EHLÝ-SUNNET
New member
SEYYİT KUTUP MEZHEPSİZ Mİ?
Bu kitapta Seyyid Kutub’un masonlara nasıl maşalık yaptığını, başta Eshâb-ı kirâm olmak üzere ehl-i sünnet büyüklerine nasıl dil uzattığını, Kur’ân-ı kerimi kendi kafasına göre nasıl tefsir ettiğini, İbni Teymiyyeci ve mason Abduhcu mezhepsiz bir sosyalist olduğunu bir lâboratuar kat’iyetiyle isbat ediyoruz. Seyyid Kutub’un kitapları, mezhepsiz Mevdûdî'nin kitapları gibi Türkçeye tercüme edilirken galiz hataların çıkarıldığına şahit olduk.
Türkçe tercümelerinde bile ne zehirler bulunduğunu okuyuculara isbat için Türkçe tercümelerini sayfa numaraları vermek suretiyle nasıl din düşmanlığı yaptığını göstermek istiyoruz.
Bekir Sadak isimli birisi tarafından tercüme edilerek CİHAN SULHU VE İSLÂM ismi verilen kitâba bir bakalım. Seyyid Kutub, diğer mezhepsizler gibi bütün kitâplarını nakil esası üzerine değil, mutlak müctehid usûlü ile Kur’ân-ı kerîm’den ve hadîs-i şeriflerden kendi kafasına göre manalar çıkarıp yeni din kaideleri koymaktadır. Evet Cihan Sulhu ve İslâm isimli kitâba göz atıyoruz:
“Devletçiliğe delince, bu sahada yapılan çalışmalar henüz pek azdır, cılızdır. Ve İslâm’ın bu tarafı gereği kadar açıklanmamıştır.” C. SULHU S. 13
Bu cümle ile İslâm’a ve İslâm âlimlerine iftira edilmiştir. Bugüne kadar hiçbir İslâm âlimi devletçiliği gereği gibi açıklamamış da Seyyid Kutub açıklıyormuş sanki Allahü teâlâ bugüne kadar devletçiliği açıklayan ve bu sahada çalışma yapan âlim ve halife yaratmamış. Başta dört halife olmak üzere, Emevî, Abbasî ve Osmanlı Halifeleri dinimizi bin küsur yıl idare etmiş,mezheb imamları ve diğer İslâm âlimleri vasıtası ile dinimiz açıklanmış, kanunlar, fetvalar hazırlanmıştır. Geçen asır yapılan MECELLE ise o kanunların, toplanmış şeklidir. Bir akâid kâidesidir ki, İslâm âlimlerini küçümsemek, kötülemek küfürdür. İslâm kâmil bir nizamdır, asr-ı saadetten beri tatbik edilegelmiştir. Çalışma yapılmamış, açıklanma yapılmamış demek, İslâm kâmil olarak hayat sürmemiş, kâmil âlimler gelmemiş demektir.
Seyyid Kutup, sosyalist hümanistliğine dayanarak diyor ki:
“İslâmiyet diğer dinlere nefret manasını taşıyan dinî taassubu asla kabul etmez.” C.SULHU S. 22
İslâm’dan başka olan hıristiyanlık ve yahudilik gibi din mensubu kâfirleri sevmemek, taassup olarak gösterilmektedir. Halbuki Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını düşman bilmek her müslümana farzdır.
Evet Hümanist ve sosyalist yazar Seyyid Kutup diyor ki:
“İslâm, bütün insanlığı birbiriyle yardımlaşan bir tek birlik sayar. Hattâ İslâm’a göre bütün insanlar yek diğerine yakın bağlarla bağlı olan bir ailedir. Allah’ın adâletinden eksiksiz faydalanma babında, ırk, renk ve din ayırımı yapmadan bütün beşeriyete mutlak adâleti vâdeder.” C.Sulhu S.23
İslâm’a göre kâfir müslüman bir âileymiş Bugüne kadar hangi İslâm âlimi böyle bir ifadede bulunmuştur? İnsanların kardeş olduğunu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz “Ancak müslümanların kardeş” olduğunu bildirmiştir. Evet dinimizde ırk ve renk ayırımı yapılmaz ama, DİN ayırımı yapılır. Müslümana, Zimmîye ve kâfire ayrı ayrı muamele ile emredildik. Müslümandan öşür ve zekât alındığı halde kâfir olan Zimmîden zekât değil, harac ve Cizye alınır. Müslüman zekât vermeye, namaz kılmaya cebredilir, fakat kâfirler zorlanamaz. İslâm âlimlerinin bu hükümleri mevcutken Seyyid Kutub hiç birisine iltifat etmeyerek kendi başına din kaideleri koymaktadır.
Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Allah’ın dinini yaymak için, malları ile canlarını fedâ ederek din düşmanları ile cihad edenler, evlerinde ibâdet edenlerden daha üstündür.” Nisâ Suresi 95. Âyet-i kerime.
Allahü teâlâ böyle buyururken Mısırlı sosyalist de şöyle zırvalıyor:
“İslâm hiçbir zaman harbden gayesi zorla müslümanlığı insanlara kabul ettirmek değildir.” C. SULHU S. 32
Seyyid Kutub bu fikirlere delil olarak hangi İslâm âlimini gösterecek diye bir sual sormayın. Delil olarak Sir T. D. Arnold isimli bir ecnebinin kitabından pasajlar veriyor. Bakınız: C. Sulhu S. 32
Seyyid Kutub (Fizılâl) kitâbında ise mezkûr âyet-i kerimeyi açıklarken, harbin, cihadın Allah nizamını beşeri hayata hâkim kılmak için yapılmasının gerektiğini yazmak mecburiyetinde kalmış, böylece riyakârlığı meydana çıkmıştır. (Fizılâl) de de “İslâm kendisine inanmıyanları zorla davet etmez” diyor. Bir taraftan dine davet için savaş yapılmasını söylüyor. Az sonra da savaşla, zorla dine davet olmaz diyor.
Yine Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Hak din olan İslâm’ı kabul etmeyen kâfirlerle cizye vermeyi kabul edinceye kadar veya Hak dini kabul edinceye kadar onlarla harb edin.” Tevbe Suresi, âyet-i kerime 29
Dinimiz kâfirleri müslüman yapmak için cihadı emrettiği için, Eshâb-ı kirâm yer yüzüne dağılıp ölünceye kadar cihad ettiler. İstanbul’u fethetmek için kaç kere sefer yapılmıştır. Seyyid Kutub’a göre ise bütün insanlar birbirleriyle kardeştir, nasıl olur da zorla harb edilir? Kâfirleri müslüman yapmak için yapılan cihad barbarlıktır.
Seyyid Kutub, Nisâ Suresi’nin yüzüncü âyet-i kerimesini ehl-i sünnet âlimleri gibi tefsir ederek diyor ki:
“Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde genişlik ve bereket bulur, yolda ölürse Cenâb-ı Hak bol bol mükâfat verir.”
Bu ifade muteber tefsirlere uygundur. Kâfir memleketlerinde kalan müslümanların İslâm memleketine hicret etmelerinin vacip olduğu açıklanmaktadır. Cihad, müslüman devletin, ordusu ile o günkü en yeni silâhlarla kâfirlerle savaşması demektir. Bir hizbin, bir derneğin, bir partinin veya masonların kontrolü altında çalışan İHVAN-I MÜSLİMİN isimli fitne şebekesinin hükûmet kuvvetlerine karşı ayaklanması ihtilâl düzenlemesi değildir. Seyyid Kutub, ileride inşaallah göreceğiz, birkaç müslümanı devamlı ihtilâle ve devlet kuvvetleriyle savaşmaya davet etmektedir. Bir memlekette müslümanlar kuvvetli ise zaten idareye hakim olur. Değilse, Seyyid Kutub gibi hareket ederek kendisiyle birlikte lider durumundaki müslümanların kanına girmek cihad değil fitnedir. Şayet o devlette yaşayamıyorsa hicret etmesi dinimizin emrettiği bir yoldur.
Kâfir memleketindeki müslümanlar, nasıl cihad edecektir? Polisi jandarmayı öldürmekle, kilisedeki putları yıkmakla cihad olmaz. Kâfir kanunlarının müsaade ettiği ölçüde din bilgilerini her tarafa yaymak, İslâm’ın ehemmiyetini herkese anlatmak, mücahid genç ve ihtiyar sayısını günden güne çoğaltmakla gerekli cihad yapılmış olur.
Seyyid Kutub bir taraftan müslümanlar ihtilâlci olur, ihtilâlle başa geçer derken, bu kitabında da şöyle demektedir:
“İktidara geçmek isteyen, ancak bir tek yoldan bu makama ulaşır: Halkın mutlak arzusu ile, hür seçim yolu ile” C. Sulhu S. 119
Tabiî hiçbir delil göstermemektedir. Veya Kûr’an-ı kerîm’den kendi anladığı manaları yazmaktadır. Ehl-i ilim bilir ki Ebubekir-i Sıddık radiyallahü anh, tayin suretiyle Ömer radiyallahü anh’ı halife seçmiştir. Hazret-i Ömer radiyallahü anh da Halife seçimini altı kişilik bir şûraya havale etmiştir. Hazret-i Osman radiyallahü anh’ı da bu altı kişilik şûra seçmiştir. Ondan sonra biatler yapılmıştır. Ancak dinimizde Mevdûdî’nin ve Seyyid Kutub’un bildirdiği gibi hür seçim yolu, modern seçim yolu yoktur. Dinimizde insanlar eşit olmadığı gibi müslümanlar da kendi aralarında bile eşit değildir. İmâm-ı Gazâlî’nin re’yi ile dağdaki çobanın veya evdeki kocakarı re’yi eşit değildir. Herkesle iştişare edilmez. Ancak ilim ehliyle, bilenler ile iştişare edilir. Mezhepsiz Mevdûdî, daha önce de açıkladığımız gibi, HİLAFET VE SALTANAT isimli kitabında “Bugünkü modern usulle seçim yapılsaydı, Hazret-i Ali kazanırdı” diyor. Zaten İbn-i Teymiyyeci bütün mezhepsizler Seyyid Kutub gibi hür seçim yolundan bahsetmektedirler.
Bu kitapta Seyyid Kutub’un masonlara nasıl maşalık yaptığını, başta Eshâb-ı kirâm olmak üzere ehl-i sünnet büyüklerine nasıl dil uzattığını, Kur’ân-ı kerimi kendi kafasına göre nasıl tefsir ettiğini, İbni Teymiyyeci ve mason Abduhcu mezhepsiz bir sosyalist olduğunu bir lâboratuar kat’iyetiyle isbat ediyoruz. Seyyid Kutub’un kitapları, mezhepsiz Mevdûdî'nin kitapları gibi Türkçeye tercüme edilirken galiz hataların çıkarıldığına şahit olduk.
Türkçe tercümelerinde bile ne zehirler bulunduğunu okuyuculara isbat için Türkçe tercümelerini sayfa numaraları vermek suretiyle nasıl din düşmanlığı yaptığını göstermek istiyoruz.
Bekir Sadak isimli birisi tarafından tercüme edilerek CİHAN SULHU VE İSLÂM ismi verilen kitâba bir bakalım. Seyyid Kutub, diğer mezhepsizler gibi bütün kitâplarını nakil esası üzerine değil, mutlak müctehid usûlü ile Kur’ân-ı kerîm’den ve hadîs-i şeriflerden kendi kafasına göre manalar çıkarıp yeni din kaideleri koymaktadır. Evet Cihan Sulhu ve İslâm isimli kitâba göz atıyoruz:
“Devletçiliğe delince, bu sahada yapılan çalışmalar henüz pek azdır, cılızdır. Ve İslâm’ın bu tarafı gereği kadar açıklanmamıştır.” C. SULHU S. 13
Bu cümle ile İslâm’a ve İslâm âlimlerine iftira edilmiştir. Bugüne kadar hiçbir İslâm âlimi devletçiliği gereği gibi açıklamamış da Seyyid Kutub açıklıyormuş sanki Allahü teâlâ bugüne kadar devletçiliği açıklayan ve bu sahada çalışma yapan âlim ve halife yaratmamış. Başta dört halife olmak üzere, Emevî, Abbasî ve Osmanlı Halifeleri dinimizi bin küsur yıl idare etmiş,mezheb imamları ve diğer İslâm âlimleri vasıtası ile dinimiz açıklanmış, kanunlar, fetvalar hazırlanmıştır. Geçen asır yapılan MECELLE ise o kanunların, toplanmış şeklidir. Bir akâid kâidesidir ki, İslâm âlimlerini küçümsemek, kötülemek küfürdür. İslâm kâmil bir nizamdır, asr-ı saadetten beri tatbik edilegelmiştir. Çalışma yapılmamış, açıklanma yapılmamış demek, İslâm kâmil olarak hayat sürmemiş, kâmil âlimler gelmemiş demektir.
Seyyid Kutup, sosyalist hümanistliğine dayanarak diyor ki:
“İslâmiyet diğer dinlere nefret manasını taşıyan dinî taassubu asla kabul etmez.” C.SULHU S. 22
İslâm’dan başka olan hıristiyanlık ve yahudilik gibi din mensubu kâfirleri sevmemek, taassup olarak gösterilmektedir. Halbuki Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını düşman bilmek her müslümana farzdır.
Evet Hümanist ve sosyalist yazar Seyyid Kutup diyor ki:
“İslâm, bütün insanlığı birbiriyle yardımlaşan bir tek birlik sayar. Hattâ İslâm’a göre bütün insanlar yek diğerine yakın bağlarla bağlı olan bir ailedir. Allah’ın adâletinden eksiksiz faydalanma babında, ırk, renk ve din ayırımı yapmadan bütün beşeriyete mutlak adâleti vâdeder.” C.Sulhu S.23
İslâm’a göre kâfir müslüman bir âileymiş Bugüne kadar hangi İslâm âlimi böyle bir ifadede bulunmuştur? İnsanların kardeş olduğunu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz “Ancak müslümanların kardeş” olduğunu bildirmiştir. Evet dinimizde ırk ve renk ayırımı yapılmaz ama, DİN ayırımı yapılır. Müslümana, Zimmîye ve kâfire ayrı ayrı muamele ile emredildik. Müslümandan öşür ve zekât alındığı halde kâfir olan Zimmîden zekât değil, harac ve Cizye alınır. Müslüman zekât vermeye, namaz kılmaya cebredilir, fakat kâfirler zorlanamaz. İslâm âlimlerinin bu hükümleri mevcutken Seyyid Kutub hiç birisine iltifat etmeyerek kendi başına din kaideleri koymaktadır.
Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Allah’ın dinini yaymak için, malları ile canlarını fedâ ederek din düşmanları ile cihad edenler, evlerinde ibâdet edenlerden daha üstündür.” Nisâ Suresi 95. Âyet-i kerime.
Allahü teâlâ böyle buyururken Mısırlı sosyalist de şöyle zırvalıyor:
“İslâm hiçbir zaman harbden gayesi zorla müslümanlığı insanlara kabul ettirmek değildir.” C. SULHU S. 32
Seyyid Kutub bu fikirlere delil olarak hangi İslâm âlimini gösterecek diye bir sual sormayın. Delil olarak Sir T. D. Arnold isimli bir ecnebinin kitabından pasajlar veriyor. Bakınız: C. Sulhu S. 32
Seyyid Kutub (Fizılâl) kitâbında ise mezkûr âyet-i kerimeyi açıklarken, harbin, cihadın Allah nizamını beşeri hayata hâkim kılmak için yapılmasının gerektiğini yazmak mecburiyetinde kalmış, böylece riyakârlığı meydana çıkmıştır. (Fizılâl) de de “İslâm kendisine inanmıyanları zorla davet etmez” diyor. Bir taraftan dine davet için savaş yapılmasını söylüyor. Az sonra da savaşla, zorla dine davet olmaz diyor.
Yine Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Hak din olan İslâm’ı kabul etmeyen kâfirlerle cizye vermeyi kabul edinceye kadar veya Hak dini kabul edinceye kadar onlarla harb edin.” Tevbe Suresi, âyet-i kerime 29
Dinimiz kâfirleri müslüman yapmak için cihadı emrettiği için, Eshâb-ı kirâm yer yüzüne dağılıp ölünceye kadar cihad ettiler. İstanbul’u fethetmek için kaç kere sefer yapılmıştır. Seyyid Kutub’a göre ise bütün insanlar birbirleriyle kardeştir, nasıl olur da zorla harb edilir? Kâfirleri müslüman yapmak için yapılan cihad barbarlıktır.
Seyyid Kutub, Nisâ Suresi’nin yüzüncü âyet-i kerimesini ehl-i sünnet âlimleri gibi tefsir ederek diyor ki:
“Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde genişlik ve bereket bulur, yolda ölürse Cenâb-ı Hak bol bol mükâfat verir.”
Bu ifade muteber tefsirlere uygundur. Kâfir memleketlerinde kalan müslümanların İslâm memleketine hicret etmelerinin vacip olduğu açıklanmaktadır. Cihad, müslüman devletin, ordusu ile o günkü en yeni silâhlarla kâfirlerle savaşması demektir. Bir hizbin, bir derneğin, bir partinin veya masonların kontrolü altında çalışan İHVAN-I MÜSLİMİN isimli fitne şebekesinin hükûmet kuvvetlerine karşı ayaklanması ihtilâl düzenlemesi değildir. Seyyid Kutub, ileride inşaallah göreceğiz, birkaç müslümanı devamlı ihtilâle ve devlet kuvvetleriyle savaşmaya davet etmektedir. Bir memlekette müslümanlar kuvvetli ise zaten idareye hakim olur. Değilse, Seyyid Kutub gibi hareket ederek kendisiyle birlikte lider durumundaki müslümanların kanına girmek cihad değil fitnedir. Şayet o devlette yaşayamıyorsa hicret etmesi dinimizin emrettiği bir yoldur.
Kâfir memleketindeki müslümanlar, nasıl cihad edecektir? Polisi jandarmayı öldürmekle, kilisedeki putları yıkmakla cihad olmaz. Kâfir kanunlarının müsaade ettiği ölçüde din bilgilerini her tarafa yaymak, İslâm’ın ehemmiyetini herkese anlatmak, mücahid genç ve ihtiyar sayısını günden güne çoğaltmakla gerekli cihad yapılmış olur.
Seyyid Kutub bir taraftan müslümanlar ihtilâlci olur, ihtilâlle başa geçer derken, bu kitabında da şöyle demektedir:
“İktidara geçmek isteyen, ancak bir tek yoldan bu makama ulaşır: Halkın mutlak arzusu ile, hür seçim yolu ile” C. Sulhu S. 119
Tabiî hiçbir delil göstermemektedir. Veya Kûr’an-ı kerîm’den kendi anladığı manaları yazmaktadır. Ehl-i ilim bilir ki Ebubekir-i Sıddık radiyallahü anh, tayin suretiyle Ömer radiyallahü anh’ı halife seçmiştir. Hazret-i Ömer radiyallahü anh da Halife seçimini altı kişilik bir şûraya havale etmiştir. Hazret-i Osman radiyallahü anh’ı da bu altı kişilik şûra seçmiştir. Ondan sonra biatler yapılmıştır. Ancak dinimizde Mevdûdî’nin ve Seyyid Kutub’un bildirdiği gibi hür seçim yolu, modern seçim yolu yoktur. Dinimizde insanlar eşit olmadığı gibi müslümanlar da kendi aralarında bile eşit değildir. İmâm-ı Gazâlî’nin re’yi ile dağdaki çobanın veya evdeki kocakarı re’yi eşit değildir. Herkesle iştişare edilmez. Ancak ilim ehliyle, bilenler ile iştişare edilir. Mezhepsiz Mevdûdî, daha önce de açıkladığımız gibi, HİLAFET VE SALTANAT isimli kitabında “Bugünkü modern usulle seçim yapılsaydı, Hazret-i Ali kazanırdı” diyor. Zaten İbn-i Teymiyyeci bütün mezhepsizler Seyyid Kutub gibi hür seçim yolundan bahsetmektedirler.