Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Peygambersiz İslam

sinang

New member
Katılım
10 Eyl 2006
Mesajlar
1,628
Tepkime puanı
276
Puanları
0
Konum
bezm-i ezelden
Bizim memleketimizde ilerlemenin önündeki engel olarak görülen İslâmî değerlerin, ‘hurafe’ ya da ‘şirk’ suçlamasına muhatap kalmasının miladı Tanzimattır. O tarihten itibaren gâvura gâvur demek yasaklanmış ve tabir caiz ise iş çığırından çıkmaya başlamıştı. Diğer İslâm ülkelerinde ise evveliyatı 18. yüzyıla dayanan ve 1900 lü yılların başından itibaren de sökün etmeye başlayan tuhaf bir din algısı, dalga dalga tüm İslâm memleketlerine yayıldı. Bunlardan en tuhaf olanı hiç şüphe yok ki, bu gün Müslümanlarca ‘Kutsal Topraklar’ diye tesmiye olunan ‘Hicaz’ bölgesindeki ‘Vahhabi’likti.
İddia; ‘Selef-i Salihin’e nisbetle ‘Selefîlikti’ ama bu tarzın hayata tatbiki ise, yaklaşık bin yıllık bir İslâm medeniyeti kavrayışının topyekûn reddinden başka bir şey değildi.

İslâm Milleti’nin ‘kök’ünü kazımak maksadıyla emperyalist Batılıların himayelerinde gelişen bu akımlar, itikattan fıkha, ahlâki umdelerden sosyal yaşantıya varancıya kadar her hususa müdahil olup yeni bir form üzerinde ısrarlı bir iddianın sahipleri oldular ve bu günkü keşmekeşliğin ilk tohumları böylece atılmış oldu.

Kur’an ve Sünnette olmayan her şeyin bid’at, bid’at ehlinin de sapık olduklarına hükmeden Vahhabilik, kullanmış olduğu argümanlarla kelimenin tam manasıyla uç bir noktada karar kılmıştır. Mesela; beş vakit namazın cemaatle kılınmasını farz olarak niteleyip, ardında da her Müslüman’ın namazlarını cemaatle kılmak zorunda olduğunu, aksi takdirde namazı terk etmiş olacağından küfre gireceğini ileri sürmeleri bahsini ettiğimiz bu uç noktayı göstermesi açısından hayli önemlidir.

“Tarih-i Cevdet”te İbn Abdilvehhab’ın, insanların dalalete düştüklerini, mezar ve türbe ziyaretleriyle şirke bulandıklarını, tarikatlara girerek tevhidi bozduklarını bu nedenle de müşrik olduklarını ileri sürerek bu insanların kan ve mallarının kendisine inananlara helal olduğunu ilan ettiğini yazar…
Aslında bu kadar sözü, bir ‘Vahhabilik’ analizi yapmak için kullanmış değilim. Maksadım; Peygamber sevgisiyle dolu gönüllere bomba gibi düşen bir habere gönderme yapmak ve bu saçma sapan teşebbüsün zihni arka planına dair bazı tespitler yapmaktır.

Mesele şu: Suud Krallığı, bahsini ettiğimiz mezkûr hastalıklı din algısı nedeniyle, yaptığı onlarca yıkıma ek olarak en son Efendimiz (S.A.V.)’in doğduğu evi yıkma girişimleri başlatmış…
Peki sebep ne?..

Sözüm ona, dini, şirki tedai ettiren unsurlardan temizlemek. (!)

Kur’an’ın: ‘Vema erselnake illa rahmetenlil alemin!’ diye tanımladığı Habibullah (S.A.V.)’in doğduğu ev, o evin Müslümanlar nezdinde taşıdığı kıymet şirk tehlikesi içeriyor demek!.. Buna mukabil Kâbe’ye tepeden bakan kraliyet sarayı gayet masum. (!?)

Nefislerini put edinenler Efendimiz (S.A.V.)’in doğduğu mübarek eve ve bıraktığı hatıralara hangi gerekçeyle böylesine hasmane davranma cüreti gösterebiliyor sahi?

1400 yıllık İslâm tarihi açıkça göstermiştir ki, Peygamber nedeniyle bir tek Allah’ın kulu bile şirke bulanmamıştır. Tarih, Peygamberi muhabbet ve ihtiram ile ananların o şanı yüce Zat’ı ilahlaştırdığına şahit olmamıştır!

Bu kaygıları dillendirenler, her dönemde, ne yazık ki, ya safdil Müslümanlar olmuşlardır, ya da Müsteşrikler. Yani gâvurlar.

Dikkat edildiğinde şu çarpıcı gerçek açıkça görülecektir. Batılılar ve İslâm düşmanları, İslâmî değerlere ve kültüre, ‘gericilik’ ve irtica’ diyerek saldırırken, Müslümanların içerisinden bu tarz hastalıklı itikada sahip kimseler ile ‘Modernist İslâmcılar’(!)da bu saldırılara hurafe ve bidat suçlamasıyla eşlik etmişlerdir.

Çok enteresan değil mi?!. Argümanlar farklı olsa da ilginç bir biçimde hedef aynı!

İmanı hayatın tamamına yayan, gündelik yaşantının ayrıntılarına dahi giren iman referanslı kültürel, tarihi ve sanatsal gerçeklikler, bu kaynağı meşkûk operasyonun hedefi haline getirilmiş ve ne yazık ki içeriden verilen destekle de ciddi yaralar almıştır.

Peygambere ait bu tür kutsi emanetler ile referansını dinden alan diğer kültürel değerlere çok ciddi bir biçimde sahip çıkmak şarttır! Çünkü bu değerler, her zaman asıl olanı hatırda tutmayı sağlar ve sahte olanı kapı dışarı etmeye yardımcı olur…

Peygamber sevgisini olabildiğince güçlü tutmak demek, kerameti kendinden menkul çıplak uyarıcıların, müteşeyyihlerin, şizofren mehdi müsveddelerinin ve sair sapkınların şerrinden emin olmak demektir. Zira asıl varken, taklide itibar edilmez!

Tarih göstermiştir ki, Peygamberi sıradan bir insan konumuna çekmek isteyenlerin tamamına yakını, zihinlerindeki şirk paranoyasını en mahrem daireye kadar indirgemekten imtina etmezken, bir pundunu bulup kendilerine dini bir unvan ve sıfat yakıştırmaktan da geri durmamışlardır.

Netice-i kelam: Müslümanlar, Peygamber emaneti kutsi değerlere uzanan menfur ellere dur demenin bir yolunu bulmak zorundadırlar. Bu manada, dış işleri bakanlığından tutun da, İslâm Konferansı başkanlığına kadar bütün birimlerin derakap harekete geçmeleri, bunun yanında sivil inisiyatiflerin de mutlak surette meseleye müdahil olmaları elzemdir.

Aksi takdirde yarın çok geç olabilir.
 
Üst Alt