fetih
New member
- Katılım
- 16 Şub 2007
- Mesajlar
- 1,994
- Tepkime puanı
- 355
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
Esselamun Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatühü
Bir ağaç; kökleri yedi kat yerin dibine inmiş, dalları yedi kat semaya yükselmiş. Gövdesi zümrüt, dalları yakut, yaprakları en pahalı kumaştan daha değerli, meyvesi som altından daha kıymetliymiş. Çöl kumuymuş altın onun yanında. Bu ağaç çölde şifa kaynağıymış; çölü şifa ve güzelliklerle donatabilecek bir güce sahipmiş.
Ağacın gıdası gövdesine, dallarına, yapraklarına oradan da meyvesine uzanıyormuş. Ağacın gıdası "kelam"mış. Öyle bir kelam ki içinde hata yokmuş. Sözlerin en güzeliymiş o kelam.
Ağaç çölün tam ortasındaymış, bütün çölü kaplıyormuş dalları. Kim bu ağaca sarılır, bu ağacı hedef ve rota tayin ederse büyük bir şifa bulurmuş. kim bu ağacı kıymetsiz zannederse çölün kumlarında çaresiz kalırmış. Bu ağaca bir kör dokunsa gözleri görmese bile görürmüş, sağır dokunsa kulakları duymasa bile duyarmış, ölümlü dokunsa ölecek bile olsa ölümsüz olurmuş. Hayallerin ve serapların olduğu bu çölde
o ağaç gerçekmiş.
Çölün kuralları hayat kurallarıymış. Ustanın biri çölden geçerken kumların içinde o ağacı görmüş ve ağacın üzerindeki kumları temizleyip ağacı ortaya çıkarmış. Ağacın ışığı öyle bir ışık ki çölü aydınlatıyormuş. Usta oradan ayrılırken ağacı emanetçilerine bırakmış ve ona çok iyi bakmalarını öğütlemiş.
Usta gittikten sonra ağaç git gide ışığını, rengini ve pek çok şifa noktasını
kaybetmeye başlamış. Emanetçiler ağacın haline üzülüp duruyorlarmış. Bir süre sonra ağacı gelen ve gelecek kervanlara aktarmak ve ağacı koruma altına almak için deftere kaydını yapmaya başlamışlar emanetçi ve hakikatin peşinde olanlar tedbir için. Ağaca düşman olanlar bakmışlar ki ağaç kayıt altında bu sefer ağacın meyvesini koparmışlar sahte meyve koymuşlar yerine, yaprağını koparmışlar sahte yaprak koymuşlar, dallarını koparmışlar sahte dal koymuşlar. Ağaç sahte bir manzaraya bürünmüş.
Zaman geçtikçe o ağacın etrafından geçen kervanlar duymayanların duyduğu, görmeyenlerin gördüğü oşifa ağacının şifasının kalmadığını görüyorlarmış; "Neden bize bir faydası yok?" , "Gerçeği ve özü nerede?" diye soruyorlarmış.
Bazı alimler, akıl sahibi insanlar şu anda bu sahte boyayla boyanan o hakikat ağacının insandan uzaklaştırılmış olan dallarını, yapraklarını, meyvelerini ararlar. Yanından geçtiğimiz yalnız bir kişinin ağlama sesi, kim bilir o ağacın hakikatini bize ulaştırmaya çalışan bir emanetçidir. Özünüz sahiplidir. Bu, hikaye veya masal değil, gerçektir.
Bu ağacın adı; "SÜNNET AĞACI" dır. Usta ise "Peygamber Efendimiz Hz. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.)" dir. O her gün bu sünnet ağacına bir dal, bir yaprak ekledi; biz şifamızı, rızkımızı alalım diye. İnce ince nakış nakış işledi.
Sünnet ağacının damarlarından akan kelam "KUR'AN-I KERİM" dir. O'nun sünnetleri olmasaydı, bu ağaç dikilmeseydi bizim halimiz ne olurdu? Çölde o ağaç olmasaydı biz yolumuzu bulamazdık. Sahte dallara, yapraklara ve meyvelere bürünse de o ağaç kaybolmaz.
Hakikati arayanlardan mıyız yoksa "Hakikat nerde, nereye gömüldü?" diyenlerden miyiz? Sünnet ağacımız nerde?
Ağacın içi "Kur'an" , dışı "Sünnet" tir. O Usta gittikten sonra o ağaç damla damla erimedi mi? Nerde benim sünnet ağacım? Elimi uzattığım zaman bana şifa veren o sünnet ağacı yoksa kitapların satırlarında mı kaldı? Söyler misiniz, sünnet ağacım nerde? O ıssız çölde bana rahmet olan, güneşin yakamayacağı gölgelikler veren sünnet ağacım nerde?
Küçücük bir yavrunun annesinden ayrıldığı ve yapayalnız kaldığını düşünün. Onun telaşı nasıldır? Kendince etrafına bağırıp annesini nasıl arıyorsa biz de öyle aramalıyız sünnet ağacımızı. Doğrultumuz kaybolmuş. Kumların altında kaybolmuş o ağaç nerede?
Çöldür, yolunuzu kaybedersiniz, asıl olan seraplar içinde kendinizi kaybederseniz ne olur? Sünnet ağacını tattınız mı? Hadi kaybettik, peki ya arayamamak ne demek? Başınız öne eğildi mi; benim sünnet ağacımdan düşen dallar, yapraklar, meyveler nerde dediniz mi? Onu çıkardınız
mı çölden mutluluk için, huzur için. En azından Usta için, Yaradan için dediniz mi?
Kimi zaman hadisten, ayetten bahsediyoruz. Hayata geçirmedikten sonra ne faydası var? Sünnet ağacını biz de her mü'min gibi sonsuz bir ümit ile çıkarıp hayatımıza ve geleceğimize aktarmalıyız, nakış nakış işlemeliyiz hayatımıza. Aktarsak bile öz aktarmadıktan sonra O Usta'nın yüzüne
kıyamet gününde nasıl bakarız? Seni de tanıyamadık. Seni taklit etmeye çalıştık; ama sünnet ağacına bakmadık mı diyeceğiz acaba?
Sünnet ağacını terk edenlerin başına gelenleri Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) söylemedi mi? " Nerde emanetim, nerede?" demeyecek mi?
İlim mü'minin kanı ve canıdır. Sünnet ağacının sırrı; o sünnet ağacı asla kaybolmadı, o, hep yerinde. Görebilene, duyabilene.
Kaf Dağı'nın arkasında olsak bile aşalım o dağları ve cılız ellerimizi uzatalım o ağaca da "Geldik Ey RESUL, geldik Ey USTA" diyelim.
Selam ve dua ile. ALLAH'A emanet olun ve O'nunla kalın.
Bir ağaç; kökleri yedi kat yerin dibine inmiş, dalları yedi kat semaya yükselmiş. Gövdesi zümrüt, dalları yakut, yaprakları en pahalı kumaştan daha değerli, meyvesi som altından daha kıymetliymiş. Çöl kumuymuş altın onun yanında. Bu ağaç çölde şifa kaynağıymış; çölü şifa ve güzelliklerle donatabilecek bir güce sahipmiş.
Ağacın gıdası gövdesine, dallarına, yapraklarına oradan da meyvesine uzanıyormuş. Ağacın gıdası "kelam"mış. Öyle bir kelam ki içinde hata yokmuş. Sözlerin en güzeliymiş o kelam.
Ağaç çölün tam ortasındaymış, bütün çölü kaplıyormuş dalları. Kim bu ağaca sarılır, bu ağacı hedef ve rota tayin ederse büyük bir şifa bulurmuş. kim bu ağacı kıymetsiz zannederse çölün kumlarında çaresiz kalırmış. Bu ağaca bir kör dokunsa gözleri görmese bile görürmüş, sağır dokunsa kulakları duymasa bile duyarmış, ölümlü dokunsa ölecek bile olsa ölümsüz olurmuş. Hayallerin ve serapların olduğu bu çölde
o ağaç gerçekmiş.
Çölün kuralları hayat kurallarıymış. Ustanın biri çölden geçerken kumların içinde o ağacı görmüş ve ağacın üzerindeki kumları temizleyip ağacı ortaya çıkarmış. Ağacın ışığı öyle bir ışık ki çölü aydınlatıyormuş. Usta oradan ayrılırken ağacı emanetçilerine bırakmış ve ona çok iyi bakmalarını öğütlemiş.
Usta gittikten sonra ağaç git gide ışığını, rengini ve pek çok şifa noktasını
kaybetmeye başlamış. Emanetçiler ağacın haline üzülüp duruyorlarmış. Bir süre sonra ağacı gelen ve gelecek kervanlara aktarmak ve ağacı koruma altına almak için deftere kaydını yapmaya başlamışlar emanetçi ve hakikatin peşinde olanlar tedbir için. Ağaca düşman olanlar bakmışlar ki ağaç kayıt altında bu sefer ağacın meyvesini koparmışlar sahte meyve koymuşlar yerine, yaprağını koparmışlar sahte yaprak koymuşlar, dallarını koparmışlar sahte dal koymuşlar. Ağaç sahte bir manzaraya bürünmüş.
Zaman geçtikçe o ağacın etrafından geçen kervanlar duymayanların duyduğu, görmeyenlerin gördüğü oşifa ağacının şifasının kalmadığını görüyorlarmış; "Neden bize bir faydası yok?" , "Gerçeği ve özü nerede?" diye soruyorlarmış.
Bazı alimler, akıl sahibi insanlar şu anda bu sahte boyayla boyanan o hakikat ağacının insandan uzaklaştırılmış olan dallarını, yapraklarını, meyvelerini ararlar. Yanından geçtiğimiz yalnız bir kişinin ağlama sesi, kim bilir o ağacın hakikatini bize ulaştırmaya çalışan bir emanetçidir. Özünüz sahiplidir. Bu, hikaye veya masal değil, gerçektir.
Bu ağacın adı; "SÜNNET AĞACI" dır. Usta ise "Peygamber Efendimiz Hz. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V.)" dir. O her gün bu sünnet ağacına bir dal, bir yaprak ekledi; biz şifamızı, rızkımızı alalım diye. İnce ince nakış nakış işledi.
Sünnet ağacının damarlarından akan kelam "KUR'AN-I KERİM" dir. O'nun sünnetleri olmasaydı, bu ağaç dikilmeseydi bizim halimiz ne olurdu? Çölde o ağaç olmasaydı biz yolumuzu bulamazdık. Sahte dallara, yapraklara ve meyvelere bürünse de o ağaç kaybolmaz.
Hakikati arayanlardan mıyız yoksa "Hakikat nerde, nereye gömüldü?" diyenlerden miyiz? Sünnet ağacımız nerde?
Ağacın içi "Kur'an" , dışı "Sünnet" tir. O Usta gittikten sonra o ağaç damla damla erimedi mi? Nerde benim sünnet ağacım? Elimi uzattığım zaman bana şifa veren o sünnet ağacı yoksa kitapların satırlarında mı kaldı? Söyler misiniz, sünnet ağacım nerde? O ıssız çölde bana rahmet olan, güneşin yakamayacağı gölgelikler veren sünnet ağacım nerde?
Küçücük bir yavrunun annesinden ayrıldığı ve yapayalnız kaldığını düşünün. Onun telaşı nasıldır? Kendince etrafına bağırıp annesini nasıl arıyorsa biz de öyle aramalıyız sünnet ağacımızı. Doğrultumuz kaybolmuş. Kumların altında kaybolmuş o ağaç nerede?
Çöldür, yolunuzu kaybedersiniz, asıl olan seraplar içinde kendinizi kaybederseniz ne olur? Sünnet ağacını tattınız mı? Hadi kaybettik, peki ya arayamamak ne demek? Başınız öne eğildi mi; benim sünnet ağacımdan düşen dallar, yapraklar, meyveler nerde dediniz mi? Onu çıkardınız
mı çölden mutluluk için, huzur için. En azından Usta için, Yaradan için dediniz mi?
Kimi zaman hadisten, ayetten bahsediyoruz. Hayata geçirmedikten sonra ne faydası var? Sünnet ağacını biz de her mü'min gibi sonsuz bir ümit ile çıkarıp hayatımıza ve geleceğimize aktarmalıyız, nakış nakış işlemeliyiz hayatımıza. Aktarsak bile öz aktarmadıktan sonra O Usta'nın yüzüne
kıyamet gününde nasıl bakarız? Seni de tanıyamadık. Seni taklit etmeye çalıştık; ama sünnet ağacına bakmadık mı diyeceğiz acaba?
Sünnet ağacını terk edenlerin başına gelenleri Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) söylemedi mi? " Nerde emanetim, nerede?" demeyecek mi?
İlim mü'minin kanı ve canıdır. Sünnet ağacının sırrı; o sünnet ağacı asla kaybolmadı, o, hep yerinde. Görebilene, duyabilene.
Kaf Dağı'nın arkasında olsak bile aşalım o dağları ve cılız ellerimizi uzatalım o ağaca da "Geldik Ey RESUL, geldik Ey USTA" diyelim.
Selam ve dua ile. ALLAH'A emanet olun ve O'nunla kalın.