..
..
1500'lü yıllarda Piri Reis bir harita yapıyor , Grönland' ın üç adadan olduğu kesinlikle anlaşılıyor; aynı harita Kahire' den 30 km yükseklikten çekilen fotoğrafla aynı. Piri Reis nasıl yaptı bu haritayı?
Nasıl oldu da Hasan Celal bundan beş yüz yıl evvel barutu macun haline getirerek füze yaptı ve onunla uçmayı başardı?
Nasıl oldu da Hazerfen Ahmet Çelebi, Galata kulesinden Üsküdar'a kadar uçmayı başardı? Bunların hepsi Allah'ın yardımıyla gerçekleşen şeyler. Öyleyse, Allah'ın indinde Osmanlı Devleti'ne dikkatle bakın.
Hâlâ derler ki; Osmanlı kaçırdığı çocukları sarayda eğitime tâbi tutuyordu. Hayır, öyle değil! Osmanlı'nın gittiği her yere adalet götürmesine hayran olan Batı, "Bu çocukları enderunda okutun, sizin gibi adaleti öğrensinler." diye çocuklarını getirip Osmanlı'ya teslim ediyordu.
O zaman Avrupa'da asillerle halk arasında korkunç bir uçurum vardı. Bir asil, halktan birisini öldürse kimse ona hesap soramazdı. Osmanlı ise padişahını yargılıyor ve kadı, padişahı mahkum edebiliyordu.
Osmanlı adaleti dünyaya örnek oldu. Sahabeden sonra İslâm'ı yaşayan en üstün topluluktu Osmanlı. Kitle halinde, ordu, donanma, esnaf ve halkın çok büyük çoğunluğu tasavvuftaydı. Bu, Osmanlı' nın dünyaya nizam veren temelini teşkil ediyordu. Adalet bütün boyutlarıyla her zaman geçerliydi. Bunun için kadıların adalet dağıtmasına gerek yoktu.
Kapalıçarşı'da bir dükkan sahibi, namazdan sonra bir ihtiyacını almak üzere gelen müşterisine istediğini vermiyor ve "Şu karşıdaki dükkanda istediğin şeyden var , ondan al" diyor, adam sebebini sorduğunda ise " Ben, sabah siftahımı yaptım ama o kardeşim yapmadı" diyor ve adam gidip istediğini oradan alıyor. Yabancı olan bu kişi Osmanlı'nın bu adaletine şaşırıp kalıyordu.
Köprünün altından ne kadar sular akmış. İşte Osmanlı' nın en büyük standardı kul hakkına riayet etmekti.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı harp kadırgaları, Avrupa'daki bütün kadırgalardan fazlaydı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul' u aldığında ordusu o dönemin en mütekamil ordusuydu. Son icatların hepsi ordunun içindeydi, en büyük toplar Fatih Sultan Mehmet tarafından döktürülmüştü. Osmanlı sadece Allah'ın yardımına değil, zamanın getirdiği bütün teknikleri kullanabilme stratejisine sahipti.
Osmanlı, Allah'ın indinde başka ülkeleri hiçbir zaman küçük görmemiştir. Bu yüzden Avrupa tebaası Osmanlı'ya hayrandı. Yüzbinlerce akıncının herbiri en az üç lisan bilirdi. O devrin en usta kılıç kullananları onlardı. Avrupa, akıncılar denildiğinde olduğu yerde dururdu.
Allah' ın düşmanları saraya girdikten sonra adım adım gerçek evliyaların yerini cinci hocalar aldı. İlk cinci hoca saraya Kösem Sultan zamanında girdi. Osmanlı'nın şaşası bir süre daha devam etti; ancak cinci hocalar evliyaların yerini alınca Allah'ın dostları devreden çıktı ve şeytanın dostları devreye girdi. Böylece Osmanlı duraklama ve gerileme devrine girdi.
Dünyaya askerlik stratejisini, askerliği öğreten Osmanlı'nın yerini, yabancı ülkelerdeki harp okulları aldı ve Osmanlı da subaylarını onların okullarına göndermeye başladı.
Böylece Nizam-ı Âlem olan Osmanlı'nın yerini Nizam- ı Cedit olan Osmanlı aldı. Nizam-ı Cedit; yeni nizam demek, Nizam-ı Âlem ise Âlem'e Nizam veren. Osmanlı yükselme devri boyunca Âlem'e Nizam veren muhteşem bir hüviyetteydi.
Osmanlı'yı Osmanlı yapan her devirde Allah'ın sevgisiydi, Allah' a duyulan hürmetti. Osmanlı Allah'ı sevdi, O'na aşık oldu, üst boyuta ulaştıklarında ise Allah'a hayran oldular. İnsan-ı Kâmil Osmanlı' nın içinde binlerceydi. Ordu sefere çıktığında her tarafta şenlikler yapılırdı. Sefere çıkmak, şehitlik için hazır bir sistem olarak kabul edilirdi. Herkes şehit olmak için savaş verirdi. Andrea Doria Osmanlı'dan korkmakta haklıydı." Siz hayatta kalmaya ne kadar önem veriyorsanız, onlar da savaşta ölmeye o kadar önem veriyorlar" demiştir.
Osmanlı'da Allah'ın dizaynını görüyoruz, her devirde Allah'ın dostlarına yardım ettiğini görüyoruz.
Öyleyse, Osmanlı'yı Osmanlı yapan, Osmanlı'yı tarihe unutulmaz insanlar olarak tanıtan kimdir? Allah.
Osmanlı tüm dünyaya meydan okuyan bir Allah dostları cennetiydi. Allah dostlarının nelere kaadir olduğunu tüm dünyaya gösterdiler. Onlar Nizam-ı Âlemdi. Öyleyse Osmanlı; evde, sokakta, çarşıda, askerde tüm dünyaya hep örnek oldular.
Osmanlı demek Allah'ın evliyaları demekti. .
Dört yüz sene içinde küçük bir beylikten cihana hükmeden koca bir imparatorluğa dönüştü Osmanlı. Fatih Sultan Mehmed İstanbul'un fethi için aylarca uyumadı. Yavuz Sultan Selim insanı iliklerine kadar kavuran çölü ordusuyla 13 günde geçti. Yeniçeriler, Akıncılar "Allah, Allah" diye koşardı savaşa, huşu içinde, korkusuzca. Ulubatlı Hasan vücuduna isabet eden oklara rağmen kalenin burcuna bayrağı dikti. Hiçbir fetih kuru bir cihangirlik davası uğruna değildi. Sadece ilây-ı kelimetullah için savaş verilirdi. Onların herşeyleri; ama herşeyleri Allah içindi.
Başta Allah'ın bir Mürşidi, ona bağlı padişahı ve bu şekilde uzanan bir zincir içerisinde Âdem-i Merkeziyet sistemi her alanda Allah'a itaati temsil etti. Yıldırım Bayezid'in ordusunun savaşlarda yıldırım gibi hareket etmesinin sırrı, ordunun yüzde yüz itaatinden başka bir şey değildi. Osmanlı ordusu her zaman seri hareket ederdi.
Osmanlı bir zaman dünyayı titretti. Yüzde yüz Allah'ın emrinde bir devletten başka ne beklenebilirdi. İtaat, gayret, himmet, nusret Osmanlı'yı Nizam-ül Alem haline getirdi.
Nizam-ül âlem, Osmanlı'nın tanıtıcı vasfıdır. Osmanlı, nizam-ül âlemdi; yani âleme yön verendi . Âlemin, bütün dünyanın nizamını temin etmekle, Osmanlı kendisini vazifeli görüyordu. Nerede, hangi millet bir diğerine haksızlık etmişse, bu Osmanlı tarafından duyulduğu anda; Osmanlı derhal müdahale ederdi oraya. Haklının hakkını verdirene kadar savaş devam ederdi. Nizam-ül âlem olmak bu demektir. Âlemin nizamı, Osmanlı'dan sorulurdu. Yükselme devresi boyunca Osmanlı buydu.
Her geçen gün Allah'a biraz daha bağlanan, Kur'ân'ı bütün boyutlarıyla yaşayan, ruhlarını, vechlerini, nefslerini, iradelerini Allah'a teslim etmiş; akıncılar, yeniçeriler, Allah'ın askerleri, Allah'ın göklerdeki ordularıyla beraber savaş verirlerdi.
Öyleyse böyle bir dizaynda bu insanlar; nizama, âleme örnek olmuşlardır. Osmanlı, her gittiği yere adalet götürmüştür. Osmanlı, muhteşem bir Âdem-i Merkeziyet Sistemi'ni devreye sokmayı başarmıştır. Uç beylikleri, beylikler, beylerbeyliği bu Âdem-i Merkeziyet Sistemi'nin anahtarıdırlar. Haslar ve tımarlar, fethedilen ülkelerin bir nevi sahibi olmayı ifade ederdi.
O sahip olunan, Osmanlı ordusunun akıncılarıyla elde edilen yerler, onların müdafaası, akıncılara aitti. Ve oranın beyi, akıncıların başındaki kişiydi. Devlete vergisini verirdi; ama o yerin sahipliği ona aitti. Osmanlı adına o yeri işgal eden kumandan, o arazinin sahibi olarak fermanla sahipliğe ulaştırılırdı. Belli bir sayıda akıncı beslemekle görevliydi ve sefere çıktıkça yeni yerlerin tımarlara, haslara, zeametlere katılmasıyla Osmanlı memaliki devamlı büyüyor, adalet bütün dünyaya yayılıyordu.
Sevgili okuyucular, akıncı deyip de geçmeyin. En az üç lisan bilen muhteşem cengâverlerdi bu insanlar. Sadece Allah için yaşarlardı. Hayatlarını Allah'a vakfetmişlerdi. Öyleyse, padişahın bu insanlara ne kadar değer verdiği, bizi alâkadar ettiği için tarihimizin arasından çıkarttık ikinci Murat'ın Evrenos Bey'e gönderdiği mektubu. Orada bir beylerbeyine padişahın bir fermanı var. O fermanda Osmanlı'nın bütün ruhu anlatılmaktadır.
Sevgili okuyucular, Osmanlı yalnız i'lây-ı kelimetullah için (Allah kelimesinin ilelebet devam etmesi için) fetih yapardı. Yani fethin arkası, mutlaka adaletti. Adaletsiz ülkelere adaleti getirebilmek. Ve başarı her zaman geçerli idi. Osmanlı, bu vasfını devam ettirdiği sürece, tarihinin en parlak çağlarını yaşamış, nizam-ül âlem olmakta devam etmiştir.
Yükselme Devrinde Osmanlı, Avrupa'nın her noktasında, Tımar, Zeamet ve Has olarak 3 ayrı grup arazi tespiti yapmıştı. Oradaki kişiler, o toprakların sahibi olanlar, asker beslemek mecburiyetindeydi. O askerlere "Akıncılar" deniliyordu. Akıncı, akın yapan askerdi. Akıncı; öncü, gönüllü, kelle koltuktaydı. İlk, akıncılar akardı atlarıyla düşman iline. Arkadan gelen askerin güvenliğini sağlarlardı. Yolları kontrol altına alırlar, istihbarat toplarlardı.
Her biri en az üç yabancı dili, ana dili gibi konuşan; muhteşem cengaverlerdi akıncılar. Çok süratli ve seri hareket ederlerdi, silahı en iyi akıncılar kullanırdı o dönem. Canını pervasızca, yüzlerce kez ortaya atardı her akıncı eri. Bu yüzden akıncılara fedai denirdi, dalkılıç, serdengeçti, deli denirdi. Nasibi olanlar, ak sakal bırakıncaya kadar yaşar; kimiyse yirmi yaşlarında şehid olurdu.
İlk akıncı beyi Gazi Evrenos Bey'dir. Sonraları Mıhaloğulları, Tunahan Bey ve Malkoç Bey akıncıları vardı. Akıncı beyleri doğrudan doğruya padişahtan emir alırdı. Salâhiyetleri çoktu; ama sefere çıktıklarında geri dönmeme emri de alabilirlerdi. I. Murat'ın ilk akıncı beyi Gazi Evrenos Bey'e yazdığı mektubta Osmanlı'nın akıncılara verdiği değer ve Osmanlı ruhu açıkça yansır.
Akıncılar bir ülkeye girdi mi, nerdeler bilinmez olurdu. Nereden çıkacakları kestirilemezdi. Düşman iline girdiklerinde küçük küçük kollara bölünerek yollarına devam ederler; ayrılırken birbirlerine "Kızılelma'da buluşuruz" derlerdi. (Hammer, VI, 264, n.1) "Kızılelma" ise Türk'lerin erişilmesi müşkül bir mefkureleridir. Bu ifade; akıncıların bir daha buluşmak ümitlerinin ne kadar zayıf olduğunu, kendilerinin de bildiklerini gösterir. Ve ayrılırken bu sözü söyleyebilen asker, dünyanın en yüksek millî kültür ve şuûrunu almış askeridir. Ondan mükemmel bir asker yetiştirmek hiçbir akademinin haddi değildir ve her akademinin ideali, zaten böyle bir asker yetiştirebilmekten ibarettir. Ve bir askerin bu cümleyi söyleyebilmesi için, en az bin yıllık bir ıstıfâdan geçmesi lâzımdır.(Yılmaz Öztuna VIX 425)
Bu akıncıları kelle koltukta akına yollayan; fedai, serdengeçti yapan, Allah yolunda ölme şerefinin hayaliyle yaşatan; Allah aşkı değil de nedir? Akıncıyı evinden, ocağından çıkarıp ülkesinden kilometrelerce öteye taşıyan şey; her gün biraz daha fazla insana hidayeti ulaştırabilmek için, i'lay-ı kelimetullah için, Allah için cihad etmekti. Osmanlı'da herkes başkaları için, Allah için bir şeyler vakfederdi; kimi camii, kimi hastane, kimi bu kuruluşlara para getirecek işyerleri, kimi kervansaraylar kimiyse akıncılar gibi hayatlar.
Akıncılar, o yüzyıllar boyunca Avrupa'nın fethinde çok önemli rol oynadılar; ama bir devre sonra; Allah'ın evliyası yerine, cinci hocalar hakimdi saraya artık. Devşirme paşalardan İbrahim Paşa, Akıncıların hepsini yok etmeyi başardı, savaş alanında yalnız bırakarak, çok miktarda düşmanın üzerine özellikle saldırtarak akıncıların yok olmasına sebebiyet verdi. Allah'ın düşmanları, Allah'ın dostlarının kökünü kazımayı başarmışlardı.
Ne zaman ki saraya Allah'ın mürşidlerinin yerine cinci hocalar girdi ve ilm-i nücumla, artık şeytanla ilişkiler kurulmaya başlandı. Osmanlı o noktadan itibaren duraklama devrine, daha sonra da gerileme devrine girdi.
Sevgili okuyucular, Osmanlı için bir korkunç dizayn söz konusu oluyor. Bu devirde Osmanlı, tarihî kişiliğini yitirmiştir ve "Nizam-ül Âlem" olmaktan, "Nizam-ül Cedide", yeni nizama geçmiştir Osmanlı. Ve İbrahim Paşa (bir devşirme Paşa'dır) hâlâ tarihçilerin bilinmeyen sebeplerle diye kapalı tuttuğu bir dizayn içersinde, bütün akıncıları birbirine katar düşmana kırdırmayı başarmıştır. Sevgili okuyucular her zaman bütün orduların içinde hainler bulunur.
Kısacası Allah'a ve onun mürşidlerine itaatleri sayesinde aleme nizam verir hale gelen Osmanlı, mürşidlerin yerini cinci hocaların almasıyla şeytanın adamlarının elinde günden güne eridi