Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Peygamberimiz Ve Evlilik Anlayisi

alptraum

New member
Katılım
1 Ocak 2005
Mesajlar
2,908
Tepkime puanı
166
Puanları
0
Yaş
38
Konum
Aþk`dan
Web sitesi
www.muhakeme.net
İslam’da ailenin bu reisi, başına buyruk kimse değildir.Tam aksine reisi olduğu ailenin sorumluluklarını olanca ağırlığıyla yüklenen, geçimini temin etme görevini de omuzlarına alan kimse demektir. Yani baba ve kocanındır dışarıda çalışıp ailenin geçimini temin etme sorumluluğu..Hanım aile reisi gibi dış işlerinde çalışarak ,geçim temin etme zorunda değildir.

Efendimiz (sav) Hazretleri, kızı Fatıma ile damadı Ali’yi evlendirdiği sırada, evin iç işlerini kızı Fatıma’ya, dış işlerini de damadı Ali’ye verirken:

- Çeşmeden su getirmek, hamur yoğurup ekmek yapmak,evin temizliğini yapıp iç işlerini düzenlemek .. Fatıma’ya aittir. Dış işleri de Ali’nin sorumluluğundadır !tavsiyesinde bulunmuştur.

Bununla beraber, bey ev işlerine de yardım edebileceği gibi,hanımın da dış ilerinde beye destek olması da caiz görülmüştür . Nitekim Efendimiz(sav)Hazretleri ev işlerinde ailesine yardım etmiş,hatta evdeki bu yardımın ümmetine de sünnet olduğu kitaplarımızda ifadesini de bulmuştur. Aynı anlayış hanım için de söz konusudur. İhtiyaç halinde hanım da dış işlerinde çalışarak ailenin geçiminde beyine yardımcı olabilecektir. Beyi hanımın çalışma şartlarını uygun bulması halinde izin de verebilecektir.. İzin vermez de:”Evinde hizmetini gör,ben geçimini sağlamaya borçluyum,” derse,kadın çalışma isteğinde ısrar etmeyecektir. Eder de bir anlaşmazlık çıkarsa durum nasıl çözülecektir?

Bu ve benzeri tüm aile içi anlaşmazlıklarda tarafların çözüm bulmaları için..(Nisa suresi ayet 35)de bildirilen ailenin hakem heyeti toplanabilir. Hakem heyeti, hanımla beyin seçtikleri birer,ikişer itimat ettikleri,bilgili,tecrübeli kimselerden oluşurlar. Bunlar tarafları dinleyip,durumu inceleyerek,neye karar verirlerse ona uyumak suretiyle anlaşmazlık çözülecektir. Tarafların hakimleri durumunda olan bu hakem heyeti de çözemezse elbette ,bir taraf ısrarından,inadından vazgeçecektir. Biri fedakarlıkta bulunmaz da inatlı tutum devam ederse, her halde aile için daha iyi sonuç vermeyecek,birlik bozulacaktır..
Çalışma izini için kadının çalışma ortamının müsait olması aranan ilk şartlardandır. İş yerinde yabancı erkekle iki ikiye baş başa çalışma durumunda kalmamalıdır kadın..Böyle tenha yerlerde en azından her an birilerinin oraya girme ihtimali söz konusu olmalıdır. Kimsenin giremeyeceği tenhalıkta, iki ikiye baş başa kalma durumu ,tarafları çevrenin dedi kodu suna da maruz bırakabilir. Aileyi korumaya alan İslam ,böyle şaibeli baş başa kalmalara izin vermemekte,çalışma ortamının umuma açık olması şartını getirerek, tarafları korumaya almaktadır.
Çevreden üretilebilecek söylentiler de baştan önlenmiş olmaktadır..
-İslam’da bir birine yabancı kadınlarla erkeklerin iç içe, beraber, karışık, senli benli yaşamaları, beraber oynayıp eğlenmeleri,gülüp söyleşmeleri,yan yana oturmaları..sakıncalı bulunmuş ve bütün bunlar “ihtilat” (karışım) terimi içinde ifade edilmiştir. Çalışan kadın iş gereği,işin zaruri kıldığı ölçüler içinde erkeklerle beraber ve yan yana olabilirler. Ancak,bu beraberlik zaruret sınırını aşmamalı ve ihtilat( karışım ) çerçevesine girmemelidir..İş yerlerinde amirler bu ölçüye özen göstermeli, Müslüman (dindar ) kadınları gereksiz ihtilata zorlamamalı,bunun için baskı yapmamalı,iş arkadaşları da kadınlara anlayış göstermelidirler. Şehirler arası seyahatlerde kadınlarımızın yanına yabancı erkeklerin oturtulmaması, ikinci bir kadın bulunamadığı zaman koltuğun maddi fedakarlık yapılarak boş bırakılması takdire şayan bir davranıştır. Bu titizliğin devlet dairelerinde ve iş yerlerinde de gösterilmesini beklemek Müslüman (inandığını yaşamak isteyen) kadınların hakkıdır.” (Hayreddin Karaman Kadın ve Aile, s, 98)

Evet, İslam’ın aile anlayışındaki ölçü aşağı yukarı böyledir:
Bey evin dış işlerini ve ihtiyaçlarını karşılamalı, hanım da iç işlerini ve hizmetlerini görmelidir.

Aralarında yardımlaşma her zaman mümkündür. Ancak hanım dış işte çalışma zaruretini duyarsa, bunun şartlarını beyiyle konuşup birlikte karar vermeli,çalışma mekan ve şartları müsait değilse bunda ısrarcı olmamalı,ailenin mutluluğunu en başta tutmalıdır

“Erkek, kadın, inanmış olarak kim iyi iş işlerse ona hoş bir hayat yaşatacağız”.. (Nahl Suresi, 97)

“Ben sizden erkek ya da kadın olsun çalışan hiç kimsenin amelini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz”. (Al-i İmran Suresi, 95)

Hadisi şeriflerden ve islami kültür olarak evlilikle alakalı olarak anladığımız manaları bir makale olarak iki başlık altında size takdim ediyoruz.

EVLİLİK HAYATI NASIL BİR
ANLAYIŞLA KURULMALI?


Evlilikte sağlam başlangıç şarttır. Başlangıçtaki hatalar belki de bir evlilik boyu sürüp gider. Sonraki derin pişmanlık fayda getirmeyebilir.
Bunun için sadece hislere dayalı tercihlerle başlatılan evlilikler sıhhatli olmayabilir. Gençler sanırlar ki hayat, sadece hislerle sürüp gider, başkaca bir tercih unsuru söz konusu olmaz. Halbuki hislerin etkisi kısa zamanda geçer. Tarafların öz meziyetleri, mizaçları, bilgi ve becerileri çıkar ortaya. İşte ömür boyu sürüp gidecek gerçekler bu öz varlıklar, ayrılmaz mizaç ve alışkanlıklardır.
Bunu ise birbirlerine tümüyle hisleriyle bakan gençler pek fazla mühimsemezler ve göremezler. Birbirlerinden hoşlanmışlarsa her şeyi geriye iterler. Hoşlanmanın vereceği görmezlikler, hoşgörüler tarafları her türlü olumsuzluklara o an razı eder. Tabii o an ve o günler, sonraki aylar ve seneler değil, çünkü sonraları yaprağı dökülüp dikeni kalan güller gibi olurlar.
Bunun içindir ki gençlerin başkalarının yanında vakar içinde görüşüp konuşmaları, birbirlerini iyi tanıyıp anlamaları şarttır. Hatta sadece kendi tercihlerini bile kafi bulmayıp hisleriyle değil de akıllarıyla, mantıklarıyla, tecrübeleriyle de olaya bakan ana baba gibi büyüklerin de tercihlerine değer vermeleri gerekmektedir.
Zaten Şafii’de gencin yakınının da izni ve rızası bulunması şartı söz konusudur. Hanefi’de ise şayet taraflar denk ise mesele yoktur. Değillerse babaya ayırmak için itiraz etme hakkı söz konusudur.
Evlilikte sabır, tahammül ihmal edilmeyen geçerli vasıf olmasına rağmen ideal olan değildir. İdeal olan evlilik taraflardan birinin sabrına ve tahammülüne bağlı olmayıp karşılıklı anlayışla sorumlulukları paylaşan evliliktir.
Herkes kendi görevini biliyor, vazifesinin şuuruna eriyor, birbirlerini sabra, tahammüle zorlamıyorsa mesele yoktur. Aksi halde bir taraf hep sabır, hep tahammül ve gerilim içinde evlilik hayatını sürdürüyorsa elbette bunun mükafatı çok yüksektir. Belki de bu sabırlı hayat onu cennet hanımlarının, yahut da beylerinin arasına götürecektir. Ama herkes her zaman bunu göze alamayabilir. Böylesine hayatı sürdürmek de kolay olmayabilir.
Zorlanmadan yaşanmalıdır müşterek hayat.

BEYLER HANIMLARIN SİTEMLERİNİ
NİÇİN HOŞGÖRMELİ?

Evde zaman zaman tartışmalar oluyor, bundan ciddi şekilde de huzursuzluk duyuyordu. Gerçi kendisi bu tartışmalarda sessiz kalmıyor, diline geleni de hanıma söylemekten çekinmiyordu. Ama yine de tatmin olmuyor, büyük bir haksızlığa uğradığını düşünüyordu.
Hatta bunun, halife Hazreti Ömer’e şikâyeti gerektirecek bir durum olduğuna da inanıyordu.
Yine bir gün aynı şekilde bir tartışmaya girince aklına koyduğunu hemen tatbik etmek isteyerek doğruca halifenin evinin yolunu tuttu. Maksadı belliydi. Hanımın bu huysuzluğunu bir bir anlatacak, böylece halifeden gelen ceza tavsiyesini hem de olanca şiddetiyle evde uygulayacaktı.
İşte bunun için gelmişti halifenin kapısına kadar. Ancak o sırada garip şeyler oldu. Evden sesler geliyordu. Kulağını ister istemez kabartınca durumu anlamakta gecikmedi. Halifenin hanımı da tıpkı kendi hanımı gibi sözler söylüyor, halifeye sitemler yağdırıyordu. Herkesin titrediği koskoca halife Hazret-i Ömer ise bunları sessizce dinliyor, yer yer cevaplar veriyor; ama asla kızmıyor, kızma gereği de duymuyordu.
Durumu anlayınca vazgeçti kendi hanımını şikâyetten. Tam geriye dönmek üzere iken, açılan kapıdan halifenin sesi duyuldu:
– Ey Allah’ın kulu, nereye gidiyorsun, ben buradayım, gel meselen ne ise sor.
– Şey.. dedi. Şeyi söyleyecektim de.
– Neyi söyleyeceksen söyle, çekinme.
İster istemez açmak zorunda kaldı meselesini:
– Ben hanımımı şikâyete gelmiştim, gördüm ki senin hanımın da tıpkı benimki gibi sözler söylüyor, sitemler yağdırıyor. Sen ses çıkarmıyor, geçiştiriyorsun. Bunun için ben de vazgeçtim şikâyetten. Geri dönüyorum.
Burada hanımın hakkını açıklama gereği duyan halife, şöyle izah etti durumu:
– Bak, dedi bu hanımın bana olan iyilikleri, hizmetleri, sabır ve tahammülleri öylesine çok ki, bazen yaratılıştan gelen bu hissîliklerine karşılık verip de kızmak gelmiyor içimden.
Bundan sonrasını da şöyle sıraladı, Hazret-i Ömer:
– Benim evimi o bekliyor, o temizliyor, yemeğimi o hazırlıyor, çamaşırımı o yıkıyor, çoluk çocuğuma o bakıyor. Daha sayamayacağım nice hizmetleri ve iyilikleri bırakmıyor ki onun yaratılıştan gelen hissîliklerine kızıp da kırıcı şekilde karşılık vereyim, kusuruna bakayım, yuvamın huzurunu bozayım.
Bu açıklamalar şimşekler gibi çaktı beyninde. Düşünmeye başladı. Şimdi geriye iyice dönmüş, söylenerek gidiyordu evine:
– Ben Hazret-i Ömer’den daha büyük biri olamam. O öyle davranıyor, bana ne olmuş ki, ben alınıyor, ille de karşılık verip bir geçimsizlik sebebi olarak görüyorum, yuvamın huzurunu bozuyorum? O nasıl anlayış gösteriyorsa benim de benzeri şekilde anlayış gösterip sabretmem gerek.
Daha da derinleştirmeye başladı düşüncesini:
– Demek beni doldurup kızdıran nefsimmiş, nefsime kuvvet veren şeytanımmış ki, evimde huzurumu kaçırıp yuvamı yıkma kızgınlığına itiyor beni. Karar verdi kendi kendine:
– Ey şeytan! Bundan sonra boşuna vesvese verme bana, uymayacağım çünkü sana. Benim şaşmaz örneğim Allah’ın Rasûlünün (sav) halifesi Hazret-i Ömer olacaktır. Ben, ondan daha hiddetli ve şiddetli olabilir miyim?
 
Üst Alt