Hani Cem Yılmaz'ın gora filminde bir esprisi var ya (seyredenler hatırlayacaktır);
"anlat !" dediklerinde
"malı arap kadri'den alıyorduk, ikinci köprüde araç değiştiriyorduk..." aklıma nedense bir an bu espri geldi.
Her şey amerikan ekonomisinin kapitalist sermayeye geçişi ile başladı. Dünya, amerika ile aslında 1932 yılında tanıştı. O güne kadar uyuyan dev yılan, sermayenin; tabandan tavana önlenemez ters açılış ile yükselişini farkettiğinde önlem olarak sadece dışarıdan sıcak para girişini engellemek ile yetindi. Üretim, sanayi alanında istenilen standartların da ötesinde yer alırken, gıda ve giyim sektörünün hammadde alımlarında dışa bağımlı olması tek sıkıntıydı. Buna bir çare bulunması gerekirdi ve aranılan çare bulundu:
Resmi kalpazanlık!
amerikan devleti, hazinesinde karşılığı bulunmayan paraları basmak ile bir nevi para ticaretine başladı. Dışarıdan girmesi muhtemel bütün yoları kapatarak para girişini önledi. Doları bir tek kendi satabilirdi ve öyle yaptı. sanayisinin o günlerde çok çok iyi olması bu geçişte en önemli unsurdu. Gerek savaş malzemesi, gerek ev için üretilen beyaz eşyadaki pazar payı diğer ülkelerin ta içlerine, mutfaklarına kadar girmesi ile daha da kuvvetlendi. Karşılığında satıcı doğal olarak ne yapar ? para alır, ama amerikan hükümeti para almadı, yaptırımlar karşılığı devletlerin borçlanmasını sağladı. İç piyasa döndüğünde de üretici firmaya (kendi bastığı parayı) tahsil etmiş gibi ödeme yoluna gitti. Alan memnun, satan memnundu. amerikan devleti hepten memnundu, nasıl olmasın ki, mal sattığı ülkelerden para istemiyor, karşılığında hayatta kalması için yegane unsurlar olan temel yaşam kaynaklarını, (borçlu ülkelerden) elini dahi sürmeden ülkesine getiriyordu. Petrol mu lazım, arap ülkeleri ne güne duruyor, yeni model buzdolaplarından bir parti gönderiliyor, zengin şeyhlerden para istemiyor, karşılığında ham petrol sağlıyordu. Yada gıda sektöründe prinç sıkıntısı mı başladı, içerideki üretim yetmiyor mu ? Çin'in çeltik tarlaları ne güne duruyor ? Dayayın stoktaki tv yada buzdolaplarını, gelsin karşılığında tonlarca prinç.
Aynı mantık savaş sektöründe de geçerliydi. Zor, oyunu bozar felsefesi her zaman geçerliydi. Korkak tavukları (almanya,fransa, ingiltere vd...) komünizm tehlikesinden korumak gerekirdi. Savaş sanayisinde ne kadar üretici firmaları varsa hepsi tam kapasite üretime geçiyor, bu ülkelere savaş malzemeleri istemediği kadar yığılıyordu. Karşılığında elbette topraklarında amerikaya üs için ayıracakları bir kaç bin dönüm boş alalanları muhakkak vardı. Hem bu üslerin kullanım hakkı aynı zamanda konuşlandıkları ülkeler içinde geçerliydi.
Bütün bu istenilenlerin oluşması için, çok önceden plan ve programa dayalı bir AR-GE gerekiyordu. Beyin ihracatının cazip tekliflerle sağlanması çok zor olmadı. Tam kapasite çalışan üretim sektörü, dış dünya devletlerini kendine modern manda yapan hükümetler ve bütün bunların bir araya gelmesine alt yapı hazırlayan iyi bir AR-GE! kapsamlı bir şirket düşünün, malzemeyi üretmek için proje hazırlanıyor, pazara cazip fiyatlarla satışa sunuluyor, karşılığında para ile sağlaması mümkün olmayan hammadde tahsil ediyor. Ee tabi bu şirketi yönetmek için işinin ehli bir yönetim kurulu gerekiyor. Üretici pozisyonunda bulunan sektör tröstleri ne garip bir tesadüftür ki ! hepsi yahudi kökenli. Ee yahudiler de bu ticaret işini çok iyi bilen kişiler. Ama dünyada hiç bir millet tarafından da sevilmeyen bir halk. E canım illa koltukta oturacak değiller ya, vitrine koyarız bir amerikalı coni, salla başını al maaşını çalışır. Bizim sözümüzden çıkmaya kalktığı anda, bineriz tepesine, bunu gören diğer oturacak muhtemel kişiye de gösteririz aba altından sopayı, gül gibi geçinir gideriz.
Hepsi oldu, bir bir uygulandı ve hayata geçirildi. Modern yaşamın kaynağı amerika büyüdükçe büyüdü, geniş yelpazede üretimi yoktu belki ama dünyaya sağladığı üç beş kalemde söz sahibiydi. Hayallerin ülkesi, hayali olarak büyüyordu ama kimse bu hayali görmüyordu, belki de görmek istemiyordu. Dışarıda çok güçlü bir amerika izlenimi her şeyin yolunda olduğunu görmeye yetiyordu. Ne zaman ? taki usama bin ladin adında birinin çıkıp da
"kral çıplak" dediği zamana kadar. 11 eylül; amerikanın aslında hiç de göründüğü kadar güçlü olmadığını gözler önüne koyuyordu. Kendisini korumaya gücü yetmeyen alelade bir 3. dünya ülkesinden farksızdı. Dünya bunu gördü, birde kağıt helva misali, ısırılınca onlarca parçaya bölünen kuleleri.
Hepsinden en önemlisi kral kendi çıplaklığının anlamına vardı. Evet, hakikaten çıplaktı, ve o duygunun verdiği sersemlik ile sağa (afganistan) sola (ırak) yalpaladı, bu çalkalanmaya midesi dayanmayan ekonomi safra atmaya başladı. Çünkü, bu sağa sola yalpalanmalarda, çok önceden beridir kendisine diş bileyen ülkelere çarpmıştı ve onlara maddi manevi zararlar vermişti. Elbette ayağına basılması gerekiyordu ve basıldı. Yıllardan beri nasırlaşmış ayaklar da duyduğu acının etkisi ile bastı yaygarayı! Yaygaranın baş aktörleri de kendisini ayakta tutan electroon gibi tröstler ve finans sektörünün duayeni Lehmann brothers gibi firmalardı. Sırada general motors gibileri var. Bunlar başı çeken göze batanlar. Bir de göze batmayan ama iç piyasayı allak bullak edenler varki, işte bunlar domino taşı gibi önüne geleni yıkmaya başladı.
Şimdi bütün dünya; en büyük domino taşı yıkılma olayını hep beraber izliyor. İyi seyirler sana da amerika! Her nerede yaşıyor ve yaşanıyorsan!
Sevgili Bekir, şıklardan sadece bir tanesini seçtim ama aslında senin oraya seçtiğin bütün şıklar da geçerli. Hepsi (son şık haricinde) bu olayın oluşmasında birer etken. Rabbim tamamını görmeyi nasip etsin.
(bence)