Kur'ân-ı Kerim, bir saadet davetiyesidir. Mutluluk; Osmanlıca adıyla saadet...
Saadet; bir insanın mutlaka ulaşması lâzım gelen bir hedeftir. Herkes mutlu olmak ve huzur içinde bir yaşam sürmek ister.
Saadet, İstanbul'un eski adıydı. İstanbul'a Osmanlı devrinde "Dersaadet" denir. Dersaadet; Saadet Dergâhı'nın kısaltılmış hüviyeti. "Asitane" denirdi İstanbul'a. Başkent, Asitane. Nasıl hayran olmazsınız Osmanlı'ya? Dünyada bir taneydiler. Adaletin mutlak sahipleriydi. Allah'ın "El Hakk" ve "El Adl" esmaları devreye gireceği için, adaletin zedelenmesine, haksızlığa asla müsade etmezdi Osmanlı. Hangi şartların içinde olursa olsun, mutlaka müdahale ederdi.
Osmanlı en az 400 yıl, dünya üzerinde bir adalet sembolüydü. Devlet-i Ebedmüddet'in, Devlet-i Âliye'nin bir ismi vardı: Nizâm-ı Âlem. Âleme nizam veren, âleme yön veren, âlemin nizamından sorumlu Osmanlı.
Dünya üzerindeki saadetin temsilcisi Osmanlı'ydı. Acaba nedir mutluluk? Mutluluk bir fenomendir, vetiredir, bir yaşam sonucudur, güzelliği hissedebilmektir ve mutluluk herşeyden evvel kavgayı bitirmektir.
Diyeceksiniz ki; mutluluk kavgayı bitirmekse, haksızlığın görüldüğü her yerde de Osmanlı kavgaya giriyorsa bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Osmanlı'nın savaşları hep o mutluluğu engelleyen faktörlerin devreden çıkartılması için zarurî savaşlardı. Öyle bir nizam düşünün ki; o nizamda adalet vardı, o nizamda hakkın mutlak olarak korunması söz konusuydu. Üstün olan daima haklının haklı olduğu idi, kuvvetlinin değil.
Peki günümüzde ne olmuş? Bizim ülkemiz de dahil olmak üzere, her yerde kim kuvvetliyse o hakim. Bu kuvvetli, iki sınıftan birisini temsil ediyorsa karşı sınıfı ezmek için mevcuttur. Zamanımız bir adaletsizlikler devridir. Sizlerle bütün adaletsizliklerin yok olacağı bir güne ulaşacağız. O gün adalet, o gün hak bir güneş olarak doğacaktır. Kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır.
Hidayetin temelinde adalet ve hak vardır. Öyle devirler geçirdik ki; adaletsizlik bütün boyutlarıyla vardı. En kötüsü ne biliyor musunuz? Adaleti temsil edenlerin adalet yerine adaletsizlik dağıtması.
Osmanlı buna müsade etmezdi. Osmanlı Kadısı, adaletin tam temsilcisiydi. Şu anda adalet mekanizması, adaletin tamamen tersini îfa eder hüviyette. Osmanlı ne yapardı? Osmanlı'nın içinde her dîn vardı. Ateşe tapanlardan tutun, bütün dînler...
Hristiyanlık, Yahudilik, İslâm, Budizm... Osmanlı hangi dîn olursa olsun bütün dînlere saygı duyardı. O dînin mensuplarının kendi dînlerine ait ibadetlerini yapabilmeleri için devlet yardım ederdi onlara. Bilirdi ki; dîn mutluluğun mutlak parçasıdır; ama dînler yanlışmış; olabilir. O insanlar o yanlışa inanıyorlarsa, onun gereğini yapmaları onların hakkıdır diye düşünürdü Osmanlı. Ve Osmanlı'nın bitirdiği imparatorluk düzeninde tam 28 tane bugün mevcut olan devlet yaşıyordu, Osmanlı hakimiyeti altında. Hiçbir devlet, hiçbir ülke başka bir ülkeyle savaş halinde değildi, Osmanlı var oldukça. Şimdi dünyanın her tarafında savaş var.
Herşey öylesine güzel ki; Allahû Tealâ'ya nasıl hayran olmazsınız? Ne hale getirmişiz kendimizi kendi ülkemizde biliyor musunuz? Herkes birbiriyle kavgalı. Herkes enerjisini başka birinin tükenmesi için sarf ediyor. Oysa ki; enerjilerimizi birleştirebilsek, hep birlikte hareket etsek, bir açıda aklımızı kullanabilsek çok şeyleri halledebileceğiz.
Mutluluk hiç de zor elde edilen bir faktör değildir;
Yeter ki insanlar bir kul olduklarını, bir yaratık olduklarını, Yaratıcı'nın kendileri için tayin ettiği hedefi yakalamakla vazifeli olduğunu, bununsa mutluluk olduğunu idrak etmeleri mümkün olsun. Eğer hâl böyleyse o zaman kanunu koymak lâzım. Kanun ne? Allah kâinatı yaratan, bizi de yaratandır.
Allah bizden sadece mutlu olmamızı istiyor. Kanunlarını buna göre düzenletmiş. Diyor ki: "Ben insanı hanif fıtratıyla yarattım."
30/RUM-29: Belittebeallezîne zalemû ehvâehum bi gayri ilm(ilmin), fe men yehdî men adallallâh(adallallâhu), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
Evet; zalimler, hiçbir ilme sahip olmadan hevalarına (nefslerinin arzularına) tâbî oldular. Allah'ın dalâlete düşürdüğünü, kim hidayete erdirebilir. Onlar için bir yardımcı yoktur.
30/RUM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataren nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyim(kayyimu), ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) dön (Allah'a ulaş) ve O'na (Allah'a karşı) takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.
Yani Âdem (A.S)'dan başlayan insan hayatının sahibi kılınan insandır ve sadece bir tek dîn insana verilmiştir: Hanif dîni. Ve insanın vücudu da nefsiyle, ruhuyla, fizik vücuduyla sadece o tek dîni yaşamak üzere dizayn edilmiştir.
Hanif fıtratıyla yaratılan insanlar hanif dînini, sadece hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratılmışlardır ve ne dîn değişecektir, ne de insanın o dîni. Sadece o dîni yaşamaya müsait olan yapısı değişecektir. Öyleyse böyle bir dizaynda, herşey çok açık değil mi? Sadece hanif dînini yaratmış.
Peygamber Efendimiz (SAV)'e de diyor ki: "Kendini hanif olarak vechini dîne ikame et. Hanif dînine ki; Biz bütün insanları o dîni yaşayabilecek olan hanif fıtratıyla yarattık." Başka bir âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: "Sana Hazreti İbrahim'in hanif dînini yaşa diye vahyettik, hanif ol diye vahyettik."
3 temel esasa dayanır hanif dîni:
1- Tek Allah'a inanmak,
2- Allah'ın etrafında tek bir cemaat oluşturmak,
3- Allah'a teslim olmak.
İşte bu kadar. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah'a teslim etmek. Üçü de mutluluğun temelini teşkil eder. Tek Allah'a inanmak, tek bir cemaat oluşturmak ve bu minval üzre yaşamak. Allah'a teslim olmak üzere yaşamak. İşte bu üç tane temel faktör hanif dîninin, Arapça adıyla İslâm dîninin temelini teşkil eder.
Düşünün ki; aradan sadece 14 asır geçmiş. Dînin adı İslâm ve tatbikatta kalan şey: Teslimle en ufak bir ilişkisi olmayan 5 tane esasa dîni bağlamış insanlar ve bununla avunuyorlar, bunun dışında kim bir şey söylerse, o düşman ilan ediliyor.
Böyle bir müessesede mutluluk nerede derseniz; mutluluk son faktörün içinde; TESLİMDE. Ruhunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman, dünya mutluluğunun yarısını mutlaka elde edersiniz. Yeter mi? Yetmez, daha öteye de geçersiniz. Burası 3. kat cennetin size teslim edileceği yerdir. Fizik vücudunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman, dünya saadetiniz %80'e ulaşır. Cennet mutluluğunuzsa daha üst kattaki 4. kat cennetin sahibi kılar sizi.
Daimî zikre ulaştığınız zaman 5. kat cennet, nefsinizin Allah'a teslimi, dünya saadetinin %100'ü. İrşada ulaştığınız zaman 6. kat cennet, dünya saadetinin %100'ü. İradenizi de Allah'a teslim ettiğiniz zaman 7. kat cennet ve dünya saadetinin gene %100'ü.
Mutluluk mu? Mutluluk bir sulh ve sukûn halidir. Cennette öyle olacak insanlar. Birbirleriyle kavga etmek gereğini hiç duymayan insanlar. Birbirleriyle en güzel standartlar içinde yaşayan, sonsuza kadar mutlulukla yaşayacak olan insanlar. Herşeyin en güzel standartlarda emirlerinde olduğu insanlar...
Saadet; bir insanın mutlaka ulaşması lâzım gelen bir hedeftir. Herkes mutlu olmak ve huzur içinde bir yaşam sürmek ister.
Saadet, İstanbul'un eski adıydı. İstanbul'a Osmanlı devrinde "Dersaadet" denir. Dersaadet; Saadet Dergâhı'nın kısaltılmış hüviyeti. "Asitane" denirdi İstanbul'a. Başkent, Asitane. Nasıl hayran olmazsınız Osmanlı'ya? Dünyada bir taneydiler. Adaletin mutlak sahipleriydi. Allah'ın "El Hakk" ve "El Adl" esmaları devreye gireceği için, adaletin zedelenmesine, haksızlığa asla müsade etmezdi Osmanlı. Hangi şartların içinde olursa olsun, mutlaka müdahale ederdi.
Osmanlı en az 400 yıl, dünya üzerinde bir adalet sembolüydü. Devlet-i Ebedmüddet'in, Devlet-i Âliye'nin bir ismi vardı: Nizâm-ı Âlem. Âleme nizam veren, âleme yön veren, âlemin nizamından sorumlu Osmanlı.
Dünya üzerindeki saadetin temsilcisi Osmanlı'ydı. Acaba nedir mutluluk? Mutluluk bir fenomendir, vetiredir, bir yaşam sonucudur, güzelliği hissedebilmektir ve mutluluk herşeyden evvel kavgayı bitirmektir.
Diyeceksiniz ki; mutluluk kavgayı bitirmekse, haksızlığın görüldüğü her yerde de Osmanlı kavgaya giriyorsa bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Osmanlı'nın savaşları hep o mutluluğu engelleyen faktörlerin devreden çıkartılması için zarurî savaşlardı. Öyle bir nizam düşünün ki; o nizamda adalet vardı, o nizamda hakkın mutlak olarak korunması söz konusuydu. Üstün olan daima haklının haklı olduğu idi, kuvvetlinin değil.
Peki günümüzde ne olmuş? Bizim ülkemiz de dahil olmak üzere, her yerde kim kuvvetliyse o hakim. Bu kuvvetli, iki sınıftan birisini temsil ediyorsa karşı sınıfı ezmek için mevcuttur. Zamanımız bir adaletsizlikler devridir. Sizlerle bütün adaletsizliklerin yok olacağı bir güne ulaşacağız. O gün adalet, o gün hak bir güneş olarak doğacaktır. Kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktır.
Hidayetin temelinde adalet ve hak vardır. Öyle devirler geçirdik ki; adaletsizlik bütün boyutlarıyla vardı. En kötüsü ne biliyor musunuz? Adaleti temsil edenlerin adalet yerine adaletsizlik dağıtması.
Osmanlı buna müsade etmezdi. Osmanlı Kadısı, adaletin tam temsilcisiydi. Şu anda adalet mekanizması, adaletin tamamen tersini îfa eder hüviyette. Osmanlı ne yapardı? Osmanlı'nın içinde her dîn vardı. Ateşe tapanlardan tutun, bütün dînler...
Hristiyanlık, Yahudilik, İslâm, Budizm... Osmanlı hangi dîn olursa olsun bütün dînlere saygı duyardı. O dînin mensuplarının kendi dînlerine ait ibadetlerini yapabilmeleri için devlet yardım ederdi onlara. Bilirdi ki; dîn mutluluğun mutlak parçasıdır; ama dînler yanlışmış; olabilir. O insanlar o yanlışa inanıyorlarsa, onun gereğini yapmaları onların hakkıdır diye düşünürdü Osmanlı. Ve Osmanlı'nın bitirdiği imparatorluk düzeninde tam 28 tane bugün mevcut olan devlet yaşıyordu, Osmanlı hakimiyeti altında. Hiçbir devlet, hiçbir ülke başka bir ülkeyle savaş halinde değildi, Osmanlı var oldukça. Şimdi dünyanın her tarafında savaş var.
Herşey öylesine güzel ki; Allahû Tealâ'ya nasıl hayran olmazsınız? Ne hale getirmişiz kendimizi kendi ülkemizde biliyor musunuz? Herkes birbiriyle kavgalı. Herkes enerjisini başka birinin tükenmesi için sarf ediyor. Oysa ki; enerjilerimizi birleştirebilsek, hep birlikte hareket etsek, bir açıda aklımızı kullanabilsek çok şeyleri halledebileceğiz.
Mutluluk hiç de zor elde edilen bir faktör değildir;
Yeter ki insanlar bir kul olduklarını, bir yaratık olduklarını, Yaratıcı'nın kendileri için tayin ettiği hedefi yakalamakla vazifeli olduğunu, bununsa mutluluk olduğunu idrak etmeleri mümkün olsun. Eğer hâl böyleyse o zaman kanunu koymak lâzım. Kanun ne? Allah kâinatı yaratan, bizi de yaratandır.
Allah bizden sadece mutlu olmamızı istiyor. Kanunlarını buna göre düzenletmiş. Diyor ki: "Ben insanı hanif fıtratıyla yarattım."
30/RUM-29: Belittebeallezîne zalemû ehvâehum bi gayri ilm(ilmin), fe men yehdî men adallallâh(adallallâhu), ve mâ lehum min nâsırîn(nâsırîne).
Evet; zalimler, hiçbir ilme sahip olmadan hevalarına (nefslerinin arzularına) tâbî oldular. Allah'ın dalâlete düşürdüğünü, kim hidayete erdirebilir. Onlar için bir yardımcı yoktur.
30/RUM-30: Fe ekim vecheke lid dîni hanîfâ(hanîfen), fıtratallâhilletî fataren nâse aleyhâ, lâ tebdîle li halkıllâh(halkıllâhi), zâliked dînul kayyim(kayyimu), ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya'lemûn(ya'lemûne).
Hanif olarak kendini dîn için ikame et, Allah'ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları hanif fıtratıyla yaratmıştır. Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyim olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) dön (Allah'a ulaş) ve O'na (Allah'a karşı) takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.
Yani Âdem (A.S)'dan başlayan insan hayatının sahibi kılınan insandır ve sadece bir tek dîn insana verilmiştir: Hanif dîni. Ve insanın vücudu da nefsiyle, ruhuyla, fizik vücuduyla sadece o tek dîni yaşamak üzere dizayn edilmiştir.
Hanif fıtratıyla yaratılan insanlar hanif dînini, sadece hanif dînini yaşayabilecek olan özelliklerle yaratılmışlardır ve ne dîn değişecektir, ne de insanın o dîni. Sadece o dîni yaşamaya müsait olan yapısı değişecektir. Öyleyse böyle bir dizaynda, herşey çok açık değil mi? Sadece hanif dînini yaratmış.
Peygamber Efendimiz (SAV)'e de diyor ki: "Kendini hanif olarak vechini dîne ikame et. Hanif dînine ki; Biz bütün insanları o dîni yaşayabilecek olan hanif fıtratıyla yarattık." Başka bir âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki: "Sana Hazreti İbrahim'in hanif dînini yaşa diye vahyettik, hanif ol diye vahyettik."
3 temel esasa dayanır hanif dîni:
1- Tek Allah'a inanmak,
2- Allah'ın etrafında tek bir cemaat oluşturmak,
3- Allah'a teslim olmak.
İşte bu kadar. Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi Allah'a teslim etmek. Üçü de mutluluğun temelini teşkil eder. Tek Allah'a inanmak, tek bir cemaat oluşturmak ve bu minval üzre yaşamak. Allah'a teslim olmak üzere yaşamak. İşte bu üç tane temel faktör hanif dîninin, Arapça adıyla İslâm dîninin temelini teşkil eder.
Düşünün ki; aradan sadece 14 asır geçmiş. Dînin adı İslâm ve tatbikatta kalan şey: Teslimle en ufak bir ilişkisi olmayan 5 tane esasa dîni bağlamış insanlar ve bununla avunuyorlar, bunun dışında kim bir şey söylerse, o düşman ilan ediliyor.
Böyle bir müessesede mutluluk nerede derseniz; mutluluk son faktörün içinde; TESLİMDE. Ruhunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman, dünya mutluluğunun yarısını mutlaka elde edersiniz. Yeter mi? Yetmez, daha öteye de geçersiniz. Burası 3. kat cennetin size teslim edileceği yerdir. Fizik vücudunuzu Allah'a teslim ettiğiniz zaman, dünya saadetiniz %80'e ulaşır. Cennet mutluluğunuzsa daha üst kattaki 4. kat cennetin sahibi kılar sizi.
Daimî zikre ulaştığınız zaman 5. kat cennet, nefsinizin Allah'a teslimi, dünya saadetinin %100'ü. İrşada ulaştığınız zaman 6. kat cennet, dünya saadetinin %100'ü. İradenizi de Allah'a teslim ettiğiniz zaman 7. kat cennet ve dünya saadetinin gene %100'ü.
Mutluluk mu? Mutluluk bir sulh ve sukûn halidir. Cennette öyle olacak insanlar. Birbirleriyle kavga etmek gereğini hiç duymayan insanlar. Birbirleriyle en güzel standartlar içinde yaşayan, sonsuza kadar mutlulukla yaşayacak olan insanlar. Herşeyin en güzel standartlarda emirlerinde olduğu insanlar...