sinang
New member
Ey müslüman kardeşler! Bugün ben de sizlere müslüman kim*senin vasıflarını anlatmağa çalışacağım. Yani şunu demek istiyorum ki müslüman olmak İçin, en azından ne gibi şartlar gereklidir. Bir kim*se en azından neler yapmalıdır ki, bu kimseye müslüman demek ka*bil ola.
KÂFİRLİK NEDİR VE MÜSLÜMANLIK NEDİR?
Müslümanlığın ne demek olduğunu öğrenmeden önce, kâfirliğin ne demek olduğunu bilmek gerek. O zaman müslümanlığı da öğren*miş olacağız. Kâfirlik şu demektir ki, bir kimse, Allah'a itaati bir ta*rafa bırakıp inkâr edip, her hangi bir yol tutup gide. Müslümanlık da şu demektir ki, insan yalnız ve mahza Allah'a kul olur, yalnız O'na itaat eder. Allah'ın emir buyurduğu hükümler emirler ve bildirilere muhalif bulunan herhangi bir şeye de inanmaz, kabul eylemez. Müs*lümanlıkla, kâfirliğin arasındaki bu farkı Kur'an-ı Kerim sarahatle şöyle beyan buyurmuştur. Nitekim buyuruluyor:
Allah'ın indirmiş bulunduğu ile hüküm etmeyen, böyleleri kâ*firlerdir. (Mâ'ide 14)
Burada hükm etmeyen veya hüküm vermeyen kelimesi var*dır. Bu hüküm, sizin bildiğiniz gibi, adliyede dava açılınca, dava ko*nusu olan meseleyi muhakeme ederek duruşma yapılarak hükme bağlamak meselesi değildir. Adliyenin davasını kitabullah'a uydur*mak da değildir. Burada hükm etmek aslında insanın, her kesin kendi yaşayışını tanzim ve tertib etmesi demektir. Yani herkes yaşa*yışını, Hak Teâla'nın ahkâmına göre tertibleyecek, ona göre bir yaşa*yış yolu tutup gidecektir. Her zaman, her yerde, çeşit çeşit mesele*lerle karşılaşılır, yiyecekleri tutun da her şeye kadar. Düşünülecek falan işi nasıl yapalım ki, Hakk'ın rızasına uygun olsun? Falan me*seleyi böyle mi etsek yoksa şöyle mi? Düşünecek. Falan alış verişte Hakk'ın hükmü nedir? Hakk'ın rızası nasıl bir alış veriş icab ettirir? Nasıl bir davranışa emir verilmiştir? Bütün yaşayış hususlarında Hak Teâla'nın kitabı ve O'nun Resulünün sünneti bize ışık tutmuştur. Baş*ka yollara gelince meselâ insan kendi nefsani isteklerine mağlûb ol*ması, yahut da dede babadan kalma yanlış yol tutması, yahut da her hangi birisinin keyfi olarak gösterdiği usule tabi olması doğru yol değildir. Bir kimse, Hak Teâla'nın ahkâmını Hak Teâla'nın kitabını bir tarafa bırakıp da herhangi bir şekilde kendi keyfine tabi olur, yahut da başkasının keyfine uyarsa, demek ki Hak Teâla'yı kabul etmiyor, kabul etmemenin de neticesi küfre kadar yol açar. Şimdi Hak Teâla'nın ahkâmını bırakmanın şekilleri vardır, bazı kimse ahkâmı tamamen bı*rakır, hiç birisini kabul etmez. Hatta Hak Teâla'nın kendisini de ka*bul etmez, işte böyle yapan kimse tam olarak dört başı mamur kâfir olur. Bazı kimse ise bazı hususlarda Hak Teâla'nın ahkâmını kabul eder, Hak Teâla'nın kendisini de kabul eder ama bazı hususları ken*di keyfine uydurur, yahut da dede babadan kalma yanlış yolu tercih eder. (Burada dede babadan kalma denen husus eski Hindu mez*heplerinden kalma hususlar demektir. Yanlış anlaşılmaya. Mtr.) Bu kimse de, yaptığı iş miktarınca küfr yolu tutmuş olur, bütün bütün kâfir olmaz. Bu şekilde tam kâfir, yarım kâfir, çeyrek kâfir, onda bir nisbetinde kâfir yirmide bir nisbetinde kâfir, yüzde bir, hatta binde bir hisse küfr yolu tutanlar olur.
İslâm ise ancak şudur ki, insan Hak Teâla'dan başkasına kul ol*maya. Nefsine kul olmaya. Yani kendi isteklerine, nefsani isteklere, kendi keyfine kul olmaya. Dede baba geleneklerine ve buna benzer şeylere kul olmaya. Her hangi bir hanedan, her hangi bir kabile reisi ve kabile ileri geleni veya kabileye kul olmaya. Falan mülk sahibi, fa*lan köy ağası, falan patron, falan tahsildar, falan macistreyte (İngiliz valisi ve idarecisi) kul olmaya. Yalnız Hak Teâla'ya kul ola ve Yal*nız Hakk'a kul olduğunu bile. Kur'an'da buyuruluyor:
Söyle: Ey kitap sahibleri, geliniz de bizimle sizin aranızda müşterek bulunan bir söz üzere birleşelim ki, Allah'dan başkasına ibâdet etmeyelim, ne de her hangi bir şeyle O'na ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim, işte dönerlerse, siz de söyleyin, şahid olun siz de ki, biz müslümanlanzdır. (Ali İmrân 64).
Yani: Ey Peygamber, Ehl-i Kitab'a söyle. Birincisi: Geliniz de siz de biz de her ikimiz de müştereken kabul etmiş bulunduğumuz bir hususta birleşelim. Şu hususta, siz diyorsunuz ki, Allah ve Peygam*ber hakkında biz de sizinle aynı şekilde düşünüyoruz, bunun için ge*liniz de Allah’tan başka kimseye ikimiz de kul olmayalım. Kendimi*zi Allah’tan başkasına kul kılmayalım. İkincisi: Allah'lık hususunda da, herhangi bir şekilde O'na ortak koşmayalım. Üçüncüsü: Allah'ı bir tarafa bırakarak, her hangi bir insan'ı, kendimize Mâlik ve Rabb kılmayalım. Yok bu üç meseleyi kabul etmez de dönerlerse, o zaman siz de söyleyin: Şahid olunuz ki, biz müslümanlarız. Yani bu üç mese*leye inanan kimseleriz. O'nun rızasını elde etmeğe çalışasın. O'nun ahkâmına bağlı bulunasın. Hüküm verdiklerini yapasın, men ettiklerini yapmayasın. Her işinde, her davranışında düşünesin. Hak Teâla ne gibi yol göstermiştir? Şunu düşünmeyesin ki, senin gönlün nasıl ister, keyfinin istediği nedir? Senin buna aklın nasıl erer? Yahut da dede babaların usulü neymiş? Yahut da kardeşlik, akrabalık, yakın*lık iktizası böyle yapılsa daha iyi isterse Hakk'ın rızasına uymasın? Ve yahut da şöyle düşünesin: Her kesin kıble saydığı Cenab-ı Mevlâyi Sahib (Yani Hoca Efendi Hazretleri) böyle buyurmuşlardır. Veya yine her kesin kıble tanıdığı falan Cenab-ı Pir Sahib (Şeyh Efendi) Haz*retleri de şöyle buyurmuşlardır. Veya falan beyefendinin isteği böyle*dir, feşmekân beyefendi, feşmekân Hoca efendi de şöyle istiyor? Şimdi siz Hak Teâla'nın ahkâmını, bir tarafa bırakıp da kendi keyfini*ze tabi olursanız veya şunun bunun dediğine falan hocanın, falan şeyhin, feşmekân beyefendinin sözünü dinleyecek olursanız, o za*man, demek ki siz Hak Teâla'ya gizlice ortak koşmuşsunuz. Bu gibi kelimeleri de getirip, derece itibarı ile Hak Teâla ile aynı seviyeye çıkarmış olursunuz. Şunu da bilmek gerek ki, hükm etmek, Malik bulunmak mahza Hak Teâla'nın hakkıdır, kimsenin hakkı değildir.
İşte «hükm» yalnız Allah'ındır. (En'am 57)
Kulluk edilecek varlık yalnız o varlıktır ki, sizi yoktan var etmiş*tir, sizi yaratmıştır. Kendi kudretiyle size yaşayış bağışlamıştır. Yerin ve göğün ve her ne varsa hepsinin de itaat ettiği varlık. Ancak ona kul olmak gerekir. Hiç gördünüz müydü, bir taş başka bir taşa kul olur mu? Bir taş başka bir taşa ibadet eder mi? Her hangi bir ağaç başka bir ağaca kul olur mu? Bir ağac başka bir ağaca ibadet eder mi? Yahut da her hangi bir hayvan başka bir hayvana kul olur mu? Başka bir hayvana ibâdet eder mi? Şimdi siz taşlardan, ağaçlardan, hayvanlardan pek çok daha üstün bir varlıksınız, neden Hak Teâla'yı bırakıp da kendiniz gibi her hangi bir adama kul olursunuz? Her han*gi bir adama ibâdet edersiniz? İşte yukarıda Kur'an-ı Kerimin iki ayet-i celilesinden anlaşılan husus da budur. Kur'an, bunu beyan bu*yurmuştur.
KÂFİRLİK NEDİR VE MÜSLÜMANLIK NEDİR?
Müslümanlığın ne demek olduğunu öğrenmeden önce, kâfirliğin ne demek olduğunu bilmek gerek. O zaman müslümanlığı da öğren*miş olacağız. Kâfirlik şu demektir ki, bir kimse, Allah'a itaati bir ta*rafa bırakıp inkâr edip, her hangi bir yol tutup gide. Müslümanlık da şu demektir ki, insan yalnız ve mahza Allah'a kul olur, yalnız O'na itaat eder. Allah'ın emir buyurduğu hükümler emirler ve bildirilere muhalif bulunan herhangi bir şeye de inanmaz, kabul eylemez. Müs*lümanlıkla, kâfirliğin arasındaki bu farkı Kur'an-ı Kerim sarahatle şöyle beyan buyurmuştur. Nitekim buyuruluyor:
Allah'ın indirmiş bulunduğu ile hüküm etmeyen, böyleleri kâ*firlerdir. (Mâ'ide 14)
Burada hükm etmeyen veya hüküm vermeyen kelimesi var*dır. Bu hüküm, sizin bildiğiniz gibi, adliyede dava açılınca, dava ko*nusu olan meseleyi muhakeme ederek duruşma yapılarak hükme bağlamak meselesi değildir. Adliyenin davasını kitabullah'a uydur*mak da değildir. Burada hükm etmek aslında insanın, her kesin kendi yaşayışını tanzim ve tertib etmesi demektir. Yani herkes yaşa*yışını, Hak Teâla'nın ahkâmına göre tertibleyecek, ona göre bir yaşa*yış yolu tutup gidecektir. Her zaman, her yerde, çeşit çeşit mesele*lerle karşılaşılır, yiyecekleri tutun da her şeye kadar. Düşünülecek falan işi nasıl yapalım ki, Hakk'ın rızasına uygun olsun? Falan me*seleyi böyle mi etsek yoksa şöyle mi? Düşünecek. Falan alış verişte Hakk'ın hükmü nedir? Hakk'ın rızası nasıl bir alış veriş icab ettirir? Nasıl bir davranışa emir verilmiştir? Bütün yaşayış hususlarında Hak Teâla'nın kitabı ve O'nun Resulünün sünneti bize ışık tutmuştur. Baş*ka yollara gelince meselâ insan kendi nefsani isteklerine mağlûb ol*ması, yahut da dede babadan kalma yanlış yol tutması, yahut da her hangi birisinin keyfi olarak gösterdiği usule tabi olması doğru yol değildir. Bir kimse, Hak Teâla'nın ahkâmını Hak Teâla'nın kitabını bir tarafa bırakıp da herhangi bir şekilde kendi keyfine tabi olur, yahut da başkasının keyfine uyarsa, demek ki Hak Teâla'yı kabul etmiyor, kabul etmemenin de neticesi küfre kadar yol açar. Şimdi Hak Teâla'nın ahkâmını bırakmanın şekilleri vardır, bazı kimse ahkâmı tamamen bı*rakır, hiç birisini kabul etmez. Hatta Hak Teâla'nın kendisini de ka*bul etmez, işte böyle yapan kimse tam olarak dört başı mamur kâfir olur. Bazı kimse ise bazı hususlarda Hak Teâla'nın ahkâmını kabul eder, Hak Teâla'nın kendisini de kabul eder ama bazı hususları ken*di keyfine uydurur, yahut da dede babadan kalma yanlış yolu tercih eder. (Burada dede babadan kalma denen husus eski Hindu mez*heplerinden kalma hususlar demektir. Yanlış anlaşılmaya. Mtr.) Bu kimse de, yaptığı iş miktarınca küfr yolu tutmuş olur, bütün bütün kâfir olmaz. Bu şekilde tam kâfir, yarım kâfir, çeyrek kâfir, onda bir nisbetinde kâfir yirmide bir nisbetinde kâfir, yüzde bir, hatta binde bir hisse küfr yolu tutanlar olur.
İslâm ise ancak şudur ki, insan Hak Teâla'dan başkasına kul ol*maya. Nefsine kul olmaya. Yani kendi isteklerine, nefsani isteklere, kendi keyfine kul olmaya. Dede baba geleneklerine ve buna benzer şeylere kul olmaya. Her hangi bir hanedan, her hangi bir kabile reisi ve kabile ileri geleni veya kabileye kul olmaya. Falan mülk sahibi, fa*lan köy ağası, falan patron, falan tahsildar, falan macistreyte (İngiliz valisi ve idarecisi) kul olmaya. Yalnız Hak Teâla'ya kul ola ve Yal*nız Hakk'a kul olduğunu bile. Kur'an'da buyuruluyor:
Söyle: Ey kitap sahibleri, geliniz de bizimle sizin aranızda müşterek bulunan bir söz üzere birleşelim ki, Allah'dan başkasına ibâdet etmeyelim, ne de her hangi bir şeyle O'na ortak koşmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim, işte dönerlerse, siz de söyleyin, şahid olun siz de ki, biz müslümanlanzdır. (Ali İmrân 64).
Yani: Ey Peygamber, Ehl-i Kitab'a söyle. Birincisi: Geliniz de siz de biz de her ikimiz de müştereken kabul etmiş bulunduğumuz bir hususta birleşelim. Şu hususta, siz diyorsunuz ki, Allah ve Peygam*ber hakkında biz de sizinle aynı şekilde düşünüyoruz, bunun için ge*liniz de Allah’tan başka kimseye ikimiz de kul olmayalım. Kendimi*zi Allah’tan başkasına kul kılmayalım. İkincisi: Allah'lık hususunda da, herhangi bir şekilde O'na ortak koşmayalım. Üçüncüsü: Allah'ı bir tarafa bırakarak, her hangi bir insan'ı, kendimize Mâlik ve Rabb kılmayalım. Yok bu üç meseleyi kabul etmez de dönerlerse, o zaman siz de söyleyin: Şahid olunuz ki, biz müslümanlarız. Yani bu üç mese*leye inanan kimseleriz. O'nun rızasını elde etmeğe çalışasın. O'nun ahkâmına bağlı bulunasın. Hüküm verdiklerini yapasın, men ettiklerini yapmayasın. Her işinde, her davranışında düşünesin. Hak Teâla ne gibi yol göstermiştir? Şunu düşünmeyesin ki, senin gönlün nasıl ister, keyfinin istediği nedir? Senin buna aklın nasıl erer? Yahut da dede babaların usulü neymiş? Yahut da kardeşlik, akrabalık, yakın*lık iktizası böyle yapılsa daha iyi isterse Hakk'ın rızasına uymasın? Ve yahut da şöyle düşünesin: Her kesin kıble saydığı Cenab-ı Mevlâyi Sahib (Yani Hoca Efendi Hazretleri) böyle buyurmuşlardır. Veya yine her kesin kıble tanıdığı falan Cenab-ı Pir Sahib (Şeyh Efendi) Haz*retleri de şöyle buyurmuşlardır. Veya falan beyefendinin isteği böyle*dir, feşmekân beyefendi, feşmekân Hoca efendi de şöyle istiyor? Şimdi siz Hak Teâla'nın ahkâmını, bir tarafa bırakıp da kendi keyfini*ze tabi olursanız veya şunun bunun dediğine falan hocanın, falan şeyhin, feşmekân beyefendinin sözünü dinleyecek olursanız, o za*man, demek ki siz Hak Teâla'ya gizlice ortak koşmuşsunuz. Bu gibi kelimeleri de getirip, derece itibarı ile Hak Teâla ile aynı seviyeye çıkarmış olursunuz. Şunu da bilmek gerek ki, hükm etmek, Malik bulunmak mahza Hak Teâla'nın hakkıdır, kimsenin hakkı değildir.
İşte «hükm» yalnız Allah'ındır. (En'am 57)
Kulluk edilecek varlık yalnız o varlıktır ki, sizi yoktan var etmiş*tir, sizi yaratmıştır. Kendi kudretiyle size yaşayış bağışlamıştır. Yerin ve göğün ve her ne varsa hepsinin de itaat ettiği varlık. Ancak ona kul olmak gerekir. Hiç gördünüz müydü, bir taş başka bir taşa kul olur mu? Bir taş başka bir taşa ibadet eder mi? Her hangi bir ağaç başka bir ağaca kul olur mu? Bir ağac başka bir ağaca ibadet eder mi? Yahut da her hangi bir hayvan başka bir hayvana kul olur mu? Başka bir hayvana ibâdet eder mi? Şimdi siz taşlardan, ağaçlardan, hayvanlardan pek çok daha üstün bir varlıksınız, neden Hak Teâla'yı bırakıp da kendiniz gibi her hangi bir adama kul olursunuz? Her han*gi bir adama ibâdet edersiniz? İşte yukarıda Kur'an-ı Kerimin iki ayet-i celilesinden anlaşılan husus da budur. Kur'an, bunu beyan bu*yurmuştur.