bcetin811
AMEL-Ý SALÝH
Dünyaca ünlü Biokimya Profesörü Michael J. Behe’nin son yıllarda yaptığı çalışmalar materyalist çevrelerde paniğe yol açtı. “Bilinçli tasarım” akımının öncüsü olan Behe, tüm dünyada ateist çevrelerin iddialarını çürütürken, yaratılışçı bilim çevrelerine de ışık tutuyor.
Evrenin ve canlıların kökeni üzerinde çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bu fikirleri evreni materyalist bakış açısıyla açıklayanlar ve Allah’ın tüm kainatı yoktan var ettiğini -yani yaratılış gerçeğini- görenler olmak üzere iki başlık altında toplamak mümkündür.
Materyalist bakış açısı, evreni oluşturan maddenin, var olan yegane varlık olduğunu iddia eder. Bu inanışa göre madde sonsuzdan beri vardır ve maddeye hakim olan bir başka güç yoktur. Materyalistler, evrenin tesadüfler sonucunda kendiliğinden şekillendiğini, canlılığın ise zaman içerisinde yine kör tesadüfler sonucu cansız maddelerden evrimleşerek meydana geldiğini kabul ederler.
Evrim teorisinin karşısında ise yaratılış gerçeği yer alır. Allah maddeyi yoktan yaratmış ve düzenlemiştir. Canlılar da yine Allah’ın yaratmasıyla var olmuştur. Evrendeki ve canlılardaki büyük tasarım, hesap, denge ve düzen, bu gerçeğin açık kanıtlarıdır.
Günümüzde dünyaca ünlü birçok bilim adamı bu gerçeği kabul etmiş ve canlıların bilinçli bir tasarım ile Allah tarafından yaratıldığını kabul etmiştir. Bu gerçeği kabul eden önemli isimlerden biri de “bilinçli tasarım” düşüncesinin savunucularından ABD’li Biokimya Profesörü Michael behe’dir. Behe, Milli Gazete’ye oldukça çarpıcı açıklamalarda bulundu.
-İlk başlarda evrim teorisini inanan bir insandınız. Ne oldu da bu düşüncenizi değiştirdiniz?
Eğitimim sırasında evrim teorisini öğrenmiştim. Evrimin Tanrının hayatı doğa kanunları ile yaratmasının yolu olarak düşündüm. Bu bana son derece doğal geldi. Evrim teorisini bilimsel problemlerini öğrenmeye başladığımda, bu teoriden şüphelenmeye başladım. Özellikle 1980’lerin sonlarında okuduğum Michael Denton’un “Evolution: A Theory in Crisis” (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) kitabı bu konudaki şüphelerimi daha da belirginleştirdi. Daha sonra çalışmalarımı bu yönde yoğunlaştırdım. Araştırmalarım sonucunda ulaştığım sonuçlar bu teorinin son derece yanlış temeller üzerine kurulduğunu gördüm.
-1996 yılında yayınladığınız “Darwin’in kara kutusu” kitabı, oldukça ses getirdi. “National Review” dergisi tarafından en önemli 100 kitaptan birisi olarak değerlendirildi. Bu kadar etkili olacak ne tür yeni bilgiler bu kitapta bulunuyordu?
Bu kitabın bu kadar ses getirmesinin sebebi bence içinde yeni ve orijinal bilgilerin olması değildi. Bu etkiyi yaratan bence bilinen bilgileri yorumlamam oldu. Ben sadece canlılığın moleküler seviyede sahip olduğu çok hassas ve kompleks sistemlerin ancak bilinçli bir planlama ve organizasyonun sonucu olabileceğini ortaya koydum. Tabi ortaya konan bu gerçek Darwin’in Evrim teorisinin iddialarını geçersiz kılıyor. Kitabımın sanırım en büyük etkisi, yıllardır kabul edilen evrimci iddiaların çok sathi ve yanıltıcı olduğunu göstermek oldu.
-Kitabınızın adı neden “Darwin’in Kara Kutusu”?
“Kara kutu” bilimsel dilde kullanılan bir terim. Bir işlem yapan bir makine, bir sistem ya da bir alet düşünün. Bunların bazı özellikleri vardır. Eğer bu aracın çalışma prensibini bilmiyor ve incelemediyseniz, onun çalışma şekli sizin için bir gizemdir. Bu araçların içini göremezsiniz, onları kavrayamazsınız. Bu işte bir kara kutudur.
Darwin ve onun çağdaşları için de hücre bir kara kutuydu. Dönemin teknik imkanları canlı hücresinin iç yapısını incelemeye imkan sağlamıyordu. Darwin’in sahip olduğu mikroskoplar hücrelerin sadece dış hatlarını gösterebilecek özelliğe sahipti. O dönemde yaşayan bilim adamları hücreyi sadece jöle dolu bir balona benzetiyorlardı.
O günden günümüze bilim çok farklı gerçekleri ortaya koydu. Şimdi artık canlı hücresinin çok farklı özelliklerini biliyoruz. Hücrelerin jöle dolu bir balon olmadığını, protein ve nükleik asitlerden oluşan kompleks sistemlere sahip olduğunu ve küçültülmüş makinelere benzeyen organellere sahip olduğunu biliyoruz. Üstelik bu parçalar indirgenemez komplekslik özelliğine sahip olduğunu görüyoruz.
İşte ben, Darwin’in göremediği ve bu kara kutuyu kitabımda açtım. Bu aslında sadece Darwin’in de kara kutusu değil, tüm evrim iddiasının kara kutusudur.
-Sayın Prof. Behe, Nature dergisinde bu yıl yayımlanan ve insanlarla şempanze genlerinin gerçekte çok farklı olduğunu gösteren son ilmî bulgu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu araştırmayı Tokyo Üniversitesi’nden bir araştırmacı grubu, insan ve şempanzelerin 22 ve 21. kromozomlarının genetik alfabesindeki bütün harfleri karşılaştırarak yaptı. Buldukları sonuç ise, son derece önemli; çünkü iki canlı türü arasında daha önceden kabul edilenden çok daha büyük bir fark olduğu ortaya çıktı. Bu sonuç, en azından insanın menşei açısından, Darwin’in teorisini büyük bir açmaza sokuyor.
Aslında genel olarak biyoloji hakkında ne kadar şey öğrenirsek, Darwinizm’in problemleri de o kadar artıyor. Darwinizm, canlılar hakkında ne kadar az bilgiye sahip olursak, o kadar ikna edici olabilen bir teoridir. Çünkü canlıları ne kadar az tanırsak, onu o kadar basit zannederiz ve Darwinizm de bu basit sandığımız sistemleri küçük tesadüfî değişimlerle açıklar. Ama son 30 yılda, hayatın daha önceden hayal bile edemeyeceğimiz kadar karmaşık olduğunu öğrendik. Meselâ; en evrimci taksonomide en basit canlı olarak görülen bakterilerde, hareket etmelerini sağlayan minik ama çok kompleks ve mükemmel biyo-kimyevî motorlar var. Bu detaylı mekanizmaların nasıl oluştuğu sorusuna verilebilecek tek cevap, bilinçli bir yaratmadır.
-Peki canlıların farklı organlarının, genlerinin veya proteinlerinin birbirine benzer olması ne anlama geliyor? Bunlar, bütün canlıların ortak bir atadan geldiğini savunan Darwinizm için bir delil sayılabilir mi?
Hayır. Farklı canlılardaki benzerlikler, öncelikle biyolojinin temel sorusunu cevaplamıyor. Bu soru, farklı canlıların kendilerine has ve son derece kompleks olan organ ve sistemlerin nasıl ortaya çıktığıdır. Darwinizm’in buna verebildiği bir cevap yok.
Öte yandan birbirine en uzak olarak kabul edilen organizmalar arasında bile şaşırtıcı benzerlikler var. Meselâ, insanla bakteriler arasında… Soru şu: Bu benzerlikler, Darwin’in teorisine uygun bir tablo oluşturuyor mu? Aslında oluşturmuyor; çünkü evrim teorisine göre birbirine çok yakın akraba olması gereken canlılar, kimi zaman genetik olarak daha farklı çıkıyor. Veya birbiriyle tamamen ilgisiz olması gereken canlılarda çok benzer organ veya genler var. Meselâ insan gözü ile ahtapot gözü neredeyse birbirinin aynısı. Ama bu elbette ahtapotlarla akraba olduğumuz anlamına gelmiyor. Bu iki göz yapısının ‘ortak ata’dan değil, ‘tek bir Yaratıcı’nın ilminden’ kaynaklanan bir dizayn olduğunu kabul etmek, daha mantıklı.
-’Darwin’in Kara Kutusu’ adlı kitabınız, National Review dergisi tarafından 20. yüzyılın en önemli 100 kitabından biri olarak gösterildi. Bu kitabı bu kadar önemli kılan husus sizce neydi?
Bunun sebebi kitapta yer alan yeni ve orijinal bilgiler değil aslında. Sadece okuyucuya, hayatın moleküler seviyesinde çok hassas ve kompleks sistemler bulunduğunu ve bunun da şuurlu bir plânlama ve organizasyona delil oluşturduğunu gösterdim. Çoğu insan hayata sathî bir nazarla baktığında, bitkileri, hayvanları, kuşları veya balıkları müşahede ettiğinde, bunlarda bir plân ve program olduğunu hissedebiliyor. Ama okullarda öğretilen Darwin’in evrim teorisi, tabiattaki bu nizâm ve sistemin, bir Sanatkâr olmadan açıklanabileceğini söylüyor. Kitabımın sanırım en büyük tesiri; Darwinist açıklamanın çok sathî ve yanıltıcı olduğunu göstermek oldu.
-Darwinizm’in geleceğine dair bir beklentiniz var mı? Darwinizm yaşayacak mı?
İnanıyorum ki, Darwinizm sahneden çekilme yolunda. Hayatın açıklamasının bu teoriyle mümkün olmadığı görülecek ve teori terk edilecek. Bu sonuca giden süreç başlamış durumda zaten. Bunun sebebi de benim tarafımdan veya başka bilim adamları tarafından yapılanlar değil. Hayat hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, onun ne kadar kompleks olduğunu o kadar iyi anlıyoruz. Bilim adamları, bu kadar kompleks yapıların Darwin’in öngördüğü gibi gâyesiz, tesadüfî mekanizmaların ürünü olamayacağını görmeye başlıyorlar.
Verdiğiniz bu bilgiler için çok teşekkür ederim. Yeni çalışmalarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz
Michael Behe kimdir?
Amerikalı, biokimyacı olan Behe 1952 yılında doğdu. Drexel üniversitesi Kimya bölümünden 1974 yılında mezun oldu. Pensilvanya Üniversitesinde “orak hücre anemisi” üzerine yaptığı çalışmadan dolayı doktor unvanını kazandı. 1978- 1982 yılları arasında Ulusal sağlık enstitüsünde DNA yapısı üzerine doktora sonrası çalışmalarını sürdürdü ve profesörlük unvanını kazandı.
Halen Pensilvanya’da bulunan Lehigh Üniversitesinde biokimya profesörü olarak ders vermekte ve çalışmalarını sürdürmektedir. “İndirgenemez komplekslik” (irreducible complexity) kavramını bilim dünyasına kazandıran Behe, yaptığı bilimsel çalışmalarla “bilinçli dizayn” (intelligent design) düşüncesinin dünya çapındaki en ünlü savunucularındandır.
Michael Behe’nin 1996 yılında yayınladığı “Darwin’in Kara Kutusu” ( Darwin’s Black Box) isimli kitabı bilim dünyasında çok büyük ilgi uyandırdı. Bu kitap National Review” dergisi tarafından en önemli 100 kitaptan biri olarak değerlendirildi.
ABD’li ünlü Biyokimya Profesörü Michael J. Behe, evrendeki karmaşık sistemin materyalist çevrelerin iddia ettiği gibi tesadüflerle değil “bilinçli bir tasarım” ile yaratıldığını ortaya koyması ateist çevrelerde paniğe yol açtı.İ
Evrenin ve canlıların kökeni üzerinde çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bu fikirleri evreni materyalist bakış açısıyla açıklayanlar ve Allah’ın tüm kainatı yoktan var ettiğini -yani yaratılış gerçeğini- görenler olmak üzere iki başlık altında toplamak mümkündür.
Materyalist bakış açısı, evreni oluşturan maddenin, var olan yegane varlık olduğunu iddia eder. Bu inanışa göre madde sonsuzdan beri vardır ve maddeye hakim olan bir başka güç yoktur. Materyalistler, evrenin tesadüfler sonucunda kendiliğinden şekillendiğini, canlılığın ise zaman içerisinde yine kör tesadüfler sonucu cansız maddelerden evrimleşerek meydana geldiğini kabul ederler.
Evrim teorisinin karşısında ise yaratılış gerçeği yer alır. Allah maddeyi yoktan yaratmış ve düzenlemiştir. Canlılar da yine Allah’ın yaratmasıyla var olmuştur. Evrendeki ve canlılardaki büyük tasarım, hesap, denge ve düzen, bu gerçeğin açık kanıtlarıdır.
Günümüzde dünyaca ünlü birçok bilim adamı bu gerçeği kabul etmiş ve canlıların bilinçli bir tasarım ile Allah tarafından yaratıldığını kabul etmiştir. Bu gerçeği kabul eden önemli isimlerden biri de “bilinçli tasarım” düşüncesinin savunucularından ABD’li Biokimya Profesörü Michael behe’dir. Behe, Milli Gazete’ye oldukça çarpıcı açıklamalarda bulundu.
-İlk başlarda evrim teorisini inanan bir insandınız. Ne oldu da bu düşüncenizi değiştirdiniz?
Eğitimim sırasında evrim teorisini öğrenmiştim. Evrimin Tanrının hayatı doğa kanunları ile yaratmasının yolu olarak düşündüm. Bu bana son derece doğal geldi. Evrim teorisini bilimsel problemlerini öğrenmeye başladığımda, bu teoriden şüphelenmeye başladım. Özellikle 1980’lerin sonlarında okuduğum Michael Denton’un “Evolution: A Theory in Crisis” (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) kitabı bu konudaki şüphelerimi daha da belirginleştirdi. Daha sonra çalışmalarımı bu yönde yoğunlaştırdım. Araştırmalarım sonucunda ulaştığım sonuçlar bu teorinin son derece yanlış temeller üzerine kurulduğunu gördüm.
-1996 yılında yayınladığınız “Darwin’in kara kutusu” kitabı, oldukça ses getirdi. “National Review” dergisi tarafından en önemli 100 kitaptan birisi olarak değerlendirildi. Bu kadar etkili olacak ne tür yeni bilgiler bu kitapta bulunuyordu?
Bu kitabın bu kadar ses getirmesinin sebebi bence içinde yeni ve orijinal bilgilerin olması değildi. Bu etkiyi yaratan bence bilinen bilgileri yorumlamam oldu. Ben sadece canlılığın moleküler seviyede sahip olduğu çok hassas ve kompleks sistemlerin ancak bilinçli bir planlama ve organizasyonun sonucu olabileceğini ortaya koydum. Tabi ortaya konan bu gerçek Darwin’in Evrim teorisinin iddialarını geçersiz kılıyor. Kitabımın sanırım en büyük etkisi, yıllardır kabul edilen evrimci iddiaların çok sathi ve yanıltıcı olduğunu göstermek oldu.
-Kitabınızın adı neden “Darwin’in Kara Kutusu”?
“Kara kutu” bilimsel dilde kullanılan bir terim. Bir işlem yapan bir makine, bir sistem ya da bir alet düşünün. Bunların bazı özellikleri vardır. Eğer bu aracın çalışma prensibini bilmiyor ve incelemediyseniz, onun çalışma şekli sizin için bir gizemdir. Bu araçların içini göremezsiniz, onları kavrayamazsınız. Bu işte bir kara kutudur.
Darwin ve onun çağdaşları için de hücre bir kara kutuydu. Dönemin teknik imkanları canlı hücresinin iç yapısını incelemeye imkan sağlamıyordu. Darwin’in sahip olduğu mikroskoplar hücrelerin sadece dış hatlarını gösterebilecek özelliğe sahipti. O dönemde yaşayan bilim adamları hücreyi sadece jöle dolu bir balona benzetiyorlardı.
O günden günümüze bilim çok farklı gerçekleri ortaya koydu. Şimdi artık canlı hücresinin çok farklı özelliklerini biliyoruz. Hücrelerin jöle dolu bir balon olmadığını, protein ve nükleik asitlerden oluşan kompleks sistemlere sahip olduğunu ve küçültülmüş makinelere benzeyen organellere sahip olduğunu biliyoruz. Üstelik bu parçalar indirgenemez komplekslik özelliğine sahip olduğunu görüyoruz.
İşte ben, Darwin’in göremediği ve bu kara kutuyu kitabımda açtım. Bu aslında sadece Darwin’in de kara kutusu değil, tüm evrim iddiasının kara kutusudur.
-Sayın Prof. Behe, Nature dergisinde bu yıl yayımlanan ve insanlarla şempanze genlerinin gerçekte çok farklı olduğunu gösteren son ilmî bulgu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu araştırmayı Tokyo Üniversitesi’nden bir araştırmacı grubu, insan ve şempanzelerin 22 ve 21. kromozomlarının genetik alfabesindeki bütün harfleri karşılaştırarak yaptı. Buldukları sonuç ise, son derece önemli; çünkü iki canlı türü arasında daha önceden kabul edilenden çok daha büyük bir fark olduğu ortaya çıktı. Bu sonuç, en azından insanın menşei açısından, Darwin’in teorisini büyük bir açmaza sokuyor.
Aslında genel olarak biyoloji hakkında ne kadar şey öğrenirsek, Darwinizm’in problemleri de o kadar artıyor. Darwinizm, canlılar hakkında ne kadar az bilgiye sahip olursak, o kadar ikna edici olabilen bir teoridir. Çünkü canlıları ne kadar az tanırsak, onu o kadar basit zannederiz ve Darwinizm de bu basit sandığımız sistemleri küçük tesadüfî değişimlerle açıklar. Ama son 30 yılda, hayatın daha önceden hayal bile edemeyeceğimiz kadar karmaşık olduğunu öğrendik. Meselâ; en evrimci taksonomide en basit canlı olarak görülen bakterilerde, hareket etmelerini sağlayan minik ama çok kompleks ve mükemmel biyo-kimyevî motorlar var. Bu detaylı mekanizmaların nasıl oluştuğu sorusuna verilebilecek tek cevap, bilinçli bir yaratmadır.
-Peki canlıların farklı organlarının, genlerinin veya proteinlerinin birbirine benzer olması ne anlama geliyor? Bunlar, bütün canlıların ortak bir atadan geldiğini savunan Darwinizm için bir delil sayılabilir mi?
Hayır. Farklı canlılardaki benzerlikler, öncelikle biyolojinin temel sorusunu cevaplamıyor. Bu soru, farklı canlıların kendilerine has ve son derece kompleks olan organ ve sistemlerin nasıl ortaya çıktığıdır. Darwinizm’in buna verebildiği bir cevap yok.
Öte yandan birbirine en uzak olarak kabul edilen organizmalar arasında bile şaşırtıcı benzerlikler var. Meselâ, insanla bakteriler arasında… Soru şu: Bu benzerlikler, Darwin’in teorisine uygun bir tablo oluşturuyor mu? Aslında oluşturmuyor; çünkü evrim teorisine göre birbirine çok yakın akraba olması gereken canlılar, kimi zaman genetik olarak daha farklı çıkıyor. Veya birbiriyle tamamen ilgisiz olması gereken canlılarda çok benzer organ veya genler var. Meselâ insan gözü ile ahtapot gözü neredeyse birbirinin aynısı. Ama bu elbette ahtapotlarla akraba olduğumuz anlamına gelmiyor. Bu iki göz yapısının ‘ortak ata’dan değil, ‘tek bir Yaratıcı’nın ilminden’ kaynaklanan bir dizayn olduğunu kabul etmek, daha mantıklı.
-’Darwin’in Kara Kutusu’ adlı kitabınız, National Review dergisi tarafından 20. yüzyılın en önemli 100 kitabından biri olarak gösterildi. Bu kitabı bu kadar önemli kılan husus sizce neydi?
Bunun sebebi kitapta yer alan yeni ve orijinal bilgiler değil aslında. Sadece okuyucuya, hayatın moleküler seviyesinde çok hassas ve kompleks sistemler bulunduğunu ve bunun da şuurlu bir plânlama ve organizasyona delil oluşturduğunu gösterdim. Çoğu insan hayata sathî bir nazarla baktığında, bitkileri, hayvanları, kuşları veya balıkları müşahede ettiğinde, bunlarda bir plân ve program olduğunu hissedebiliyor. Ama okullarda öğretilen Darwin’in evrim teorisi, tabiattaki bu nizâm ve sistemin, bir Sanatkâr olmadan açıklanabileceğini söylüyor. Kitabımın sanırım en büyük tesiri; Darwinist açıklamanın çok sathî ve yanıltıcı olduğunu göstermek oldu.
-Darwinizm’in geleceğine dair bir beklentiniz var mı? Darwinizm yaşayacak mı?
İnanıyorum ki, Darwinizm sahneden çekilme yolunda. Hayatın açıklamasının bu teoriyle mümkün olmadığı görülecek ve teori terk edilecek. Bu sonuca giden süreç başlamış durumda zaten. Bunun sebebi de benim tarafımdan veya başka bilim adamları tarafından yapılanlar değil. Hayat hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, onun ne kadar kompleks olduğunu o kadar iyi anlıyoruz. Bilim adamları, bu kadar kompleks yapıların Darwin’in öngördüğü gibi gâyesiz, tesadüfî mekanizmaların ürünü olamayacağını görmeye başlıyorlar.
Verdiğiniz bu bilgiler için çok teşekkür ederim. Yeni çalışmalarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz
Michael Behe kimdir?
Amerikalı, biokimyacı olan Behe 1952 yılında doğdu. Drexel üniversitesi Kimya bölümünden 1974 yılında mezun oldu. Pensilvanya Üniversitesinde “orak hücre anemisi” üzerine yaptığı çalışmadan dolayı doktor unvanını kazandı. 1978- 1982 yılları arasında Ulusal sağlık enstitüsünde DNA yapısı üzerine doktora sonrası çalışmalarını sürdürdü ve profesörlük unvanını kazandı.
Halen Pensilvanya’da bulunan Lehigh Üniversitesinde biokimya profesörü olarak ders vermekte ve çalışmalarını sürdürmektedir. “İndirgenemez komplekslik” (irreducible complexity) kavramını bilim dünyasına kazandıran Behe, yaptığı bilimsel çalışmalarla “bilinçli dizayn” (intelligent design) düşüncesinin dünya çapındaki en ünlü savunucularındandır.
Michael Behe’nin 1996 yılında yayınladığı “Darwin’in Kara Kutusu” ( Darwin’s Black Box) isimli kitabı bilim dünyasında çok büyük ilgi uyandırdı. Bu kitap National Review” dergisi tarafından en önemli 100 kitaptan biri olarak değerlendirildi.
ABD’li ünlü Biyokimya Profesörü Michael J. Behe, evrendeki karmaşık sistemin materyalist çevrelerin iddia ettiği gibi tesadüflerle değil “bilinçli bir tasarım” ile yaratıldığını ortaya koyması ateist çevrelerde paniğe yol açtı.İ