alptraum
New member
- Katılım
- 1 Ocak 2005
- Mesajlar
- 2,908
- Tepkime puanı
- 166
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- Aþk`dan
- Web sitesi
- www.muhakeme.net
Şeytan Cehenneme Gideceğini Bildiği Halde Niçin Küfürde Israr ediyor
Şeytan, kelime manası itibariyle, Hakk'ın dergâhından kovulmuş, rahmetten uzaklaştırılmış; elindeki bütün kozları aleyhine çevirmiş, kazanç kuşağında kaybeden demektir. O, bulunduğu bu durum itibariyle hakkı duyup anlayamayacak mesâfelere kayıp gitmiş bir fâsid daire kurbanıdır. Bir hususa dikkatinizi rica edeceğim. Fâsid daire (kısır döngü) sözcüğünü hekimlikteki mânâsından biraz farklı kullanıyorum. Hekimlikte fâsid daire, meselâ; sinir gazı tevlit etti, gaz siniri, sinir gazı, gaz siniri... Fâsid bir halka teşekkül eder ve sürer gider. Şeytan evvelâ gurur ve kibirle vurulmuştur. Meselâ: "Ben ondan daha hayırlıyım" demiş ve ilk şeytânî düşünce, ilk diyalektik olarak fâsid dairenin ilk turunu yapmış, öldürücü girdaba ilk adımını atmış bütün istiğfâr menfezlerini mazeret çamuruyla sıvamış ve "ben ondan daha hayırlıyım" demiştir. Bunda evvela, bir iç beğenme sonra da dışa taşmış bir kibir vardır. Ve bu hareketle fâsid dairenin ilk halkası meydana gelmiş olur.
Şeytan günah işlediği zaman, Hz. Adem de hata etmiş ve o memnu meyveye elini uzatmıştı. Fakat Hz. Adem meseleyi anlayınca, hemen dize gelmiş: "Rabbim nefsimize zulmettik. Eğer mağfiret etmezsen, bütün bütün kaybedenlerden olacağız." (Araf/23) demiştir. Af araya girince Adem hakkında fâsit daire teşekkül etmemiş ve Adem Nebi kurtulmuştu. Şeytansa, Şeytânî mazeretlerle nefsini müdafaa etti. Hakkında yapılan ikâzât karşısında kusurunu itiraftan kaçındı ve "Ben ondan hayırlıyım" diyerek helak oldu. Daha sonra da insanoğlunun baş düşmanı kesildi. Bakın, nasıl görülüyor. "Senin uluhiyetine yemin ediyorum ki. onların hepsini baştan çıkaracağım" (Sâd/82) Başka bir Ayet-i Kerime'de: "Sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından geleceğim ve onların çoğunu, şükürsüz bulacaksın. Hep nankör yaşayacaklar. Senin nimetlerini yiyecek, başkalarına kulluk yapacaklar. Nimetlerin içinde yüzecek seni bilmeyecekler..." (Araf/17) diyor. Kur'ân-ı Kerim daha pek çok yerlerde şeytanın bu mevzudaki mübarezesini, insan oğluna karşı düşmanlığını ve Rabbine karşı da isyanını anlatır. Şimdi onun bu isyanı, Allah tarafından kovulmayı netice verdi. O, "ben ondan hayırlıyım" deyince, Cenab-ı Hak da ona karşı: "İnin aşağıya hepiniz" hizlanına uğrattı. Bir taraftan kabahatinden büyük mazeretleri, diğer taraftan da yeminli, kasemli insanoğluna düşmanlığı, onu, Rabbin yapıcı, yumuşatıcı, yükseltici Rahmet atmosferinden bütün bütün uzaklaştırdı. Daha sonra tamamen şeytânî mantığa teslim oldu ve "İzzetine and olsun onların hepsini baştan çıkaracağım" diye homurdandı ve yol olarak aldatıcılığı seçti. Aldattıkça uzaklaştı; uzaklaştıkça hıncı arttı; derken fesatla, nankörlükle bütünleşmiş ikinci bir fıtrat kazandı. Her uzaklaştıkça iyice azıtıyor, kovuldukça kinini, nefretini, gayzını, kibrini ve ucbünü ifâde edip duruyordu. Allah'a karşı cedele kalkışıyor, diyalektik yapıyor ve böylece Allah'ın rahmetinden uzaklaşması onu isyana, isyan da uzaklaşmaya sevk ediyordu. Ve Şeytan, kendi fâsit dairesinin kurbanı olarak "hatm"e maruz kaldı; yani kalbi mühürlendi. Bunun mânâsı şu demekti; içinde fenâlık düşüncesinden başka bir şey kalmadı ve iyiliğe ait bütün fakülteler, bütün ışık kaynakları da sönüp gitti.
Bunu anlayabilmemiz için bir misâl arz edeyim: İnsan çok mükerrem bir varlıktır; kendisine bahşedilen dinamikleri değerlendirdiği takdirde melekleşebilir. Şimdi, gayet şefkatli, namazında, niyazında, orucunda, haccında, zekâtında ve insanlarla münasebetlerinde fevkalâde mükemmel bir insan düşünün. Ama, bu mükemmel insanın bir yerde ırzına dokunulmuş, namusuyla uğraşılmış, hassasiyeti rencide edilmiş ve bir insan olarak aslâ kâle alınmamış; derken sinir sistemi üzerine kocaman dağlar gibi yükler yüklenmiş hatta bir aralık, öyle bir hale gelmiş ki, adam dayanamamış patlayıvermiş. O esnada onun kafasında artık, ne hilim, ne silim, ne af, ne de müsamaha kalır. Atmosferi bütünüyle kin ve nefret şahaplarıyla dolmuş bu adamı, o anda formüle etseniz cehennemden fışkıran kıvılcımlar gibi sadece kin ve öfke görürsünüz. O dakikada ona nasihat etseniz dahi, hiçbir şey anlatamazsınız...
Herkes kendi şahsi hayatında buna benzer şeyler görmüş ve yaşamıştır. İşte Şeytan, hayatının her saniyesinde, her âşiresinde, her sâlisesinde, böyle kinlerin nefretlerin, gayızların, içinde kol gezip durduğu bir varlıktır. Bütün hayatı boyunca ve yaşadığı sürece kötülükten başka bir şey düşünmemektedir. O kadar gerilim içindedir ki, tabii faideli bir gerilim değil, şeytânî bir gerilim... Bu haliyle o sadece şeytanlık düşünmektedir. İçi tamamen fenalıklarla dolu olduğundan dolayı da hiçbir iyilik düşünmeye fırsat bulamamaktadır. Bu itibarladır ki o, bir yönüyle Allah'ı biliyor gibi olsa da, öfkeli müminin Allah'ı bildiği halde öfkelenmesi esnasında hilmi, silmi unuttuğu gibi, o da, Allah'ı biliyor olduğu halde, Allah'ı hatırlayamıyor ve imân edemiyor. Çünkü içindeki şeyler buna mânidir. Böyle fâsit dairelerin kurbanı Şeytan gibi aynı şeylere kurban olmuş pek çok insan da vardır. Onlar da böyle fena duygu ve tutkuların kurbanı olmuş ego ve nefis putuna taabbüd etmektedirler. Bu mevzuda, kimsenin teminat altında olduğu da söylenemez. Hatta bizlerin de müminler olarak tek teminatımız Allah'a (cc) güven ve itimadımızdır. O'na tevekkül ediyor ve O'na dayanıyoruz. Rabbim şeytanî yollarda sülûk etmekten bizi muhafaza buyursun.
Şeytan, kelime manası itibariyle, Hakk'ın dergâhından kovulmuş, rahmetten uzaklaştırılmış; elindeki bütün kozları aleyhine çevirmiş, kazanç kuşağında kaybeden demektir. O, bulunduğu bu durum itibariyle hakkı duyup anlayamayacak mesâfelere kayıp gitmiş bir fâsid daire kurbanıdır. Bir hususa dikkatinizi rica edeceğim. Fâsid daire (kısır döngü) sözcüğünü hekimlikteki mânâsından biraz farklı kullanıyorum. Hekimlikte fâsid daire, meselâ; sinir gazı tevlit etti, gaz siniri, sinir gazı, gaz siniri... Fâsid bir halka teşekkül eder ve sürer gider. Şeytan evvelâ gurur ve kibirle vurulmuştur. Meselâ: "Ben ondan daha hayırlıyım" demiş ve ilk şeytânî düşünce, ilk diyalektik olarak fâsid dairenin ilk turunu yapmış, öldürücü girdaba ilk adımını atmış bütün istiğfâr menfezlerini mazeret çamuruyla sıvamış ve "ben ondan daha hayırlıyım" demiştir. Bunda evvela, bir iç beğenme sonra da dışa taşmış bir kibir vardır. Ve bu hareketle fâsid dairenin ilk halkası meydana gelmiş olur.
Şeytan günah işlediği zaman, Hz. Adem de hata etmiş ve o memnu meyveye elini uzatmıştı. Fakat Hz. Adem meseleyi anlayınca, hemen dize gelmiş: "Rabbim nefsimize zulmettik. Eğer mağfiret etmezsen, bütün bütün kaybedenlerden olacağız." (Araf/23) demiştir. Af araya girince Adem hakkında fâsit daire teşekkül etmemiş ve Adem Nebi kurtulmuştu. Şeytansa, Şeytânî mazeretlerle nefsini müdafaa etti. Hakkında yapılan ikâzât karşısında kusurunu itiraftan kaçındı ve "Ben ondan hayırlıyım" diyerek helak oldu. Daha sonra da insanoğlunun baş düşmanı kesildi. Bakın, nasıl görülüyor. "Senin uluhiyetine yemin ediyorum ki. onların hepsini baştan çıkaracağım" (Sâd/82) Başka bir Ayet-i Kerime'de: "Sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından geleceğim ve onların çoğunu, şükürsüz bulacaksın. Hep nankör yaşayacaklar. Senin nimetlerini yiyecek, başkalarına kulluk yapacaklar. Nimetlerin içinde yüzecek seni bilmeyecekler..." (Araf/17) diyor. Kur'ân-ı Kerim daha pek çok yerlerde şeytanın bu mevzudaki mübarezesini, insan oğluna karşı düşmanlığını ve Rabbine karşı da isyanını anlatır. Şimdi onun bu isyanı, Allah tarafından kovulmayı netice verdi. O, "ben ondan hayırlıyım" deyince, Cenab-ı Hak da ona karşı: "İnin aşağıya hepiniz" hizlanına uğrattı. Bir taraftan kabahatinden büyük mazeretleri, diğer taraftan da yeminli, kasemli insanoğluna düşmanlığı, onu, Rabbin yapıcı, yumuşatıcı, yükseltici Rahmet atmosferinden bütün bütün uzaklaştırdı. Daha sonra tamamen şeytânî mantığa teslim oldu ve "İzzetine and olsun onların hepsini baştan çıkaracağım" diye homurdandı ve yol olarak aldatıcılığı seçti. Aldattıkça uzaklaştı; uzaklaştıkça hıncı arttı; derken fesatla, nankörlükle bütünleşmiş ikinci bir fıtrat kazandı. Her uzaklaştıkça iyice azıtıyor, kovuldukça kinini, nefretini, gayzını, kibrini ve ucbünü ifâde edip duruyordu. Allah'a karşı cedele kalkışıyor, diyalektik yapıyor ve böylece Allah'ın rahmetinden uzaklaşması onu isyana, isyan da uzaklaşmaya sevk ediyordu. Ve Şeytan, kendi fâsit dairesinin kurbanı olarak "hatm"e maruz kaldı; yani kalbi mühürlendi. Bunun mânâsı şu demekti; içinde fenâlık düşüncesinden başka bir şey kalmadı ve iyiliğe ait bütün fakülteler, bütün ışık kaynakları da sönüp gitti.
Bunu anlayabilmemiz için bir misâl arz edeyim: İnsan çok mükerrem bir varlıktır; kendisine bahşedilen dinamikleri değerlendirdiği takdirde melekleşebilir. Şimdi, gayet şefkatli, namazında, niyazında, orucunda, haccında, zekâtında ve insanlarla münasebetlerinde fevkalâde mükemmel bir insan düşünün. Ama, bu mükemmel insanın bir yerde ırzına dokunulmuş, namusuyla uğraşılmış, hassasiyeti rencide edilmiş ve bir insan olarak aslâ kâle alınmamış; derken sinir sistemi üzerine kocaman dağlar gibi yükler yüklenmiş hatta bir aralık, öyle bir hale gelmiş ki, adam dayanamamış patlayıvermiş. O esnada onun kafasında artık, ne hilim, ne silim, ne af, ne de müsamaha kalır. Atmosferi bütünüyle kin ve nefret şahaplarıyla dolmuş bu adamı, o anda formüle etseniz cehennemden fışkıran kıvılcımlar gibi sadece kin ve öfke görürsünüz. O dakikada ona nasihat etseniz dahi, hiçbir şey anlatamazsınız...
Herkes kendi şahsi hayatında buna benzer şeyler görmüş ve yaşamıştır. İşte Şeytan, hayatının her saniyesinde, her âşiresinde, her sâlisesinde, böyle kinlerin nefretlerin, gayızların, içinde kol gezip durduğu bir varlıktır. Bütün hayatı boyunca ve yaşadığı sürece kötülükten başka bir şey düşünmemektedir. O kadar gerilim içindedir ki, tabii faideli bir gerilim değil, şeytânî bir gerilim... Bu haliyle o sadece şeytanlık düşünmektedir. İçi tamamen fenalıklarla dolu olduğundan dolayı da hiçbir iyilik düşünmeye fırsat bulamamaktadır. Bu itibarladır ki o, bir yönüyle Allah'ı biliyor gibi olsa da, öfkeli müminin Allah'ı bildiği halde öfkelenmesi esnasında hilmi, silmi unuttuğu gibi, o da, Allah'ı biliyor olduğu halde, Allah'ı hatırlayamıyor ve imân edemiyor. Çünkü içindeki şeyler buna mânidir. Böyle fâsit dairelerin kurbanı Şeytan gibi aynı şeylere kurban olmuş pek çok insan da vardır. Onlar da böyle fena duygu ve tutkuların kurbanı olmuş ego ve nefis putuna taabbüd etmektedirler. Bu mevzuda, kimsenin teminat altında olduğu da söylenemez. Hatta bizlerin de müminler olarak tek teminatımız Allah'a (cc) güven ve itimadımızdır. O'na tevekkül ediyor ve O'na dayanıyoruz. Rabbim şeytanî yollarda sülûk etmekten bizi muhafaza buyursun.