"Günümüzün karasevdalılarına..."
"Çok iyi işler başardık. Daha iyi işler de başarabiliriz."
Karanlık bir dünyanın kapılarını ardına kadar zorlayan gür bir ışıktan feyzalmıştık. Almış da; dağları, denizleri gür sesimizle aşmış, engin bir nûrun aydınlığında sevecen bir sıcaklıkla karşılamıştık.
Neydi bizi Asya'nın şimdi ışığa muhtaç iklimlerinden sürükleyen? Neydi dört yüz çadırla başladığımız ağır yolculuğu vuslata eriştiren? O dört yüz çadırdan milyonluk bir imparatorluk geliştiren?
Damarlarımızda gürül gürül akan ve koca yeryüzü parçasının her karışına nakış nakış, yürek yürek minareler işleten..?
Tuna'nın sularından, Fırat'ın bağrına gözyaşıyla, umutla, "Allah" diyerek kan dörtüren, can verdiren? Ve neydi, yüzyılların beklediği o nûru tüm dünyaya duyurmayı hedefletenm..?
Bunların tüm sebebi neydi bizce bilinmez belki ama; bilinen birşey var ki, bu amaçla kemal-i ubudiyet ile eriyen yiğitler çıkardığımız, "Fatih, Kanunî, Yavuz gibi ihtişamlı ordularla dökülmeseler de yola; bir ceket sırtlayıp, bir çanta kucaklayıp, çıktılar er meydanına!".
Kemal-i ubudiyet ile yandılar. Ateşleri; kalplerinin dingin semahını dünyaya duyurdu. Onlar; "derya içre olup; deryayı bilen, en azından anlamaya çalışan" mahilerdendi. Kırık testilerinden sızan sularla kurak topraklara adım adım can suyu oldular.
Gurbetle yaşadılar. Yaşadıkları gibi, vatanda onları bekleyenlere her an, aynı gurbeti yaşattılar.
Sinelerine topladıkları dualarla, bahar olmayan yerle bahar, çiçek açmayan baharlara gülleri götürdüler. Avuçlarındaki yokluk, yüzlerindek tebessümü silemedi.
Zaten silmeye de gücü yetmezdi.
Karanlık bir dünyanın kapılarını ardına kadar zorlayan gür bir ışıktan feyzalmıştık. Almış da; dağları, denizleri gür sesimizle aşmış, engin bir nûrun aydınlığında sevecen bir sıcaklıkla karşılamıştık.
Neydi bizi Asya'nın şimdi ışığa muhtaç iklimlerinden sürükleyen? Neydi dört yüz çadırla başladığımız ağır yolculuğu vuslata eriştiren? O dört yüz çadırdan milyonluk bir imparatorluk geliştiren?
Damarlarımızda gürül gürül akan ve koca yeryüzü parçasının her karışına nakış nakış, yürek yürek minareler işleten..?
Tuna'nın sularından, Fırat'ın bağrına gözyaşıyla, umutla, "Allah" diyerek kan dörtüren, can verdiren? Ve neydi, yüzyılların beklediği o nûru tüm dünyaya duyurmayı hedefletenm..?
Bunların tüm sebebi neydi bizce bilinmez belki ama; bilinen birşey var ki, bu amaçla kemal-i ubudiyet ile eriyen yiğitler çıkardığımız, "Fatih, Kanunî, Yavuz gibi ihtişamlı ordularla dökülmeseler de yola; bir ceket sırtlayıp, bir çanta kucaklayıp, çıktılar er meydanına!".
Kemal-i ubudiyet ile yandılar. Ateşleri; kalplerinin dingin semahını dünyaya duyurdu. Onlar; "derya içre olup; deryayı bilen, en azından anlamaya çalışan" mahilerdendi. Kırık testilerinden sızan sularla kurak topraklara adım adım can suyu oldular.
Gurbetle yaşadılar. Yaşadıkları gibi, vatanda onları bekleyenlere her an, aynı gurbeti yaşattılar.
Sinelerine topladıkları dualarla, bahar olmayan yerle bahar, çiçek açmayan baharlara gülleri götürdüler. Avuçlarındaki yokluk, yüzlerindek tebessümü silemedi.
Zaten silmeye de gücü yetmezdi.
alıntıdır.