Âleme nice sultanlar, nice gönlü aydın kişiler ve nice erler gelmiştir... Âlem ibretlerle doludur, fakat ibret almayı bilenler pek azdır...
İbret alacağımız bir hadise şudur ki, gerçekten kul için, kul olmanın şuurundan olamaz... Endülüs’ün dindar Halifesi Hakem, muhteşem bir saray inşa ettirmişti... Bu sarayın bahçesinde yeryüzünün bütün çiçeklerinden bulundurmak istiyordu. Gülistanda güller demetlemek ne hoştu...
Sarayın bahçıvanları kendisinin haberi olmadan dul bir kadının tarlasını saray bahçesine katmışlardı bile... Zavallı ve çersiz kadın ne yapabilirdi ki. Bahçıvanlar:
- Ey Hâtun, diyorlardı, Sen şu parayı al ve sesini çıkartma. Sesini çıkarsan kim duyacak ki?
Kadın kanadı kırık serçeler gibi çırpındı ise de bir fayda vermedi ve toprağı zorla elinden alındı. Toprağına mukâbil bir miktar para da verildi... Ama o razı değildi, gönlü durmadan yanıyor:
- Âh dertli başım diyordu, senin gibi çaresize kim çare olur ki?...
Bir gün biri, onun dertlerle bîkarar olduğunu görünce:
- Ey vâlide dedi, Sen Kurtuba Kadısı Beşir’e hâlini arz et... Halîfe İslam kanunlarının tatbikçisi kadınları dinler. Senin derdine Beşir çare bulur...
Yaşlı kadın hemen kıvrım kıvrım uzayan yolları eline doladı. Kadı’nın kapısına vardı... Ve huzura çıkıp başına gelenleri tek tek anlattı ve dedi:
- ****Allah için benim çareme bak kadı efendi!...
Kadı Beşir zehir gibi bir zekaya mâlikti. Hemen yerinden kalktı:
- Ey Hâtun, dedi, sen bekle, ben şimdi senin işini hallederim.
Ve eline bir çuval alıp sarayın bahçesine koştu. Hâlife çiçekler arasında gezinmekteydi... Hemen oradaki yumuşak topraklardan çuvala doldurdu.
Kendisine hayretli nazarlarla bakan Hâlifeye seslendi:
- Ey Mü’minlerin Emiri! Şu çuvalı sırtıma kaldırır mısın?
Hâlife derhal koştu ve ağzına kadar toprak dolu çuvala el attı. Ne var ki, çuvalı kıpırdatmak bile mümkün değildi. Zorladı, zorladı ama nâfile...
- Ey kadı efendi, dedi, bu çuval kalkacak gibi değil. Benim gücüm buna el vermez. Ben bu yükü kaldıramam!..
Zaten kadı Beşir’in beklediği de bu idi... Yüzüne tatlı bir gülücük kondurarak dedi ki:
- Nasıl olur, ey Mü’minlerin Emiri! Kaldırmanız lâzım! Zirâ siz, sadece bu bir çuvalı değil şu gördüğünüz koca tarlayı hem de yedi kat olarak boynunuza geçirmiş vaziyette olacaksınız!
- O ne demek yâ Beşir!
- Anlatayım... Resûl-ü Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyururlar ki:
- “Kim birinin bir karış toprağını gasp ederek alırsa o toprak yedi kat yerin dibine kadar, Kıyamet Günü’nde gasp edenin boynuna geçirilecek. Kaldırması için melekler ateşten kamçılarla kırbaçlayıp azap edeceklerdir.”
Bu sebeple siz de sadece şu bir çuval toprağı değil, belki sahibinin rızâsı olmadan bahçenize kattığınız şu koca tarlayı da yedi kat misliye halkalanmış olarak boynunuza takıp yukarı kaldıracaksınız. Buna gözünüz kesiyor da şu bir çuval toprağı mı kaldıracaksınız?
Halîfe, Kadı Beşir’in ne demek istediğini anlamıştı. Fakat onun bu işten haberi yoktu. Derhal dul kadının tarlası kendine iâde edildi.
Kul da, köle de, sultan da hesâp diyarına gidecek, herkes ektiğini biçecek. Bir yere iyilik ağacı dikmeyen saadet meyvesi toplayamaz...
İbret alacağımız bir hadise şudur ki, gerçekten kul için, kul olmanın şuurundan olamaz... Endülüs’ün dindar Halifesi Hakem, muhteşem bir saray inşa ettirmişti... Bu sarayın bahçesinde yeryüzünün bütün çiçeklerinden bulundurmak istiyordu. Gülistanda güller demetlemek ne hoştu...
Sarayın bahçıvanları kendisinin haberi olmadan dul bir kadının tarlasını saray bahçesine katmışlardı bile... Zavallı ve çersiz kadın ne yapabilirdi ki. Bahçıvanlar:
- Ey Hâtun, diyorlardı, Sen şu parayı al ve sesini çıkartma. Sesini çıkarsan kim duyacak ki?
Kadın kanadı kırık serçeler gibi çırpındı ise de bir fayda vermedi ve toprağı zorla elinden alındı. Toprağına mukâbil bir miktar para da verildi... Ama o razı değildi, gönlü durmadan yanıyor:
- Âh dertli başım diyordu, senin gibi çaresize kim çare olur ki?...
Bir gün biri, onun dertlerle bîkarar olduğunu görünce:
- Ey vâlide dedi, Sen Kurtuba Kadısı Beşir’e hâlini arz et... Halîfe İslam kanunlarının tatbikçisi kadınları dinler. Senin derdine Beşir çare bulur...
Yaşlı kadın hemen kıvrım kıvrım uzayan yolları eline doladı. Kadı’nın kapısına vardı... Ve huzura çıkıp başına gelenleri tek tek anlattı ve dedi:
- ****Allah için benim çareme bak kadı efendi!...
Kadı Beşir zehir gibi bir zekaya mâlikti. Hemen yerinden kalktı:
- Ey Hâtun, dedi, sen bekle, ben şimdi senin işini hallederim.
Ve eline bir çuval alıp sarayın bahçesine koştu. Hâlife çiçekler arasında gezinmekteydi... Hemen oradaki yumuşak topraklardan çuvala doldurdu.
Kendisine hayretli nazarlarla bakan Hâlifeye seslendi:
- Ey Mü’minlerin Emiri! Şu çuvalı sırtıma kaldırır mısın?
Hâlife derhal koştu ve ağzına kadar toprak dolu çuvala el attı. Ne var ki, çuvalı kıpırdatmak bile mümkün değildi. Zorladı, zorladı ama nâfile...
- Ey kadı efendi, dedi, bu çuval kalkacak gibi değil. Benim gücüm buna el vermez. Ben bu yükü kaldıramam!..
Zaten kadı Beşir’in beklediği de bu idi... Yüzüne tatlı bir gülücük kondurarak dedi ki:
- Nasıl olur, ey Mü’minlerin Emiri! Kaldırmanız lâzım! Zirâ siz, sadece bu bir çuvalı değil şu gördüğünüz koca tarlayı hem de yedi kat olarak boynunuza geçirmiş vaziyette olacaksınız!
- O ne demek yâ Beşir!
- Anlatayım... Resûl-ü Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyururlar ki:
- “Kim birinin bir karış toprağını gasp ederek alırsa o toprak yedi kat yerin dibine kadar, Kıyamet Günü’nde gasp edenin boynuna geçirilecek. Kaldırması için melekler ateşten kamçılarla kırbaçlayıp azap edeceklerdir.”
Bu sebeple siz de sadece şu bir çuval toprağı değil, belki sahibinin rızâsı olmadan bahçenize kattığınız şu koca tarlayı da yedi kat misliye halkalanmış olarak boynunuza takıp yukarı kaldıracaksınız. Buna gözünüz kesiyor da şu bir çuval toprağı mı kaldıracaksınız?
Halîfe, Kadı Beşir’in ne demek istediğini anlamıştı. Fakat onun bu işten haberi yoktu. Derhal dul kadının tarlası kendine iâde edildi.
Kul da, köle de, sultan da hesâp diyarına gidecek, herkes ektiğini biçecek. Bir yere iyilik ağacı dikmeyen saadet meyvesi toplayamaz...