ŞÜKÜR
Şükür, Allah(c.c.)’ın kullarına verdiği her türlü imkân ve kabiliyet, her türlü nîmet için onların hissettiği minnet ve şükrân duygularının gönülde doğup, düşüncede yerleşmesi ve dil ile ifâde edilmesidir.
İnsanlar madde dünyasında yaşadıkları ve nefis (benlik) sahibi oldukları için, bir bıçağın üzerinde yürümek durumundadırlar. Ya gönül yoluyla Hakk’ka bağlılıklarını koruyacaklar, düşünce, söz ve eylemlerini buna göre ayarlamak sûretiyle yükselecekler ; yahut maddeye ve nefse uyarak dünyaya bağlanacaklar ve aşağıların aşağısına düşeceklerdir.
Kullar kendilerini madde ve fiziksel varlık olarak rahatlatan ve haz veren her şeye kolayca kapılma eğilimindedirler.
Mal mülk sahibi olmak, rahat yaşamak, dilediğince yiyip içmek, az çalışıp çok kazanmak, fiziksel zevklerini tatmin etmek, herkesin kendilerini beğenmesi, başkalarını çekip çevirip yönetmek gibi istek ve arzular, bunlardan ilk akla gelenlerdir.
Bunun da halk arasında itibar bulabilmek için ibâdet ve ilimde gösterişe yönelmek gibi, daha ince görünüşlü olanları da olabilir.
Görünür, görünmez bunca nimetlere şükür gerekirken, nimeti verene sırt dönüp nankörlük etmek niye? Ve bu kadar aciz iken, fakirken ve ihtiyaç içinde iken vede çevrede birçok olumsuzluklar, belalar ve fitneler mevcut iken
Herşeye gücü yeten, merhametlilerin en merhametlisi, Rahman ve Rahim olan Allah'a, dua dua yalvarıp yakarmak, kapısında el pençe olmamak niye?
Halbuki Allah(c.c.); dünyasal varlıkları dilediğine, kendisine yaklaştıracak olan ilmi ve bilgiyi de dileyene ve çalışana vermektedir.
Kullara düşen; elde ettikleri her türlü maddî ve mânevî kazanımın, ancak Allah(c.c.)’ın lûtuf ve taktiriyle olduğunu bilmek ve bunun karşılığını şükrederek vermeye çalışmaktır.
Ahmed Abdülhâk Raduli Hazretleri :
“Siz dâima şükretmek için oradasınız.” demiştir.
Yine bütün hadis kaynaklarında zikredilen bir hadîs-i kudside Cenâb-ı
Hakk :
“Ben kulumun kalbinde üç şeye bakarım.Ameline, sabrına ve şükrüne. Bunlar benim içindir, gerisi ise kulumun kendisine aittir.” buyurmuştur.
Burada anlatmaya çalıştığımız husus, şükür bahsi olduğu için açıklamayı ona tahsis etmek durumundayız.
Kullar kendi hoşlarına giden şeyler için çok kolay şükrederler de, imtihana vesîle olan üzüntü ve sıkıntılardan dolayı şükretmeyi pek akıllarına getirmezler.Onları asıl yükseltecek olan ise, zor ve sıkıntı verici durumlarda şükredebilmektir.Kullar sağlıklı oldukları için şükrederler de, hastalandıklarında şikâyet ederler.Halbuki asıl şükredilmesi gereken, sabırla karşılamaları gereken üzüntülü, sıkıntılı ve zorluk verici olay ve durumlardan dolayı, bunlar kemâle ulaşmalarına vâsıta olduğu için bunlara şükretmektir.
Şükretmek o kadar önemlidir ki; direkt olarak yaratanla kulu arasında olup biter.Bundan dolayı da şükrün değeri çok yüksektir.
İnsanlara verilen dünyalıklar, verenin unutulmasına yol açabilecek kadar tehlikelidir.İnsan aldıkça ister, istedikçe alır ve bunların muhafaza ve idâmesi için o kadar emek ve zaman harcar ki, mülkün asıl sahibini, onları kendine vereni unutur.Şükürden uzaklaşır, verilenleri yalnızca kendi emek ve çabasının karşılığı olarak görmeye başlar ve dünyaya bağlanır gider.
“Şükür dil ve gönülle yapılan ibâdetlerin en büyüğüdür.”
Şükür dilde ve gönülde olacak ancak, öncelikle ve çoğu beyinde olacak ve oluşacak.Bu hikmet arayışının tedâvisidir.Denmesi gereken, “verdiğinde de vermediğinde de şükür.”dür.
Allah(c.c.) verdiği zaman sabretmek, vermediğinde şükretmek gerekir.Zîra verdiği dünyasal varlıklar, nefsimizi azdırarak bizi zora sokabilir.Vermediğinde böyle bir şer tehlikesinden kurtulduğumuz için şükrederiz.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız gibi, insana verilmiş olan dünya varlığı onu, Allah(c.c.)’ı anmaktan uzaklaştırmamalı, şükrü unutturmamalıdır.Varlıkla sınanmak, imtihanların en zorlarındandır, zîra insanın nefsini ve nefsî duygularını doruğa çıkarır.Bu nedenle kendilerine varlık lûtfedilmiş olanlar, yoksullara, yetimlere, ilim ve cihad yolunda çaba sarfedenlere, bunlardan vermeli ve sürekli şükürde olmalıdırlar.
Dünyasal varlık bakımından çok iyi durumda olmayanlar da, nefislerini azdırma ihtimâli olan böyle bir unsurla sınanmadıkları için, Allah(c.c.)’a şükretmek durumundadırlar.
Dâima şükretmek ve şükür halinde olmak, kulu Allah(c.c.)’a bağlayan ve yalnız O’nun için yapılan en güzel davranışlardandır.Zîra :
Yine bütün hadis kaynaklarında zikredilen bir hadîs-i kudside Cenâb-ı
Hakk :
“Ben kulumun kalbinde üç şeye bakarım.Ameline, sabrına ve şükrüne. Bunlar benim içindir, gerisi ise kulumun kendisine aittir.” buyurmuştur.
Burada anlatmaya çalıştığımız husus, şükür bahsi olduğu için açıklamayı ona tahsis etmek durumundayız.
Kullar kendi hoşlarına giden şeyler için çok kolay şükrederler de, imtihana vesîle olan üzüntü ve sıkıntılardan dolayı şükretmeyi pek akıllarına getirmezler.Onları asıl yükseltecek olan ise, zor ve sıkıntı verici durumlarda şükredebilmektir.Kullar sağlıklı oldukları için şükrederler de, hastalandıklarında şikâyet ederler.Halbuki asıl şükredilmesi gereken, sabırla karşılamaları gereken üzüntülü, sıkıntılı ve zorluk verici olay ve durumlardan dolayı, bunlar kemâle ulaşmalarına vâsıta olduğu için bunlara şükretmektir.
Şükretmek o kadar önemlidir ki; direkt olarak yaratanla kulu arasında olup biter.Bundan dolayı da şükrün değeri çok yüksektir.
İnsanlara verilen dünyalıklar, verenin unutulmasına yol açabilecek kadar tehlikelidir.İnsan aldıkça ister, istedikçe alır ve bunların muhafaza ve idâmesi için o kadar emek ve zaman harcar ki, mülkün asıl sahibini, onları kendine vereni unutur.Şükürden uzaklaşır, verilenleri yalnızca kendi emek ve çabasının karşılığı olarak görmeye başlar ve dünyaya bağlanır gider.
“Şükür dil ve gönülle yapılan ibâdetlerin en büyüğüdür.”
Şükür dilde ve gönülde olacak ancak, öncelikle ve çoğu beyinde olacak ve oluşacak.Bu hikmet arayışının tedâvisidir.Denmesi gereken, “verdiğinde de vermediğinde de şükür.”dür.
Allah(c.c.) verdiği zaman sabretmek, vermediğinde şükretmek gerekir.Zîra verdiği dünyasal varlıklar, nefsimizi azdırarak bizi zora sokabilir.Vermediğinde böyle bir şer tehlikesinden kurtulduğumuz için şükrederiz.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız gibi, insana verilmiş olan dünya varlığı onu, Allah(c.c.)’ı anmaktan uzaklaştırmamalı, şükrü unutturmamalıdır.Varlıkla sınanmak, imtihanların en zorlarındandır, zîra insanın nefsini ve nefsî duygularını doruğa çıkarır.Bu nedenle kendilerine varlık lûtfedilmiş olanlar, yoksullara, yetimlere, ilim ve cihad yolunda çaba sarfedenlere, bunlardan vermeli ve sürekli şükürde olmalıdırlar.
Dünyasal varlık bakımından çok iyi durumda olmayanlar da, nefislerini azdırma ihtimâli olan böyle bir unsurla sınanmadıkları için, Allah(c.c.)’a şükretmek durumundadırlar.
Dâima şükretmek ve şükür halinde olmak, kulu Allah(c.c.)’a bağlayan ve yalnız O’nun için yapılan en güzel davranışlardandır.Zîra :
Şükür, Allah(c.c.)’ın kullarına verdiği her türlü imkân ve kabiliyet, her türlü nîmet için onların hissettiği minnet ve şükrân duygularının gönülde doğup, düşüncede yerleşmesi ve dil ile ifâde edilmesidir.
İnsanlar madde dünyasında yaşadıkları ve nefis (benlik) sahibi oldukları için, bir bıçağın üzerinde yürümek durumundadırlar. Ya gönül yoluyla Hakk’ka bağlılıklarını koruyacaklar, düşünce, söz ve eylemlerini buna göre ayarlamak sûretiyle yükselecekler ; yahut maddeye ve nefse uyarak dünyaya bağlanacaklar ve aşağıların aşağısına düşeceklerdir.
Kullar kendilerini madde ve fiziksel varlık olarak rahatlatan ve haz veren her şeye kolayca kapılma eğilimindedirler.
Mal mülk sahibi olmak, rahat yaşamak, dilediğince yiyip içmek, az çalışıp çok kazanmak, fiziksel zevklerini tatmin etmek, herkesin kendilerini beğenmesi, başkalarını çekip çevirip yönetmek gibi istek ve arzular, bunlardan ilk akla gelenlerdir.
Bunun da halk arasında itibar bulabilmek için ibâdet ve ilimde gösterişe yönelmek gibi, daha ince görünüşlü olanları da olabilir.
Görünür, görünmez bunca nimetlere şükür gerekirken, nimeti verene sırt dönüp nankörlük etmek niye? Ve bu kadar aciz iken, fakirken ve ihtiyaç içinde iken vede çevrede birçok olumsuzluklar, belalar ve fitneler mevcut iken
Herşeye gücü yeten, merhametlilerin en merhametlisi, Rahman ve Rahim olan Allah'a, dua dua yalvarıp yakarmak, kapısında el pençe olmamak niye?
Halbuki Allah(c.c.); dünyasal varlıkları dilediğine, kendisine yaklaştıracak olan ilmi ve bilgiyi de dileyene ve çalışana vermektedir.
Kullara düşen; elde ettikleri her türlü maddî ve mânevî kazanımın, ancak Allah(c.c.)’ın lûtuf ve taktiriyle olduğunu bilmek ve bunun karşılığını şükrederek vermeye çalışmaktır.
Ahmed Abdülhâk Raduli Hazretleri :
“Siz dâima şükretmek için oradasınız.” demiştir.
Yine bütün hadis kaynaklarında zikredilen bir hadîs-i kudside Cenâb-ı
Hakk :
“Ben kulumun kalbinde üç şeye bakarım.Ameline, sabrına ve şükrüne. Bunlar benim içindir, gerisi ise kulumun kendisine aittir.” buyurmuştur.
Burada anlatmaya çalıştığımız husus, şükür bahsi olduğu için açıklamayı ona tahsis etmek durumundayız.
Kullar kendi hoşlarına giden şeyler için çok kolay şükrederler de, imtihana vesîle olan üzüntü ve sıkıntılardan dolayı şükretmeyi pek akıllarına getirmezler.Onları asıl yükseltecek olan ise, zor ve sıkıntı verici durumlarda şükredebilmektir.Kullar sağlıklı oldukları için şükrederler de, hastalandıklarında şikâyet ederler.Halbuki asıl şükredilmesi gereken, sabırla karşılamaları gereken üzüntülü, sıkıntılı ve zorluk verici olay ve durumlardan dolayı, bunlar kemâle ulaşmalarına vâsıta olduğu için bunlara şükretmektir.
Şükretmek o kadar önemlidir ki; direkt olarak yaratanla kulu arasında olup biter.Bundan dolayı da şükrün değeri çok yüksektir.
İnsanlara verilen dünyalıklar, verenin unutulmasına yol açabilecek kadar tehlikelidir.İnsan aldıkça ister, istedikçe alır ve bunların muhafaza ve idâmesi için o kadar emek ve zaman harcar ki, mülkün asıl sahibini, onları kendine vereni unutur.Şükürden uzaklaşır, verilenleri yalnızca kendi emek ve çabasının karşılığı olarak görmeye başlar ve dünyaya bağlanır gider.
“Şükür dil ve gönülle yapılan ibâdetlerin en büyüğüdür.”
Şükür dilde ve gönülde olacak ancak, öncelikle ve çoğu beyinde olacak ve oluşacak.Bu hikmet arayışının tedâvisidir.Denmesi gereken, “verdiğinde de vermediğinde de şükür.”dür.
Allah(c.c.) verdiği zaman sabretmek, vermediğinde şükretmek gerekir.Zîra verdiği dünyasal varlıklar, nefsimizi azdırarak bizi zora sokabilir.Vermediğinde böyle bir şer tehlikesinden kurtulduğumuz için şükrederiz.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız gibi, insana verilmiş olan dünya varlığı onu, Allah(c.c.)’ı anmaktan uzaklaştırmamalı, şükrü unutturmamalıdır.Varlıkla sınanmak, imtihanların en zorlarındandır, zîra insanın nefsini ve nefsî duygularını doruğa çıkarır.Bu nedenle kendilerine varlık lûtfedilmiş olanlar, yoksullara, yetimlere, ilim ve cihad yolunda çaba sarfedenlere, bunlardan vermeli ve sürekli şükürde olmalıdırlar.
Dünyasal varlık bakımından çok iyi durumda olmayanlar da, nefislerini azdırma ihtimâli olan böyle bir unsurla sınanmadıkları için, Allah(c.c.)’a şükretmek durumundadırlar.
Dâima şükretmek ve şükür halinde olmak, kulu Allah(c.c.)’a bağlayan ve yalnız O’nun için yapılan en güzel davranışlardandır.Zîra :
Yine bütün hadis kaynaklarında zikredilen bir hadîs-i kudside Cenâb-ı
Hakk :
“Ben kulumun kalbinde üç şeye bakarım.Ameline, sabrına ve şükrüne. Bunlar benim içindir, gerisi ise kulumun kendisine aittir.” buyurmuştur.
Burada anlatmaya çalıştığımız husus, şükür bahsi olduğu için açıklamayı ona tahsis etmek durumundayız.
Kullar kendi hoşlarına giden şeyler için çok kolay şükrederler de, imtihana vesîle olan üzüntü ve sıkıntılardan dolayı şükretmeyi pek akıllarına getirmezler.Onları asıl yükseltecek olan ise, zor ve sıkıntı verici durumlarda şükredebilmektir.Kullar sağlıklı oldukları için şükrederler de, hastalandıklarında şikâyet ederler.Halbuki asıl şükredilmesi gereken, sabırla karşılamaları gereken üzüntülü, sıkıntılı ve zorluk verici olay ve durumlardan dolayı, bunlar kemâle ulaşmalarına vâsıta olduğu için bunlara şükretmektir.
Şükretmek o kadar önemlidir ki; direkt olarak yaratanla kulu arasında olup biter.Bundan dolayı da şükrün değeri çok yüksektir.
İnsanlara verilen dünyalıklar, verenin unutulmasına yol açabilecek kadar tehlikelidir.İnsan aldıkça ister, istedikçe alır ve bunların muhafaza ve idâmesi için o kadar emek ve zaman harcar ki, mülkün asıl sahibini, onları kendine vereni unutur.Şükürden uzaklaşır, verilenleri yalnızca kendi emek ve çabasının karşılığı olarak görmeye başlar ve dünyaya bağlanır gider.
“Şükür dil ve gönülle yapılan ibâdetlerin en büyüğüdür.”
Şükür dilde ve gönülde olacak ancak, öncelikle ve çoğu beyinde olacak ve oluşacak.Bu hikmet arayışının tedâvisidir.Denmesi gereken, “verdiğinde de vermediğinde de şükür.”dür.
Allah(c.c.) verdiği zaman sabretmek, vermediğinde şükretmek gerekir.Zîra verdiği dünyasal varlıklar, nefsimizi azdırarak bizi zora sokabilir.Vermediğinde böyle bir şer tehlikesinden kurtulduğumuz için şükrederiz.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız gibi, insana verilmiş olan dünya varlığı onu, Allah(c.c.)’ı anmaktan uzaklaştırmamalı, şükrü unutturmamalıdır.Varlıkla sınanmak, imtihanların en zorlarındandır, zîra insanın nefsini ve nefsî duygularını doruğa çıkarır.Bu nedenle kendilerine varlık lûtfedilmiş olanlar, yoksullara, yetimlere, ilim ve cihad yolunda çaba sarfedenlere, bunlardan vermeli ve sürekli şükürde olmalıdırlar.
Dünyasal varlık bakımından çok iyi durumda olmayanlar da, nefislerini azdırma ihtimâli olan böyle bir unsurla sınanmadıkları için, Allah(c.c.)’a şükretmek durumundadırlar.
Dâima şükretmek ve şükür halinde olmak, kulu Allah(c.c.)’a bağlayan ve yalnız O’nun için yapılan en güzel davranışlardandır.Zîra :