İnsanın dünya yaşamına gelirken gösterdiği rızayı, geriye dönüş yolunda göstermekte zorlandığı fiiliyat olan ölüm.
Yaratılmış olmakta ki kaçınılmaz son, Yaradan olan Allah’a (c.c) geri dönüş ve onda yok olmaktır. O’nda yok olabilmenin başlangıcı ise ölüm diye adlandırdığımız perdenin kapanışıdır.
Bir başka anlatım ile ruhun beden kalıbını terk etmesidir. Topraktan emanet olanı toprağa, Allah’tan emanet olanı Allah’a teslim etmek.
Var olan, Baki olan, sadece Allah (c.c)’dır. Yaratılmış olanın varlığı, yaratan sıfatına tek sahip olan Allah’ın izin verdiği sürece geçerlidir.
İzin verilen süreç, kulun tekamülü ile ilgili olan süredir, bunun sonucunda hesap dönemi başlıyor. Bize verilen sağlığı ne için kullandığımız, emanet olan aklın, Allah’ın müdahele etmediği hür iradeyi nasıl yön verip ne gibi işlerde kullanıldığı gibi soruların muhatap olunduğu bir hesap dönemi ile karşılaşıyoruz.
Bu dönem, ruh yaşamının devamını tasdikleyen en belirgin kanıttır.
Ölüm gerçek hayatın başlangıcıdır. Gerçek ile karşılaşmak rüyadan uyanmak, Mevlananın dediği gibi “düğün gecemiz”dir. Bizim bu dünya yaşamında Allah’ın bize verdiği gerçek sevgiyi, bizde O’na aynı samimiyet ile vermeye çalıştığımız bu yaşamın bitişi, aslında aşk acısı içinde kıvrandığımız Allah’a (c.c) kavuşmaktır. Riyadan uzak olan sevginin muhabbetin doyumsuz tadından kaçılırmı?
Necip Fazıl ne güzel söylemiş; “Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber, hiç güzel olmasa ölürmüydü peygamber? “ Ulu güneşimiz sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) bir an bile tefekkürden düşürmediği mevlasını, bizde sünnet olarak görüp bu tefekkür içinde olmamız gerek ki aynı güzelliği bizde görebilelim.
Bir çok kereler, evimizden yurdumuzdan ayrılmışızdır, bir süre sonra tekrar evimize yurdumuza döndüğümüzde, kendimizi rahata ermiş hissederiz, orası bizimdir, aslında ait olduğumuz yere dönüş yapmışızdır, farkında olmadan evden çıkar iken belki gideceğimiz yerde evdeki rahatımızdan daha iyi olacak diye düşünmüşte olabiliriz, ama o eve dönüşte yanlışın idrakine varmak, dışardaki hayatın sahteliğini bir çok kez şahid olmamız bizi o eve dönüşün rahatlığını verir.
Ölümün izahı böyle…ancak makale konumuz ölüm nasıl öldürülür?
Aslında insan hayatı boyunca da çok kereler ölümü öldürür. Nasıl mı?
Örneğin, Mevlana Celalettin Rumi, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Aşık Veysel v.b gibi, ölümsüz eser bırakmış iseniz, ölümünüzden yüzyıllar sonra bile adınız sevgi ile anılıyorsa… ya da güzel sanatların herhangi bir dalında insanlara huzur ve fayda veren bir işe el atmış da bir eser bırakmış iseniz, ölümü öldürdünüz demektir.
Bu işin dünyasal boyutu, manevi boyutuna gelince izaha muhtaç konuların sayısı çok daha fazla oluyor. Bunlardan en bilinen örneği ise şöyle…
Gerçek anlamda islamiyeti yaşamak; büyük cihad da nefsi yok etmek onu öldürmek, yapılamadığı zamanda nefs denilen olgunun gönlü öldürmesi, muhtemel olan tek alternatiftir. Kulun başına gelebilecek en kötü durumdur. Kulun islami koşullar ışığında yaşayabilmesi nefsi ile yaptığı cihadı kazanmasına bağlıdır.
Nefsin ölümü ile kalkan perde, Allah c.c. ile takvaya yani samimiyete izin verir, aradaki engel kalkmıştır, Cüz-î iradenin küllî iradeye teslimiyetidir. Rıza makamına erişmiş olan kul’a, Hakk’a teslim olmuş iradeye, ölüm yoktur.
Özet olarak anlıyoruz ki; insanın dünyada ölümü öldürmesi, insanlara faydalı olacak unutulmaz bir eser bırakması ile mümkün. Bu eser, maneviyatın her taşını gönüllere nakşetmekle de oluyor, maddesel bir eser bırakmak ile de…manevi olarak ise, insanın nefsinin tüm kötülüklerinden içini temizlemesi ve hür iradesini külli iradeye teslim ederek, Cenab-ı Hakk’ı evine yerleştirmesi ile mümkün oluyor.
Gelin hep beraber ölümü öldürelim, ister dünyasal, ister manevi anlamda…neticede hepsi ALLAH İÇİN olduktan sonra… ne farkeder ki???
gönül dostlarından....
Yaratılmış olmakta ki kaçınılmaz son, Yaradan olan Allah’a (c.c) geri dönüş ve onda yok olmaktır. O’nda yok olabilmenin başlangıcı ise ölüm diye adlandırdığımız perdenin kapanışıdır.
Bir başka anlatım ile ruhun beden kalıbını terk etmesidir. Topraktan emanet olanı toprağa, Allah’tan emanet olanı Allah’a teslim etmek.
Var olan, Baki olan, sadece Allah (c.c)’dır. Yaratılmış olanın varlığı, yaratan sıfatına tek sahip olan Allah’ın izin verdiği sürece geçerlidir.
İzin verilen süreç, kulun tekamülü ile ilgili olan süredir, bunun sonucunda hesap dönemi başlıyor. Bize verilen sağlığı ne için kullandığımız, emanet olan aklın, Allah’ın müdahele etmediği hür iradeyi nasıl yön verip ne gibi işlerde kullanıldığı gibi soruların muhatap olunduğu bir hesap dönemi ile karşılaşıyoruz.
Bu dönem, ruh yaşamının devamını tasdikleyen en belirgin kanıttır.
Ölüm gerçek hayatın başlangıcıdır. Gerçek ile karşılaşmak rüyadan uyanmak, Mevlananın dediği gibi “düğün gecemiz”dir. Bizim bu dünya yaşamında Allah’ın bize verdiği gerçek sevgiyi, bizde O’na aynı samimiyet ile vermeye çalıştığımız bu yaşamın bitişi, aslında aşk acısı içinde kıvrandığımız Allah’a (c.c) kavuşmaktır. Riyadan uzak olan sevginin muhabbetin doyumsuz tadından kaçılırmı?
Necip Fazıl ne güzel söylemiş; “Ölüm güzel şey, budur perde arkasından haber, hiç güzel olmasa ölürmüydü peygamber? “ Ulu güneşimiz sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) bir an bile tefekkürden düşürmediği mevlasını, bizde sünnet olarak görüp bu tefekkür içinde olmamız gerek ki aynı güzelliği bizde görebilelim.
Bir çok kereler, evimizden yurdumuzdan ayrılmışızdır, bir süre sonra tekrar evimize yurdumuza döndüğümüzde, kendimizi rahata ermiş hissederiz, orası bizimdir, aslında ait olduğumuz yere dönüş yapmışızdır, farkında olmadan evden çıkar iken belki gideceğimiz yerde evdeki rahatımızdan daha iyi olacak diye düşünmüşte olabiliriz, ama o eve dönüşte yanlışın idrakine varmak, dışardaki hayatın sahteliğini bir çok kez şahid olmamız bizi o eve dönüşün rahatlığını verir.
Ölümün izahı böyle…ancak makale konumuz ölüm nasıl öldürülür?
Aslında insan hayatı boyunca da çok kereler ölümü öldürür. Nasıl mı?
Örneğin, Mevlana Celalettin Rumi, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Aşık Veysel v.b gibi, ölümsüz eser bırakmış iseniz, ölümünüzden yüzyıllar sonra bile adınız sevgi ile anılıyorsa… ya da güzel sanatların herhangi bir dalında insanlara huzur ve fayda veren bir işe el atmış da bir eser bırakmış iseniz, ölümü öldürdünüz demektir.
Bu işin dünyasal boyutu, manevi boyutuna gelince izaha muhtaç konuların sayısı çok daha fazla oluyor. Bunlardan en bilinen örneği ise şöyle…
Gerçek anlamda islamiyeti yaşamak; büyük cihad da nefsi yok etmek onu öldürmek, yapılamadığı zamanda nefs denilen olgunun gönlü öldürmesi, muhtemel olan tek alternatiftir. Kulun başına gelebilecek en kötü durumdur. Kulun islami koşullar ışığında yaşayabilmesi nefsi ile yaptığı cihadı kazanmasına bağlıdır.
Nefsin ölümü ile kalkan perde, Allah c.c. ile takvaya yani samimiyete izin verir, aradaki engel kalkmıştır, Cüz-î iradenin küllî iradeye teslimiyetidir. Rıza makamına erişmiş olan kul’a, Hakk’a teslim olmuş iradeye, ölüm yoktur.
Özet olarak anlıyoruz ki; insanın dünyada ölümü öldürmesi, insanlara faydalı olacak unutulmaz bir eser bırakması ile mümkün. Bu eser, maneviyatın her taşını gönüllere nakşetmekle de oluyor, maddesel bir eser bırakmak ile de…manevi olarak ise, insanın nefsinin tüm kötülüklerinden içini temizlemesi ve hür iradesini külli iradeye teslim ederek, Cenab-ı Hakk’ı evine yerleştirmesi ile mümkün oluyor.
Gelin hep beraber ölümü öldürelim, ister dünyasal, ister manevi anlamda…neticede hepsi ALLAH İÇİN olduktan sonra… ne farkeder ki???
gönül dostlarından....