Hasan B. Ali B. Ebî Talîb
Hasan B. Ali B. Ebî Talîb
HASAN B. ALİ B. EBÎ TALÎB
(3-50/624-670)
el-Hasan b. AIi b. Ebî Talib el-Hâşımî el-Kuraşî, Hz. Peygamber'in en çok sevdiği torunlarından ve O'nun "Reyhânesi", Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'dan doğan büyük oğlu. Hulefâ-i Raşidîn'in beşincisi kabul edilir. İmamiyye'ye göre ise 12 imamın ikincisidir.
Üçüncü hicrî yılı, Ramazan ayının ortalarında Medine'de doğdu. Şaban ayından; 4. veya 5. hicrî senesinde doğduğuna dair rivâyetler varsa da, en doğru görüş, 3. hicrî senede doğduğuna dair rivayettir (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 10; İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-Tehzîb, Haydarabad 1325, II, 296). Hz. Hasan doğduğunda, Hz. Peygamber bir torununun olduğunu duyunca hemen Hz. Ali'nin evine giderek "oğlumu bana getirin' Adını ne koydunuz?' diye sordu. "Harb" ismini koyduklarını duyunca, bu ismi beğenmedi. Çocuğa isim olarak, câhiliye döneminde bilinmeyen "Hasan" ismini koydu. Künye olarak da, "Ebû Muhammed" adını verdi. Arkasından da kulağına ezan okudu (İbnü'l-Cevzî, Ebu'l-Ferec, Sıfatü's-Saffe, Haleb (ty), I, 759; Üsdü'l-Ğâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 296). Rasûlullah Hz. Hasan yedi günlük olunca akîka kurbanı kesilmesini ve saçlarının kesilerek, ağırlığınca gümüş tasadduk edilmesini emretti (ez-Zehebî, Siyer A'lami'n-Nübelâ, Beyrut 1406/1986, III, 246).
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in terbiyesinde yetişti. Sahih hadis kitapları dahil bir çok İslâmî literatürde, Hz. Peygamber'in torunu ile ne kadar ilgilendiğini ve onu ne kadar çok sevdiğini ifade eden rivayetler bu gerçeği göstermektedir. Onunla her an ilgilendiğini, hemen hemen yanından hiç ayırmadığını; bilhassa namazlarda bile torununun gelip üzerine çıktığından dolayı, Hz. Peygamber'in sırf onu incitmemek için secdesini uzattığını ifade eden hadisler, ilahî vahye mazhar dede ile, onun "reyhanesi" arasındaki sevgiyi anlatmaktadırlar (Ahmed b. Hanbel, III, 493, 494; Nesâî, Talbîk, 82). Hatta Hz. Peygamber rukû'da iken torunu gelir, ayaklarını açar bir yönden girer, öbür taraftan çıkar (el-Haysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, IX, 175; Tehzîbü't-Tenzîb, II, 296) ve Hz. Peygamber ses çıkarmazdı. Bazen secde ederken üzerine bindiğinde, onu yavaşça sırtından indirirdi. Hatta bir defasında Hz. Peygamber hutbe okurken Hz. Hasan ile kardeşi Hz. Hüseyin üzerlerindeki uzun ve kırmızı elbiseleri ile düşe kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarım kucağına aldığı ve önüne oturttuğu, daha sonra da " "Allah Teâla" "Mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer imtihan vesilesidir"(et-Teğâbün, 64/15) derken doğru söylemiştir. Şu ikisini bu şekilde görünce sabredemedim" diyerek hutbesine devam ettiği kaynak hadis kitaplarında anlatılmaktadır (Ahmet b. Hanbel, V, 254; Ebu Davud, Salât, 233; Tirmizî, Menâkıb, 31; İbn Mace, Libas, 20; Neseî, Salatu'l-İdeyn, 27; Zehebî, a.g.e., III, 256).
Hz. Peygamber zaman zaman her iki torununu da sırtına alıp namaza geldiğine (Ahmet b. Hanbel, III, 493). Hz. Hasan'ı omzuna alarak dışarda gezdirdiğine dair (Tirmizî, Menâkıb, 31) bir çok hadis şunu gösteriyor ki, Hz. Peygamber her iki torunuyla devamlı ilgilenmişler, her türlü ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlardır. Kızı Hz. Fatıma'yı ziyarete gittiklerinde, torunu Hasan uyku arasında su istediği zaman bizzat kendileri kalkıp su getirerek, hem ona, hem de kardeşine içirmeleri (Ahmed b. Hanbel, I, 101; Tayalisî, II,129-130) vb. hareketleri dede şefkati ve merhametinin fiili işaretleridir. Yine Hz. Peygamber'in bu iki torununu çok sevdiği ve "Allah'ım ben bu ikisini seviyorum, sen de sev" diye dua etmeleri (Tirmizî, Menâkıb, 31) bu sevgi ve ilginin dil ile ifadesini göstermiştir (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedailit's-Sahabe, 56-60).
Öbür taraftan Hz. Peygamber torunlarını öper (Ahmed b. Hanbel, IV, 93 ; Tabaranî, hadis no: 2658) ve her iki torununun cennet ehli gençlerinin efendileri olduğunu da söylerdi (Tirmizî, Menâkıti, 31; Ahmed b. Hanbel, III, 3; el-Hatîb el-Bağdadî, Târihu Bağdad, Beyrut (ty), I,140), hatta onları sevenleri Allah'ın sevmesini dilediği duaları da rivayetler arasında yer almıştır (Ahmet b. Hanbel, II, 249, 331; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 297 vd.).
Hz. Hasan fizik olarak dedesi Hz. Peygamber'e çok benzerdi (Tirmizî, Menâkıb, 31). Öyle ki, bir defasında Hz. Ebu Bekr ikindi namazından çıktıktan sonra, Hz. Ali ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan'ı görürler. Hz. Ebu Bekr onu omuzuna alır ve "Nebiye benzeyen, Ali'ye benzemeyen, sana babam feda olsun!" diye bir mısra söyler (Buhârî, Fadâilü'l-Ashâb, 22). Hz. Ali bu hâdise ve sözler karşısında gülümser.
Hz. Hasan, Hz. Peygamber'in âhirete göçtüğü sıralarda sekiz yaşlarında idi. Henüz çok küçük olduğu için, Hz. Peygamber'den doğrudan doğruya rivayet ettiği hadislerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan biri Ebu'l Havrâ'nın rivayet ettiği şu hadistir:
"Hz. Hasan'a, Hz. Peygamber'den duyduğun hangi hadisi hatırlıyorsun? diye sordum. O da şunu anlattı: "Şu hadiseyi hatırlıyorum: Zekat hurmalarından bir hurma alıp, ağzıma atmıştım. Hz. Peygamber o hurmayı ağzımdan salya ile çıkardı. Oradakiler "ya Rasûlallah, bu çocuğun ağzına attığı tek bir hurmayı, niçin geri çıkardın?" dediler. O da "biz Âl-i Muhammed'e sadaka (zekat) helâl değildir" buyurdu. Hatırladığım diğer bir hadis de "Seni ilgilendirmeyen şeyleri bırak, ilgilendiren şeylere bak..." hadisidir. Yine Dedem Hz. Peygamber bana şu duayı da öğretmişti: "Ey Allah'ım! beni hidayete erdirdiğin kimselerden eyle, âfiyet verdiğin kişilerden eyle, dost edindiğin kullarının arasına kat! Verdiğin şeyleri benim hakkımda mübarek kıl ve hüküm verdiğin (takdir ettiğin) şeyleri şerrinden de koru. Senin dost edindiğin bir kişi asla zelil olmaz" (Ahmed b. Hanbel, I, 200; Ebu Dâvûd, Salat, 340; Tirmizî, Ebvâbu's-Salât, 341 Neseî, Kıyamü'lleyl, 50; Üsdü'l-Ğâbe, II, I1).
Buna mukabil Hz. Hasan'ın bu hadislerin dışında başta babası Hz. Ali olmak üzere bir çok sahabîden rivayet ettiği hadisleri vardır.
Kendisinden de mü'minlerin Annesi Hz. Aişe, kardeşinin oğlu Ali b. Hüseyin, onun iki oğlu Abdullah ve el-Bakır ile İkrime, İbn Sirin, Cübeyr b. Nefir, Ebû'l Havrâ, Rebia b. Şeybân, Ebû Miclez, Hübeyre b. Berîm, Şeybân b. el-Leyl, Şa'bî, Şakîk b. Seleme, el-Müsebbib b. Nuhbe, İshak b. Beşşâr ve diğer raviler (radiyallahü anhüm) hadis rivayet ettiler (İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Mısır 1358/ 1939, I, 327-330; İbnü'l-Esir Üsdü'l-Ğâbe, II, 10; Tehzîbü't-Tehzîb, II, 295-296).
Gerek tabakat kitapları, gerekse hadis kitapları, Hz. Hasan'ın çocukluğuna dair yukardaki rivayetlere bolca yer verdikleri halde, Hz. Ali'nin şehid edilmesiyle onun halife seçilmesine kadar olan hayatı hakkında pek fazla bilgi vermemektedirler. Bilinen bir kaç husustan birisi, Hz. Ömer divan teşkilatını kurduğu sırada, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn'i babalarının "farizasına" katarak, her birine beş bin dirhem hisse ayırdığına dair haberdir (Zehebî, a.g.e., III, 259). Bir diğer hadise de Hz. Osman'a baş kaldıranlara karşı, halifeyi savunmak için Hz. Osman'ın yanında ona yardım etmek için kalan şahısların arasında Hz. Hasan'ın isminin de yer aldığına dair haberlerdir (Zehebî, a.g.e., III, 260).
Hz. Hasan'ın tarihî bir şahsiyet olarak ortaya çıkması, babası Hz. Ali'nin şehid edilmesini müteâkiben, Kufelilerin kendisine beyat ederek halife seçmeleriyle başlar (h. 40/660).
Hz. Hasan halife seçilirken ilk beyat edenin Kays b. Sa'd olduğu söylenir. Bu kişiyi Hz. Ali Azarbaycan'a gönderilen ve Iraklılardan toplanarak hazırlanan ordunun komutanı olarak atamıştı. Bu zat, sırf Araplardan oluşturulan kırk bin kişilik diğer bir ordunun da komutanıydı. Bu ordu Hz. Ali'yi ölünceye kadar müdafaa etmek üzere and içmişti. İşte babasının da en çok güvendiği komutanlardan olan Kays, beyat esnasında, Hz. Hasan'dan elini uzatmasını isteyerek, Allah (c.c)'nun Kitab'ı, Rasûlü'nün sünneti ve âsîlerle savaşmak üzere beyat edeceğini söyledi. Hz. Hasan bu söze karşı çıktı. Sadece Allah'ın Kitabı ve Rasûlü'nün sünneti üzere beyat edilebileceğini, bunun içine saydığı ve saymadığı diğer şartların girdiğini söyledi. Kays bunun üzerine bir şey söylemeden beyat etti. Arkasından da diğer Iraklılar beyat ettiler (Taberî, Târihu'r-Rusül ve'l-Mulûk, Dâru'l-Meârif 1963, IV, 158).
Hz. Hâsan beyattan sonra "el-Mescidü'l-Camiye" çıkıp, uzunca bir hutbe okudu. Sonra babasının katili Abdurrahman b. Mülcem'i getirtti. İfadesini aldıktan sonra ölümle cezalandırdı (Ya'kubî, Ahmed b. Ebî Ya'kub, Tarihu Ya'kubî, Beyrut, ty. II, 214).
Iraklılar derhal, babasının öldürülmesini, seçtikleri halifeye hatırlatarak, Şam'da hüküm süren Muaviye b. Ebî Süfyan ile savaşması için, onu Şam üzerine yürümeye teşvik ettiler. Hz. Hasan da onların sözlerine kanarak bir ordu hazırladı ve savaşmak üzere yola çıktı (Ziriklî, a.g.e., II, 214); Ayrı bir görüş için bkz. İbn Hıbbân, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut 1407/ 1987, s. 554). Hz. Hasan bu sıralarda 37 yaşlarında idi. O topladığı on iki bin kişilik ordusuyla Medâin'e kadar geldi. Ordu komutanı olarak kendisine ilk bey'at eden Kays b. Sa'd'ı atadı. Diğer bir rivayete göre Ubeydullah b. Abbas'ı komutan yapıp, Kays'ı da ona yardımcı atayarak, Kays'a komutanın her türlü emrine itaat etmesini emretti (Ya'kubî, II, 214).
Arapların dört "dâhîsi"nden biri olan Hz. Muaviye, Hz. Hasan'ın kendisi ile savaşmak üzere yola çıktığının haberini alınca, o da derhal Şam'dan hareket ederek el-Enbar'ın kazalarından biri olan Mesiken'e gelerek konakladı (Taberî, V,159). Hz. Ali'nin şehid edilmesi üzerinden henüz on sekiz gün geçmişti, iki tarafın ordusu sırf siyasî kaygılarla karşı karşıya geldiler (Ya'kubî, II, 214).
Muaviye derhal durumun kritiğini yaparak, akıbetin lehine olması için çeşitli çarelere baş vurmaya başladı. Elindeki en büyük koz, hasmının tecrübesizliği ve şiddetten hoşlanmayan, fitneden adeta korkan ve müslümanlara karşı derin sevgi besleyen, onlardan birinin bile kanının dökülmesine razı olamayacak kadar yumuşak bir kalbe sahip şahsiyette olmasıdır. Onun için ilk işi, Hz. Hasan'ın, Kays b. Sa'd komutasındaki ordusu arasında bir kargaşa yaratmak oldu (Tehzîbü't-tehzîb, II, 299). Hz. Hasan'ın ordusu içinde bir kaç kişi şöyle bağırmaya başladı: "Haberiniz olsun, Kays b. Sa'd öldürüldü!" Diğer bir kaynağa göre ise, bu münâdîler Kays'ın Muaviye ile sulh yaptığını ve onun tarafına geçtiğini, hatta Hz. Hasan'ın bile Muaviye'ye sulh yapma teklifinde bulunduğunu ve Hz. Muaviye'nin bu teklifi kabul ettiğini söylüyorlardı. Böylece ordu içinde dedi kodu çıkarıyorlardı (Ya'kubî, s. 214-215). Hz. Hasan'ın ordusu içinde kargaşa başladı, büyük bir panik çıktı. Derken bu panik yağmalamaya dönüştü. Askerler her şeyi yağmalamaya başladı. Hatta Hz. Hasan'ın ordugah çadırını, altındaki sergisine varıncaya kadar yağmaladılar. Bu yağmalama her tarafa yayıldı. Sözü edilen bu yağmalamadan sonra da ordu dağılıp gitti (el-İsabe, I. 327-328; Taberî, V.158-159).