H
hüma-gül
Guest
Hepimiz biliyoruz ki, her başlangıcın bir sonu, her canlının bir ömrü ve her ömrün bir ölümü vardır. Kâinatı var eden Allah, onu emrine râm etmiş, fıtrat kanunlarına uymaya, zamanı gelince de ölüme mahkûm etmiştir.
Kâinatın özü insan da zamanı gelince elbet ölecektir. Hayat kadar gerçek olan ölümü kabullenmemek mümkün mü? Ölüm bu hayatın sonu olmakla birlikte insan için bir son değil, fani âlemden ebediyet yurduna geçiştir. Yunus:
“Ölümden ne korkarsın,
Korkma ebedî varsın,”
derken, bunu anlatmış, merhum Necip Fazıl da :
“Ebedî gençlik ölüm desem kimse inanmaz.
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.”
dizeleriyle bunu ifade etmiştir.
Ölüm, yerin üstünde görüp geçirdiğimiz rüya gibi hayatın yerin altında gerçeğe dönüşerek devam etmesidir denilebilir.
Kur’ân, ölüm ve sonrasındaki gerçeklerden şöyle bahseder:
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.” “Her canlı ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz ve siz ancak bize döndürüleceksiniz.” Ve “Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size mutlaka tastamam verilecektir.”[1]
Değerli Mü’minler!
Ömür; doğumla başlayıp mezara kadar devam eden bir yolculuktur. Önemli olan; nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde karşılaşacağımızı bilmediğimiz ölüme hazır olmaktır. Her an beklediğimiz misafire evimizi nasıl hazırlarsak, ölüme de kendimizi hazırlamalıyız. Görüyoruz ki, bunun bir sırası yoktur. Bin bir hayalle yatıp gözünü öteki dünyada açanları düşünelim.
Madem ki yolcuyuz ve her an çağrılacak durumdayız, neden çantamız hazır, amellerimiz derli toplu değil? Neden içimizdeki kin ve nefreti silip sevgi ve merhametle doldurmuyor, amel defterlerimizi gözden geçirip, eksiklerimizi tamamlamıyoruz?
Değerli Kardeşlerim!
Bu gerçeğe hazır olmak, onu her an hatırlamakla olur. Bu da; Kurân’a sarılmak ve her an birimizi alıp götüren ölümü düşünmekle mümkündür. Geçici zevkler bizi aldatmasın. Ölümü hatırlamak ta bizi korkutmasın. Çünkü ömrünü ve rızkını tamamlamadan hiç kimse ölmez.
Ölümü hatırlamak; yani ilahî huzurda hesap verme düşüncesi, geçici zevklere aldanmayı önler. Allah'a isyana engel olur, gönlümüzü yumuşatır. Şımarıklığı giderir, haksızlıkları, hasedi, kin ve nefreti silip dünya sıkıntılarını hafifletir ve ömrü değerlendirir. Unutmayalım ki, değerlendirilmeyen ömür boşa harcanmış bir servettir.
Hutbenin başında okuduğum âyette Allah (cc), hayat ve ölüm gerçeğini şöyle ebedileştirir:
“Mutlak hükümdarlık elinde olan Allah yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölüm ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” [2]
Muhterem Müslümanlar!
Bir imtihanda olduğumuzu, iki melek tarafından, kameraya alınır gibi tüm davranışlarımızın tespit edildiğini, bunların bir gün önümüze konulacağını biliyoruz. O halde, doğru ve yanlışın ortaya çıktığı gün, utanıp pişman olacağımız işlerden kaçınalım. Sevgili Peygamberimiz (sav)’in:
“Her kul öldüğü hal üzere diriltilir”[3] sözünü unutmayalım. Allah’ın rızası üzere yaşayıp O’na iyi kul olarak kavuşmaya gayret edelim.
_____________________________
[1] Nisâ, 4/78; Enbiyâ, 21/35; Âl-i İmrân, 3/185.
[2] Mülk, 67/1-2.
[3] Müslim, Sahîh, “Cennet”, 83.
Kâinatın özü insan da zamanı gelince elbet ölecektir. Hayat kadar gerçek olan ölümü kabullenmemek mümkün mü? Ölüm bu hayatın sonu olmakla birlikte insan için bir son değil, fani âlemden ebediyet yurduna geçiştir. Yunus:
“Ölümden ne korkarsın,
Korkma ebedî varsın,”
derken, bunu anlatmış, merhum Necip Fazıl da :
“Ebedî gençlik ölüm desem kimse inanmaz.
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.”
dizeleriyle bunu ifade etmiştir.
Ölüm, yerin üstünde görüp geçirdiğimiz rüya gibi hayatın yerin altında gerçeğe dönüşerek devam etmesidir denilebilir.
Kur’ân, ölüm ve sonrasındaki gerçeklerden şöyle bahseder:
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.” “Her canlı ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz ve siz ancak bize döndürüleceksiniz.” Ve “Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size mutlaka tastamam verilecektir.”[1]
Değerli Mü’minler!
Ömür; doğumla başlayıp mezara kadar devam eden bir yolculuktur. Önemli olan; nerede, ne zaman, nasıl ve ne şekilde karşılaşacağımızı bilmediğimiz ölüme hazır olmaktır. Her an beklediğimiz misafire evimizi nasıl hazırlarsak, ölüme de kendimizi hazırlamalıyız. Görüyoruz ki, bunun bir sırası yoktur. Bin bir hayalle yatıp gözünü öteki dünyada açanları düşünelim.
Madem ki yolcuyuz ve her an çağrılacak durumdayız, neden çantamız hazır, amellerimiz derli toplu değil? Neden içimizdeki kin ve nefreti silip sevgi ve merhametle doldurmuyor, amel defterlerimizi gözden geçirip, eksiklerimizi tamamlamıyoruz?
Değerli Kardeşlerim!
Bu gerçeğe hazır olmak, onu her an hatırlamakla olur. Bu da; Kurân’a sarılmak ve her an birimizi alıp götüren ölümü düşünmekle mümkündür. Geçici zevkler bizi aldatmasın. Ölümü hatırlamak ta bizi korkutmasın. Çünkü ömrünü ve rızkını tamamlamadan hiç kimse ölmez.
Ölümü hatırlamak; yani ilahî huzurda hesap verme düşüncesi, geçici zevklere aldanmayı önler. Allah'a isyana engel olur, gönlümüzü yumuşatır. Şımarıklığı giderir, haksızlıkları, hasedi, kin ve nefreti silip dünya sıkıntılarını hafifletir ve ömrü değerlendirir. Unutmayalım ki, değerlendirilmeyen ömür boşa harcanmış bir servettir.
Hutbenin başında okuduğum âyette Allah (cc), hayat ve ölüm gerçeğini şöyle ebedileştirir:
“Mutlak hükümdarlık elinde olan Allah yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter. O, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölüm ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” [2]
Muhterem Müslümanlar!
Bir imtihanda olduğumuzu, iki melek tarafından, kameraya alınır gibi tüm davranışlarımızın tespit edildiğini, bunların bir gün önümüze konulacağını biliyoruz. O halde, doğru ve yanlışın ortaya çıktığı gün, utanıp pişman olacağımız işlerden kaçınalım. Sevgili Peygamberimiz (sav)’in:
“Her kul öldüğü hal üzere diriltilir”[3] sözünü unutmayalım. Allah’ın rızası üzere yaşayıp O’na iyi kul olarak kavuşmaya gayret edelim.
_____________________________
[1] Nisâ, 4/78; Enbiyâ, 21/35; Âl-i İmrân, 3/185.
[2] Mülk, 67/1-2.
[3] Müslim, Sahîh, “Cennet”, 83.