sinang
New member
"İşte bu resulleri bazısının bazısına üstün kıldık. Allah onlardan kimisiyle konuştu, kimini de derecelerle yükseltti. Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller verdik ve onu Ruhul-Kudüs ile destekledik." (Bakara-253)
Bu konuda dikkati çeken şey, resuller hakkında kullanılan "Bu resuller" deyimidir. Bu deyim, insanda yakınlık ve ünsiyet duygularını uyandırıyor.
"Bu resuller..." birer insan olmalarına rağmen, özel tabiata sahip bir topluluk...
Kimlerdir onlar?...
Risalet nedir ve tabiatı nasıldır?...
Bu müessese ne zaman ve nasıl tamamlandı?...
Niçin sadece onlar resul oldular?...
Neden?... sorular uzadıkça cevap bulmakta güçlü çekiyorum.
Hafızam tarifsiz duygularla dopdolu olmasına rağmen, bu duyguları ifade edecek kelime bulmakta güçlük çekiyorum. Buna rağmen bu yüce duyguları ifade etmek için kelimelere başvurmaktan başka çarem de yok.
İçinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz şu varlık aleminin bazı temel yasaları vardır. Bunlar Yüce Allah'ın, kendilerine uygun seyretmesi, gerektiği biçimde hareket etmesi ve yükümlülüklerine uygun işlemesi için varlık alemine yerleştirdiği yasalardır, insanoğlu bilgi basamaklarında yükseldikçe bu varlık yasalarını daha bir etraflıca algılar. Kısa bir müddet için kendisine tevdi edilen yeryüzündeki hilafet görevini yerine getirmede yardımcı olacak kadar sınırlı kavrama yeteneği oranında bu yasaları keşfedebilir. Bununla beraber insanoğlu, kendisini kuşatan varlık yasalarını etraflıca anlayabilmek için sürekli iki yola başvurmuştur. Tabiatları itibariyle cüz'i, sonuçları itibariyle de nihai ve kesin olmayan fakat uzun zaman zarfında insanın evrendeki gezisinde öncülük edebilmiş iki araç:
Düşünce ve deney...
Bundan dolayı, insanın evren hakkındaki bütün bilgisi sınırlı ve eksik olagelmiştir. Çünkü varlık yasaları arasındaki ilgi sırrı, tamamen gizlidir. Ne kadar zaman geçerse geçsin insanın sahip olduğu bu cüz'i ve sınırlı düşünme yeteneğiyle bu sırra erişilemez.
Kuşkusuz zaman, bu alanda insan için nihai belirleyici unsur değildir. O, sadece insanın varlık içindeki rolüne ve varlığına uygun takdir edilmiş bir sınırdır. Nitekim insanın varlık içindeki rolü de, yeteneklerine orantılı bir şekilde sınırlıdır, İnsan için zamanın sınırlı oluşu, yeryüzündeki kısa ve sınırlı yaşama uygun düşmektedir.
Bundan dolayı bütün bilgi araçları ve insanın bu araçlar vasıtasıyla elde ettiği bilgiler, bu nisbi ve kısıtlı ortamla sınırlı kalmıştır. İşte bu noktada risaletin rolü devreye girer. Varlığın dayandığı yasalarla beraber ancak eserlerini idrak edebildiğimiz fakat mahiyetini kavrayamadığımız tabiatın derinliklerine nüfuz edebilen ve Allah tarafından özel tabiata sahip kılınmış resullerin önemi ortaya çıkmış olur. Ve bu resuller, vahiy yükünü taşıyabilecek bir tabiata da sahip kılınmışlardır. Doğrudan doğruya varlık yasalarıyla irtibat kurmaları, diğer insanlardan farklı tabiata sahip olmalarını gerektirmektedir. Muhatap oldukları ilahi işaret açısından bu farklılık kaçınılmazdır. Ancak bu işaret nasıl alınır?...
Hangi duyularla algılanır. Bu sorulara cevap verebilmemiz için, Allah'ın, risalet görevi için seçtiği kullarına bahsettiği özel tabiata sahip olmamız gerekmektedir. Ancak;
"Allah, risaletini tevdi edeceği yeri en iyi bilendir." (En'am-124) .
Bu olay, insanın vicdanında etki bırakacak varlıklar alemindeki bütün mucizevi olaylardan daha etkileyici ve daha büyüktür.
Evet, bütün resuller, gönderiliş gayeleri olan "tevhid" hakikatini kavramışlardır. Ve bu hepsinin aynı kaynaktan geldiğini gösteren önemli bir hakikattir. Hepsi de değişmez bir hidayete çağırıyordu. Bu hidayet değişmez. Çünkü, şayet temel esasları farklı olsaydı, hitap ettikleri toplumlar üzerindeki etkileri de farklı olurdu. Oysa beşeriyet, birbirini tamamlayan risaletler sayesinde öylesine büyük gerçekleri ortaya çıkarmıştır ki, düşünce ve deney yoluyla bu gerçekleri elde etmesi imkan dahilinde değildir.
Bütün resuller, bir olan Allah'a kulluk etmeye davet etmişlerdir.
Allah'tan aldıkları ve tebliğine memur edildikleri bu yüce hakikate davet konusunda hiçbir zaman tereddüte düşmemişlerdir. Davet'e bu derece samimiyetle sarılmaları ve tebliğ için her zorluğu göze almaları, sağlam ve sarsılmaz inançlarının sonucudur. Onların bu özelliklerini, kendilerini ya da mücadele süreçlerini anlatan Kur'an surelerinde açıkça görebiliriz. Evet, bu belirgin özelliklerini Nuh'un kavmine söylediklerini aktaran Kur'an ayetlerinde görebildiğimiz gibi, Salih, İbrahim, Şuayb ve Yakub (a.s.)'in mücadelesini anlatan ayetlerde de görmemiz mümkündür.
"(Nuh) dedi ki: "Ey kavmim! Bakın; ya ben Rabbim'den bir delil üzerindeysem ve (O) kendi katından bir rahmet vermiş de o sizin gözlerinizden gizli bırakılmış ise? "Şimdi siz onu istemezken, biz sizi ona zorla mı sokacağız?
"Ey kavmim! Buna karşılık sizden bir mal istemiyorum. Benim ücretim Allah'a aittir. Ve ben iman edenleri de kovacak değilim. Çünkü onlar Rabblerine kavuşmayı dilerler. Fakat ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
"Ey kavmim! Şayet onları kovarsam Allah'a karşı bana kim yardım edebilir. Düşünmüyor musunuz? " (Hud-28,29,30)
"(Salih): "Ey kavmim!" dedi. "Bakın, ya ben Rabbim'den bir delil üzerindeysem ve O, bana kendinden bir rahmet vermiş ise? Peki ona karşı gelirsem, ona karşı kim bana yardım edebilir? Sizin bana ziyanımı artırmaktan başka bir katkınız olmaz." (Hud-63)
" (Şuayb) dedi ki: "Ey kavmim! Bakın, ya ben Rabbimden bir delil üzerindeysem ve bana kendinden güzel bir rızık vermişse? Ben, size menettiğim şeyi yapmak istemem. Sadece gücümün yettiği kadar düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah iledir. O'na dayandım ve O'na yöneldim." (Hud-88)
" Kavmi İbrahim'le tartışmaya girişti. Dedi ki: "Ey Kavmim! Beni doğru yola ilettiği halde, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Sizin ortak koştuklarınızdan korkmuyorum. Ancak Rabbimin dilediği müstesna. Rabbim, ilmiyle herşeyi kuşatmıştır. Hem siz Allah'ın size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da ben nasıl sizin ortak koştuğunuz şeylerden korkarım?" Biliyorsanız söyleyiniz: İki topluluktan hangisi güvencede olmaya daha layıktır." (En'am-80,81)
"(Yakub) dedi ki: "Ben üzüntü ve tasamı yalnız Allah'a şikayet ederim. Ve Allah'tan sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim." (Yusuf-96)
İşte böyle, resullerin sözlerinde ve hareketlerinde fıtratlarının üzerindeki bu özel tabiatın etkisini görmek mümkündür. Ancak, vicdanların üzerindeki derin etkilerini kelimelerin ifade edebildiği kadarıyla...
Günbegün varlık alemindeki birliğe uzaktan işaret eden deliller, insanlığın bilgisine sunulmakta ve bilginler, varlığın yapısındaki birliğe ve bu geniş varlıklar alemindeki hareket mekanizmasındaki vahdete aşina olmaktadırlar. Şu anda, insanın bileceği kadarıyla varlığın esasının atom olduğu, atomun da enerji olduğu artık bilinmektedir. Atom bombası örneğinde olduğu gibi, madde enerjiye dönüştü. Uzun süre, maddeye vurulan kayıt parçalandı.
Görüldü ki, maddenin özünü atom oluşturmaktadır. Madde ise, enerjiye dönüşmüş oldu. Aynı şekilde insan, sınırlı bilgisi nisbetinde, atomun kendi içinde bir hareket mekanizmasına sahip olduğunu, atomun kalbi sayılan nötronun etrafında dönen elektronlardan oluştuğunu, bu sistemin bütün atomlarda mevcut olduğunu ve Ferudiddin-i Attar'ın dediği gibi, atomun da güneşimiz gibi etrafında gezegenlerin döndüğü bir sistem olduğunu bilmektedir.
Varoluşun birliği ve varlık alemindeki hareket mekanizmasının birliği, insanın kavrayabildiği iki görünür gerçektir. Bu iki gerçek, insan bilgisinin, düşünce ve deneyle ulaşabileceği oranda sonsuz ve kapsamlı birlik yasasına, uzaktan birer işarettirler sadece...
Fakat özel tabiata sahip kimseler, bu kapsamlı ve sonsuz birlik yasasını bir göz açıp kapama anı gibi kısa bir zaman zarfında algılayabilirler. Çünkü onlar sadece kendilerinin taşıyabilecekleri ilahi işaretlerin muhatabıdırlar.
Onlar bu birlik hakkındaki görünen delilleri, bilimsel yöntemlerle elde etmediler. Ancak onlara, kuşatıcı birlikten gelen uyarılan algılayacak iç iletişi cihazı bahşedilmiştir. Onlar sarsılmaz bir inançla bu sinyallerin bir tek kaynaktan çıktığını biliyorlar. Bu özel tabiatlı kişilere bahşedilmiş "iç iletişim" araçları, gelen uyarıyı gönderen kaynağın birliğini ve bu varlık aleminde etkin irade ve faaliyetin birliğini bir anda kavrayacak kadar hassas kapsamlı ve mükemmeldirler.
Böylece varlık üzerindeki tasarım yetkisine haiz Tek îlah'a iman üzere sabit kalırlar. Modern bilim, evrenin yapısındaki birlik yasasına işaret eden bir veya birkaç delilini zikrederken, amacım peygamberlerin doğruluğuna bilimsel kanıtlar getirmek değildir asla...
Çünkü bilim, birşeyi kendi yöntemleriyle kabul ya da reddeder. Hiçbir zaman, tartışılmaz nihai bir gerçeğe ulaşamadığından, elde ettiği bütün bulgular, nisbi,cüz'i ve sınırlı olagelmiştir. Bundan dolayı bazılarınca çürütülürken, başkalarınca doğrulanan bilimsel kuramlarla peygamberlerin getirdiği evren hakkındaki nihai gerçekler arasında bir ilgi kurmaya çalışmam mümkün değildir. Amacım, varlığın gerçekliği hakkında doğru, eksiksiz ve kapsamlı bir bilgi edinmek için başvurulacak kaynağı göstermektir.
Bilim bizzat dosdoğru olan özel fıtrata sahip kimselerin bütün kapsayıcılığıyla algıladıkları kapsamlı ve büyük birliğe ilişkin bazı yaratılış gerçeklerine vakıf olabilir. Ancak bilimsel teoriler, araştırma ve bilgi edinmeye dayandıklarından öncelikle kesin değiller. Sonra nihai ve mutlak değiller. Bu yüzden ister doğrulansın, ister doğrulanmasınlar, hiçbir zaman risalet müessesesi için bir ölçü konumunda olmazlar. Çünkü ölçütün, değişmez ve mutlak olması gerekir. Halbuki sadece risalettir ki, değişmez ve mutlak ölçüt konumundadır. Bu gerçekten hareketle de önemli bir sonuca varmış oluyoruz:
Sadece varlığın büyük yasasıyla doğrudan ilişki içinde olan bu özel fıtrata sahip kişiler, insanlığın gidişatına yön verme yetkisine sahiptirler. Çünkü sonuçta kendilerini gizli ve değişmez varlığın yasalarına doğru yöneltecektir bu gidişat...
Çünkü onlar, yanılmayan, sapıtmayan, yalan söylemeyen, hakkı gizlemeyen, zaman ve mekandan kaynaklanan faktörlerden etkilenmeyen Yüce Allah'ın vahyine doğrudan mazhar olmuşlardır. Evet onlar, zaman ve mekandan münezzeh Yüce Allah'tan almışlardır bu hakikati.
Bu hedefi zaman ve mekan ağından etkilenen insan değil, zaman ve mekandan münezzeh, Yüce Allah görür. Ancak yolun tümünü bilen gerekli olacak direktifleri verebilir, insan ise, değil yolun tümünü; yansını hatta az bir kısmını bile göremez, insanın önüne, gerisinde olup bitenleri anlamasına imkan bırakmayan perde üstüne perde gerilmiştir. O halde insan nasıl bir kısmını bile görmediği meçhul bir yol için direktifler verebilir?!..
İşte bu nokta sapıklık, alçaklık ve bunalımla varlığın yaratıcısından uzanan risaletlerin, resullerin varlık ve varlığın yaratıcısıyla ilişkisi olan metodun arasında yol ayırımıdır.
Resuller birbiri ardınca gelip insanlığın elinden tutarak onu nur ve hidayete götüren yolda yücelere doğru yükseltmişlerdir. Arkasından insanlık, uyanları unutarak tekrar sapıklığa doğru sürüklenmiştir. Fıtratları bozuldukça kendilerini doğru yola iletecek yeni elçiler gönderilmiş ve her defasında beşeriyetin akli olgunluğuna paralel olarak hakikatler, biraz daha inkişaf etmiştir. Beşeriyetin hayatını bu nihai çizgi doğrultusunda düzenlenmesi için gelen bu son risalet ise, bütün hakikatleri kapsayıcı bir mahiyette gönderilmiştir. Bundan sonra, bir resule gerek duyulmayacak kadar açıktır bu hakikatler. Müfessir ve mücedditler ise, asırlar boyu sürüp gelecektir.
Başka bir yolla asla ulaşamayacağı mutlak hakikate ulaşması için beşeriyet ya çalışmasına, gelişmesine ve ilerlemesine müsait bu kapsamlı yolda hareket edecek ya da yolun işaretlerinden uzak bir çölde kaybolup gidecektir.