaman'ın sanki İttihâdcıları destekleyerek Sultan Abdülhamid'e muhâlif olduğu iddialarını yaymaya başlayınca, talebelerine kaleme aldırdığı Lâhika Mektubunda aynen şunları ifade etmektedir:

"1) Bir adamın kusuru ile başkası mes'ul olamaz. Dolayısıyla Abdülhamid'in hükümetlerinin hataları ona verilemez. 2) Bediüzzaman, II. Meşrutiyetin başında, hürriyet-i şer'iyyeyi teşvik etmiş, bazı siyasi muhaliflerinin istibdâd adını verdikleri, Abdülhamid idaresi için de, "mecburî, cüz'î ve hafif istibdâd", İttihâdcıların zulmu için ise, "pek şiddetli külli istibdâd" tabirlerini kullanmıştır. Şu cümlesi meşhurdur: "Eğer meşrûtiyet, İttihâdcıların istibdâdından ibaret ise şeri'ata muhalif hareket demek ise, bütün dünya şahid olsun ki, ben mürteciyim." 3) Hürriyet, İslâmî terbiye ile terbiye olunmazsa, çok şiddetli bir istibdâda dönüşeceğini haykırmıştır ve maalesef öyle de olmuştur. 4) Abdülhamid'in yabancı düşmalara karşı gösterdiği dehası, İslâm âleminin tam bir halifesi olması, Şark Vilâyetlerini Hamidiye Alayları ve İslâm Kardeşliği ile Ermenilere karşı koruması; İslâm'ın bütün hükümlerini hayatında yaşaması ve Yıldız Sarayında manevi şeyhini eksik etmemesi sebepleriyle bir veli olduğunu açıkça ifade etmiştir. 5) Ancak insan hatasız olmayacağından, onun da bazı hataları olduğunu ve ancak bu hataların mecbûriyet altında işlenen hatalar bulunduğunu açıkça beyan eylemiştir."

O halde başta Bediüzzaman ve Mehmed Âkif olmak üzere, büyük İslâm âlimlerinin Abdülhamid'e muhâlif oldukları ve hatta aleyhindeki hal' fetvâsını hazırladıkları şeklindeki iddialar doğru değildir. Fetvâyı zamanın Fetvâ Emini Hacı Nuri Efendi imzalamamıştır; ancak maalesef İttihâdcıların kuklası haline gelen Şeyhülislâm Mehmed Ziyâaddin Efendi imzalamıştır. Bu fetvâdaki hal' gerekçeleri tamamen iftiradır. Zira Sultan Abdülhamid'in 31 Mart Vak'asına sebep olduğu zikredilmiştir ki, tamamen yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Dini kitapları yaktırdığı iddia edilmiştir ki, tam bir iftiradır; zira en çok dini kitap onun zamanında basılmıştır. Devlet hazinesini israf ettiği söylenmektedir ki, Abdülhamid gibi dindar bir Padişaha bunu isnad etmeye şeytan bile yaklaşmaz. Zâlim olduğu ileri sürülmüştür ki, iktidarı boyunca idam cezasını uygulamadığı herkesin malumudur.





Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Bilinmeyen Osmanlı, 171. bahis
 

islamcigenc01

New member
Katılım
3 Ocak 2009
Mesajlar
62
Tepkime puanı
22
Puanları
0
Zaten Abdülhamid hakkında ki söylenenler onun ne kadar büyük bir padişah olduğunun göstergesidir...Bir de İttiha ve Terakkici'ler olmasa...
 
Üst Alt