T
Tanyeri
Guest
Gazetelerin ve dergilerin ziyadesiyle hazzetmediğim sayfalarının başında teknoloji ve internet vidividi’leri geliyor. Ahanda yeni bir teknoloji çıkmış derhal dadanayım değil de ihtiyaç hasıl oldukça, hani bilen biri elimden tutarsa, tesadüfler beni terkisine atıp götürürse işte…
Olursa oluyor. İşin özü, en son ben duyuyor, en son ben dahil olabiliyorum teknoloji ve internet mevzularına. Ağustos başından beri kimi arkadaşlarım “Yok ben onun listesinden şu şu insanları kendi listeme dahil ettim de onlar beni ignore etti.” gibi tarafımdan katiyen anlamlandırılamayan dertlerini (UFO) tepemden aşağı boca etmekteler. Bir anlattırıyorum iki izah ettiriyorum filan ama insan nihayet ben biraz yavaş öğreniyorum diye itiraf etmek istemiyor el gün ortasında. Mecbur hı hı deyip geçiyorum. Geçiyordum.
Meğer bu lugat, bu jargon, bu bir tuhaf dertler, facebook denen siteden kaynaklanmaktaymış. Yüz rehberi diye de Türkçeleştirilebilecek bu sitede insanlar, kendi ad ve soyadlarıyla yer alıyorlar. Anahtar cümle: “Yıllar önce izini kaybettiğin çocukluk arkadaşlarını buradan bulabilirsin.” “Çocukluk arkadaşı” açıl susam açıl nevinden bir gard düşürme cümlesi, sihirli.
Derhal üye oldum.
Ne çare ki benim isimler, hele hele soyadlar konusunda yarı amnezik bir bünyem var. Bir tane bile çocukluk arkadaşı düşürebilmiş değilim. Ha düşüren arkadaşların da o masumiyet yılları, ah o çocukluk arkadaşları samyellerinden ellerinde kalan, arkadaş listesini şişirmek için kendilerini kullanan birtakım kurnaz yetişkinler. Oh olsun diyorum; siz büyüdünüz de aradığınız çocukluk arkadaşı Günter Grass’ın ebedi çocuğu gibi öylece kaldı mı yani?
Şimdi bu arkadaş listesi denilen şey çevremiz insanının sırça egosunu inceden ya da kalından çiziyor, su aldırıyor. Diyelim yıllar öncesinden gıcık kaptığınız, gıcığınızdan hâlâ daha durulamadığınız bir güya arkadaşınızın profilini tıkladınız. Lan lan lan! Adamın ya da kadının arkadaş listesinde üç basamaklı rakamlar neon ışıkları gibi yanıp yanıp sönüyor. Sizinki ise Novosibirsk’te yaşıyormuşçasına on on beş diyelim. O orada sosyalleşe sosyalleşe bir hal olurken, aranırken taranırken, telefonlaşmaya mesajlaşmaya doyamaz, o partiden bu ev davetine kuşlar gibi konarken… Siz sevimsiz, siz başarısız, siz cumartesi gecelerini TV başında geçirmeye mahkum bir yalnız kovboysunuz; ne hazin.
Ha yok bir Neriman Köksal edasıyla, ben zaten yenilmişim amaaan diye elinizi savurup kanepeye yanlayacak bir rahat bir tembel bir geniş ruh değilseniz… Onun bunun arkadaş listesine dadanıp, Ali’nin yanında eskaza görüp de mecburiyetten selam çaktığınız Veli’yi listenize ekleyiveriyorsunuz. Veli sizi ignore etmediyse ne ala; Veli’nin arkadaş listesinden de Kırkdokuz Elli’yi çırpıştırıp ver elini elli bir elli iki… Arkadaş listeniz yalan üstüne dolanmış ne gam! Böyle böyle siz de ne biçim aranılan bir insan vitrininde bir biblo manevi tatminini yaşayabiliyorsunuz. Allah akıl fikir versin.
Sadece sayıyla nispet olmuyor tabii; aktivite gerekiyor. Profilinizde o gün size kimlerin kimlerin sanal hediye, içki gönderdiği, poke (el hareketi) yaptığı filan kabak gibi yazıyor. Emeksiz nispet pardon yemek olmuyor; siz onlara poke (el hareketi) yapacaksınız ki onlar da sizi poke’lesin. Neyse ki işin kolayı var; tüm arkadaş listenize aynı anda aynı jesti yapıp o günkü özen ritüelinizi tamamlayabiliyorsunuz. Bir zamanlar sanal hayvan çılgınlığı vardı; bir düğmeye basıp yemeğini suyunu veriyor, bir başka düğmeye basıp şefkat gösteriyordunuz. Facebook’la da kanlı canlı insanları bir nevi sanal hayvan kıvamına getirmek mümkün yani. Birkaç yere tıklayıp cümle arkadaşınızı onları düşünüp hislendiğinize ikna edebiliyor, gelen sanal sallamalarla onların da sizi düşünüp hislendiğine ikna olabiliyorsunuz. Mutluluğunuz daim olsun.
Kendinize bahçe yapabiliyorsunuz. Arkadaşlarınız gelip oraya sanal çiçekler dikebiliyorlar. “Sen bizim evdeki plastik çiçekler gibi/ Güzel görünüyor ama hiç kokmuyorsun.” bile değil; o bile değil ama olsun, arkadaşlarınız sizi düşünüyor, buna samimiyetle inanıyorsunuz. Isırıp kendi vampir askeriniz olması için teklif götürdüğünüz dıdısının dıdısı tanışınız sizin ısırığınızı onaylanıp baş rakibinizin ya da rakibenizin ısırığını ignore etti; ne kadar haklısınız gururlanmakta. Facebook sizi böyle yapmadı yani, akacak mecra arıyordunuz, buldunuz. Dedim ya, mutluluğunuz daim olsun.
Yelda Eroğlu
Olursa oluyor. İşin özü, en son ben duyuyor, en son ben dahil olabiliyorum teknoloji ve internet mevzularına. Ağustos başından beri kimi arkadaşlarım “Yok ben onun listesinden şu şu insanları kendi listeme dahil ettim de onlar beni ignore etti.” gibi tarafımdan katiyen anlamlandırılamayan dertlerini (UFO) tepemden aşağı boca etmekteler. Bir anlattırıyorum iki izah ettiriyorum filan ama insan nihayet ben biraz yavaş öğreniyorum diye itiraf etmek istemiyor el gün ortasında. Mecbur hı hı deyip geçiyorum. Geçiyordum.
Meğer bu lugat, bu jargon, bu bir tuhaf dertler, facebook denen siteden kaynaklanmaktaymış. Yüz rehberi diye de Türkçeleştirilebilecek bu sitede insanlar, kendi ad ve soyadlarıyla yer alıyorlar. Anahtar cümle: “Yıllar önce izini kaybettiğin çocukluk arkadaşlarını buradan bulabilirsin.” “Çocukluk arkadaşı” açıl susam açıl nevinden bir gard düşürme cümlesi, sihirli.
Derhal üye oldum.
Ne çare ki benim isimler, hele hele soyadlar konusunda yarı amnezik bir bünyem var. Bir tane bile çocukluk arkadaşı düşürebilmiş değilim. Ha düşüren arkadaşların da o masumiyet yılları, ah o çocukluk arkadaşları samyellerinden ellerinde kalan, arkadaş listesini şişirmek için kendilerini kullanan birtakım kurnaz yetişkinler. Oh olsun diyorum; siz büyüdünüz de aradığınız çocukluk arkadaşı Günter Grass’ın ebedi çocuğu gibi öylece kaldı mı yani?
Şimdi bu arkadaş listesi denilen şey çevremiz insanının sırça egosunu inceden ya da kalından çiziyor, su aldırıyor. Diyelim yıllar öncesinden gıcık kaptığınız, gıcığınızdan hâlâ daha durulamadığınız bir güya arkadaşınızın profilini tıkladınız. Lan lan lan! Adamın ya da kadının arkadaş listesinde üç basamaklı rakamlar neon ışıkları gibi yanıp yanıp sönüyor. Sizinki ise Novosibirsk’te yaşıyormuşçasına on on beş diyelim. O orada sosyalleşe sosyalleşe bir hal olurken, aranırken taranırken, telefonlaşmaya mesajlaşmaya doyamaz, o partiden bu ev davetine kuşlar gibi konarken… Siz sevimsiz, siz başarısız, siz cumartesi gecelerini TV başında geçirmeye mahkum bir yalnız kovboysunuz; ne hazin.
Ha yok bir Neriman Köksal edasıyla, ben zaten yenilmişim amaaan diye elinizi savurup kanepeye yanlayacak bir rahat bir tembel bir geniş ruh değilseniz… Onun bunun arkadaş listesine dadanıp, Ali’nin yanında eskaza görüp de mecburiyetten selam çaktığınız Veli’yi listenize ekleyiveriyorsunuz. Veli sizi ignore etmediyse ne ala; Veli’nin arkadaş listesinden de Kırkdokuz Elli’yi çırpıştırıp ver elini elli bir elli iki… Arkadaş listeniz yalan üstüne dolanmış ne gam! Böyle böyle siz de ne biçim aranılan bir insan vitrininde bir biblo manevi tatminini yaşayabiliyorsunuz. Allah akıl fikir versin.
Sadece sayıyla nispet olmuyor tabii; aktivite gerekiyor. Profilinizde o gün size kimlerin kimlerin sanal hediye, içki gönderdiği, poke (el hareketi) yaptığı filan kabak gibi yazıyor. Emeksiz nispet pardon yemek olmuyor; siz onlara poke (el hareketi) yapacaksınız ki onlar da sizi poke’lesin. Neyse ki işin kolayı var; tüm arkadaş listenize aynı anda aynı jesti yapıp o günkü özen ritüelinizi tamamlayabiliyorsunuz. Bir zamanlar sanal hayvan çılgınlığı vardı; bir düğmeye basıp yemeğini suyunu veriyor, bir başka düğmeye basıp şefkat gösteriyordunuz. Facebook’la da kanlı canlı insanları bir nevi sanal hayvan kıvamına getirmek mümkün yani. Birkaç yere tıklayıp cümle arkadaşınızı onları düşünüp hislendiğinize ikna edebiliyor, gelen sanal sallamalarla onların da sizi düşünüp hislendiğine ikna olabiliyorsunuz. Mutluluğunuz daim olsun.
Kendinize bahçe yapabiliyorsunuz. Arkadaşlarınız gelip oraya sanal çiçekler dikebiliyorlar. “Sen bizim evdeki plastik çiçekler gibi/ Güzel görünüyor ama hiç kokmuyorsun.” bile değil; o bile değil ama olsun, arkadaşlarınız sizi düşünüyor, buna samimiyetle inanıyorsunuz. Isırıp kendi vampir askeriniz olması için teklif götürdüğünüz dıdısının dıdısı tanışınız sizin ısırığınızı onaylanıp baş rakibinizin ya da rakibenizin ısırığını ignore etti; ne kadar haklısınız gururlanmakta. Facebook sizi böyle yapmadı yani, akacak mecra arıyordunuz, buldunuz. Dedim ya, mutluluğunuz daim olsun.
Yelda Eroğlu