1. Kureyşliler yüzyıllardan beri putperest idiler. Atalarını taklit ederek onların yolundan gitmek Araplar arasında vazgeçilmez bir esastı. Bu sebeple putperestliği terkedip yeni dine girmeyi içlerine sindiremiyorlardı. Basiretleri bozulmuş, hakikati göremez olmuşlardı. "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter." diye karşı koyuyorlardı.
Bundan dolayı Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Onlara: 'Allah'ın indirdiği Kitab'a ve Peygamber'e gelin!' denildiği zaman: 'Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter!' derler.
Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?" (Mâide: 104)
Ataları kara câhil ve sapık kimseler olsalar bile, yine bu iddiâda mı bulunacaklar? Yine böyle mi diyecekler?
Kâbetullah, çevresine dikilen üç yüz altmış put ile bir puthane halini almıştı. Bu putlardan başka, her âilenin kendi evinde taptığı hususi bir put da vardı. Resulullah Aleyhisselâm ise hatıra gönüle bakmaksızın onların bu putperestliğini yeriyor, sapıklık üzerinde ölüp gitmiş olan baba ve atalarının da cehennemlik olduklarını söylemekten çekinmiyordu.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurarak onların durumlarını bildirmiştir:
"Onlara: 'Allah'tan başka ilâh yoktur.' denildiği zaman büyüklük taslarlardı." (Sâffât: 35)
"'Cinlenmiş bir şâirin hatırı için biz ilâhlarımızı terk mi edeceğiz?' derlerdi." (Sâffât: 36)
Her ne pahasına olursa olsun, putlarına tapınmaya devam edeceklerini savunurlardı.
"Hayır! Doğrusu o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri de doğrulamıştı." (Sâffât: 37)
Böyle bir zâtın delilikle ve şâirlikle ne ilgisi olabilir?
"Şüphesiz ki siz o pek acıklı azabı tadacaksınız." (Sâffât: 38)
Cehennemin o şiddetli azâbından aslâ kurtulamayacaksınız.
"Ve ancak kendi yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz." (Sâffât: 39)
Yoksa Allah-u Teâlâ hiç kimseyi yoktan yere cezalandırmaz.
2. Müşrikler put imal ediyorlar, yaptıkları putları Kâbe'ye ziyarete gelenlere satıp ticaret yapıyorlardı.
İslâm dini gelince putlara tapınmayı, onların yapılmasını ve satılmasını yasakladı. Put ticareti yapan kimseler, bu sebeple çıkarları yüzünden İslâm'a cephe aldılar.
3. Kâbe'nin orada bulunması sebebiyle Mekke şehri dini bir merkez durumunda idi. Her yıl oraya Hacc mevsiminde Hacc için, diğer zamanlarda Umre için her taraftan akın akın gelinirdi.
Kâbe-i muazzama ile ilgili Hicâbe, Sikâye, Rifâde gibi dini hizmetler kabilelerin ulularına verilmiş bulunuyordu. Babadan oğula geçen bu hizmetler, kendilerine hem büyük nüfuz, hem de büyük maddî menfaatler sağlamakta idi.
Putlara tapma işi terkedilince Mekke'ye ziyarete gelenlerin kesileceğini, ticari durumlarının sarsılacağını zannediyorlardı.
4. Resulullah Aleyhisselâm hiç kimseden çekinmeden, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan; müşriklerin kötülüklerini ortaya döken Âyet-i kerime'leri yüzlerine çarparcasına okuyordu.
"Resul'üm! Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, söz götürüp getiren, iyiliği engelleyen, haddi aşan, günahkâr, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, çok mal ve oğulları vardır diye sakın itaat ve iltifat etme!" (Kalem: 10-14)
Görünüşteki iyi hâllere hiçbir zaman itibar edilmez. Onların aslı ve asaleti işte budur.
"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: 'Eskilerin masallarıdır!' der." (Kalem: 15)
Eski kitaplardan alıp yazdırdığı evhamına kapıldı. Allah kelâmı ile geçmişlerin hurafelerini ayıramayacak derecede bir sapıklığa düştü.
"Biz yakında onun burnuna damga vurup işaretleyeceğiz." (Kalem: 16)
Öyle zelil bir hâle getireceğiz ki, bu zilletini herkes görüp anlayacak.
Müşriklerin önde gelenleri, bu ve benzeri Âyet-i kerime'lerde sıralanan kötülüklerin hepsini veya bir kısmını kendisinde apaçık görüyor ve tedirgin oluyordu.
Nitekim Velid bin Muğire, anasının kendisini gayr-i meşru olarak doğurduğunu Kalem sûre-i şerif'inin 13. Âyet-i kerime'si ininceye kadar bilmiyordu.
5. Kabileler arasındaki üstünlük yarışı ve birbirlerini çekememezlik dâvâları da İslâm'a karşı mukavemetin sebebi olmuştur. Çünkü onlar peygamberlikle hükümdarlık arasındaki farkı anlayamıyorlardı.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Haşimoğulları kabilesi'nden peygamber olarak ortaya çıkmasıyla, onların kendilerine karşı ezici bir üstünlük sağlayacağını düşünerek telâşlanmışlardı. Nitekim Ebu Cehil bu husustaki duygusunu açıklamaktan kendisini alamamıştı.
6. Müşrikler kendileri için bir üstünlük tanımayan, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşit tutan ve:
"Allah katında en üstün olanınız, Allah'tan en çok korkanınızdır." (Hucurât: 13)
Diyen bir dini benimsemeye yanaşmadılar. Çünkü senlik-benlik dâvâları ciğerlerine işlemişti.
Halbuki Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvet ettiği din, efendi ile köleyi eşit tutuyordu. Kadınları lâyık oldukları seviyeye yükseltmişti.
İşte bu sebepledir ki, bu dine girmeye yanaşmadılar.
7. Bütün dünyada olduğu gibi Hicaz'da da kölelik yaygındı. Köle, efendisinin dini dışında başka bir dine inanamazdı.
İslâm gelince bir takım köleler müslüman oldular. Müşrikler ise kölelerin müslüman olmalarını kendilerine karşı bir isyan, Resulullah Aleyhisselâm'ı ise bu fitneyi körükleyen bir kimse olarak kabul ettiler.
8. Arap kabileleri arasında çok basit sebeplerden dolayı harpler çıkıyordu. Resulullah Aleyhisselâm onların putlarına ve bâtıl dinlerine karşı mücadeleye girişince, onlar için içlerindeki harp arzularını körükleyen bir zemin doğmuş oldu.
9. İslâmiyet insanların öldükten sonra tekrar dirileceklerini ve hesaba çekileceklerini bildirmiştir. Müşrikler ise insanın öldükten sonra tekrar dirileceğini, elinden kuvvet ve kudretinin alınıp, yaptıklarından hesaba çekileceğini söyleyen bu dini kabul etmeye yanaşmadılar.
10. Müşriklerin önde gelenlerinin kıt akıllarına göre, Kur'an-ı kerim inecek idiyse, ne diye nüfuzlu kimselerden, yaşlı ve zengin kimselerden birine inmemişti?
Nitekim Velid bin Muğire: "Ben Kureyşliler'in seyyidi ve büyüğü olduğum halde, nasıl bana inmez de Muhammed'e vahiy iner?" diyordu.
Bazıları da Resulullah Aleyhisselâm'la karşılaştıklarında: "Allah senden başka peygamber gönderecek kimse bulamadı mı?" diye alay ediyorlardı.
Kaynak
Bundan dolayı Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurdu:
"Onlara: 'Allah'ın indirdiği Kitab'a ve Peygamber'e gelin!' denildiği zaman: 'Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter!' derler.
Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?" (Mâide: 104)
Ataları kara câhil ve sapık kimseler olsalar bile, yine bu iddiâda mı bulunacaklar? Yine böyle mi diyecekler?
Kâbetullah, çevresine dikilen üç yüz altmış put ile bir puthane halini almıştı. Bu putlardan başka, her âilenin kendi evinde taptığı hususi bir put da vardı. Resulullah Aleyhisselâm ise hatıra gönüle bakmaksızın onların bu putperestliğini yeriyor, sapıklık üzerinde ölüp gitmiş olan baba ve atalarının da cehennemlik olduklarını söylemekten çekinmiyordu.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'lerinde şöyle buyurarak onların durumlarını bildirmiştir:
"Onlara: 'Allah'tan başka ilâh yoktur.' denildiği zaman büyüklük taslarlardı." (Sâffât: 35)
"'Cinlenmiş bir şâirin hatırı için biz ilâhlarımızı terk mi edeceğiz?' derlerdi." (Sâffât: 36)
Her ne pahasına olursa olsun, putlarına tapınmaya devam edeceklerini savunurlardı.
"Hayır! Doğrusu o, gerçeği getirmiş ve peygamberleri de doğrulamıştı." (Sâffât: 37)
Böyle bir zâtın delilikle ve şâirlikle ne ilgisi olabilir?
"Şüphesiz ki siz o pek acıklı azabı tadacaksınız." (Sâffât: 38)
Cehennemin o şiddetli azâbından aslâ kurtulamayacaksınız.
"Ve ancak kendi yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz." (Sâffât: 39)
Yoksa Allah-u Teâlâ hiç kimseyi yoktan yere cezalandırmaz.
2. Müşrikler put imal ediyorlar, yaptıkları putları Kâbe'ye ziyarete gelenlere satıp ticaret yapıyorlardı.
İslâm dini gelince putlara tapınmayı, onların yapılmasını ve satılmasını yasakladı. Put ticareti yapan kimseler, bu sebeple çıkarları yüzünden İslâm'a cephe aldılar.
3. Kâbe'nin orada bulunması sebebiyle Mekke şehri dini bir merkez durumunda idi. Her yıl oraya Hacc mevsiminde Hacc için, diğer zamanlarda Umre için her taraftan akın akın gelinirdi.
Kâbe-i muazzama ile ilgili Hicâbe, Sikâye, Rifâde gibi dini hizmetler kabilelerin ulularına verilmiş bulunuyordu. Babadan oğula geçen bu hizmetler, kendilerine hem büyük nüfuz, hem de büyük maddî menfaatler sağlamakta idi.
Putlara tapma işi terkedilince Mekke'ye ziyarete gelenlerin kesileceğini, ticari durumlarının sarsılacağını zannediyorlardı.
4. Resulullah Aleyhisselâm hiç kimseden çekinmeden, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan; müşriklerin kötülüklerini ortaya döken Âyet-i kerime'leri yüzlerine çarparcasına okuyordu.
"Resul'üm! Alabildiğine yemin eden, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, söz götürüp getiren, iyiliği engelleyen, haddi aşan, günahkâr, kaba ve haşin, bütün bunlardan sonra soysuzlukla damgalanmış kimselerden hiçbirine, çok mal ve oğulları vardır diye sakın itaat ve iltifat etme!" (Kalem: 10-14)
Görünüşteki iyi hâllere hiçbir zaman itibar edilmez. Onların aslı ve asaleti işte budur.
"Ona âyetlerimiz okunduğu zaman: 'Eskilerin masallarıdır!' der." (Kalem: 15)
Eski kitaplardan alıp yazdırdığı evhamına kapıldı. Allah kelâmı ile geçmişlerin hurafelerini ayıramayacak derecede bir sapıklığa düştü.
"Biz yakında onun burnuna damga vurup işaretleyeceğiz." (Kalem: 16)
Öyle zelil bir hâle getireceğiz ki, bu zilletini herkes görüp anlayacak.
Müşriklerin önde gelenleri, bu ve benzeri Âyet-i kerime'lerde sıralanan kötülüklerin hepsini veya bir kısmını kendisinde apaçık görüyor ve tedirgin oluyordu.
Nitekim Velid bin Muğire, anasının kendisini gayr-i meşru olarak doğurduğunu Kalem sûre-i şerif'inin 13. Âyet-i kerime'si ininceye kadar bilmiyordu.
5. Kabileler arasındaki üstünlük yarışı ve birbirlerini çekememezlik dâvâları da İslâm'a karşı mukavemetin sebebi olmuştur. Çünkü onlar peygamberlikle hükümdarlık arasındaki farkı anlayamıyorlardı.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Haşimoğulları kabilesi'nden peygamber olarak ortaya çıkmasıyla, onların kendilerine karşı ezici bir üstünlük sağlayacağını düşünerek telâşlanmışlardı. Nitekim Ebu Cehil bu husustaki duygusunu açıklamaktan kendisini alamamıştı.
6. Müşrikler kendileri için bir üstünlük tanımayan, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşit tutan ve:
"Allah katında en üstün olanınız, Allah'tan en çok korkanınızdır." (Hucurât: 13)
Diyen bir dini benimsemeye yanaşmadılar. Çünkü senlik-benlik dâvâları ciğerlerine işlemişti.
Halbuki Resulullah Aleyhisselâm'ın dâvet ettiği din, efendi ile köleyi eşit tutuyordu. Kadınları lâyık oldukları seviyeye yükseltmişti.
İşte bu sebepledir ki, bu dine girmeye yanaşmadılar.
7. Bütün dünyada olduğu gibi Hicaz'da da kölelik yaygındı. Köle, efendisinin dini dışında başka bir dine inanamazdı.
İslâm gelince bir takım köleler müslüman oldular. Müşrikler ise kölelerin müslüman olmalarını kendilerine karşı bir isyan, Resulullah Aleyhisselâm'ı ise bu fitneyi körükleyen bir kimse olarak kabul ettiler.
8. Arap kabileleri arasında çok basit sebeplerden dolayı harpler çıkıyordu. Resulullah Aleyhisselâm onların putlarına ve bâtıl dinlerine karşı mücadeleye girişince, onlar için içlerindeki harp arzularını körükleyen bir zemin doğmuş oldu.
9. İslâmiyet insanların öldükten sonra tekrar dirileceklerini ve hesaba çekileceklerini bildirmiştir. Müşrikler ise insanın öldükten sonra tekrar dirileceğini, elinden kuvvet ve kudretinin alınıp, yaptıklarından hesaba çekileceğini söyleyen bu dini kabul etmeye yanaşmadılar.
10. Müşriklerin önde gelenlerinin kıt akıllarına göre, Kur'an-ı kerim inecek idiyse, ne diye nüfuzlu kimselerden, yaşlı ve zengin kimselerden birine inmemişti?
Nitekim Velid bin Muğire: "Ben Kureyşliler'in seyyidi ve büyüğü olduğum halde, nasıl bana inmez de Muhammed'e vahiy iner?" diyordu.
Bazıları da Resulullah Aleyhisselâm'la karşılaştıklarında: "Allah senden başka peygamber gönderecek kimse bulamadı mı?" diye alay ediyorlardı.
Kaynak