VELÂYET–VELΖEVLİYÂÜLLAH.. ENSÂRULLAH
Konuya başlarken konuyla ilgili kısa bir genel bilgi sunmakta fayda var. Konuyla ilgili toplumda yer almış inanç ve kabullerin kısa bir açıklamasının, konunun iyi anlaşılmasına vesile olacağına inanıyorum. Bu açıklamaları görünce sizler de konunun ne denli önemli bir mesele olduğunu kabul edeceksiniz.
“ ولى Velî” ve “ أولياء Evliyâ” sözcüklerinin (İslâm dışı ) kavramsal anlamı:
“Velî”. “ gizli bilgiler ile donanmış, zaman ve mekan bağlarının dışında kalan, Allah tarafından özel himaye gören kimse” demektir. İki türlü Velî vardır: Biri gizlidir. Tanrı sırlarına erdiği için kendini saklar, kim olduğunu bildirmez. Bunlara “Tanrının makbul kulları” denilir.
İkincisi: Herkes tarafından bilinen, tanınan ve sayılan Velîlerdir. Bunlar daha çok tarikat ve cemaat ileri gelenleridir. Velîler, Gayb âlemi denilen görünmez, bilinmez yerlerden haberler getirir, insanların içini, içinden geçeni bilir ve haber verirler.
“Velî”’nin çoğulu “Evliyâ”’dır. Yani Evliyâ demek Velî’ler demektir. Ama zaman içerisinde “Evliyâ” sözcüğü çoğul anlamını yitirip, tarikat ve tasavvuf çevrelerinde özel, bir tekil anlam kazanmıştır. Buna göre “Evliyâ”: “Olağanüstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimse” demektir.
Evliyâ tabirinin içine Üçler, Yediler, Kırklar, Abdal, Aktap, Evtad, Nükeba ve Nüceba denilen kimseler de girer.
Tasavvufa ait yazılmış kitaplarda “Evliyâ” için iki anlam verilir. Birincisi: Allah’ın kendilerini koruduğu, dost edindiği kimseler. İkincisi: Devamlı ibadet eden, Allah’tan gelen her şeye rıza gösteren kimseler. Bunlar insanlara daima iyi davranırlar. Bütün insanlar için Allah’tan rahmet dilerler. İntikam, kin ve hırs gibi kötü duygulardan uzak yaşarlar. Yeryüzünde hiç kimseye düşmanlık beslemezler.
Evliyâ’nın bazı alametleri vardır. Allah’a ulaşmak için uğraşmak, devamlı Allah ile meşgul olmak, yüksek makam sahibi olmayı istememek, gösterdiği kerametlerle öğünmemek, her şeye razı olmak, belalara sabır etmek, sıkıntılara ve güç durumlarda Allah’a tevekkül etmek.
“Evliyâ”’nın zühd, takva ibadet ve muhabbetle eriştiği dereceye “velâyet” mertebesi denilir. Bu mertebeler de kişisine göre “velâyet-i suğra” (küçük evliyâlık), “velâyet-i kübra” (büyük evliyâlık) ve “velâyet-i ulya” (en yüce evliyâlık) mertebeleridir.
“Velâyet” derecesine ulaşan kimselerde Tayy-i mekan ( bir anda uzak mesafelere gitme, değişik yerlerde bulunabilme), Tayy-i zaman (aynı anda bir çok yerde bulunma, geçmiş ve gelecekte yaşama), su üstünde yürüme, havada uçma gibi kerametler vardır.
Evliyâüllah’ın öldükten sonra tasarruflarını sürdürdükleri, etkilerini gösterdikleri kabul edilir. Bu yüzden onların mezarları, türbeleri ziyaret edilir, orada adaklar adanır.
“Velî”, “Velîyyüllah”, “Evliyâ” sözcükleri, yukarıda açıkladığımız anlam ve kabullerle saf beyinlere yerleşince, bunlarla ilgili bir çok teferruat da üretilmiştir.
Kimdir bunlar?
“Üçler”, “Yediler”, “Kırklar”, “Kutuplar”, “Kutb- ul Aktaplar”, “Gavslar”, “Gavs- ul a’zamlar”, .....” Çevremizde görmekteyiz ve duymaktayız ki her tarikatın şeyhi, her cemaatin ileri geleni “Evliyâ”’dır, Velîyyüllah’tır, Gavs’tır, Kutup’tur. Üçler’dendir, Yediler’dendir, Kırklar’dandır. (Lâtlar, Menâtlar, Uzzâlar, Hubeller artık isim değiştirmiştir.) Bunlara izafe edilen su üstünde yürüme, ateşten etkilenmeme, havada uçma, uzak yerlere kısa zamanda gitme, kalplerden geçenleri bilme, yetiş ya hazret dendiğinde denizin ortasındaki boğulmakta olana yardıma koşma, rakiplerini taş etme vs. gibi keramet türü zırvaları bir tarafa bırakalım bu kimselerin kimisi Allah’a sekreterlik yapar, kimisi Allah’a başbakanlık yapar, kimisi Allah’ın içişleri bakanlığını yürütür, kimisi Allah’ın bu dünyadaki işlerini yürütür; yağmuru-fırtınayı sevk ve idare eder, kimisi de çocuksuzlara çocuk verir. ...
Bu, uydurulmuş kimselerin niteliği, yaşamı ile ilgili tarikat ve tasavvuf kitaplarında bir çok özellikler zikredilir. Biz burada, bunların temeline kısaca değinip geçeceğiz.
Bu konuya ait uydurulmuş rivâyetlerin en ünlüsü “Abdallar Hadisi” diye bilinenidir. Biz bunu Elbânî’nin aktardıklarından nakledelim:
“Bu ümmette Abdallar otuz kişidir. Onlardan biri öldüğünde Allah onun yerine bir başkasını bedel olarak gönderir.”“Şu üç şey kendisinde bulunan kişi, yeryüzünün ve sakinlerinin ayakta kalmasının sebebi olan Abdallar’dandır. Kazaya rıza göstermek, Allah’ın yasaklarından uzak durmada sabır, Allah’ın zatına ilişkin konularda öfke.”
“Ümmetimin abdallarının alameti şudur: Onlar hiçbir şeye asla lanet etmezler.”
“Abdallar, mevaliden (Arap olmayan) Müslümanlardandır. Mevaliye, münafıklardan başkası kin tutmaz.”
“Benim ümmetimin abdalları cennete amelleri yüzünden girmezler. Onların cennete girişi Allah’ın rahmeti, benliklerindeki cömertlik, kalp temizliği ve tüm müslümanlara rahmet oluşları yüzündendir.”
“Abdallar, kırk erkek ve kırk kadından oluşur. Allah, her erkek öldüğünde onun yerine bir erkek, her kadın öldüğünde de onun yerine bir kadını gönderir.”
“Ümmetimin içinde, kalbi Hz. İbrahim kalbi gibi olan kırk kişi hiç eksik olmaz. Allah bu kırk kişiyle yeryüzündeki belaları ümmetimden uzaklaştırır. Bu kırk kişiye “Abdallar” denir. Bunların erişleri namaz, oruç ve sadaka ile değildir; bunların erişleri cömertlikle, müslümanlara öğütle olur.”
“Yarattıkları içinde Allah’ın üçyüz kişisi vardır ki, kalpleri Hz. Âdem kalbi üzeredir. Aynı şekilde Allah’ın kırk kişisi vardır ki, kalpleri Musa’nın kalbi üzeredir. Yedi kişi vardır ki, kalpleri İbrahim kalbi üzeredir. Beş kişi vardır ki, kalpleri Cebrail kalbi üzeredir. Üç kişi vardır ki, kalpleri Mikail kalbi üzeredir. Bir kişi vardır ki, kalbi İsrafil kalbi üzeredir. Bu son kişi ölünce Allah onun yerine üçlerden birini getirir. Üçler’den biri ölünce onun yerine Beşler’den birini getirir. Beşler’den biri ölünce onun yerine yediler’den birini getirir. Yediler’den biri ölünce onun yerine Kırklar’dan birini getirir. Kırklar’dan biri ölünce onun yerine Üçyüzler’den birini getirir. Üçyüzler’den biri ölünce onun yerine halktan birini getirir. İşte yeryüzünde hayat bu insanlar hürmetine yürür, ölüm bu insanlar yüzünden olur, yağmur bu insanlar hürmetine yağar, bitkiler bu insanlar hürmetine yeşerir, belalar bu insanlar hürmetine uzaklaştırılır.”
Konuya bu kadar girmişken diğer hayali kahramanlar ile ilgili de biraz açıklama yapalım. Hem de en muteber klasiklerimizden İbn-i Abidin’in Resâil’inden.(!)
“Kutup:
Değirmenin, çevresinde döndüğü eksen demektir. Zamanının bütün oluşları onun çevresinde dönüp durduğu için zamanın ruhsal seyyidi ve yöneticisi olan zata bu ad verilmiştir. ... Kutuplar iki tanedir. Biri görünen alemi yönetir, biri gayb alemini. Kutup ölünce, yerine Abdallardan en kamili geçer. (Allah ne iş yapar ki??!!)
Abdallara gelince: “Abdal” kelimesi, “bedel” sözünden alınmıştır. Bunlardan biri ölünce onun yerine öteki geçtiği için bu adla anılmışlardır. Bunlar, peygamberin yerine iş gördükleri için de bu adı almış olabilirler. ...(Az önce de Allah’ın işlerini gördükleri yer almıştı) Allah, insanlara musallat olabilecek belaları, fesatları bu abdallar yüzünden yok eder....
Evtad’a gelince: Bu kelime direk, dayanak anlamındaki “veted” sözcüğünün çoğuludur. Bunlar, yeryüzünün dayanıklı olmasını sağlayan ruhsal kişilerdir. Kur’ân’da dağların “evtad” olduğunu söyleyen âyet bu kişilere dikkat çekmektedir.
Nukeba, nakîb (temsilci, belirleyici) sözcüğünün çoğuludur. Nukeba, toplumların kozmik temsilcileridir. Bunların her biri gezegenlerin birinin dünya üzerindeki etkilerini kontrol eder. Bunlar İblis’i de tanırlar ve onun etkilerini de kontrol ederler.
Efrad’a gelince: Bu kelime “ferd” kelimesinin çoğuludur. Efrad, melekler aleminden bazılarının temsilcisi olarak iş görür....
Nüceba’nın sayısı 70, Abdalların 40, Ahyarın 7, Evtad’ın 4’tür. Gavs ise bir tektir. Nukaba’nın yaşadığı yer Mağrip, nüceba’nınki Mısır, Abdallarınki, şam, Gavs’ınki Mekke, Kutup’unki Yemen’dir. Ahyar ise yeryüzünü durmadan dolaşır.
Halkın Ka’be’yi tavaf ettiği gibi Kutup da sürekli biçimde Allah’ı tavaf eder. Hep Allah’ın çevresindedir, orada döner durur.
Kutup, azledilmez, makamından ayrılmaz. Ancak ölünce yeri boşalır.”
(İbn-i Abidin; Resâil, 2/264-281)
Not:
1- Bu görüşler, bu inanışlar, ne kadar zorlanırsa zorlansın Tevhîd dini İslâm’a yerleştirilemez. İslâm Dini bu şirk pisliğini kesinlikle kabul etmez. Bu saçmalıklar Hint paganizminin İslâm’a bulaştırılmasından başka bir şey değildir. Bu sapık ve saçma inançlar Rasülüllah ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yoktu. Hiç görülmedi, duyulmadı.
Tasavvuf ve tarikat dinlerinin temel rükünlerinden biri olan “velîlik” inancı, yeni Eflatunculuğun, Maniheizm, Şamanizm, Budizm, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Paganizm, Zerdüştlük dinlerinin kırıntılarıyla oluşturulmuştur. Tabiidir ki bu aşure yapılırken biber ve tuz mesabesinde de İslâm’dan bir şeyler karıştırılmıştır. Bu sapıklığın temelinin Yahudilere ve Hırıstiyanlara uzanışı bizzat Kur’ân tarafından da tescil edilmiştir.
İnsanoğlu şimdi olduğu gibi geçmişte de bir çok kuruntu sahibi olmuştur. Kimisi kendilerinin Allah’ın oğulları olduklarını, kimisi kendilerinin Allah’ın sevgilileri olduklarını, kimisi Allah’ın Yakınları (velîleri) olduklarını, kimisi cennete sadece kendilerinin gireceklerini, kimisi de cennet nimetlerinin kendileri için hazırlandığını ileri sürmüşlerdir. Yahudiler kendilerine yapılmış İlahî uyarılarla bu kuruntuları terk ettiler mi bilemiyorum ama, Kur’ân’ın lânetlediği Yahudi ve diğer batıl din mensuplarının kuruntuları, sapık inançları, inadına Müslümanlarca kabul görüp benimsendi; birileri ( evliyâüllah/Allah’ın yakın dostları, gönüldaşları) oldu. Hatta Allah kimisiyle dertleşti, kimisine karı oldu onunla sevişti, oynaştı, kimisine de sakalı bitmemiş oğlan oldu kendini d.....dü. (Hâşâ, sümme hâşâ) İnanmayanlar Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından meşhuuur “Menâkib-ül-Ârifin” kitabının ikinci cildi sayfa 214’e ve Arif Pamuk’un “Rasülüllah’ın mübarek dilinden Surelerin faziletleri” adlı kitabının 8, 9. sayfalarına bir göz atsın! İşte birebir fotokopileri. Sıcağı sıcağına okuyun bakalım. Bu sapıklığı ve sapıkları savunabilecek bir ehli insaf bulunabilir mi!
bu yazı www.istekuran.com dan alınmıştır
Konuya başlarken konuyla ilgili kısa bir genel bilgi sunmakta fayda var. Konuyla ilgili toplumda yer almış inanç ve kabullerin kısa bir açıklamasının, konunun iyi anlaşılmasına vesile olacağına inanıyorum. Bu açıklamaları görünce sizler de konunun ne denli önemli bir mesele olduğunu kabul edeceksiniz.
“ ولى Velî” ve “ أولياء Evliyâ” sözcüklerinin (İslâm dışı ) kavramsal anlamı:
“Velî”. “ gizli bilgiler ile donanmış, zaman ve mekan bağlarının dışında kalan, Allah tarafından özel himaye gören kimse” demektir. İki türlü Velî vardır: Biri gizlidir. Tanrı sırlarına erdiği için kendini saklar, kim olduğunu bildirmez. Bunlara “Tanrının makbul kulları” denilir.
İkincisi: Herkes tarafından bilinen, tanınan ve sayılan Velîlerdir. Bunlar daha çok tarikat ve cemaat ileri gelenleridir. Velîler, Gayb âlemi denilen görünmez, bilinmez yerlerden haberler getirir, insanların içini, içinden geçeni bilir ve haber verirler.
“Velî”’nin çoğulu “Evliyâ”’dır. Yani Evliyâ demek Velî’ler demektir. Ama zaman içerisinde “Evliyâ” sözcüğü çoğul anlamını yitirip, tarikat ve tasavvuf çevrelerinde özel, bir tekil anlam kazanmıştır. Buna göre “Evliyâ”: “Olağanüstü yeteneklerle donatılmış, keramet sahibi kimse” demektir.
Evliyâ tabirinin içine Üçler, Yediler, Kırklar, Abdal, Aktap, Evtad, Nükeba ve Nüceba denilen kimseler de girer.
Tasavvufa ait yazılmış kitaplarda “Evliyâ” için iki anlam verilir. Birincisi: Allah’ın kendilerini koruduğu, dost edindiği kimseler. İkincisi: Devamlı ibadet eden, Allah’tan gelen her şeye rıza gösteren kimseler. Bunlar insanlara daima iyi davranırlar. Bütün insanlar için Allah’tan rahmet dilerler. İntikam, kin ve hırs gibi kötü duygulardan uzak yaşarlar. Yeryüzünde hiç kimseye düşmanlık beslemezler.
Evliyâ’nın bazı alametleri vardır. Allah’a ulaşmak için uğraşmak, devamlı Allah ile meşgul olmak, yüksek makam sahibi olmayı istememek, gösterdiği kerametlerle öğünmemek, her şeye razı olmak, belalara sabır etmek, sıkıntılara ve güç durumlarda Allah’a tevekkül etmek.
“Evliyâ”’nın zühd, takva ibadet ve muhabbetle eriştiği dereceye “velâyet” mertebesi denilir. Bu mertebeler de kişisine göre “velâyet-i suğra” (küçük evliyâlık), “velâyet-i kübra” (büyük evliyâlık) ve “velâyet-i ulya” (en yüce evliyâlık) mertebeleridir.
“Velâyet” derecesine ulaşan kimselerde Tayy-i mekan ( bir anda uzak mesafelere gitme, değişik yerlerde bulunabilme), Tayy-i zaman (aynı anda bir çok yerde bulunma, geçmiş ve gelecekte yaşama), su üstünde yürüme, havada uçma gibi kerametler vardır.
Evliyâüllah’ın öldükten sonra tasarruflarını sürdürdükleri, etkilerini gösterdikleri kabul edilir. Bu yüzden onların mezarları, türbeleri ziyaret edilir, orada adaklar adanır.
“Velî”, “Velîyyüllah”, “Evliyâ” sözcükleri, yukarıda açıkladığımız anlam ve kabullerle saf beyinlere yerleşince, bunlarla ilgili bir çok teferruat da üretilmiştir.
Kimdir bunlar?
“Üçler”, “Yediler”, “Kırklar”, “Kutuplar”, “Kutb- ul Aktaplar”, “Gavslar”, “Gavs- ul a’zamlar”, .....” Çevremizde görmekteyiz ve duymaktayız ki her tarikatın şeyhi, her cemaatin ileri geleni “Evliyâ”’dır, Velîyyüllah’tır, Gavs’tır, Kutup’tur. Üçler’dendir, Yediler’dendir, Kırklar’dandır. (Lâtlar, Menâtlar, Uzzâlar, Hubeller artık isim değiştirmiştir.) Bunlara izafe edilen su üstünde yürüme, ateşten etkilenmeme, havada uçma, uzak yerlere kısa zamanda gitme, kalplerden geçenleri bilme, yetiş ya hazret dendiğinde denizin ortasındaki boğulmakta olana yardıma koşma, rakiplerini taş etme vs. gibi keramet türü zırvaları bir tarafa bırakalım bu kimselerin kimisi Allah’a sekreterlik yapar, kimisi Allah’a başbakanlık yapar, kimisi Allah’ın içişleri bakanlığını yürütür, kimisi Allah’ın bu dünyadaki işlerini yürütür; yağmuru-fırtınayı sevk ve idare eder, kimisi de çocuksuzlara çocuk verir. ...
Bu, uydurulmuş kimselerin niteliği, yaşamı ile ilgili tarikat ve tasavvuf kitaplarında bir çok özellikler zikredilir. Biz burada, bunların temeline kısaca değinip geçeceğiz.
Bu konuya ait uydurulmuş rivâyetlerin en ünlüsü “Abdallar Hadisi” diye bilinenidir. Biz bunu Elbânî’nin aktardıklarından nakledelim:
“Bu ümmette Abdallar otuz kişidir. Onlardan biri öldüğünde Allah onun yerine bir başkasını bedel olarak gönderir.”“Şu üç şey kendisinde bulunan kişi, yeryüzünün ve sakinlerinin ayakta kalmasının sebebi olan Abdallar’dandır. Kazaya rıza göstermek, Allah’ın yasaklarından uzak durmada sabır, Allah’ın zatına ilişkin konularda öfke.”
“Ümmetimin abdallarının alameti şudur: Onlar hiçbir şeye asla lanet etmezler.”
“Abdallar, mevaliden (Arap olmayan) Müslümanlardandır. Mevaliye, münafıklardan başkası kin tutmaz.”
“Benim ümmetimin abdalları cennete amelleri yüzünden girmezler. Onların cennete girişi Allah’ın rahmeti, benliklerindeki cömertlik, kalp temizliği ve tüm müslümanlara rahmet oluşları yüzündendir.”
“Abdallar, kırk erkek ve kırk kadından oluşur. Allah, her erkek öldüğünde onun yerine bir erkek, her kadın öldüğünde de onun yerine bir kadını gönderir.”
“Ümmetimin içinde, kalbi Hz. İbrahim kalbi gibi olan kırk kişi hiç eksik olmaz. Allah bu kırk kişiyle yeryüzündeki belaları ümmetimden uzaklaştırır. Bu kırk kişiye “Abdallar” denir. Bunların erişleri namaz, oruç ve sadaka ile değildir; bunların erişleri cömertlikle, müslümanlara öğütle olur.”
“Yarattıkları içinde Allah’ın üçyüz kişisi vardır ki, kalpleri Hz. Âdem kalbi üzeredir. Aynı şekilde Allah’ın kırk kişisi vardır ki, kalpleri Musa’nın kalbi üzeredir. Yedi kişi vardır ki, kalpleri İbrahim kalbi üzeredir. Beş kişi vardır ki, kalpleri Cebrail kalbi üzeredir. Üç kişi vardır ki, kalpleri Mikail kalbi üzeredir. Bir kişi vardır ki, kalbi İsrafil kalbi üzeredir. Bu son kişi ölünce Allah onun yerine üçlerden birini getirir. Üçler’den biri ölünce onun yerine Beşler’den birini getirir. Beşler’den biri ölünce onun yerine yediler’den birini getirir. Yediler’den biri ölünce onun yerine Kırklar’dan birini getirir. Kırklar’dan biri ölünce onun yerine Üçyüzler’den birini getirir. Üçyüzler’den biri ölünce onun yerine halktan birini getirir. İşte yeryüzünde hayat bu insanlar hürmetine yürür, ölüm bu insanlar yüzünden olur, yağmur bu insanlar hürmetine yağar, bitkiler bu insanlar hürmetine yeşerir, belalar bu insanlar hürmetine uzaklaştırılır.”
Konuya bu kadar girmişken diğer hayali kahramanlar ile ilgili de biraz açıklama yapalım. Hem de en muteber klasiklerimizden İbn-i Abidin’in Resâil’inden.(!)
“Kutup:
Değirmenin, çevresinde döndüğü eksen demektir. Zamanının bütün oluşları onun çevresinde dönüp durduğu için zamanın ruhsal seyyidi ve yöneticisi olan zata bu ad verilmiştir. ... Kutuplar iki tanedir. Biri görünen alemi yönetir, biri gayb alemini. Kutup ölünce, yerine Abdallardan en kamili geçer. (Allah ne iş yapar ki??!!)
Abdallara gelince: “Abdal” kelimesi, “bedel” sözünden alınmıştır. Bunlardan biri ölünce onun yerine öteki geçtiği için bu adla anılmışlardır. Bunlar, peygamberin yerine iş gördükleri için de bu adı almış olabilirler. ...(Az önce de Allah’ın işlerini gördükleri yer almıştı) Allah, insanlara musallat olabilecek belaları, fesatları bu abdallar yüzünden yok eder....
Evtad’a gelince: Bu kelime direk, dayanak anlamındaki “veted” sözcüğünün çoğuludur. Bunlar, yeryüzünün dayanıklı olmasını sağlayan ruhsal kişilerdir. Kur’ân’da dağların “evtad” olduğunu söyleyen âyet bu kişilere dikkat çekmektedir.
Nukeba, nakîb (temsilci, belirleyici) sözcüğünün çoğuludur. Nukeba, toplumların kozmik temsilcileridir. Bunların her biri gezegenlerin birinin dünya üzerindeki etkilerini kontrol eder. Bunlar İblis’i de tanırlar ve onun etkilerini de kontrol ederler.
Efrad’a gelince: Bu kelime “ferd” kelimesinin çoğuludur. Efrad, melekler aleminden bazılarının temsilcisi olarak iş görür....
Nüceba’nın sayısı 70, Abdalların 40, Ahyarın 7, Evtad’ın 4’tür. Gavs ise bir tektir. Nukaba’nın yaşadığı yer Mağrip, nüceba’nınki Mısır, Abdallarınki, şam, Gavs’ınki Mekke, Kutup’unki Yemen’dir. Ahyar ise yeryüzünü durmadan dolaşır.
Halkın Ka’be’yi tavaf ettiği gibi Kutup da sürekli biçimde Allah’ı tavaf eder. Hep Allah’ın çevresindedir, orada döner durur.
Kutup, azledilmez, makamından ayrılmaz. Ancak ölünce yeri boşalır.”
(İbn-i Abidin; Resâil, 2/264-281)
Not:
1- Bu görüşler, bu inanışlar, ne kadar zorlanırsa zorlansın Tevhîd dini İslâm’a yerleştirilemez. İslâm Dini bu şirk pisliğini kesinlikle kabul etmez. Bu saçmalıklar Hint paganizminin İslâm’a bulaştırılmasından başka bir şey değildir. Bu sapık ve saçma inançlar Rasülüllah ve sahabe döneminde Müslümanlar arasında kesinlikle yoktu. Hiç görülmedi, duyulmadı.
Tasavvuf ve tarikat dinlerinin temel rükünlerinden biri olan “velîlik” inancı, yeni Eflatunculuğun, Maniheizm, Şamanizm, Budizm, Hırıstiyanlık, Yahudilik, Paganizm, Zerdüştlük dinlerinin kırıntılarıyla oluşturulmuştur. Tabiidir ki bu aşure yapılırken biber ve tuz mesabesinde de İslâm’dan bir şeyler karıştırılmıştır. Bu sapıklığın temelinin Yahudilere ve Hırıstiyanlara uzanışı bizzat Kur’ân tarafından da tescil edilmiştir.
İnsanoğlu şimdi olduğu gibi geçmişte de bir çok kuruntu sahibi olmuştur. Kimisi kendilerinin Allah’ın oğulları olduklarını, kimisi kendilerinin Allah’ın sevgilileri olduklarını, kimisi Allah’ın Yakınları (velîleri) olduklarını, kimisi cennete sadece kendilerinin gireceklerini, kimisi de cennet nimetlerinin kendileri için hazırlandığını ileri sürmüşlerdir. Yahudiler kendilerine yapılmış İlahî uyarılarla bu kuruntuları terk ettiler mi bilemiyorum ama, Kur’ân’ın lânetlediği Yahudi ve diğer batıl din mensuplarının kuruntuları, sapık inançları, inadına Müslümanlarca kabul görüp benimsendi; birileri ( evliyâüllah/Allah’ın yakın dostları, gönüldaşları) oldu. Hatta Allah kimisiyle dertleşti, kimisine karı oldu onunla sevişti, oynaştı, kimisine de sakalı bitmemiş oğlan oldu kendini d.....dü. (Hâşâ, sümme hâşâ) İnanmayanlar Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından meşhuuur “Menâkib-ül-Ârifin” kitabının ikinci cildi sayfa 214’e ve Arif Pamuk’un “Rasülüllah’ın mübarek dilinden Surelerin faziletleri” adlı kitabının 8, 9. sayfalarına bir göz atsın! İşte birebir fotokopileri. Sıcağı sıcağına okuyun bakalım. Bu sapıklığı ve sapıkları savunabilecek bir ehli insaf bulunabilir mi!
bu yazı www.istekuran.com dan alınmıştır