Sahabe denince aklimiza ne gelir?
Peygamberimizin sohbetinde bulunmus, onu dünya gözüyle görmüs, can kulagiyla dinlemis, ona arkadas ve dost olmus, ona iman etmis, getirdiklerine inanmis insanlar gelir.
Peygamberimiz ne söylemisse, ne anlatmissa, nelerden haber vermisse hepsini tereddütsüz kabul etmisler. „Bas göz üstüne“ demisler.
Sahabeler, Peygamberimizi cok sevmisler. Dünyada en cok Peygamberimize gönül vermisler.
Onun üstünde bir baska insani sevmemisler.
En yakinlarinin sevgisi bile onun sevgisinin önüne gecmemis.
Sahabiler, Peygamberimizi annelerinden, babalarindan, cocuklarindan, kardeslerinden ve bütün insanlardan daha cok sevmisler.
Peygamberimiz (a.s.m.), sahabilere seslendiginde, „Anam babam size feda olsun! Buyurun yâ Resulallah!“ diyerek önüne can atmislar.
---
Bir cirpida aklimiza geler sahabiler: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyir, Hz. Bilal, Hz. Hamza, Hz. Abbas.
Hanimlardan: Hz. Hatice, Hz. Aise, Hz. Fatma ve digerleri...
Sahabiler daha önce siradan birer insanlardilar. Cogu cahil, vahsi ve kaba saba kislerdi. Her türlü ahlâksizligi, cirkinligi ve kötülügü cekinmeden islerlerdi.
Kizlarini diri diri topraga gömecek kadar kati kalpli olan bu insanlar, Peygamberimizi taniyinca, Islâma girince, artik karincayi bile incetemeyecek derecede bir merhamet ve sefkate ulastilar.
Daha önceleri cahil ve vahsi olan bir insan gelir, Peygamberimizin sohbetine katilir, Islâmla sereflenirdi. Daha sonra Peygamberimiz onu Cin ve Hindistan gibi büyük ülkelere gönderir, o da oraya gider, onlara medeniyet dersi verirdi.
Sahabilerin gözü ve gönlü, akli ve kalbi hep Peygamberimizdeydi.
Peygamberimizin yanindan ve pesinden hic ayrilmazlardi. Yeni bir âyet inince hemen ezberlerine alirlar, bir hadis duyunca hemen ögrenirlerdi.
---
O zamanlar iman ile küfür arasindaki, hayirla ser arasindaki, dogruyla yalan arasindaki mesafe Cehennemle Cennet arasi kadar birbirinden uzakti.
Öyle ki, sahabiler küfre düsmekten ne kadar kacarlarsa, yalan söylemekten de o kadar kacarlardi.
Cünkü yalan inkârcilarin isiydi, yalani ancak kâfirler söylerdi, Allah'i ve Peygamberi yalanlayanlar sadece onlardi. Yalanci insan dünyada perisan, âhirette de rezil olurdu. Yalan, insani Cehenneme sürüklerdi.
Sahabe yalan söylemezdi, söyleyemezdi, söylemesi mümkün degildi, yalan söylemek aklina bile gelmez, hayalinden bile gecmezdi.
Onlarin dünyasina yalan hic mi hic girmemisti, giremezdi de. Ölülerdi de, yalan söylemeye yanasmazlardi. Ölmeyi yalana tercih ederlerdi.
Cünkü iman dogruydu, dogruluktu. Yüce Allah hep dogrulari haber veriyordu.
Peygamberimiz hep dogrulari anlatiyordu. Cennete de ancak dogrular girebilirdi.
Peygamberimizin en birinci sahabisi, Peygamberimizden sonra en faziletli insan, sahabiler icinde en önde gelen, Allah'in en cok sevdigi ve övdügü sahabi, Hazret-i Ebû Bekir'di. Onun en önemli özelligi, dogru bir insan olmasiydi.
Gercekten de Hz. Ebû Bekir sözü dogru, özü dogru bir insandi, dosdogru bir müslümandi.
Peygamberimiz ne söylemisse, ondan ne duymussa hic tereddüt etmeden inanan bir insandi o.
Bunun icin Peygamberimiz ona „dogru sözlü“ anlaminda „Siddik“ unvanini vermisti.
Hayatinda hicbir bicimde yalana tesebbüs etmemis, hicbir sekilde yalan cukuruna düsmemisti.
---
Sahabilerin en büyük özelligi, her zaman Allah rizasini düsünmeleriydi
Devamli olarak „Ne yapariz da Allah bizden razi olur? Nasil davraniriz da Allah bizden razi olur? Nasil davrabiriz da Allah'in rizasina ulasiriz? Rabbimiz bizden ne ister?“ derlerdi.
Dertleri, tasalari buydu.
Düsünceleri, taslari buydu.
Düsünceleri, hayalleri bunlardi.
Meraklari hep bunlardan ibaretti.
Sahabilerin dünyalarinda, kafalarinda bundan baska bir sey yoktu.
Bu arada onlar da dünyada yasiyorlardi. Is güc sahibiydiler.
Bir kismi ciftci, bir kismi isciydi.
Cogu evli barkli insanlardi. Coluk cocuklari vardi. Calisiyorlar, cabaliyorlar, is görüyorlardi.
Ama yaptiklari bütün islerinde Allah'in rizasini esas aliyorlardi.
Allah'in razi olmadigi, Allah'ìn istemedigi, Allah'in uygun görmedigi, Allah'in yasak ettigi seyleri yapmazlardi.
Dünyayi Allah yarattigi icin sevmislerdi.
Gördükleri her varlik onlara Allah'i hatirlatirdi.
Her varlik onlari Allah'a götürüyordu.
Her sey onlari Allah'in rizasina tasirdi.
Cünkü dünya Allah'in mülküydü.
Her varlik Yaraticisini taniyor, Yaraticisini anlatiyor, Yaraticisini seviyordu.
Bu sekilde dünyaya calismak, dünya islerini görmek, Allah'in mülkünde calismakti.
Ibadet ederken nasil Allah'i hatirliyor, düsünüyor ve aniyorsa, islerini yaparken, calisirken de ayni sekilde Allah'i aklindan ve gönlünden cikarmiyordu.
Zaten âhiret, dünyada kazanilmiyor mu?
Burada ektiklerimizi ve ettiklerimizi Cennette bulmayacak miyiz, Cennette görmeyecek miyiz?
---
Bizler sahabilere cok sey borcluyuz.
Onlara minnet borcumuz var, onlara sükran duyuyoruz. Kalplerimizde onlarin apayri bir yeri vardir.
Onlari hicbir sekilde unutamayiz.
Onlari aklimizdan cikaramayiz.
Onlari hep takdir duygulariyla anariz.
Cünkü onlar Islâmin ilkleridir.
Ilk Müslümanlardir.
Allah ve Resûlüne ilk inanan, ilk iman eden insanlardir.
Onlar devamli en ön safta yer aldilar.
Her konuda öncüdürler. Her konuda önceliklei vardir.
Bundan dolayidir ki, dünyanin sonuna kadar gelecek bütün Müslümanlarin hizmet ve sevaplarinin vir misli onlarin amel defterine yazilir.
Cünkü hayirli bir hizmeti ilk baslatan kisi, o hizmeti yapanlarin sayisi kadar sevap alir.
Islâm dinin kurulmasinda, Kur'ân nurlarinin yayilmasinda en önce onlar görev aldilar.
Onlar Islâm agacinin kökü, Islâm sarayinin temelidirler.
Onlarin o zamanda yaptiklari hizmetler kücük degil büyüktür, az degil coktur, bir degil bindir.
Onun icindir ki, kimse sahabeye yetisemez. Sahabeye yetismek icin de sahabe olmak gerekir. Zaten bu da mümkün degildir.
Peygamberimizin sohbetinde bulunmus, onu dünya gözüyle görmüs, can kulagiyla dinlemis, ona arkadas ve dost olmus, ona iman etmis, getirdiklerine inanmis insanlar gelir.
Peygamberimiz ne söylemisse, ne anlatmissa, nelerden haber vermisse hepsini tereddütsüz kabul etmisler. „Bas göz üstüne“ demisler.
Sahabeler, Peygamberimizi cok sevmisler. Dünyada en cok Peygamberimize gönül vermisler.
Onun üstünde bir baska insani sevmemisler.
En yakinlarinin sevgisi bile onun sevgisinin önüne gecmemis.
Sahabiler, Peygamberimizi annelerinden, babalarindan, cocuklarindan, kardeslerinden ve bütün insanlardan daha cok sevmisler.
Peygamberimiz (a.s.m.), sahabilere seslendiginde, „Anam babam size feda olsun! Buyurun yâ Resulallah!“ diyerek önüne can atmislar.
---
Bir cirpida aklimiza geler sahabiler: Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyir, Hz. Bilal, Hz. Hamza, Hz. Abbas.
Hanimlardan: Hz. Hatice, Hz. Aise, Hz. Fatma ve digerleri...
Sahabiler daha önce siradan birer insanlardilar. Cogu cahil, vahsi ve kaba saba kislerdi. Her türlü ahlâksizligi, cirkinligi ve kötülügü cekinmeden islerlerdi.
Kizlarini diri diri topraga gömecek kadar kati kalpli olan bu insanlar, Peygamberimizi taniyinca, Islâma girince, artik karincayi bile incetemeyecek derecede bir merhamet ve sefkate ulastilar.
Daha önceleri cahil ve vahsi olan bir insan gelir, Peygamberimizin sohbetine katilir, Islâmla sereflenirdi. Daha sonra Peygamberimiz onu Cin ve Hindistan gibi büyük ülkelere gönderir, o da oraya gider, onlara medeniyet dersi verirdi.
Sahabilerin gözü ve gönlü, akli ve kalbi hep Peygamberimizdeydi.
Peygamberimizin yanindan ve pesinden hic ayrilmazlardi. Yeni bir âyet inince hemen ezberlerine alirlar, bir hadis duyunca hemen ögrenirlerdi.
---
O zamanlar iman ile küfür arasindaki, hayirla ser arasindaki, dogruyla yalan arasindaki mesafe Cehennemle Cennet arasi kadar birbirinden uzakti.
Öyle ki, sahabiler küfre düsmekten ne kadar kacarlarsa, yalan söylemekten de o kadar kacarlardi.
Cünkü yalan inkârcilarin isiydi, yalani ancak kâfirler söylerdi, Allah'i ve Peygamberi yalanlayanlar sadece onlardi. Yalanci insan dünyada perisan, âhirette de rezil olurdu. Yalan, insani Cehenneme sürüklerdi.
Sahabe yalan söylemezdi, söyleyemezdi, söylemesi mümkün degildi, yalan söylemek aklina bile gelmez, hayalinden bile gecmezdi.
Onlarin dünyasina yalan hic mi hic girmemisti, giremezdi de. Ölülerdi de, yalan söylemeye yanasmazlardi. Ölmeyi yalana tercih ederlerdi.
Cünkü iman dogruydu, dogruluktu. Yüce Allah hep dogrulari haber veriyordu.
Peygamberimiz hep dogrulari anlatiyordu. Cennete de ancak dogrular girebilirdi.
Peygamberimizin en birinci sahabisi, Peygamberimizden sonra en faziletli insan, sahabiler icinde en önde gelen, Allah'in en cok sevdigi ve övdügü sahabi, Hazret-i Ebû Bekir'di. Onun en önemli özelligi, dogru bir insan olmasiydi.
Gercekten de Hz. Ebû Bekir sözü dogru, özü dogru bir insandi, dosdogru bir müslümandi.
Peygamberimiz ne söylemisse, ondan ne duymussa hic tereddüt etmeden inanan bir insandi o.
Bunun icin Peygamberimiz ona „dogru sözlü“ anlaminda „Siddik“ unvanini vermisti.
Hayatinda hicbir bicimde yalana tesebbüs etmemis, hicbir sekilde yalan cukuruna düsmemisti.
---
Sahabilerin en büyük özelligi, her zaman Allah rizasini düsünmeleriydi
Devamli olarak „Ne yapariz da Allah bizden razi olur? Nasil davraniriz da Allah bizden razi olur? Nasil davrabiriz da Allah'in rizasina ulasiriz? Rabbimiz bizden ne ister?“ derlerdi.
Dertleri, tasalari buydu.
Düsünceleri, taslari buydu.
Düsünceleri, hayalleri bunlardi.
Meraklari hep bunlardan ibaretti.
Sahabilerin dünyalarinda, kafalarinda bundan baska bir sey yoktu.
Bu arada onlar da dünyada yasiyorlardi. Is güc sahibiydiler.
Bir kismi ciftci, bir kismi isciydi.
Cogu evli barkli insanlardi. Coluk cocuklari vardi. Calisiyorlar, cabaliyorlar, is görüyorlardi.
Ama yaptiklari bütün islerinde Allah'in rizasini esas aliyorlardi.
Allah'in razi olmadigi, Allah'ìn istemedigi, Allah'in uygun görmedigi, Allah'in yasak ettigi seyleri yapmazlardi.
Dünyayi Allah yarattigi icin sevmislerdi.
Gördükleri her varlik onlara Allah'i hatirlatirdi.
Her varlik onlari Allah'a götürüyordu.
Her sey onlari Allah'in rizasina tasirdi.
Cünkü dünya Allah'in mülküydü.
Her varlik Yaraticisini taniyor, Yaraticisini anlatiyor, Yaraticisini seviyordu.
Bu sekilde dünyaya calismak, dünya islerini görmek, Allah'in mülkünde calismakti.
Ibadet ederken nasil Allah'i hatirliyor, düsünüyor ve aniyorsa, islerini yaparken, calisirken de ayni sekilde Allah'i aklindan ve gönlünden cikarmiyordu.
Zaten âhiret, dünyada kazanilmiyor mu?
Burada ektiklerimizi ve ettiklerimizi Cennette bulmayacak miyiz, Cennette görmeyecek miyiz?
---
Bizler sahabilere cok sey borcluyuz.
Onlara minnet borcumuz var, onlara sükran duyuyoruz. Kalplerimizde onlarin apayri bir yeri vardir.
Onlari hicbir sekilde unutamayiz.
Onlari aklimizdan cikaramayiz.
Onlari hep takdir duygulariyla anariz.
Cünkü onlar Islâmin ilkleridir.
Ilk Müslümanlardir.
Allah ve Resûlüne ilk inanan, ilk iman eden insanlardir.
Onlar devamli en ön safta yer aldilar.
Her konuda öncüdürler. Her konuda önceliklei vardir.
Bundan dolayidir ki, dünyanin sonuna kadar gelecek bütün Müslümanlarin hizmet ve sevaplarinin vir misli onlarin amel defterine yazilir.
Cünkü hayirli bir hizmeti ilk baslatan kisi, o hizmeti yapanlarin sayisi kadar sevap alir.
Islâm dinin kurulmasinda, Kur'ân nurlarinin yayilmasinda en önce onlar görev aldilar.
Onlar Islâm agacinin kökü, Islâm sarayinin temelidirler.
Onlarin o zamanda yaptiklari hizmetler kücük degil büyüktür, az degil coktur, bir degil bindir.
Onun icindir ki, kimse sahabeye yetisemez. Sahabeye yetismek icin de sahabe olmak gerekir. Zaten bu da mümkün degildir.
(Yirmi Yedinci Söz'den)
alinti: Nur Dede Anlatiyor 3