Popüler Kültür

berfut

New member
“POPÜLER KÜLTÜR”ÜN
MÜSLÜMAN AİLENİN HAYATINA ETKİLERİNE VE ETTİKLERİNE DAİR;
İşe önce şu “popüler kültür” kavramını iyice bir didiklemekle başlayalım.
“Popüler” ve “kültür”: ikisi de lisanımıza Fransadan misafir gelmiş ama, görünen o ki artık, atsan atamazsın-kovsan kovamazsın misâli, iyice yerleşip kalmış kelimeler.
“Popüler”in atası Latince: “populus”, yani “halk” - belki de daha doğru ve ince bir tanımlamayla “avâm” (1).
“Kültür”ün de öyle: “cultus”, yani, şimdi sıkı durun: “tapınma”! (Buraya bir mim koyun hele – bakın neler çıkacak karşımıza biraz ırgalayınca!) TDK lûgatına göre günümüzde taşıdığı mânâ ise: “Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü.” Arapçası hars (peltek s ile): öncelikle “tarla sürme”, yani “toprağı yararak daha sonra meyve vermesi beklenen ekinlerin tohumlarının yetişebilmeleri için uygun hale getirme/hazırlama” mânâsında. Öz-Türkçesi de bu aslında: “ekin”. (Siz siz olun, bir mim de buraya koyun!)
Gündelik hayat içindeki kullanımında “popüler” daha ziyâde, öncelikle de sıradan insanlar nezdinde, “güncel = geçici ilginin odağında olan” ya da eskilerin o güzel deyişiyle “geçer akça” mânâsını taşır. Yani kalıcılık, daha doğru bir deyişle “kalıcı değer” üretme gibi bir amacı, kaygusu yoktur – tam tersine, bu kaygudan olabildiğince ve alabildiğine uzak durur. Bu bakımdan “popüler” terimi, “kültür”den ziyâde “moda”ya yakındır, hatta bir bakıma “moda” ile aynı mânâyı paylaşır.
“Moda”nın da atası Latince: “modus”, yani “tavır/edâ” ve de aynı zamanda “ölçü/standart”. TDK lûgatına göre günümüzde taşıdığı mânâ ise: “Değişiklik ihtiyacı veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik” ve “Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük”. Eminim, bu tanımlamaların belirleyici unsurları olan “özenti” (aman ha, “özen” değil!), “geçici” ve “aşırı düşkünlük” kelimelerine daha şimdiden gereken mimleri koydunuz bile!
“Kültür” ise, en azından TDK lûgatındaki tanımını esas alacak olursak, daha ziyâde “medeniyet”le alâkalıdır. Biri (“kültür”): “Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü”; diğeri (“medeniyet”): “Bir ülkenin, bir toplumun, maddî ve manevî varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü”. Bu tanımlamalarda dikkatimizi çeken kavramlar “gelişme süreci”, “maddî ve mânevî değerler”, “sonraki nesillere iletme”, “fikir”, “sanat” – hepsi de geleceğe yönelik, yani zorunlu olarak kalıcılık iddiası taşıyan olumlu kavramlar. Bu kavramlardan hiçbirinin, besbelli ki “popüler = moda” olmakla yakın-uzak bir alâkası yoktur. Dolayısıyla “popüler kültür”den söz etmek kelimenin tam mânâsıyla “abesle iştigal”dir. Tıpkı “popüler”in kırpılmış hali olan ve daha çok müzik { Özellikle musıkî demiyorum, çünkü aynı kökten atadan türemiş olmasına rağmen ben musıkî kelimesini kalıcı değer taşıyan eserleri, bir başka deyişle güzel sanatların bir dalını tanımlayan bir terim olarak kullanmayı tercih ediyorum!}sahasında boy gösteren “pop” kelimesi ile bu sahada at koşturan çoğu şânı kendinden menkul zevât için kullanılan “star”, yani “yıldız” kelimesini bağdaştırmak gibi. Mâlum, yıldızlar, en azından insansoyunun ömrüne kıyasla, kalıcı ve de sabit gökcisimleridir. “Pop-star”lar ise, mısır patlağı misali kendilerince gürültü çıkartarak (Bilvesîle Amerikalıların mısır patlağına, ya da patlamış mısıra “pop-corn” dediklerini hatırlatmak isterim burada…) bir görünür, sonra da anlaşılmaz bir şekilde kaybolup gidiverirler (muhtemelen yine “pop-corn” misali bir hamlede ve oburca bir iştiyakla yutuluverdikleri için!). Bu halleriyle “yıldız”dan çok “meteor”a benzediklerinden, âcizâne teklifim bundan böyle bu zevât için “pop-star” yerine “pop-met” (“meteor”un kırpılmış hali!) ifadesinin tedâvüle konmasıdır.
Velhâsıl, “popüler = moda olan” ile “kültür” birbirini dışarır.
Ama “kültür”kelimesinin atası olan “cultus”un taşıdığı “tapınma” mânâsını dikkate alacak olursak, “popüler” ile “kültür” pek âlâ bağdaşır! Zira “popüler” olanın, ya da daha doğru bir ifadeyle söyleyecek olursak kılınanın, nezdinde “popüler” olduğu/hale getirildiği “populus” ile olan ilişkisinde, bir tür “ritus”, yani “âyin” sözkonusudur! Görünen ve de bilinen odur ki, neyin “popüler” olduğunu “populus”un kendi değil, “modacılar”, “film ve müzik yapımcıları” ve benzerleri gibi bir “pantheon”, yani, deyim yerindeyse bir “Rabbler ve/veya İlâhlar Komitesi” karar verir: “Bu yaz pastel renklerin hâkim olduğu özgür ve erkeksi kesimli kıyâfetler giyilecek!” – “Gençliğin yeni ilâhı Falanca Festekiz ortalığı kasıp kavuracak!” – “Şunlar in, bunlar out!”.
Önce bu buyrukların, medyanın bütün imkânları alabildiğine ve en yetkin şekilde kullanılmak suretiyle “populus”a sistematik bir şekilde, biteviye ulaştırılarak, beyinlere iyice kazınması sağlanır. Sonra, “tarla meyve vermesi beklenen ekinlerin tohumlarının yetişebilmeleri için iyice uygun hale getirilmiş” olunca da işin “âyin” faslına geçilir.
Neler yoktur ki bu “âyin”in “vecîbe” hatta “farz”ları arasında: “muska” misâli taşınan ve de mutlaka her şekilde teşhir edilmesi gereken “marka”lar; gerekli ve de yeterli miktarda sahip olunduğuna hiç bakılmaksızın yenileri alınan kıyâfetler ve onların “olmazsa olmaz”ı hükmüne getirilmiş bilumum ıvır-zıvır “aksesuar”; ille de ayakkabılar, saatler, güneş gözlükleri; bilumum elektronik zımbırtı; sonra elbette ki yeni “ilâh”ların CD’leri, “poster”leri; muntazaman ve mutlaka tıkınılması/içilmesi gereken “yiyit” {“Yeni”(!) Türkçe’de, “içecek şey/meşrubât” karşılamak üzere icâd edilmiş “içit”ten yola çıkarak, âmiyâne ifâdesiyle bilumum “dandik yiyecekler”i karşılaması için bu kelimeyi de ben bilvesîle icâd ediverdim!}
ve “içit”ler; maddî imkânları elverenlerin mutlaka ziyâret etmeleri gereken “mekân”lar, “ortam”lar; yine maddî imkânları elverenlerin mutlaka edinmeleri gereken “binit”ler ve – şimdi sıkı durun! – gündelik hayat konuşmalarında mutlaka kullanılması gereken yeni kelimeler, hâkim olunması gereken yeni “terminoloji”, ve hatta “nidâ”lar/“edâ”lar! Bütün bu unsurlardan/“vecîbe”lerden değil birkaçının, yalnızca birinin dahi eksik olmasının “kınanma” konusu haline getirilmesi, “hor görülme” ve “dışlanma”ya kadar varan tepkilere yol açmasının sağlanmasıyla da “Popüler Kültür Âyini”ni kemâle erdirilir. Uzun sözün kısası, bu açıdan bakıldığında, “Popüler Kültür” bütün unsurlarıyla “muhkem” ve kendi içinde tutarlı, alabildiğine bâtıl bir dindir!
… ve bilenler gayet iyi bilir ki, hangi kılıkta ve hangi süreç içinde gelirse gelsin, âmentüsü “tüketim – ille de tüketim – sonuna kadar tüketim” olan bu bâtıl dinin, asıl “ilâh”ları ise, bundan kendilerine her türlü menfaati sağlayan uluslararası finanskapitalin gözlerden gizli hükümranlık süren, ensesi kalın, doymak bilmez müstebit ağababaları, fir’avnlarıdır.

Bismillahirrahmanirrahim…
Firavun, böylece halkını küçümsedi/(dolayısyla) ahmaklaştırdı ve onlar da sonunda boyun eğdiler: çünkü onlar, aldatılmış, ayartılmış bir halktı!
(43 Zuruf 54)

“(Fir’avnun) kavmini hafife alması, akıllarının hafif ve yetersiz olduğunu görmesi demektir. Bu ise kendisie itaat etmeleri gerektiğine delâlet etmez. (…) (Fir’avn) onların kıt akıllı olduğunu görünce, onları azgınlık etmeye çağırdı, onlar da ona itaat ettiler. Bir diğer açıklamaya göre: o kavmini hafife aldı ve sonunda kendisine uyuncaya (/itaat edinceye) kadar onları etkisi altında tuttu.” (2).
“Popüler Kültür Dini” insansoyunun temel zafiyetlerinden olan körü körüne taklid ve gösteriş merakına dayalı, yalnzıca ve yalnızca dünya hayatı odaklı bir aldatmaca ve oyalamacadır netice itibariyle; bir akıl çelme, nefs gıcıklama; alabildiğine zâlim bir zihinleri aslolandan saptırmaca, kaydırmaca oyunudur.
Buraya kadar ortaya konmuş olanlar, yalnızca aklını ve rûhunu mubârek Kur’ân ve Sünnet-i Râsûlullâh, aleyhisslâtu vesselâm, ile terbiye ve inşa etmeye çalışan sıradan bir Müslümanın gözlem ve tesbitleridir.
Aslolan Kelâmullâh’tır, celle celâluhu, - yani Hak ve Hakikatin apaçık dile geldiği yegâne aslî kaynak olan mubârek Kur’ân’dır. O konuşmaya başlayınca, herşey ve herkes susar – çünkü sözün en doğrusu ve en güzeli, bunda en küçük kuşku dahi yok, Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ındır, celle celâluhu:

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Mal mülk ve çocuklar dünya hayatının süsleridir; ama ürünü kalıcı olan dürüst ve erdemli davranışlar ise, karşılığı bakımından, Rabbinin katında daha değerli ve bir ümit kaynağı olarak daha verimlidir.
(18 Kehf 46)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Bilin ki [ey insanlar,] bu dünya hayatı, sadece bir oyundan, geçici bir eğlence ve güzel bir gösteriden, birbirinizle büyüklük yarışı[na girişmenizden] ve daha çok servet ve çocuk sahibi olma hırsın[ız]dan ibarettir.
Bu (dünya)nın durumu, [hayat getiren] yağmurun hikayesine benzer: yağmurun yeşerttiği bitki, toprağı ekenlere sevinç verir; ama sonra kurur ve sen onun sarardığını görürsün; sonunda toprak haline gelir.
(57 Hadîd 20)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Her can ölümü tadacaktır: Böylece Kıyamet Günü [yapıp-ettiklerinizin] karşılığı size tam olarak ödenecektir; orada ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulacak olanlar, gerçek bir zafer kazanmış olacaklardır: Zira bu dünya hayatı(na düşkünlük), kendi kendini aldatma zevkinden başka bir şey değildir. (3 Âl-i İmrân 185)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Kadınlara, çocuklara, altın ve gümüş (cinsin)den birikmiş hazinelere, soylu atlara, sığırlara ve arazilere yönelik dünyevî zevkler insanoğlu için çekici kılınmıştır. Bütün bu zevkler bu dünya hayatında tadılabilir, ama hedeflerin en güzeli Allah katında olanıdır.
(3 Âl-i İmrân 14)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Bu dünya hayatı, bir oyundan-eğlenceden ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir; ama âhiret hayatı Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse aklınızı kullanmaz mısınız?
(6 En’âm 32)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Çünkü [akıllarını kullansalardı bilirlerdi ki] bu dünya hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden başka bir şey değildir; oysa âhiret hayatı, tek [gerçek] hayattır: keşke bunu bilselerdi!
(29 ‘Ankebût 64)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Bu dünya hayatı, bir oyundan ve geçici bir eğlenceden ibarettir: ama eğer [Allah'a] inanır ve O'na karşı sorumluluk bilinci duyarsanız size (hak ettiğiniz) her türlü ödülü bağışlayacaktır.
Dikkat edin! O sizden sahip olduğunuz bütün varlıkları [kendi dâvâsı uğrunda fedâ etmenizi] istemez (3) [çünkü,] O her şeyinizi isteseydi ve sizi zorlasaydı [onlara] cimrice sarılırdınız ve böylece sizin ahlakî zaaflarınızı ortaya çıkarmış olurdu.
(47 Muhammed 36-37)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Dünya hayatının rahatına dalarak eğlenceyi ve geçici zevkleri dinleri haline getiren kimseleri kendi haline bırak (4); ama bu durumda [onlara] hatırlat ki [âhirette] her insan ne [kötülük] yaptıysa, bundan dolayı rehin tutulacak ve kendisini Allah’tan başka (O’na karşı) koruyabilecek hiçbir kimsesi olmayacak ve kendisi için şefaat edebilecek herhangi bir kimsesi (de). Ve düşünülebilecek her türlü fidyeyi vermek istese bile bu kendisinden kabul edilmeyecektir. İşte yaptıkları yanlışlardan dolayı rehin tutulacak olanlar bu [gibi insan]lardır; onlar için [âhirette] yakıcı bir ümitsizlik iksiri vardır ve onları, Hakikati inatla inkâr ettikleri için çok acı veren bir azâb beklemektedir.
(6 En’âm 70)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
O kimseler ki, dünya hayatına kapılıp eğlenceyi ve geçici zevkleri dinleri haline getirmişlerdi" diye karşılık verecekler.
[Ve Allah:] "Onlar bu [Hesap] Günü'nün gelip çatacağını nasıl gözardı edip unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr ettilerse Biz de Bugün onları öyle gözardı edeceğiz" diyecek,
(7 A’râf 51)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Ve sakın, pek çoklarına, (sadece) onları sınamak için, avunsunlar diye verdiğimiz dünya hayatına mahsus şu ya da bu parlaklığa, görkeme gözünü dikme; çünkü Rabbinin [sana] sağladığı rızık, daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
(20 Tâ-Hâ 131)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Siz ey imana ermiş olanlar! Malınızın mülkünüzün veya çocuklarınızın sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasına izin vermeyin: çünkü böyle davranan herkes ziyana uğrayanlardan olur!
(63 Munâfiqûn 9)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Ve bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sadece bir sınav ve bir ayartmadır ve (yine bilin ki,) Allah'tır, katında en büyük ecir bulunan!
(8 Enfâl 28)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Ey Âdemoğulları! (Allah'a) kulluk olsun diye yapıp-ettiğiniz her işte kendinize çekidüzen verin; [serbestçe] yiyin için, fakat saçıp savurmayın: (çünkü) kuşku yok ki, O savurganları sevmez!
(7 A’râf 31)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Çünkü, bil ki, saçıp savuranlar Şeytan'ın kardeşleridir; Şeytan da zaten Rabbine karşı gerçekten çok büyük bir nankörlük sergilemiştir.
(17 İsrâ’ 27)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Kendi arzu ve özlemlerini ilâh edinen ve [bunun üzerine] Allah'ın, [zihninin hidayete kapalı olduğunu] bilerek saptırdığı, kulaklarını ve kalbini mühürlediği ve gözlerinin üzerine bir perde çektiği [insan]ı, hiç düşündün mü? Allah[ın onu terk etmesin]den sonra kim ona doğru yolu gösterebilir? O halde, hiç düşünüp ders çıkarmaz mısınız?
(45 Câsiye 23)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Müminleri bırakıp Hakikati inkâr edenleri müttefik edinmeyi tercih edenlere gelince, onlarla şeref/izzet kazanacaklarını mı umuyorlar? Unutmayın ki asıl şeref/izzet [yalnız] Allah’a aittir (5).
(4 Nisâ’ 139)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
Fakat, ne yazık ki, [yok ettiğimiz] sizden önceki kuşaklar arasından, yeryüzünde yozlaşmaya karşı çıkan –[doğru yolu izledikleri için] kendilerini kurtardığımız küçük toplulukların dışında– akıl/iz‘ân ve erdem sahibi kimseler çıkmadı. Ve zulmetmeye şartlanmış olan çoğunluk yalnızca kendilerini yozlaştıran hazların peşine düşüp(6) günahkârlığa alabildiğine daldılar.
(11 Hûd 116)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
[Onlara de ki: "sizler de] sizden önce yaşayıp gitmiş [ikiyüzlü/münâfık] kimseler gibisiniz. Onlar kuvvetçe sizden daha güçlü, servetçe daha zengin ve sayıca daha kalabalıktılar; onlar [bu dünyadan] kendi paylarını aldılar; siz de kendi payınızı alıp yararlandınız; tıpkı sizden öncekilerin kendi paylarını aldıkları gibi: Ve işte siz de, tıpkı onlar gibi, çürük ve asılsız dâvâlara dalıp gittiniz. (Geçmişte de, gelecekte de) işte bu tür kimselerdir, yapıp-ettikleri bu dünya hayatında da âhiret hayatında da boşa gitmiş olanlar; ve işte böyleleridir, kaybedenler!"
(9 Tevbe 69)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
ve sonra da, kendilerine yasak edilen şeyleri yapmakta küstahça direttikleri zaman onlara: "Aşağılık maymunlar gibi olun!" (7) dedik.
(7 A’râf 166)

Bismillâhirrahmânirrahîm…
İmana ermiş olanların kalplerinin Allah'ı ve [kendilerine] indirilen hakikati
anarken acizliklerini fark etmelerinin zamanı gelmedi mi? (Ve vakti gelmedi mi) kendilerine daha önce vahiy indirilmiş olanlara ve zamanın geçmesiyle kalpleri katılaşarak çoğu [bugün] yoldan sapmış olanlara benzememelerinin.
(57 Hadîd 16)

Selâm ve dûa ile...

münip engin noyan
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks