bugün dünyanın dörtbir köşesinde insanlar, İslâmın beş şartı ile amel ediyorlar. Ve ibadetlerinin yeterli olduğundan eminler. İslâmiyet ise onların yaptıklarından çok daha fazlasını gerektirmektedir.
Acaba gerçekten durum böyle midir?
Bu sualin cevabı Kur’ân-ı Kerim’dedir. Peygamber Efendimiz S.A.V, ve sahabenin yaşadıkları hayat İslâmîyetti. Onların yaşadıkları hayat Kur’ân-ı Kerim’in bütününe ittiba etmek idi. (Al-i imran -119) Kur’ân-ı Kerim’in bütünü bizdeki üç emaneti de ihtiva etmektedir.
Ruh
Fizik vücut (Ceset vech)
Nefs
Allah sadece fizik vücudumuza değil, nefsimize de, ruhumuza da emirler vermiştir.
Ve önemli olan bu emanetlerin bu emirlere, bu farzlara Allah’ın davetine uygun olarak Allah’a teslimidir. Kişinin son teslim edeceği vücut olan nefsini de Allah’a teslim ederek irşada ulaşmasıdır (Bakara-186). Ve bu bir farzdır. Bu farz emri bu gün bütün kutsal kitaplarda bulmak mümkündür. Teslim âyetleri bütün kutsal kitaplarda aynen muhafaza edilmiştir (Şura-47).
Peygamber Efendimiz S.A.V. ve bütün sahabe önce ruhlarını, sonra fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişlerdi. (Al-i İmran 20) Daha sonra da irşada ulaşmışlardır. Nefslerini de Allah’ a teslim etmişlerdi. (Hucurat-7)
Demek ki üç emaneti de onlar Allah’a teslim etmişlerdi.
...Ve gerçek anlamda İslâm olmuşlardı.
İslâm kelimesinin ilk anlamı teslimdir. Ancak Allah’a üç emaneti de teslim edebilen kişi İslâm olmak şerefine erer. Bu teslim ise, ben Allah’a teslim oldum demekle oluşmaz. Şartları vardır.
İslâm kelimesinin ikinci anlamı ise, sulh ve sükûn ve saadettir. Bu sonsuz saadete Yüce Rabbimiz “Hazzül Aziym” adını veriyor (En büyük haz, sonsuz haz, sonsuz saadet.) (Fussilet-35).
“Allah’a teslim olmanın (İslâm olmanın) şartları vardır “ demiştik. Bu şartlar birincil (Alt seviye) ve ikincil (Üst seviye) şartlardır.
Birincil şartlar şunlardır :
1. Nefsin tezkiyesi.
2. Ruhun Allah’a ulaşması (Hidayet)
3. Fizik cesedin Allah’a kul olması.
İkinci (üst seviye) şartlar şunlardır :
1. Ruhun Allah’a teslimi.
2. Fizik cesedin Allah’a teslimi.
3. Nefsin Allah’a teslimi.
A-BİRİNCİL ŞARTLARIN
YERİNE GETİRİLMESİ
Önce Allah’a ezelde verdiğimiz üç cesedimize ait yeminin (Misaki selase) yerine getirilmesi gerekmektedir.
1. Ruhumuz Allah’a dünya hayatında mülâki olmaya yemin etmiştir (Rad-20, 21) (MİSAK).
2. Fizik vücudumuz Allah’a kul olacağına, şeytana kul olmayacağına dair yemin etmiştir (Yasin-60,61) (AHD).
3. Nefsimiz tezkiye olacağına dair Allah’a yemin etmiştir (Şems-9 ve Müddesir-38,39,40) (YEMİN).
Bu üç yeminin yerine getirilmesi konusunda Yüce Rabbimiz farzları oluşturan emirler vermiştir.
1. Yüce Rabbimiz ruhumuzun Allah’a dünya hayatını yaşarken ulaşmasını 11 defa farz kılmıştır.
1. Zümer-54 7. Şura-47
2. Fecr-28 8. Müzemmil-8
3. Rum-31 9. Rad-21
4. Zariyat-50 10. Yunus-25
5. Lokman-15 11. Maide 7
6. En’am-152
2. Rabbimiz fizik vücudumuzun Allah’a kul olmasını 3 âyetle farz kılmıştır (Bakara-21, En’am 152, Maide 105).
3. Nefsimizin tezkiye olmasını yine 3 âyetle farz kılmıştır (Maide-105, Fecr-27, 28, En’am 152).
Bu yeminlerin yerine getirilmesi 21 basamakta gerçekleşir.
1. Olayların yaşanması.
2. İnsanların olayları değerlendirmesi.
3. Allah’a dünya hayatında mülâki olmayı dilemek.
4. Allah’ın rahiym esmasıyla tecellisi.
5. Allah’ın hicab-ı mestureyi kaldırması.
6. Allah’ın kulaklardaki vakrayı kaldırması.
7. Allah’ın kalplerdeki ekinneti kaldırması. Sonuç olarak kişi âmenû olur.
Kur’ân-ı Kerim’de kim âmenû olursa onun Sırat-ı Müstakıym’e ulaşacağı ifade buyrulmaktadır. (Hac-54)
Yukarıdaki 7 basamak sonunda kulun iç dünyasında nefse karşı bir “mukaddes ittifak” kurulur.
8. Kim bu 7 kademeyi başarı ile tamamlamışsa Allah onun kalbine ulaşır (Tegabün-11).
9. Şeytana dönük yaratılmış nefsimizin kalbini Allah kendisine döndürür. Kalbimizin Allah’a dönüşü ise cennete ulaşmanın (Kaf-32) ve Allah’a ulaşmanın (Rad-28) ön şartıdır.
10. Bu safhada Allahû Tealâ nefsimizin göğsünü şerhederek, yararak teslimlere açar (En’am-125). Göğsümüzden kalbimize bir yol açar ki zikir yaptığımız zaman Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât nefsimizin kalbine ulaşabilsin.
11. Allah’ın göğsümüzü yararak açtığı bu yoldan rahmet, fazl ve salâvât (Allah’ın nurları) kalbimize ulaşmaya başlar (Zümer-22).
12. Böylece kalbimize zikir yaptıkça ulaşan rahmet (nur) kalbimizde huşû oluşturur (Hadid-16).
13. Huşû sahibi olunca kıldığımız hacet namazı üzerine Allah’u Zülcelal Hz. bize mutlaka mürşidimizi gösterir (Bakara-45). Çünkü Allah’tan istediğimiz istianenin (Fatiha-5) cevabını almak yetkisine “huşû” ya ulaşmışızdır.
14. Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıp önünde tövbe ederiz (Furkan-70,71).
Ancak bu noktadan itibaren Allah’a verdiğimiz yeminlerimizi (misaklerimizi) yerine getirmek için nefs tezkiyesi, ruhun Allah’a ulaşması ve vechin Allah’a kul olması konularında faaliyete başlarız. Allah’ın gösterdiği mürşide ulaştığımız ve önünde diz çökerek tövbe ettiğimiz zaman (Furkan-70) başımızın üstünde devrin imamının ruhu oluşur (Mümin 15 ve Mücadele-22). Bu ruh, bizim ruhumuzu dergâhına götürerek ona bir rahle hediye eder.Ve ruhumuz Allah’a doğru yola çıkar (Nebe-39). Allah’a ulaşmak ve Allah’ın rızasını kazanmak için yola çıkan bu müridin tövbe ettiği gün kalbine îmân yazılır (Mücadele-22). Ve mürid mü’min olur (Furkan-70 ve Hucurat-14). Mü’min olunca kalbinin üzerindeki mühür (zikir yapıldığı süre içinde Allah’ın rahmeti bu kalbe ulaştığı için) kalbin içine itilir ve şeytandan gelen füccurun, (Şems-8) karanlıkların, zulmetin, kalbe girmesine mani olur (Bakara-257). Bu mühür Allah’ın rahmetinin kalbimize ulaşacağı kapıyı (rahmet kapısını) mühürlü, kapalı tutuyordu (Casiye-23). Şimdi üzerine îmân yazıldığı için, zikir yaptığımız zaman bu mühür kapıdan ayrıldığı cihetle, kapıdan içeriye zikir süresince rahmet, fazl ve salâvât dolar ve kalbimizi nurlandırır (Bakara-257). Kalbimizdeki karanlıkları temizler, pislikleri, zulmeti temizler.
Böylece salih ameller, nefsimizin kalbini ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi başlar (Furkan-70). Ve ruhumuz Allah’a doğru yola çıkar.
Mürşidimizin Allah’ın emirlerini bize tebliğ etmesine paralel olarak, bu emirlerin tatbikatı, nefsimizi yedi kademede tezkiye etmemizi sağlar. Emmare (Yusuf-53), Levvame (Kıyame-2), Mülhime (Şems-8), Mutmainne (Fecr-27,
Rad-28), Radiye (Fecr 28) Mardiye (Fecr 28), Tezkiye (Fatır-18). Bu 7 kademede nefsimiz tezkiye olur. Ruhumuz da her tezkiye kademesinde Sırat-ı Müstakiym üzerinde bir gök katı yükselir ve yedi gök katını (Talâk-12) birbirine bağlayan yedi tariki (Mü’minun-17) Sırat-ı Müstakiym’i aşarak Allah’a geri döner, ulaşır (En’am-87, 88 ve Fatır-18). Ruh hidayete erer, Allah’a ulaşır (Al-i İmran-73, En’am-71, Bakara-120).
Nefsimizin tezkiyesi ile beraber ruhumuz da Allah’a ulaşır ve Allah’u Tealâ Hz. bizi kulluğuna kabul eder. Ve cennete girmeye hak kazanırız (Fecr-27, 28, 29, 30). Böylece birincil seviye şartlar tamamlanır.
1. Nefsimiz tezkiye olmuştur (Fecr-27, 28, Fatır-18).
2. Ruhumuz Allah’a ulaşmıştır (Fecr-28, Fatır-18).
3. Allah’u Zülcelâl Hz. bizi kulluğuna kabul etmiştir (Fecr-29).
Bütün sahabe bu şartları yerine getirmiştir (Zümer-17, 18). Böylece cennete girmeye hak kazanırız. (Fecr-30). Birincil seviye şartların yerine getirilmesi, nefsin tezkiyesi, ruhun vuslatı ve cesedin Allah’a kul olmasına dair emirlerin yerine getirilmesi bizi veli kılar ve cenneti sağlar. Ama dünya saadetini, “Hazzül Aziym’i” sağlamaz, İslâm olmamızı sağlamaz. Ancak ikincil (Üst seviye) şartları yerine getirebilirsek, Allah’a teslim olabilirsek, o zaman irşad oluruz, İslâm oluruz ve sonsuz saadete ulaşırız.
B-İKİNCİL (ÜST SEVİYE) ŞARTLARIN YERİNE GETİRİLMESİ
Allah’u Zülcelâl Hz. irşada kadar ulaşan bir davette bulunmuş ve bu davetine icabeti emretmiştir (Bakara-186 Şura-47).
İrşad olmak ancak nefsimizin kalbinin tezyin edilmesiyle, çirkinliklerinin (afetlerinin) güzele çevrilerek süslenmesiyle (ruhun hasletlerinin nefsimizin afetlerinin yerini alması ile) mümkündür (Hucurat-7).
Nefsimizin kalbindeki karanlıklar, nefsimizin afetlerini; aydınlıklar ise ruhumuzun hasletlerini temsil eder. Daimî zikre ulaşarak Allah’tan gelen rahmetle kalbimizin sadece rahmetten, aydınlıktan, nurdan ibaret olması hali, kalbimizin müzeyyen olması, tezyin edilmiş olması halidir. Bu hale ulaşmış veliye tam aydınlığa, nura kavuşmuş anlamına gelen “İrşad olmuş” diyoruz.
Öyleyse nefsin bütün afetlerinin yok olduğu, yerine ruhun bütün hasletlerinin yerleştiği tam aydınlık bir kalbe sahip olan nefste muhtevayı bozan bütün karanlıklar (afetler) yok olmuş ve sadece faziletler kalmıştır. O nefs artık saf ve halis olmuştur. Böyle bir nefs ise artık Allah’a teslim olmuş ve muhlis olmuştur (Beyyine-5). İşte bu kademe bu sebeple ihlâs kademesi adını alır. Ve nefsimizin de Allah’a teslim edildiğini, üçüncü ve son emanetin de Allah’a teslim edildiğini gösterir. Sahabenin bu merhalelerden geçtiklerini, irşad olduklarını, böylece üç teslimi de tamamladıklarını görüyoruz. Allah 3 vücudumuzun da Allah’a teslimini ve böylece İslâm olmamızı emretmiştir (Zümer -54, Nisa-58, Bakara-208). Ve sahabe 3 vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir.
1. Ruhlarını (Zümer-18, Ali İmran-20)
2. Vechlerini (Fizik vücutlarını) (Ali İmran-20)
3. Nefslerini (3 vücutlarını da) (Bakara-136) Allah’a teslim etmişlerdi.
Bütün dinlerin mensupları bilirler ki Allah’ın kutsal kitaplarını açıklamakla görevli Allah’ın bütün peygamberleri ve onlara tâbî olanlar, hep Allah’a 3 vücutlarıyla teslim olarak Allah’ın en büyük mükâfatlarına sahip olmuşlardır.
TASAVVUF NEDİR? İSLÂM NEDİR?
Aslında “Tasavvuf” kelimesinin zahirdeki belirtilere bakarak, sufa sahipleri (Ehli sufa) kelimesinden mi, yoksa Peygamber Efendimiz S.A.V. devrinde sof (yün) elbiseler giyildiği için, sof kelimesinden mi geldiği hiç mi hiç önemli değil. Ama çok önemli görülen şeyler var:
1. Tasavvuf Kur’ân-ı Kerim’in bütünü ile amel etmektir. Kur’ân-ı Kerim’in sadece fizik vücudumuzu alâkadar eden âyetleri ile değil, nefsimizi ve ruhumuzu vazifeli kılan âyetleri ile de amel etmektir.
2. Tasavvuf, Peygamber Efendimiz S.A.V. ve sahâbenin yaşadıklarını yaşamaktır. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler ve onlara tâbî olanların da yaşadıkları hayat da tasavvuftu.
3. Tasavvuf, Allah’ın bize tevdi ettiği 3 emaneti de (Ruh, Fizik vücut ve Nefs) Allah’a teslim etmektir. İrşad’a ulaşmaktır. Bu ise İslâm olmaktır.
İslâm kelimesinin ilk muhtevası tek Allah’a inanmak, ikinci muhtevası teslim, üçüncü muhtevası ise sulh ve sükûndur. Kim İslâm olmak şerefine ulaşmışsa, o kişi üç açıdan sonsuz saadete erişmiş olur.
1. İç âlemde, ruhun bütün hasletleri nefse geçtiği için sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü artık nefs ve ruh arasında çatışma yoktur.
2. Dış âlemdekilerle sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü nefsin afetleri artık yoktur ki diğer insanlarla anlaşmazlıklar olsun.
3. Allah’u Tealâ Hz. ile en iyi ilişki kurulmuştur. Yüce Rabbimizin her emri yerine getirilmekte ve her nehyinden kaçınılmaktadır. Artık nefsin sahip olduğu faziletler (yani ruhun hasletleri) emirleri yapmaya büyük arzu duymakta, nehiyleri (yasakları) ise hiç işlememektedir. Çünkü nefsteki yasakları talep eden afetlerin hepsi yok olmuştur.
Görülüyor ki İslâm bir sonsuz saadetin (Fussilet-35), hazzül aziymin oluşması için ulaşılması gereken bir merhaledir.
Allah insanlardan başka yarattığı her şeyi insan için yarattığı cihetle (Casiye-13) en çok insanı sevmektedir. En çok sevdiği mahlûkunun mutlu olmasını istemesi ise tam olarak yerli yerine oturmaktadır. İşte bu sebeple Allah, insanın irşada ulaşmasını emretmektedir (Bakara-186, Şura-47). Çünkü ancak irşada ulaşan kişi İslâma ulaşmıştır, ve de sonsuz mutluluğa ulaşmıştır. İnsan-ı Kâmil olmanın son aşamasına varmıştır. Saadet açısından insan-ı kâmil olmuştur. Velâyetin kademeleri olan ,
1. Fenâ (Ruhun Allah’a teslimi)
2. Bekâ
3. Zühd
4. Teslim (Vechin, fizik vücudun teslimi, muhsin olmak)
5. Ulûl Elbab
6. İhlâs kademeleri tamamlanmıştır.
İnsan-ı kâmil olmanın ikinci ve asıl muhtevası “İrşad edebilme” yeteneğidir. Bu yetenek, insanın kendisinde mevcut olduğu kanaatinde olması ile mevcut olmaz. “Mürşid” olabilmek, ihlâs’a ulaştıktan sonra, Tövbe-i Nasuh’a (Tahrim-8) Allah’u Zülcelâl Hz. tarafından davet edilmek ve yüce Rabbimiz tarafından salâha ulaştığının tebliğ edilmesi ile gerçekleşir. Ve gönül gözü açık olanlar onun başının üzerindeki nuru görürler (Tahrim-8).
Unutulmamalıdır ki daha hikmetin ilk kademesi olan “Ulûl Elbab” (Lübb-ün sahibi olmak) kademesinden başlayarak son üç kademede (daimî zikir) “zikri daim” asıldır (Al-i İmran-190,191). Salâhta ise “zikri külli” (vücudun bütün azalarının Allah’ı zikri) esastır.
7. Böylece salâh kademesi (7. kademe) oluşur. Salâh’ın son üç kademesinden ilk ikisinde, iradenin Allah’a bağlanması ve ref edilmesi yaşanır. Salâhın son kademesinde ise Allah her devirde sadece bir kişiyi tasarrufu altına alır.
Görülüyor ki sadece fizik cesedimize ait vazifelerin değil, nefsimize ait ve ruhumuza ait vazifelerin de ifa edilmesi farz kılınmıştır. Bu ise Allah ile kul arasındaki ilişkiler açısından kitabın bütününe tâbi olmaktır (Al-i İmran-119). Bu açıdan kitabın bütününe tâbî olmak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmaktır. İslâm olmak ise, gördük ki ancak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmakla gerçekleşebiliyor.
Kitabın bütününe tâbî olmak ruhun, fizik vücudun ve nefsin, bize verilen 3 emanetin de Allah’a teslim edilmesidir. Bu 3 emanetin, Allah’a teslimi işlemi ise Tasavvuftur. Peygamber Efendimiz ve sahabenin ulaştıkları merhaledir ve yaşadıkları hayattır, İslâm şerefine ermektir. Tasavvuf ; Allah’a teslim olmak, İslâm’ı, Kur’ândaki İslâm’ı yaşamaktır. Tasavvuf, İslâm’ın hayata geçirilmesidir.
Öyleyse İslâm = Tasavvuftur.
Madem ki Allah irşadı farz kılmıştır (Bakara-186 ve Şura-47); İrşad 3 cesedin de Allah’a teslimidir, İslâm olmaktır, tasavvuftur.
Teslim farzdır.
İslâm farzdır.
Öyleyse Tasavvuf farzdır.
TASAVVUF FARZDIR
Demek ki Tasavvuf zamanımızda yeterli görülen İslâmın zaruri 5 şartının ötesinde birçok fantaziyi de gerektiren lüzumsuz bir faaliyet değil, İslâmın ta kendisidir.
İslâmın 5 şartı ise hiç kimseyi kurtarmaya yetmez.
İslâmın 5 şartı yapılması emredilenlerin sadece küçük bir bölümüdür.
Ayrıca hiçkimse farzların bir kısmını yok saymak yetkisinde değildir.
Bu gün hercümerc içinde bulunan dünya insanının mutluluğa ulaşması ise ancak Tasavvuf ile Kur’ândaki İslamı yaşamakla mümkün olacaktır.
Allah’ın bütün insanların kalbinde nurunu tamamlayacağı günlere ulaşmamız temennisi ile (Saf-8) bu kitabı dikkat nazarlarınıza sunarken, Yüce Rabbimize, bize bu hizmeti nasip kılmasından dolayı sonsuz şükür ve hamd ederiz.
Acaba gerçekten durum böyle midir?
Bu sualin cevabı Kur’ân-ı Kerim’dedir. Peygamber Efendimiz S.A.V, ve sahabenin yaşadıkları hayat İslâmîyetti. Onların yaşadıkları hayat Kur’ân-ı Kerim’in bütününe ittiba etmek idi. (Al-i imran -119) Kur’ân-ı Kerim’in bütünü bizdeki üç emaneti de ihtiva etmektedir.
Ruh
Fizik vücut (Ceset vech)
Nefs
Allah sadece fizik vücudumuza değil, nefsimize de, ruhumuza da emirler vermiştir.
Ve önemli olan bu emanetlerin bu emirlere, bu farzlara Allah’ın davetine uygun olarak Allah’a teslimidir. Kişinin son teslim edeceği vücut olan nefsini de Allah’a teslim ederek irşada ulaşmasıdır (Bakara-186). Ve bu bir farzdır. Bu farz emri bu gün bütün kutsal kitaplarda bulmak mümkündür. Teslim âyetleri bütün kutsal kitaplarda aynen muhafaza edilmiştir (Şura-47).
Peygamber Efendimiz S.A.V. ve bütün sahabe önce ruhlarını, sonra fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişlerdi. (Al-i İmran 20) Daha sonra da irşada ulaşmışlardır. Nefslerini de Allah’ a teslim etmişlerdi. (Hucurat-7)
Demek ki üç emaneti de onlar Allah’a teslim etmişlerdi.
...Ve gerçek anlamda İslâm olmuşlardı.
İslâm kelimesinin ilk anlamı teslimdir. Ancak Allah’a üç emaneti de teslim edebilen kişi İslâm olmak şerefine erer. Bu teslim ise, ben Allah’a teslim oldum demekle oluşmaz. Şartları vardır.
İslâm kelimesinin ikinci anlamı ise, sulh ve sükûn ve saadettir. Bu sonsuz saadete Yüce Rabbimiz “Hazzül Aziym” adını veriyor (En büyük haz, sonsuz haz, sonsuz saadet.) (Fussilet-35).
“Allah’a teslim olmanın (İslâm olmanın) şartları vardır “ demiştik. Bu şartlar birincil (Alt seviye) ve ikincil (Üst seviye) şartlardır.
Birincil şartlar şunlardır :
1. Nefsin tezkiyesi.
2. Ruhun Allah’a ulaşması (Hidayet)
3. Fizik cesedin Allah’a kul olması.
İkinci (üst seviye) şartlar şunlardır :
1. Ruhun Allah’a teslimi.
2. Fizik cesedin Allah’a teslimi.
3. Nefsin Allah’a teslimi.
A-BİRİNCİL ŞARTLARIN
YERİNE GETİRİLMESİ
Önce Allah’a ezelde verdiğimiz üç cesedimize ait yeminin (Misaki selase) yerine getirilmesi gerekmektedir.
1. Ruhumuz Allah’a dünya hayatında mülâki olmaya yemin etmiştir (Rad-20, 21) (MİSAK).
2. Fizik vücudumuz Allah’a kul olacağına, şeytana kul olmayacağına dair yemin etmiştir (Yasin-60,61) (AHD).
3. Nefsimiz tezkiye olacağına dair Allah’a yemin etmiştir (Şems-9 ve Müddesir-38,39,40) (YEMİN).
Bu üç yeminin yerine getirilmesi konusunda Yüce Rabbimiz farzları oluşturan emirler vermiştir.
1. Yüce Rabbimiz ruhumuzun Allah’a dünya hayatını yaşarken ulaşmasını 11 defa farz kılmıştır.
1. Zümer-54 7. Şura-47
2. Fecr-28 8. Müzemmil-8
3. Rum-31 9. Rad-21
4. Zariyat-50 10. Yunus-25
5. Lokman-15 11. Maide 7
6. En’am-152
2. Rabbimiz fizik vücudumuzun Allah’a kul olmasını 3 âyetle farz kılmıştır (Bakara-21, En’am 152, Maide 105).
3. Nefsimizin tezkiye olmasını yine 3 âyetle farz kılmıştır (Maide-105, Fecr-27, 28, En’am 152).
Bu yeminlerin yerine getirilmesi 21 basamakta gerçekleşir.
1. Olayların yaşanması.
2. İnsanların olayları değerlendirmesi.
3. Allah’a dünya hayatında mülâki olmayı dilemek.
4. Allah’ın rahiym esmasıyla tecellisi.
5. Allah’ın hicab-ı mestureyi kaldırması.
6. Allah’ın kulaklardaki vakrayı kaldırması.
7. Allah’ın kalplerdeki ekinneti kaldırması. Sonuç olarak kişi âmenû olur.
Kur’ân-ı Kerim’de kim âmenû olursa onun Sırat-ı Müstakıym’e ulaşacağı ifade buyrulmaktadır. (Hac-54)
Yukarıdaki 7 basamak sonunda kulun iç dünyasında nefse karşı bir “mukaddes ittifak” kurulur.
8. Kim bu 7 kademeyi başarı ile tamamlamışsa Allah onun kalbine ulaşır (Tegabün-11).
9. Şeytana dönük yaratılmış nefsimizin kalbini Allah kendisine döndürür. Kalbimizin Allah’a dönüşü ise cennete ulaşmanın (Kaf-32) ve Allah’a ulaşmanın (Rad-28) ön şartıdır.
10. Bu safhada Allahû Tealâ nefsimizin göğsünü şerhederek, yararak teslimlere açar (En’am-125). Göğsümüzden kalbimize bir yol açar ki zikir yaptığımız zaman Allah’tan gelen rahmet, fazl ve salâvât nefsimizin kalbine ulaşabilsin.
11. Allah’ın göğsümüzü yararak açtığı bu yoldan rahmet, fazl ve salâvât (Allah’ın nurları) kalbimize ulaşmaya başlar (Zümer-22).
12. Böylece kalbimize zikir yaptıkça ulaşan rahmet (nur) kalbimizde huşû oluşturur (Hadid-16).
13. Huşû sahibi olunca kıldığımız hacet namazı üzerine Allah’u Zülcelal Hz. bize mutlaka mürşidimizi gösterir (Bakara-45). Çünkü Allah’tan istediğimiz istianenin (Fatiha-5) cevabını almak yetkisine “huşû” ya ulaşmışızdır.
14. Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıp önünde tövbe ederiz (Furkan-70,71).
Ancak bu noktadan itibaren Allah’a verdiğimiz yeminlerimizi (misaklerimizi) yerine getirmek için nefs tezkiyesi, ruhun Allah’a ulaşması ve vechin Allah’a kul olması konularında faaliyete başlarız. Allah’ın gösterdiği mürşide ulaştığımız ve önünde diz çökerek tövbe ettiğimiz zaman (Furkan-70) başımızın üstünde devrin imamının ruhu oluşur (Mümin 15 ve Mücadele-22). Bu ruh, bizim ruhumuzu dergâhına götürerek ona bir rahle hediye eder.Ve ruhumuz Allah’a doğru yola çıkar (Nebe-39). Allah’a ulaşmak ve Allah’ın rızasını kazanmak için yola çıkan bu müridin tövbe ettiği gün kalbine îmân yazılır (Mücadele-22). Ve mürid mü’min olur (Furkan-70 ve Hucurat-14). Mü’min olunca kalbinin üzerindeki mühür (zikir yapıldığı süre içinde Allah’ın rahmeti bu kalbe ulaştığı için) kalbin içine itilir ve şeytandan gelen füccurun, (Şems-8) karanlıkların, zulmetin, kalbe girmesine mani olur (Bakara-257). Bu mühür Allah’ın rahmetinin kalbimize ulaşacağı kapıyı (rahmet kapısını) mühürlü, kapalı tutuyordu (Casiye-23). Şimdi üzerine îmân yazıldığı için, zikir yaptığımız zaman bu mühür kapıdan ayrıldığı cihetle, kapıdan içeriye zikir süresince rahmet, fazl ve salâvât dolar ve kalbimizi nurlandırır (Bakara-257). Kalbimizdeki karanlıkları temizler, pislikleri, zulmeti temizler.
Böylece salih ameller, nefsimizin kalbini ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi başlar (Furkan-70). Ve ruhumuz Allah’a doğru yola çıkar.
Mürşidimizin Allah’ın emirlerini bize tebliğ etmesine paralel olarak, bu emirlerin tatbikatı, nefsimizi yedi kademede tezkiye etmemizi sağlar. Emmare (Yusuf-53), Levvame (Kıyame-2), Mülhime (Şems-8), Mutmainne (Fecr-27,
Rad-28), Radiye (Fecr 28) Mardiye (Fecr 28), Tezkiye (Fatır-18). Bu 7 kademede nefsimiz tezkiye olur. Ruhumuz da her tezkiye kademesinde Sırat-ı Müstakiym üzerinde bir gök katı yükselir ve yedi gök katını (Talâk-12) birbirine bağlayan yedi tariki (Mü’minun-17) Sırat-ı Müstakiym’i aşarak Allah’a geri döner, ulaşır (En’am-87, 88 ve Fatır-18). Ruh hidayete erer, Allah’a ulaşır (Al-i İmran-73, En’am-71, Bakara-120).
Nefsimizin tezkiyesi ile beraber ruhumuz da Allah’a ulaşır ve Allah’u Tealâ Hz. bizi kulluğuna kabul eder. Ve cennete girmeye hak kazanırız (Fecr-27, 28, 29, 30). Böylece birincil seviye şartlar tamamlanır.
1. Nefsimiz tezkiye olmuştur (Fecr-27, 28, Fatır-18).
2. Ruhumuz Allah’a ulaşmıştır (Fecr-28, Fatır-18).
3. Allah’u Zülcelâl Hz. bizi kulluğuna kabul etmiştir (Fecr-29).
Bütün sahabe bu şartları yerine getirmiştir (Zümer-17, 18). Böylece cennete girmeye hak kazanırız. (Fecr-30). Birincil seviye şartların yerine getirilmesi, nefsin tezkiyesi, ruhun vuslatı ve cesedin Allah’a kul olmasına dair emirlerin yerine getirilmesi bizi veli kılar ve cenneti sağlar. Ama dünya saadetini, “Hazzül Aziym’i” sağlamaz, İslâm olmamızı sağlamaz. Ancak ikincil (Üst seviye) şartları yerine getirebilirsek, Allah’a teslim olabilirsek, o zaman irşad oluruz, İslâm oluruz ve sonsuz saadete ulaşırız.
B-İKİNCİL (ÜST SEVİYE) ŞARTLARIN YERİNE GETİRİLMESİ
Allah’u Zülcelâl Hz. irşada kadar ulaşan bir davette bulunmuş ve bu davetine icabeti emretmiştir (Bakara-186 Şura-47).
İrşad olmak ancak nefsimizin kalbinin tezyin edilmesiyle, çirkinliklerinin (afetlerinin) güzele çevrilerek süslenmesiyle (ruhun hasletlerinin nefsimizin afetlerinin yerini alması ile) mümkündür (Hucurat-7).
Nefsimizin kalbindeki karanlıklar, nefsimizin afetlerini; aydınlıklar ise ruhumuzun hasletlerini temsil eder. Daimî zikre ulaşarak Allah’tan gelen rahmetle kalbimizin sadece rahmetten, aydınlıktan, nurdan ibaret olması hali, kalbimizin müzeyyen olması, tezyin edilmiş olması halidir. Bu hale ulaşmış veliye tam aydınlığa, nura kavuşmuş anlamına gelen “İrşad olmuş” diyoruz.
Öyleyse nefsin bütün afetlerinin yok olduğu, yerine ruhun bütün hasletlerinin yerleştiği tam aydınlık bir kalbe sahip olan nefste muhtevayı bozan bütün karanlıklar (afetler) yok olmuş ve sadece faziletler kalmıştır. O nefs artık saf ve halis olmuştur. Böyle bir nefs ise artık Allah’a teslim olmuş ve muhlis olmuştur (Beyyine-5). İşte bu kademe bu sebeple ihlâs kademesi adını alır. Ve nefsimizin de Allah’a teslim edildiğini, üçüncü ve son emanetin de Allah’a teslim edildiğini gösterir. Sahabenin bu merhalelerden geçtiklerini, irşad olduklarını, böylece üç teslimi de tamamladıklarını görüyoruz. Allah 3 vücudumuzun da Allah’a teslimini ve böylece İslâm olmamızı emretmiştir (Zümer -54, Nisa-58, Bakara-208). Ve sahabe 3 vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir.
1. Ruhlarını (Zümer-18, Ali İmran-20)
2. Vechlerini (Fizik vücutlarını) (Ali İmran-20)
3. Nefslerini (3 vücutlarını da) (Bakara-136) Allah’a teslim etmişlerdi.
Bütün dinlerin mensupları bilirler ki Allah’ın kutsal kitaplarını açıklamakla görevli Allah’ın bütün peygamberleri ve onlara tâbî olanlar, hep Allah’a 3 vücutlarıyla teslim olarak Allah’ın en büyük mükâfatlarına sahip olmuşlardır.
TASAVVUF NEDİR? İSLÂM NEDİR?
Aslında “Tasavvuf” kelimesinin zahirdeki belirtilere bakarak, sufa sahipleri (Ehli sufa) kelimesinden mi, yoksa Peygamber Efendimiz S.A.V. devrinde sof (yün) elbiseler giyildiği için, sof kelimesinden mi geldiği hiç mi hiç önemli değil. Ama çok önemli görülen şeyler var:
1. Tasavvuf Kur’ân-ı Kerim’in bütünü ile amel etmektir. Kur’ân-ı Kerim’in sadece fizik vücudumuzu alâkadar eden âyetleri ile değil, nefsimizi ve ruhumuzu vazifeli kılan âyetleri ile de amel etmektir.
2. Tasavvuf, Peygamber Efendimiz S.A.V. ve sahâbenin yaşadıklarını yaşamaktır. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler ve onlara tâbî olanların da yaşadıkları hayat da tasavvuftu.
3. Tasavvuf, Allah’ın bize tevdi ettiği 3 emaneti de (Ruh, Fizik vücut ve Nefs) Allah’a teslim etmektir. İrşad’a ulaşmaktır. Bu ise İslâm olmaktır.
İslâm kelimesinin ilk muhtevası tek Allah’a inanmak, ikinci muhtevası teslim, üçüncü muhtevası ise sulh ve sükûndur. Kim İslâm olmak şerefine ulaşmışsa, o kişi üç açıdan sonsuz saadete erişmiş olur.
1. İç âlemde, ruhun bütün hasletleri nefse geçtiği için sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü artık nefs ve ruh arasında çatışma yoktur.
2. Dış âlemdekilerle sulh ve sukûna ulaşılmıştır. Çünkü nefsin afetleri artık yoktur ki diğer insanlarla anlaşmazlıklar olsun.
3. Allah’u Tealâ Hz. ile en iyi ilişki kurulmuştur. Yüce Rabbimizin her emri yerine getirilmekte ve her nehyinden kaçınılmaktadır. Artık nefsin sahip olduğu faziletler (yani ruhun hasletleri) emirleri yapmaya büyük arzu duymakta, nehiyleri (yasakları) ise hiç işlememektedir. Çünkü nefsteki yasakları talep eden afetlerin hepsi yok olmuştur.
Görülüyor ki İslâm bir sonsuz saadetin (Fussilet-35), hazzül aziymin oluşması için ulaşılması gereken bir merhaledir.
Allah insanlardan başka yarattığı her şeyi insan için yarattığı cihetle (Casiye-13) en çok insanı sevmektedir. En çok sevdiği mahlûkunun mutlu olmasını istemesi ise tam olarak yerli yerine oturmaktadır. İşte bu sebeple Allah, insanın irşada ulaşmasını emretmektedir (Bakara-186, Şura-47). Çünkü ancak irşada ulaşan kişi İslâma ulaşmıştır, ve de sonsuz mutluluğa ulaşmıştır. İnsan-ı Kâmil olmanın son aşamasına varmıştır. Saadet açısından insan-ı kâmil olmuştur. Velâyetin kademeleri olan ,
1. Fenâ (Ruhun Allah’a teslimi)
2. Bekâ
3. Zühd
4. Teslim (Vechin, fizik vücudun teslimi, muhsin olmak)
5. Ulûl Elbab
6. İhlâs kademeleri tamamlanmıştır.
İnsan-ı kâmil olmanın ikinci ve asıl muhtevası “İrşad edebilme” yeteneğidir. Bu yetenek, insanın kendisinde mevcut olduğu kanaatinde olması ile mevcut olmaz. “Mürşid” olabilmek, ihlâs’a ulaştıktan sonra, Tövbe-i Nasuh’a (Tahrim-8) Allah’u Zülcelâl Hz. tarafından davet edilmek ve yüce Rabbimiz tarafından salâha ulaştığının tebliğ edilmesi ile gerçekleşir. Ve gönül gözü açık olanlar onun başının üzerindeki nuru görürler (Tahrim-8).
Unutulmamalıdır ki daha hikmetin ilk kademesi olan “Ulûl Elbab” (Lübb-ün sahibi olmak) kademesinden başlayarak son üç kademede (daimî zikir) “zikri daim” asıldır (Al-i İmran-190,191). Salâhta ise “zikri külli” (vücudun bütün azalarının Allah’ı zikri) esastır.
7. Böylece salâh kademesi (7. kademe) oluşur. Salâh’ın son üç kademesinden ilk ikisinde, iradenin Allah’a bağlanması ve ref edilmesi yaşanır. Salâhın son kademesinde ise Allah her devirde sadece bir kişiyi tasarrufu altına alır.
Görülüyor ki sadece fizik cesedimize ait vazifelerin değil, nefsimize ait ve ruhumuza ait vazifelerin de ifa edilmesi farz kılınmıştır. Bu ise Allah ile kul arasındaki ilişkiler açısından kitabın bütününe tâbi olmaktır (Al-i İmran-119). Bu açıdan kitabın bütününe tâbî olmak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmaktır. İslâm olmak ise, gördük ki ancak Kur’ân-ı Kerim’in bütününe tâbî olmakla gerçekleşebiliyor.
Kitabın bütününe tâbî olmak ruhun, fizik vücudun ve nefsin, bize verilen 3 emanetin de Allah’a teslim edilmesidir. Bu 3 emanetin, Allah’a teslimi işlemi ise Tasavvuftur. Peygamber Efendimiz ve sahabenin ulaştıkları merhaledir ve yaşadıkları hayattır, İslâm şerefine ermektir. Tasavvuf ; Allah’a teslim olmak, İslâm’ı, Kur’ândaki İslâm’ı yaşamaktır. Tasavvuf, İslâm’ın hayata geçirilmesidir.
Öyleyse İslâm = Tasavvuftur.
Madem ki Allah irşadı farz kılmıştır (Bakara-186 ve Şura-47); İrşad 3 cesedin de Allah’a teslimidir, İslâm olmaktır, tasavvuftur.
Teslim farzdır.
İslâm farzdır.
Öyleyse Tasavvuf farzdır.
TASAVVUF FARZDIR
Demek ki Tasavvuf zamanımızda yeterli görülen İslâmın zaruri 5 şartının ötesinde birçok fantaziyi de gerektiren lüzumsuz bir faaliyet değil, İslâmın ta kendisidir.
İslâmın 5 şartı ise hiç kimseyi kurtarmaya yetmez.
İslâmın 5 şartı yapılması emredilenlerin sadece küçük bir bölümüdür.
Ayrıca hiçkimse farzların bir kısmını yok saymak yetkisinde değildir.
Bu gün hercümerc içinde bulunan dünya insanının mutluluğa ulaşması ise ancak Tasavvuf ile Kur’ândaki İslamı yaşamakla mümkün olacaktır.
Allah’ın bütün insanların kalbinde nurunu tamamlayacağı günlere ulaşmamız temennisi ile (Saf-8) bu kitabı dikkat nazarlarınıza sunarken, Yüce Rabbimize, bize bu hizmeti nasip kılmasından dolayı sonsuz şükür ve hamd ederiz.