fetih
New member
- Katılım
- 16 Şub 2007
- Mesajlar
- 1,994
- Tepkime puanı
- 355
- Puanları
- 0
- Yaş
- 45
VEDA SOHBETİ
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil alemin.
Vessalatü vesselama ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Allah (c.c.) bizlere üç büyük nimet bahsetmiştir. Bu nimetlere çok şükür etmemiz lazımdır. Bu nimetlerden birincisi ve en önemlisi; Allah (c.c.)'in bizi Müslüman olarak yaratmasıdır. Bizim de bu nimete karşılık Allah (c.c.)'a çok ibadet etmemiz lazım. Oruç tutmak, zekat vermek, sadaka vermek, namaz kılmak Allah (c.c.)'in bize bahşettiği en büyük nimetlerdendir. Bu ibadetlere karşılık Allah (c.c.) Müslümanlara cenneti ve içindeki nimetleri hazırlamış ve ebedi olarak orada kalacaklardır. Ona göre ibadetleri artırmamız lazım gelir.
Allah-u Teala (c.c.) bize hidayet yolunu göstermekle büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Kafirler bu lütfü ilahi'ye icabet etmediklerinden ötürü onlara ebedi cehennem ateşi ve ızdırabını hazırlamıştır. İnsan bir düşünecek olursa, parmağını tuttuğu bir mum ateşine bile parmağını tutamazken nasıl olurda ebedi ateş olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan sakınmaz ve ibadet yapmaz? Bütün bunları düşünerek ibadetlerimizi artırmamız lazım. Allah (c.c.) tüm dünyanın servetini bize vermiş olsaydı ve bu serveti Allah (c.c.) yolunda tasadduk etseydik yine de müslüman olmanın şükrünü eda edemezdik.
Allah (c.c.)'m bize bahşettiği ikinci büyük nimet; bizleri en son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmeti olarak yaratmasıdır. Nasıl ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin en efdalı ve en üstünü ise, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti de ümmetlerin en üstünüdür. Hz. Musa (a.s.) Levh-i Mahfuz'a baktığı zaman, orada Hz. Muhammed (s.a.v.)'in öyle hasletlerini, büyüklüğünü, faziletini görmüş ki, "Ya Rabbii Keşke beni de Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti olarak yaratsaydın, başka bir şey istemezdim" buyurmuştur. Biz böyle bir peygamberin ümmetiyiz. Buna layık olmaya çalışalım. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Benim ümmetimin evliyaları, Beni İsrail peygamberleri gibidir. (Bu,büyüklük bakımından değil, hidayet bakımındandır.) " Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşad etmiş, bir kısmı yalnız kendi ailesini, bir kışımı kendi içinde bulunduğu kabilesini, bir kısım da yalnız bulunduğu köyü irşad edebilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ümmetinin evliyaları, mürşid-i kamilleri ise daha fazla irşadda bulunarak daha çok kişinin hidayete ermelerine vesile olmuşlardır.
Allah (c.c.)'ın bize sunduğu üçüncü büyük nimet, Allah (c.c.)'ın Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetini son ümmet olarak, bizleri de ümmetin en son kısımlarında yaratmasıdır. Diğer ümmetler binlerce yıl toprak altında (kabirde) yattıkları ve günahkar olanların kabir azabı çektikleri halde, bu son ümmet az bir süre toprak altında yatacaktır. Ve (günahkar için de) azapları da çok kısa bir zaman sürecektir.Cenab-ı Hakk'ın bizlere farz kıldığı namazda huşu ve takvaya da çok dikkat etmeliyiz.Namaz peygamber (s.a.v.)'e miraçta farz kılınmıştır. İlk önce elli rekat olarak farz kılınmıştır. Bu emirle Rabb'in huzurundan dönen Hz. Peygamber (s.a.v.) altıncı kat semada Hz. Musa (a.s.)'m ruhaniyeti ile karşılaşır. Hz. Musa (a.s.), Resulullah Efendimiz'e (s.a.v.) elli vakit namazın çok olduğunu, bunun ahir zaman ümmetine ağır geleceğini, Allah (c.c.)'tan namaz vakitlerini azaltması için niyazda bulunmasını söyler. Resulullah (s.a.v.) da tekrar Allah-u Teala'nın (c.c.) huzuruna varıp, elli vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için Alah-u Teala'nın (c.c.) huzuruna varıp, elli vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için Allah-u Teala'ya (c.c.) niyazda bulunur. Allah-u Teala (c.c.) da namazları on vakit azaltarak kırk vakte indirir. Resullulah Efendimiz (s.a.v.) geri dönerken tekrar Hz. Musa (a.s.) ile karşılaşır. Hz. Musa (a.s.) yine bu kadar vakit namazın çok olacağını söyler ve biraz daha azaltılması için tekrar Allah-u Teala (c.c.)'nın huzuruna gitmesini söyler. Bu gidip gelmeler birkaç kez daha tekrarlanır ve namaz vakitleri sonunda beş vakte indirilir. İşte böylece Hz. Muhammed (s.a.v) ümmetine her gün beş vakit namaz farz kılınır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Musa aleyhisselam'ın bizzat kendisi ile değil ruhaniyeti ile görüşmüştür. Tabii ki Allah (c.c.)'ın dostları ölmez, yalnızca nakil olur yer değiştirir. Onların himmeti, yardımı her zaman vardır. Hz. Musa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ve O'nun ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü, Allah (c.c.) katındaki değerini Levh-i mahfuz'da gördükten sonra şöyle buyurur:
"Ya Rabbi! Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti olamadım. Bari ümmetini görenlerden olsaydım" diye arzu ediyor. O sırada İmam-ı Gazali (rh.a)'nin ruhaniyeti oraya geliyor ve Hz. Musa (a.s.) ile görüşüyor. Hz. Musa (a.s.): -Sen kimsin? diye sorunca,
îmam-ı Gazali: - Muhammed Oğlu, Muhammed Oğlu, Hamid Oğlu İmam-ı Gazali'yim diye cevap verir. Bu cevap üzerine
Hz. Musa (a.s.) -Künyeni neden bu kadar uzun söyledin, yalnızca İmam-ı Gazali deseydin yetmez miydi? diye sorar.
İmam-ı Gazali (rh.a) de cevap olarak
-Allah (c.c.) Hazretleri, ile konuşmaya gittiğin zaman sana "sağ elindeki nedir?" diye sorduğunda, sen onu tanıtırken "O benim asamdır. Ona dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak silkerim ve onda benim başka hacetlerim de vardır" diye uzun uzun anlattın, kısaca cevap verseydin yeterli olmaz miydi?" şeklinde sorusuna soruyla cevap verir.
Hz. Musa (a.s.) da cevap olarak: -Ben Allah-u Teala (c.c.) ile biraz daha fazla konuşabilmek için uzun uzun açıkladım, der.
Imam-ı Gazali (rh.a) de cevap olarak: -Sen Allah (c.c.)'in büyük peygamberlerindensin. Kelimetullah'sın. Kitab verilenlerdensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine nail olmak için uzun açıklamada bulundum, der. İşte Hz. Musa (a.s.) ile bu derece yakın olabilen İmam-ı Gazali (Rh.A.) zamanının en büyük alimi idi. Ama tasavvufu sevmeyen tasavvuf münkiri idi. İmam-ı Gazali (rh. A.)nin kardeşi ise tasavvuf ehli veli bir zat idi. İmam-ı Gazali (rh.a)'ye ilminden dolayı, her müşkülü olan fetva almaya geldiği halde, kardeşi arkasında namaz bile kılmıyordu. İmam-ı Gazali (rh.a) arkasında namaz kılmadığı için kardeşini annesine şikayet etti. Annesi kardeşini camiye cemaate gitmesi için ısrar etti. Gayesi İmam-ı Gazali (rh.a)nin gönlünü almaktı.
Gazali'nin kardeşi annesine; -Anne, onun arkasında benim namazım olmaz, dedi. Bunun üzerine annesi fazla ısrar etti: "Bak oğlum, o senin büyüğün, sen cahilsin, ağabeyin alim kişidir, herkes ona geliyor, müşkülünü halledip gidiyor, herkesin namazı kabul oluyor da seninki neden kabul olmasın? Mutlaka gidip arkasında namaz kılacaksın" diye çok ısrar edince İmam-ı Gazali'nin kardeşi camiye gidiyor. O gün İmamı Gazali (rh.a)'ye namazdan önce bir kişi geliyor ve hayız (kadınlık hali) hakkında bir soru soruyor, İmam-ı Gazali (rh.a) de "Namazdan sonra gel, cevabını vereyim" diyor. Namaza başlayınca Imam-ı Gazali sürekli hayız (kadınlık hali) ile ilgili soruyu düşünüyor ve namazın tamamını cevap hazırlamakla geçiriyor, bu arada İmam-ı Gazali'nin kardeşi sürekli tekbir alıyor, sonunda namazı bozuyor ve yeniden kılıyor. İmam-ı Gazali, kardeşinin ikide bir tekbir almasına ve namazı bozup, tekrar kılmasına çok üzülüyor ve annesine şikayette bulunuyor. Annesi, "Oğlum, neden ağabeyinin namazına müdahale ettin, cemaatın içinde mahcup duruma düşürecek hareket yaptın, hani bana söz vermiştin, Namazı kılıp gelecektin? deyince, İmam-ı Gazali'nin kardeşi annesine;
-Anne, bir insan göbeğine kadar kana bulanırsa onun arkasında kılman namaz kabul olur mu? diye soruyor ve "bu soruyu abime de sor" diyor. Annesi, İmam-ı Gazali'ye bu soruyu aynen aktarıyor. İmam-ı Gazali (rh.a) namazdaki durumunu hatırlıyor, namazı hayızla uğraşmaktan tam olarak kıldıramadığını ve kardeşinin de keşif sahibi olduğu için haline vakıf olduğunu anlıyor. Gerçekleri görüyor ve daha önce inkar ettiği tasavvuf ve tarikat yoluna giriyor. Gerçekleri gördüğü ve alim de olduğu için çalışarak kısa zamanda Gavs oluyor. Bu nimete layık olmak için çok çalışalım, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e hakiki ümmet olmaya gayret edelim. Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi de o kadar büyüktür.
Hasan-ı Basri Hazretleri çarşıya çıkıp, bir dükkana uğramış. Bir adamın çarşıda elini kolunu sallaya sallaya, gururlu ve kibirli bir şekilde gezdiğini görür. Hasan-ı Basri (rh.a) "Bu kim ki gururla^ ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyor?" diye sorar. Orada bulunanlar. "-Bu şahıs padişahın hizmetçisidir, onun için böyle yürüyor" derler. Bunun üzerine Hasan-ı Basri (Rh.a.): "-Ben de Sultanlar Sultanı Allah (c.c.)'ın kuluyum. Ben neden bu adamdan daha iyi yürümeyeyim?" der ve çarşının içinde ellerim kollarını sallaya sallaya bir süre gezinir. Bizim de üzerimize düşen, Sultanlar Sultanı'na çok ibadet edip, çok çalışmamızdır. Zaten Allah-u Teala (c.c.) "İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım" buyuruyor. O'na layık olmaya gayret edelim. Bizlere bildirmiş olduğu hayırları yapmaya çalışalım. Zaten Allah-u Teala (c.c.) da şöyle buyuruyor: "Azaba duçar olmadan önce (tövbe edip) Rabbiniz'e dönün ve O'na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. Ansızın haberiniz olmadan azap size gelmeden evvel Rabbiniz'den size indirilenin en güzeline (nehyedildiklerinizi bırakıp emrolunduklarınıza) tabi olun." Dünyada yapılan günahların hesabı, azabı ve cezası ahirettedir. Ölmeden önce iyi amelde bulunmaya acele edin. Bir insan yalnızken, tek başına, günah işleme fırsatı olduğu halde Allah (c.c.)'tan korkarak o günahı işlemezse, Allah (c.c.) ona çok büyük ecir ve sevap veriyor. O davranış (günahtan kaçış) mümin için en hayırlı iştir. Bu durum imanın kemale erdiğinin işaretidir. Kalabalıktan çekinerek günah işlemeyen kimseye sevap yoktur, ama yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek durumdayken gühahı işlemeyene çok sevap vardır.
Bütün insanlar, herkesin birbirinden kaçacağı o günde, hesapları görüldükten sonra bir kısmı cennete bir kısmı cehenneme gitmek üzere ayrılırlar. Herkes gideceği yere gitmeden önce; anne, baba, oğul, kız hepsi birbirlerine sarılıp vedalaşırlar. Bu vedalaşma . beş yüz yıl sürer. Vedalaşma bitince melekler gelir ve "Vedalaşma bitmiştir, artık yeter, ayrılın" diyecekler. Sonra herkes hak ettiği yere gönderilecektir. Cehenneme gidenlere Allah (c.c.): "-Ey ademoğulları! Şeytana itaat etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır. Bana itaat edin, doğru yol budur, diye size bildirmedim mi?" diyecektir. Allah (c.c.) yine: "-Bugün onların ağızlarını mühürleyeceğiz. Elleri bize konuşacak ve ayaklan da neler isledilerse ona şahitlik edeceklerdir." diye buyurur.
İnsanların omuzlarında iki melek vardır. İşlenen bir günahı tövbe edebilir diye sağdaki melek, soldaki günah yazan meleğe yirmi dört saat yazdırmıyor. Bu süre içerisinde tövbe etmezse bir günah yazılıyor. Sevap meleği ise, her sevap ve iyilik için on ile yedi yüz katı kadar sevap yazıyor. Hiç beklemeden, hemen yazıyor. Bundan büyük nimet var mı? Allah (c.c.) kulunu bağışlamak, affetmek için adeta ufak bir bahane arıyor. Madem Allah (c.c.) bahane arıyor, biz de gayret edelim. Dünya ile mağrur olmayalım, ona aklanmayalım. Sofiler ayakta çok beklediler, onun için sohbetime burada son veriyorum. Allah (c.c.) hepinizden razı olsun. İnşallah nasip olursa cumaya kadar evimize dönmek niyetindeyiz. Allah (c.c.) hepimizi affetsin, inşallah.
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil alemin.
Vessalatü vesselama ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Allah (c.c.) bizlere üç büyük nimet bahsetmiştir. Bu nimetlere çok şükür etmemiz lazımdır. Bu nimetlerden birincisi ve en önemlisi; Allah (c.c.)'in bizi Müslüman olarak yaratmasıdır. Bizim de bu nimete karşılık Allah (c.c.)'a çok ibadet etmemiz lazım. Oruç tutmak, zekat vermek, sadaka vermek, namaz kılmak Allah (c.c.)'in bize bahşettiği en büyük nimetlerdendir. Bu ibadetlere karşılık Allah (c.c.) Müslümanlara cenneti ve içindeki nimetleri hazırlamış ve ebedi olarak orada kalacaklardır. Ona göre ibadetleri artırmamız lazım gelir.
Allah-u Teala (c.c.) bize hidayet yolunu göstermekle büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Kafirler bu lütfü ilahi'ye icabet etmediklerinden ötürü onlara ebedi cehennem ateşi ve ızdırabını hazırlamıştır. İnsan bir düşünecek olursa, parmağını tuttuğu bir mum ateşine bile parmağını tutamazken nasıl olurda ebedi ateş olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan sakınmaz ve ibadet yapmaz? Bütün bunları düşünerek ibadetlerimizi artırmamız lazım. Allah (c.c.) tüm dünyanın servetini bize vermiş olsaydı ve bu serveti Allah (c.c.) yolunda tasadduk etseydik yine de müslüman olmanın şükrünü eda edemezdik.
Allah (c.c.)'m bize bahşettiği ikinci büyük nimet; bizleri en son ve en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmeti olarak yaratmasıdır. Nasıl ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberlerin en efdalı ve en üstünü ise, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti de ümmetlerin en üstünüdür. Hz. Musa (a.s.) Levh-i Mahfuz'a baktığı zaman, orada Hz. Muhammed (s.a.v.)'in öyle hasletlerini, büyüklüğünü, faziletini görmüş ki, "Ya Rabbii Keşke beni de Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti olarak yaratsaydın, başka bir şey istemezdim" buyurmuştur. Biz böyle bir peygamberin ümmetiyiz. Buna layık olmaya çalışalım. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Benim ümmetimin evliyaları, Beni İsrail peygamberleri gibidir. (Bu,büyüklük bakımından değil, hidayet bakımındandır.) " Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşad etmiş, bir kısmı yalnız kendi ailesini, bir kışımı kendi içinde bulunduğu kabilesini, bir kısım da yalnız bulunduğu köyü irşad edebilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ümmetinin evliyaları, mürşid-i kamilleri ise daha fazla irşadda bulunarak daha çok kişinin hidayete ermelerine vesile olmuşlardır.
Allah (c.c.)'ın bize sunduğu üçüncü büyük nimet, Allah (c.c.)'ın Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetini son ümmet olarak, bizleri de ümmetin en son kısımlarında yaratmasıdır. Diğer ümmetler binlerce yıl toprak altında (kabirde) yattıkları ve günahkar olanların kabir azabı çektikleri halde, bu son ümmet az bir süre toprak altında yatacaktır. Ve (günahkar için de) azapları da çok kısa bir zaman sürecektir.Cenab-ı Hakk'ın bizlere farz kıldığı namazda huşu ve takvaya da çok dikkat etmeliyiz.Namaz peygamber (s.a.v.)'e miraçta farz kılınmıştır. İlk önce elli rekat olarak farz kılınmıştır. Bu emirle Rabb'in huzurundan dönen Hz. Peygamber (s.a.v.) altıncı kat semada Hz. Musa (a.s.)'m ruhaniyeti ile karşılaşır. Hz. Musa (a.s.), Resulullah Efendimiz'e (s.a.v.) elli vakit namazın çok olduğunu, bunun ahir zaman ümmetine ağır geleceğini, Allah (c.c.)'tan namaz vakitlerini azaltması için niyazda bulunmasını söyler. Resulullah (s.a.v.) da tekrar Allah-u Teala'nın (c.c.) huzuruna varıp, elli vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için Alah-u Teala'nın (c.c.) huzuruna varıp, elli vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için Allah-u Teala'ya (c.c.) niyazda bulunur. Allah-u Teala (c.c.) da namazları on vakit azaltarak kırk vakte indirir. Resullulah Efendimiz (s.a.v.) geri dönerken tekrar Hz. Musa (a.s.) ile karşılaşır. Hz. Musa (a.s.) yine bu kadar vakit namazın çok olacağını söyler ve biraz daha azaltılması için tekrar Allah-u Teala (c.c.)'nın huzuruna gitmesini söyler. Bu gidip gelmeler birkaç kez daha tekrarlanır ve namaz vakitleri sonunda beş vakte indirilir. İşte böylece Hz. Muhammed (s.a.v) ümmetine her gün beş vakit namaz farz kılınır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Musa aleyhisselam'ın bizzat kendisi ile değil ruhaniyeti ile görüşmüştür. Tabii ki Allah (c.c.)'ın dostları ölmez, yalnızca nakil olur yer değiştirir. Onların himmeti, yardımı her zaman vardır. Hz. Musa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ve O'nun ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü, Allah (c.c.) katındaki değerini Levh-i mahfuz'da gördükten sonra şöyle buyurur:
"Ya Rabbi! Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmeti olamadım. Bari ümmetini görenlerden olsaydım" diye arzu ediyor. O sırada İmam-ı Gazali (rh.a)'nin ruhaniyeti oraya geliyor ve Hz. Musa (a.s.) ile görüşüyor. Hz. Musa (a.s.): -Sen kimsin? diye sorunca,
îmam-ı Gazali: - Muhammed Oğlu, Muhammed Oğlu, Hamid Oğlu İmam-ı Gazali'yim diye cevap verir. Bu cevap üzerine
Hz. Musa (a.s.) -Künyeni neden bu kadar uzun söyledin, yalnızca İmam-ı Gazali deseydin yetmez miydi? diye sorar.
İmam-ı Gazali (rh.a) de cevap olarak
-Allah (c.c.) Hazretleri, ile konuşmaya gittiğin zaman sana "sağ elindeki nedir?" diye sorduğunda, sen onu tanıtırken "O benim asamdır. Ona dayanırım ve onunla davarlarıma yaprak silkerim ve onda benim başka hacetlerim de vardır" diye uzun uzun anlattın, kısaca cevap verseydin yeterli olmaz miydi?" şeklinde sorusuna soruyla cevap verir.
Hz. Musa (a.s.) da cevap olarak: -Ben Allah-u Teala (c.c.) ile biraz daha fazla konuşabilmek için uzun uzun açıkladım, der.
Imam-ı Gazali (rh.a) de cevap olarak: -Sen Allah (c.c.)'in büyük peygamberlerindensin. Kelimetullah'sın. Kitab verilenlerdensin. Onun için seninle daha fazla konuşabilme şerefine nail olmak için uzun açıklamada bulundum, der. İşte Hz. Musa (a.s.) ile bu derece yakın olabilen İmam-ı Gazali (Rh.A.) zamanının en büyük alimi idi. Ama tasavvufu sevmeyen tasavvuf münkiri idi. İmam-ı Gazali (rh. A.)nin kardeşi ise tasavvuf ehli veli bir zat idi. İmam-ı Gazali (rh.a)'ye ilminden dolayı, her müşkülü olan fetva almaya geldiği halde, kardeşi arkasında namaz bile kılmıyordu. İmam-ı Gazali (rh.a) arkasında namaz kılmadığı için kardeşini annesine şikayet etti. Annesi kardeşini camiye cemaate gitmesi için ısrar etti. Gayesi İmam-ı Gazali (rh.a)nin gönlünü almaktı.
Gazali'nin kardeşi annesine; -Anne, onun arkasında benim namazım olmaz, dedi. Bunun üzerine annesi fazla ısrar etti: "Bak oğlum, o senin büyüğün, sen cahilsin, ağabeyin alim kişidir, herkes ona geliyor, müşkülünü halledip gidiyor, herkesin namazı kabul oluyor da seninki neden kabul olmasın? Mutlaka gidip arkasında namaz kılacaksın" diye çok ısrar edince İmam-ı Gazali'nin kardeşi camiye gidiyor. O gün İmamı Gazali (rh.a)'ye namazdan önce bir kişi geliyor ve hayız (kadınlık hali) hakkında bir soru soruyor, İmam-ı Gazali (rh.a) de "Namazdan sonra gel, cevabını vereyim" diyor. Namaza başlayınca Imam-ı Gazali sürekli hayız (kadınlık hali) ile ilgili soruyu düşünüyor ve namazın tamamını cevap hazırlamakla geçiriyor, bu arada İmam-ı Gazali'nin kardeşi sürekli tekbir alıyor, sonunda namazı bozuyor ve yeniden kılıyor. İmam-ı Gazali, kardeşinin ikide bir tekbir almasına ve namazı bozup, tekrar kılmasına çok üzülüyor ve annesine şikayette bulunuyor. Annesi, "Oğlum, neden ağabeyinin namazına müdahale ettin, cemaatın içinde mahcup duruma düşürecek hareket yaptın, hani bana söz vermiştin, Namazı kılıp gelecektin? deyince, İmam-ı Gazali'nin kardeşi annesine;
-Anne, bir insan göbeğine kadar kana bulanırsa onun arkasında kılman namaz kabul olur mu? diye soruyor ve "bu soruyu abime de sor" diyor. Annesi, İmam-ı Gazali'ye bu soruyu aynen aktarıyor. İmam-ı Gazali (rh.a) namazdaki durumunu hatırlıyor, namazı hayızla uğraşmaktan tam olarak kıldıramadığını ve kardeşinin de keşif sahibi olduğu için haline vakıf olduğunu anlıyor. Gerçekleri görüyor ve daha önce inkar ettiği tasavvuf ve tarikat yoluna giriyor. Gerçekleri gördüğü ve alim de olduğu için çalışarak kısa zamanda Gavs oluyor. Bu nimete layık olmak için çok çalışalım, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e hakiki ümmet olmaya gayret edelim. Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi de o kadar büyüktür.
Hasan-ı Basri Hazretleri çarşıya çıkıp, bir dükkana uğramış. Bir adamın çarşıda elini kolunu sallaya sallaya, gururlu ve kibirli bir şekilde gezdiğini görür. Hasan-ı Basri (rh.a) "Bu kim ki gururla^ ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyor?" diye sorar. Orada bulunanlar. "-Bu şahıs padişahın hizmetçisidir, onun için böyle yürüyor" derler. Bunun üzerine Hasan-ı Basri (Rh.a.): "-Ben de Sultanlar Sultanı Allah (c.c.)'ın kuluyum. Ben neden bu adamdan daha iyi yürümeyeyim?" der ve çarşının içinde ellerim kollarını sallaya sallaya bir süre gezinir. Bizim de üzerimize düşen, Sultanlar Sultanı'na çok ibadet edip, çok çalışmamızdır. Zaten Allah-u Teala (c.c.) "İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım" buyuruyor. O'na layık olmaya gayret edelim. Bizlere bildirmiş olduğu hayırları yapmaya çalışalım. Zaten Allah-u Teala (c.c.) da şöyle buyuruyor: "Azaba duçar olmadan önce (tövbe edip) Rabbiniz'e dönün ve O'na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. Ansızın haberiniz olmadan azap size gelmeden evvel Rabbiniz'den size indirilenin en güzeline (nehyedildiklerinizi bırakıp emrolunduklarınıza) tabi olun." Dünyada yapılan günahların hesabı, azabı ve cezası ahirettedir. Ölmeden önce iyi amelde bulunmaya acele edin. Bir insan yalnızken, tek başına, günah işleme fırsatı olduğu halde Allah (c.c.)'tan korkarak o günahı işlemezse, Allah (c.c.) ona çok büyük ecir ve sevap veriyor. O davranış (günahtan kaçış) mümin için en hayırlı iştir. Bu durum imanın kemale erdiğinin işaretidir. Kalabalıktan çekinerek günah işlemeyen kimseye sevap yoktur, ama yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek durumdayken gühahı işlemeyene çok sevap vardır.
Bütün insanlar, herkesin birbirinden kaçacağı o günde, hesapları görüldükten sonra bir kısmı cennete bir kısmı cehenneme gitmek üzere ayrılırlar. Herkes gideceği yere gitmeden önce; anne, baba, oğul, kız hepsi birbirlerine sarılıp vedalaşırlar. Bu vedalaşma . beş yüz yıl sürer. Vedalaşma bitince melekler gelir ve "Vedalaşma bitmiştir, artık yeter, ayrılın" diyecekler. Sonra herkes hak ettiği yere gönderilecektir. Cehenneme gidenlere Allah (c.c.): "-Ey ademoğulları! Şeytana itaat etmeyin, o sizin apaçık düşmanınızdır. Bana itaat edin, doğru yol budur, diye size bildirmedim mi?" diyecektir. Allah (c.c.) yine: "-Bugün onların ağızlarını mühürleyeceğiz. Elleri bize konuşacak ve ayaklan da neler isledilerse ona şahitlik edeceklerdir." diye buyurur.
İnsanların omuzlarında iki melek vardır. İşlenen bir günahı tövbe edebilir diye sağdaki melek, soldaki günah yazan meleğe yirmi dört saat yazdırmıyor. Bu süre içerisinde tövbe etmezse bir günah yazılıyor. Sevap meleği ise, her sevap ve iyilik için on ile yedi yüz katı kadar sevap yazıyor. Hiç beklemeden, hemen yazıyor. Bundan büyük nimet var mı? Allah (c.c.) kulunu bağışlamak, affetmek için adeta ufak bir bahane arıyor. Madem Allah (c.c.) bahane arıyor, biz de gayret edelim. Dünya ile mağrur olmayalım, ona aklanmayalım. Sofiler ayakta çok beklediler, onun için sohbetime burada son veriyorum. Allah (c.c.) hepinizden razı olsun. İnşallah nasip olursa cumaya kadar evimize dönmek niyetindeyiz. Allah (c.c.) hepimizi affetsin, inşallah.