Sevgili ögretmenim..

berfut

New member
Sevgi Dilinin Öğretmenlerine

Sevgili Öğretmenim,
Güzel öğrencilerinden muvakkaten ayrılıp birkaç dakika da bana zaman ayırabilir misin, seninle dertleşmeye muhtacım, biraz beni dinler misin?
Seni seyrettim geçen gün televizyonda, dünyanın dört bir yanından getirdiğin güllerin arasında sahneye çıkmıştın. Mahcuptun, iki büklümdün, boynun eğikti, sanki mahzundun.
Oysa herkes seni alkışlıyordu, bütün salon ayaktaydı sana saygıdan, sen artık onların kahramanıydın.
Biliyor musun öğretmenim, ne kadar isterdim o salonda olmayı, seni yürekten alkışlamayı, önünde eğilmeyi ve ellerinden öpmeyi.
Seni iki büklüm görünce sevindim öğretmenim, sıkılganlığını temâşâ ettikçe seni daha çok sevdim. Boynun tevazundan eğikti, kaddin mahviyetten büküktü; alkışları üzerine almıyordun, o halinle gözümde ne de büyüdün; salona, Türkiye’ye sığmaz oldun, seni seyrettim hayranlıkla öğretmenim, ağladım, ağladım, ağladım.
Seni ve yeni yetiştirdiğin çiçeklerini koruması için Allah’a dua dua yalvardım öğretmenim, dua dua yalvardım.
Sen adı Zeynep, Büşra, Esra ya da Talip, Ahmet, Etkâ olan öğretmenim.

Türkmenistan’dan, Kamerun’dan, Sudan’dan veya Şili’den, İsviçre’den, Nepal’den... yeryüzünün her bucağından elinde muhteşem buketlerle gelip Anadolu insanına sevinç gözyaşları döktüren sen, fedakâr öğretmenim.
Az içimi döksem, biraz seninle dertleşsem ve bir korkumu dile getirsem beni de dinler, beni de sevindirir misin? Bilirim, haddim değil sana bir şey demek, bana düşen sadece elini öpmek, dualarını dilenmek. Ama acaba “ben de senin yolundayım” deyip nazlansam ve bir endişemi anlatsam sesime kulak verir misin?
Mozambik’te “Şanlı Gelecek” ümidini yeşerten, Almanya’nın “Sokak Çocuğu”nu tebessümüyle sevindiren, Papua Yeni Gine’ye hayatın bayram olacağı günleri müjdeleyen, Vietnam’a “Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman” vuslat vaadinde bulunan can öğretmenim!..
Sadece Türkmen talebeni değil “Siyah Gözlerine Beni de Götür”; Gana’lı zarif öğrencinin “Ah Şu Eller” sözlerini tekrarlaya tekrarlaya yaşaran gözlerime merhameten bir kerecik benim de yüzüme gül ve o enfes bestelerden muvakkaten ayrıl, birkaç dakikacık da bu kısık sese zaman ayır.
Belki de sana birazcık didaktik gelebilecek bir üslupla sesleneceğim için darılma bana öğretmenim; kalbim senin sevginle çarpıyor, bir şey öğretmek değil muradım, azıcık hasbihâl etmek, biraz dertleşmek maksadım.. Hüzün Yurdu’nun Bahçevanı’nda gördüğüm bir endişeyi dile getirmek emelim; yürüdüğümüz yolda her zaman bize azık olacağına inandığım bir hususu seninle paylaşmak bütün dileğim.

Sevgi diliyle gönüllere hitap eden öğretmenim,
Fedakârlığın sahâbîcesiyle, yedi cihana yetişmeye çalıştın; her insanı şöyle böyle tesirine alan yaşama tutkusunu sen baskı altına aldın ve yaşatma mefkuresiyle şahlandın. En görkemli anlarında dahi gösterişe meyletmedin, âlayişe girmedin ve yolunun esası bildiğin tevazu ve mahviyetten hiç ayrılmadın.
Sibirya’da donayazdın, öğretmenim; Afrika’nın sıcağında yandın. Buzlar ülkesine battaniyeden iç çamaşırı yaparak dayandın; güneşin kararttığı, öldürücü hastalıkların bunalttığı diyarlarda bembeyaz, tertemiz kaldın; işin ucunda ölüm de olsa korkmadın, yılmadın. Bütün olumsuzluklara rağmen, hiçbir zaman dinmeyen aşk u şevkinle, sürekli köpürüp duran himmet ü heyecanınla ve insanlığa hizmet iştiyakınla bir civanmertlik destanı yazdın; uğradığın herkese gönül dilinden mesajlar, muştular fısıldadın; herkesi sonsuza, Sonsuz Nur’a çağırdın. Her yere taze fideler dikip her yanı çiçek bahçeleriyle donattın.
Sen bütün ölü ruhları yeni bir dirilişe hazırlama azmiyle her yerde her kula hayat üfledin; beyan gücünle, muhabbet mürekkepli kaleminle, hüzünlü şiirlerinin sihriyle, en içli nağmelerinin büyüsüyle, sanatının bütün desen ve çizgileriyle her zaman ruhunun ilhamlarını seslendirdin.
Şimdi de dünyanın dört bir yanında kızaran gülleri, sümbüllenen menekşeleri, rengârenk karanfilleri, olgunlaşan laleleri ve müjdeci kardelenleri demet demet ülkemize getirdin; renklerini senden ve ruhunda taşıdığın manalardan alan bahar çiçekleriyle Türkiye’yi tarife gelmez güzelliklerle bezedin; bütün dünyadaki sevgi elçilerinin de yüzlerini güldürdün, ümitlerine fer verdin.
Bazılarına göre, bundan sonra dünya tek kutuplu bir hal almaya yüz tutsa da, artık sen hep iki keskin ucun tam ortasında yürümeye mahkumsun öğretmenim. Gayri göz önündesin, her halinle nazarlara çarpıyorsun. Dostları şevklendirirken, düşmanlığa kilitli huysuz ruhların içine korku salıyorsun.

Bugünden sonra kimileri sana daha bir gayzla bakacaklar; yollarının bütün bütün sarpa sarması için uğraşacaklar. Yeryüzünün hemen her ülkesinde birer sayfasını yazdığın muhteşem destanı görmedikleri gibi, Ankara’da, İstanbul’da sahnelediğin evrensel kardeşliği ve hizmetlerinin bir nümunesini de görmezlikten gelecekler. Hatta seni tamamıyla ademe mahkum etmek isteyecekler.
Ne gam!.. Sen bir gün bütün köprülerin yıkılabileceğini bile daha baştan hesaba katmıştın; zaman zaman bir kısım gulyabanîler tarafından yolunun kesileceğini biliyordun.. çevrende kin, nefret ve düşmanlık fırtınalarının estirilebileceğini tahmin ediyordun. Değil mi ki, Allah var; O’ndan başka kimseden korkmuyor ve her zaman dimdik duruyordun.

Nur öğretmenim,
Bundan sonra da bütün olumsuzlukları Hak yolunun hususî meşakkatleri saymalı ve heyecanından hiçbir şey kaybetmeden sürekli koşmalısın; endişene takılan menfilikler karşısında Allah'a teslim olmalı, imanın o sarsılmaz kalesine sığınmalı ve Cenâb-ı Hakk'ın muvaffakiyet vaadine güvenerek hiç tereddüt yaşamadan rıza ufkuna yürümelisin. Her zaman tipiye-borana meydan okumalı, sürekli karla-buzla savaşmalı ve her mevsim meyve verebilmenin sırrını keşfederek dikenler arasında da olsan hep gül yetiştirmeli ve gül türküleri söylemelisin.
Ve bir de, sâyesi yere düşmeyen Şefkat Peygamberi’nin gölgesi hâlâ senin üzerinde, O hep seninle.. unutmamalısın.
Yoluna kurban olduğum öğretmenim,
Bugüne kadar sen her haksızlık karşısında dimdik durdun ama aynı zamanda hep mütevazı oldun; cihanları aydınlatmaya yürürken bile fevkalâde bir tevazu ve mahviyet içinde bulundun. Kibirden, gururdan, gösterişten, tasannudan, riyadan ve süm’adan hep korktun; bu şeytanî marazlardan Allah’a sığınarak her zaman yüzü yerde ve alçak gönüllü bir kul oldun.
Bak, şimdi takdir görüyor, alkışlanıyorsun, gönüllerdeki zümrütten tahtlara çağırılıyorsun. Ne olur affet beni öğretmenim, kendi nefsimin boşluklarını mikyas kabul edip sana da diyeceğim. Acaba, başlarda gezerken ve parmakla gösterilirken de hâlâ hafâ türabına girip gül yetiştirmeyi, tanınıp bilinmeye tercih edebiliyor musun? Mütevazı bir evdeki, en temiz duygularının lisanı hıçkırıklarını saklayan o sâde odanı debdebeli binalara değişmemeye hâlâ kararlı mısın? Gözyaşlarınla yıkadığın seccadeni yalnızlığa terk etmeme vefasını gösterebiliyor musun? Ve hepsinden öte, bütün kalbinle, başarılarını Asıl Sahib’ine verip “Bunlar Allah’ın sevkinin neticesidir ve tamamen ikrâm-ı ilahîdir, minnet O’na, şükür O’na” diyebiliyor musun?
Bu yolun esaslarını sen bu kardeşinden daha iyi bilirsin öğretmenim; Hüzünlü Gurbet’in Muğteribi’nin endişelerinden haberdâr olmasaydım, emin ol, bu duyguları kendi gönlüme gömer ve seni rencide etmezdim. Evet bilirsin öğretmenim; sa’ylerinin semeresini kendilerinden farzedenler ve her muvaffakiyeti hem Cenab-ı Hakk’ın lütfu hem de bir imtihan vesilesi olarak görmeyenler; sürekli kendi nefislerini yüceltirler.. yüceltir ve nimetlerin kesilmesine sebebiyet verirler.

Sen, başarılarını kendinden bilerek Allah’ın ihsanlarını inkıtaya uğratmamalısın. Onlara dışta birer fâil aramak suretiyle nimetlerin kaynağına civa akıtmamalısın. Onların Mevlâ-yı Müteâl’den gelen hediyeler olduğuna iman edersen, milyonları suya kandıran, yüzbinlere abdest aldıran, kullanıldıkça artan ve suyu çekildikçe daha bir gür akan Zemzem gibi bir bereket kaynağına ulaşırsın. Öyleyse, halkın hüsn-ü zan ve teveccühlerine bel bağlamamalı ve asla bedel arayışına takılmamalısın. Sevilip sayılmanı, el üstünde tutulmanı, takdir edilip alkışlanmanı bir ibtilâ saymalı; Allah’ın sana olan lütuflarını etrafına karşı minnet vesilesi ve tefahür sebebi yapmamalısın.
Ne olur büyüme öğretmenim, yaşın ilerlese de gönlünle hep genç kal. Dün olduğu gibi bugün de her yana rüzgarlar gibi es ve her tarafa diriliş üfle; en güzel çiçeklerin tohumlarını saç dört bir köşeye.. en kurak iklimlere yağmur gibi boşal; yeryüzüne can olup ak, canı dudağına gelmişlere âb-ı hayat sal. Yan ocaklar misali, kendini yiyip bitirme pahasına başkalarını soğuktan koru.. mumlar gibi eriyip gitsen de binlerce göze ışık ol, seninle gelsin karanlıkların sonu. Dava televvünlü ızdırapla yak yüreğini; senin ciğerin tutuşmadan talebelerinin gönlünde oluşmaz hidayet koru. Sen muzdarip seleflerinin gözyaşlarının semeresisin; ızdırap insanı olmalısın ki, senin rahmet damlalarınla da arkandan gelecek nefis meyveler yetişsin.

Gül öğretmenim,
Sen hicrette kalıcısın, bulunduğun beldede ise misafir; bir yad elde çiçek yetiştirebilecek bahçevanların neş’et ettiğini gördüğün gün, artık gözün yollara, kulağın sese, zihnin gelecek habere ve kalbin gideceğin yeni yere odaklanmalı. Sen sömürmeye değil, hicret diyarındaki istidatlı gönülleri Muhammedî çağrıdan haberdâr etmeye gittin; yüce dava emanetini teslim edebileceğin yerliler bulunca başka beldeler, yeni gönüller olmalı hedefin.
Senin nazarında, dini koruma, kollama ve onu dünyanın her tarafında imrendirecek seviyede temsil etmeden daha büyük bir pâye yoktur ve olmamalı. Bu yüksek pâyeye ermeyi hayatının biricik gayesi bilirsin ve bilmelisin. Dünyada bulunmanı sadece ve sadece bu gayeye ve onunla rıza-yı ilahîyi tahsile bağlarsın ve bağlamalısın. Beklenti senin semtine uğramamalı, ihlassızlık asla yanına yaklaşmamalı.
Evet, sen ızdırapla kıvranmalısın öğretmenim; sen insanlığın dertleri karşısında hep ağlamalısın, içten içe yanmalısın, imdada yetişme azmiyle sürekli koşmalısın. Çok çalışmalısın öğretmenim, hep yapmalısın, hep yapmalısın.. yorulmalısın; sonra da unutmalısın. Varsın kimse bilmesin, Sen O’nunla varsın öğretmenim, Sen ötede Cuma Yamaçları’nda O’nunla olacaksın.
Sen öğretmenim, vatandan uzak diyarlara hicret eden, gurbet beldelerinde güller deren,
Sen öğretmenim, sılada olsa da gönlü mukaddes göç aşkıyla titreyen, sıranın kendisine gelmesini bekleyen,
Sen öğretmenim, kadını-erkeğiyle, yaşlısı-genciyle, köylüsü-şehirlisiyle, çiftçisi-işçisiyle, esnafı-tüccarıyla bir davaya dilbeste olan, bir destanı hayatıyla ortaya koyan, yârını-yârânını, göznuru evladını en ücrâ köşelere hizmete yollayan ve bu haliyle insanlığa hakiki bir muallim olan...

Sen öğretmenim,
Sana seslendim; sadece bir şey istedim: Gelin hiçbir başarı karşısında gözlerimizin kaymaması, bakışlarımızın bulanmaması için söz verelim; dünya bütün fettanlığıyla önümüze çıksa da, bizi biz yapan değerleri unutmayacağımıza ahd edelim.
Sana seslendim öğretmenim,
Sana söz söylemek haddim miydi? Sen ki bir meçhul kahramandın.. Taptuk Emre’nin Yunus için hayal ettiği “gizli ve gizemli bir sandukça” olarak ötelere gitme erdemini sen ortaya koyacaktın. Kararlıydın; burada bilinip tanınma peşine düşmeyecek, şöhretten köşe bucak kaçacak ve kudsî sırlarını ötelere saklayacaktın.
Evet evet, bunları sana söylemek bana düşmezdi ama senin sevginle dolu yüreğimi şefaatçi yapıp da huzuruna öyle geldim; belki ahirette tanır ve elimden tutarsın diye seninle dertleştim; kendimden demedim, kalbin zümrüt tepelerinde seyahat eden Hak erinin muradını seslendirdim.
Can Öğretmenim!..

alıntı....
 
Gül öğretmenim,
Sen hicrette kalıcısın, bulunduğun beldede ise misafir; bir yad elde çiçek yetiştirebilecek bahçevanların neş’et ettiğini gördüğün gün, artık gözün yollara, kulağın sese, zihnin gelecek habere ve kalbin gideceğin yeni yere odaklanmalı. Sen sömürmeye değil, hicret diyarındaki istidatlı gönülleri Muhammedî çağrıdan haberdâr etmeye gittin; yüce dava emanetini teslim edebileceğin yerliler bulunca başka beldeler, yeni gönüller olmalı hedefin
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks