alptraum
New member
- Katılım
- 1 Ocak 2005
- Mesajlar
- 2,908
- Tepkime puanı
- 166
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- Aþk`dan
- Web sitesi
- www.muhakeme.net
Bilim ve Teknoloji çok ilerlediği ve kainatta tevhid delilleri açık-seçik görülmeye başlandığı halde, pek çok ilim adamı niçin hala Allah'a inanmıyorlar? Madem bütün hakiki ilimlerin kaynağı Marifetullah (Allah'ı tanıma) ilmi ise, ilim ve teknik gelişti
İslam dininde ilim öğrenmek farzdır. Kur'ânın bir çok âyeti, ilmi elde etmeyi (Zümer Sûresi, 39/9), okuma, düşünme, akıl erdirme, tefekkür etme ve bildiklerimizi yaşamayı (Fâtır Sûresi, 35/28), öğrendiklerimizi başkalarıyla paylaşıp öğretmeyi (Bakara Sûresi, 2/283) teşvik eder, tavsiye eder ve emreder. Hiç şüphesiz ilmin başı, esası ve temeli Allah'ı bilmektir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m): “Allah'ı bilerek yapılan az amel fayda verir. Fakat Allah'ı bilmeden yapılan çok amel fayda sağlamaz.” Buyurdu. (Gazâlî, İhyâ, 1/23
Sorduğunuz soruya cevap verebilmek için, en evvel bazı tariflere açıklık getirmek gerekir. Çünkü; İlim ile Bilim, Hikmet ile Felsefe tabirleri çoğu kez birbirine karıştırılmaktadır. Bu gibi tabirlere getirilecek gerçek ve yerinde tanımlar, meseleyi aydınlatmakta önemli rol oynayacaktır.
Bilim, kainattaki fenlere nüfuz etmeye ve anlamaya çalışmak, mevcudatın kendilerinde görünen şeyleri bilmeye yoğunlaşmaktır. Böyle bir biliş, insana kemalat veremez. Çünkü, Allah'ı bildiremeyen bir bilgi, odun gibidir. Ne ısıtır ne de aydınlatır. İlim ise, bu bilgileri basamak olarak kullanıp, Allah'a ulaşmaya çalışmaktır. Kısaca ilim, bilimi nurlandırmak ve hakikatine ulaştırmaktır.
Hikmet: “İşleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak.”, “Eşyanın hakikatinden bahseden ilim.”, “Eşyada gizli İlâhî sırlar ve gayeler.”,
“Hikmet: İlim ve onunla ameldir. Her ikisini cem edemeyene hakim denmez.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
“Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona pek çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara Sûresi, 269)
Felsefe'ye de eşyanın hakikatinden ve gayesinden söz ettiği için “İlm-i hikmet” denilmektedir. Ama bir felsefeci bu çalışmaları sonunda ortaya insanların tatbik edecekleri bir hayat anlayışı, bir ahlâk düzeni koymuyorsa, sadece lâf ile oyalanıyorsa bu hakiki mânâsıyla hikmet değildir. Felsefe, mevcudatın kabuğuyla oyalanırken, Hikmet, kabuğun içindeki öze ulaştırır. Ne temaşaya şayan bir ibret ve hikmet manzarası! Aynı bakış ve biliş birini şükre götürüyor, diğerini şirke. Birisinin cennetteki makamını ve lezzetini artırıyor, diğerinin cehennemdeki azabını. Demek ki, o mevcudun yaratılış hikmeti içinde cennet de saklı, cehennem de. İmam-ı Gazali'den farklı bir hikmet tarifi: “Hikmet, varlıkların en yücesini, ilimlerin en faziletlisi ile bilmektir.”
Bediüzzaman Said Nursi; “Bütün ulûm-u hakikiyyenin esası ve nuru ve ruhu marifetullahdır.” (Sözler, s: 317), derken, hakiki ilmin Allah'a ulaştıran ilim olduğunu veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” emriyle Allah Resulüne (a.s.m.) ve onun şahsında da bütün ümmetine marifet sahasında mesafeler kat etme emri verilmiş. Bu tarzda kainat bakmayan insanların marifetten ve Allah'ı bilmekten mahrum olacağı da, belirtilmektedir. Netice: Allah namına kainatı okumayan ve Allah'ı tasdik etmeyen bilim adamlarının elde ettikleri bilgiler, ne kadar derin olursa olsun yine de marifete ulaştırmaz. Çünkü tesadüfe ve tabiata verilen fiiller, netice itibariyle çirkin ve abes olur. Bu anlamda kainata bakan insanlar, ister istemez aşağıdaki ifadeleri de hak ediyorlar:
Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere, tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalaleti karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. ( Bediüzzaman, sözler, s: 358)
İslam dininde ilim öğrenmek farzdır. Kur'ânın bir çok âyeti, ilmi elde etmeyi (Zümer Sûresi, 39/9), okuma, düşünme, akıl erdirme, tefekkür etme ve bildiklerimizi yaşamayı (Fâtır Sûresi, 35/28), öğrendiklerimizi başkalarıyla paylaşıp öğretmeyi (Bakara Sûresi, 2/283) teşvik eder, tavsiye eder ve emreder. Hiç şüphesiz ilmin başı, esası ve temeli Allah'ı bilmektir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m): “Allah'ı bilerek yapılan az amel fayda verir. Fakat Allah'ı bilmeden yapılan çok amel fayda sağlamaz.” Buyurdu. (Gazâlî, İhyâ, 1/23
Sorduğunuz soruya cevap verebilmek için, en evvel bazı tariflere açıklık getirmek gerekir. Çünkü; İlim ile Bilim, Hikmet ile Felsefe tabirleri çoğu kez birbirine karıştırılmaktadır. Bu gibi tabirlere getirilecek gerçek ve yerinde tanımlar, meseleyi aydınlatmakta önemli rol oynayacaktır.
Bilim, kainattaki fenlere nüfuz etmeye ve anlamaya çalışmak, mevcudatın kendilerinde görünen şeyleri bilmeye yoğunlaşmaktır. Böyle bir biliş, insana kemalat veremez. Çünkü, Allah'ı bildiremeyen bir bilgi, odun gibidir. Ne ısıtır ne de aydınlatır. İlim ise, bu bilgileri basamak olarak kullanıp, Allah'a ulaşmaya çalışmaktır. Kısaca ilim, bilimi nurlandırmak ve hakikatine ulaştırmaktır.
Hikmet: “İşleri en doğru ve en uygun biçimde yapmak.”, “Eşyanın hakikatinden bahseden ilim.”, “Eşyada gizli İlâhî sırlar ve gayeler.”,
“Hikmet: İlim ve onunla ameldir. Her ikisini cem edemeyene hakim denmez.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
“Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona pek çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” (Bakara Sûresi, 269)
Felsefe'ye de eşyanın hakikatinden ve gayesinden söz ettiği için “İlm-i hikmet” denilmektedir. Ama bir felsefeci bu çalışmaları sonunda ortaya insanların tatbik edecekleri bir hayat anlayışı, bir ahlâk düzeni koymuyorsa, sadece lâf ile oyalanıyorsa bu hakiki mânâsıyla hikmet değildir. Felsefe, mevcudatın kabuğuyla oyalanırken, Hikmet, kabuğun içindeki öze ulaştırır. Ne temaşaya şayan bir ibret ve hikmet manzarası! Aynı bakış ve biliş birini şükre götürüyor, diğerini şirke. Birisinin cennetteki makamını ve lezzetini artırıyor, diğerinin cehennemdeki azabını. Demek ki, o mevcudun yaratılış hikmeti içinde cennet de saklı, cehennem de. İmam-ı Gazali'den farklı bir hikmet tarifi: “Hikmet, varlıkların en yücesini, ilimlerin en faziletlisi ile bilmektir.”
Bediüzzaman Said Nursi; “Bütün ulûm-u hakikiyyenin esası ve nuru ve ruhu marifetullahdır.” (Sözler, s: 317), derken, hakiki ilmin Allah'a ulaştıran ilim olduğunu veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” emriyle Allah Resulüne (a.s.m.) ve onun şahsında da bütün ümmetine marifet sahasında mesafeler kat etme emri verilmiş. Bu tarzda kainat bakmayan insanların marifetten ve Allah'ı bilmekten mahrum olacağı da, belirtilmektedir. Netice: Allah namına kainatı okumayan ve Allah'ı tasdik etmeyen bilim adamlarının elde ettikleri bilgiler, ne kadar derin olursa olsun yine de marifete ulaştırmaz. Çünkü tesadüfe ve tabiata verilen fiiller, netice itibariyle çirkin ve abes olur. Bu anlamda kainata bakan insanlar, ister istemez aşağıdaki ifadeleri de hak ediyorlar:
Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere, tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalaleti karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. ( Bediüzzaman, sözler, s: 358)