KUR'ANDA CENNATLERİ KAZANMA ÖLÇÜLERİ Sayfa başına git
TEMEL İSLAM İNANCI:
Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
1)İNANAN VE İYİ İŞLER İŞLEYENLER CENNETLERE GİRECEKLER VE EBEDİ OLARAK ORADA KALACAKLARDIR.
2)KİM Kİ İNANIR, SABREDER VE SECDE EDERSE İŞTE EN BÜYÜK ONGUNLUK VE KURTULUŞ BUDUR. CENNETLER ONLAR İÇİNDİR.
3)İKİNDİ VAKTİ SÛRESİ: İKİNDİ VAKTİ HAKKINA. AND OLSUN İNSANLAR HÜSRANDADIR ANCAK İNANAN VE İYİ İŞLER İŞLEYENLER İLE BİRBİRLERİNE HAKKI VE SABRI TAVSİYE EDENLER MÜSTESNÂDIR.
Her şeyden önce Allah’a içten inanıp ,O’nun emir ve yasaklarını iyice öğrenip,O'nun emirlerine uygun yaşamak ve yasakladıklarındandan kaçmak gerekmekte ve bu dosdoğru yolda Allah'ın âyetlerinden habersizliğe, gaflete, Allah'ın emirlerini dünyalık değerlerle ve nefsin azgın arzuları ile değişmek suretiyle doğru yoldan sapmaya asla yer yoktur.
İslam dini, insanlığa mutlu bir hayat yaşamanın yolunu göstermiştir. Bunun için de bir kısım emir ve yasaklar koymuştur. Bu emir ve yasaklar kişinin hak ve hürriyetlerini sınırlamak için değil, daha güzel daha mutlu ve insan onuruna yakışan bir huzur ortamı sağlamak, dünya ve ahirette en büyük kurtuluş ve ongunluğa kavuşmak içindir.
Bu nedenle İslam’daki emir ve yasaklar başta insanın aklını, hayatını, malını,neslini dünyada koruyup, dinde sebatla ve sabrederek ahirette cehennem azabından en büyük kurtuluşa erdirilerek cennette her diledikleri ellerinin altında olarak, köşklerde, tahtlarda, eşleriyle en büyük ongunlukla yaşamak içindir.
Yüce Allah’ın Kur’anda, elçileri vasıtasıyla bildirdiği uyarı ve ikazlara kişi ve kavimler halinde uyduğumuz takdirde ne kimse bizden zarar görür ne de kişi kendine zarar verebilir. Böylece herkes kendine ve başkalarına zulmetmeyerek dünyada mutlu yaşar. Ahirette de hüsrana uğramaktan ve ebedi olarak çok acı azabı tatmaktan kurtuluşa erdirilir. Müslüman o kimsedir ki, başkaları onun elinden ve dilinden zarar görmez ve kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkalarına yapmaz.
Kur’anda belirtilen iyi işler; Yüce Allah’ın sevip beğendiği huy ve davranışlar ile birlikte aklın ve ilmin rehberliğinde keşfedici, tasarımlayıcı, mesleki ve teknik bilgi alanında çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmak, teknik alanda onlarla yarışabilecek hale gelmek suretiyle gelebilecek dış tehlikelerden korunmak ve toplumun temel müesseselerine ilişkin akılcı ve gerçekçi fikirler üretilerek halkın refahı,hak ve hukukunun korunması için yaptırımlarda bulunmak, dar kafalı olmayıp yenilikçi, gözden geçirici olarak yaşamak her aklı selim sahibi kimselerin kabul ettiği iyi işlerdendir.
İslamda mal, mülk sahibi olmak bazı ölçülere bağlanmış ve bu ölçülerin dışına çıkan kazanç yolları haram lokma,şer işlerden sayılmıştır. Rüşvet, tefecilik, karaborsacılık, gasp veya hırsızlık haksız kazanç yollarından bazılarıdır. Hırsızlık ister bir yere girerek bir şeyin kasten çalınması olsun, isterse kanunların verdiği hakları kötüye kullanarak yapılmış olsun hepsi birdir. Bu bakımdan eksik tartı ve ölçü, gasp, dolandırıcılık, rüşvet, kaçakçılık yoluyla elde edilen kazançların hepsi haramdır
İslam dini, haksız kazancı haram sayar. Yağma ve talan da bir çeşit haksız kazanç olduğu için şer, kötü işlerdendir. Çünkü gerek şahsi, gerekse devlete ait herhangi bir malın, mahsulün veya eşyanın yağma edilmesi, sahibinin rızasının olmaması demektir. Başkasının kazancını haksız bir şekilde elde etmek demektir. Ölen bir kimsenin bıraktığı terekeden çocuklarına hanımına veya akrabalarına pay vardır. Bunları herhangi bir şekilde başka birinin üzerine geçirmesi helal değildir.
Ne yazık ki hep ortada insanlığın düşmanı olan hilekâr ve şaşırtıcı bir eşkıya güruhu vardır.Bunlar ilâhi nizamı terazinin bir kefesine, insanoğlunun madde âlemindeki başarılarını da diğer kefesine koyarak beşeriyete 'Buyur! Hangisini istersen onu al' diyorlar. 'Hayat için ya ilâhi nizamı alıp insanın elinin madde aleminde meydana getirdiklerinden vazgeçeceksiniz ya da insanoğlunun başarılarını kabullenip ilâhi nizamı bırakacaksınız.' Şüphesiz ki bu kötü niyetle yapılan pek âdi bir harekettir. Bilmek lâzımdır ki ilâhi nizam insanoğlunun vücuda getirdiği şeylere düşman değildir. Hattâ insan eliyle vücut bulan şeylerin asıl müessisi de ilâhi nizamdır.
(İnanıp da iyi işler işleyenler cennetlere girecekler ve ebedi olarak orada kalacaklardır.)
O ilâhi nizamda insana en doğru yolu gösterir ve onu en münasip istikamete yöneltir. Bütün gaye insanoğlunun yeryüzünde Allah'ın hilâfetini yüklenebilecek seviyeye ulaşması ve yükselmesidir. Allah Tealâ bu yüksek makamı insanoğluna bahşetmiş onu başarabilme kudretini insana vermiş bu büyük görevi yerine getirme esnasında muhtaç olacağı her türlü enerji ve kuvveti onda gizlemiş, bu yolda kendisine yardımcı olması için kâinat kanunlarını onun emrine âmade kılmış ve hayata hâkim olmak, çalışıp harikalar vücuda getirmek için onun varlığı ile kâinat varlığı arasında bir intizam kurmuştur. Ancak bu suretle insanoğlunun çalışma ve başarısı ibadet sayılacak, icat ettiği şeyler Allah Tealâ'nın kendisine bahşettiği büyük nimetlere karşı şükür ve minettarlık addolunacak ve böylece beşer Allahü Tealâ'nın hilâfetteki şartına bağlı kalmış, bütün hareketlerini Allah Tealâ'nın rızasına uydurmuş olacaktır...
İlâhi nizamı terazinin bir kefesine koyanlara gelince, bunlar kötü niyet sahipleridirler, fesatçıdırlar. Bunların şaşırtmalarından, çeşitli oyun ve entrikalarından yıpranıp yorgun düşen beşeriyet, bu mahvedici telkinlerden kurtulmak gayretiyle ve Allah'ın himayesine sığınarak ikaz edici, doğru yolu gösterici bir hidayet sesi duymak arzusuyla çırpınadursun, onlar beşerin peşine takılmış, bıkmadan kovalayıp dururlar...
Bahsi geçen bu güruhtan başka, iyi niyet sahibi bir grup daha vardır ki, bunlar da devrin anlayışından, şümûllu uyanıklıktan mahrumdurlar yani gâfil olarak yaşarlar... İnsanoğlunun keşfettiği kuvvetler, bulduğu tabiat kanunları, bunları hayrete düşürür ve onun madde âlemindeki başarıları karşısında sonsuz bir hayranlık ve dehşet duyarlar. İşte bu hayret ve dehşet, şuurlarındaki tabiat kuvvetlerini, hayat ve kâinatın akışına hâkim olan imâni kıymetlerden ayırır. Bunlar, insanlar iman da etseler inkâr da, ilâhi nizama tâbi de olsalar, karşı da, Allahın şeriatıyla da hükmetseler, insanların hevesleriyle de, yine tabiat kanunlarının imani değerlerine ihtiyaç duymadan seyrine devam edeceğini ve matlûb olan sonucu da vereceğini zannederler...Bu vehim ve hayaldir...Bu davranış, aslında sünnetullahtan birer cüz olan ve yekdiğerine bağlı bulunan iki unsuru birbirinden ayırmak demektir....Gerçek şudur ki, tabiat kanunları gibi imanın kıymetleri de kâinattaki sünnetullahın bir cüz'üdür.Elde edilen bütün neticeler bu iki unsurun birbiriyle olan sıkı irtibatı sayesindedir.İnanmış bir kimsenin duygu ve tasavvurunda bu ikisinin arasını ayımayı haklı gösteren bir neden yoktur.İşte Kur'anı anlayıp yaşayan insanda dosdoğru hedef bu olacaktır.
İnanıp da iyi işler işlemek...
Allahü Tealâ'ya iman etmek, istikamet dairesinde O'na ibadet etmek ve yeryüzünde O'nun şeriatını ikâme etmek...Bunların hepsi sünnetullahın icrâsıdır. Hepsi de gözlerimizle görüp his ve tecrübelerimizle eserine vâkıf olduğumuz kâinat kanunlarının bizzat kaynağından südur eder. Müsbettirler, yapıcıdırlar. Bazen iman değerlerini bir tarafa itip tabiat kanunlarına tâbi olmak suretiyle de başarı sağlandığını görürüz. Bu aldatıcı olayların parlak ve cazip gösterişi bizi kâinat kanunundan ayırır. Bu ayrılışın bazen yolun başlangıcında kendisini hissettirmeyen acı neticeleri, sonunda bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.(Kur'anda 'Allah'ın âzabı neymiş onlar yakında görecek ve bileceklerdir.' Buyrulmaktadır)...Nitekim dünya hayatında bile İslâm âlemi, uyarı niteliğindeki bu felâkete dûçar olmuştur. İslâm cemaatinin yükselişi, hayatında tabiat kanunlarıyla iman kıymetlerinin birleştiği noktadan başlar. Çöküşü ve bu ikisinin ayrıldığı yerden... Ayrılış zaviyesi genişledikçe (inanıp da inancın gereğini yerine getirmek değil de sapmalar şer kötü yasak işlere meyledişler ve kötü, şer işler yasaklar ısrarla bile bile uygulandığı zaman) islâm cemaati çöktü, çöktü... ve nihayet hem kâinat kanunlarını (iyi işler 'helâl lokma' ) hem de iman kıymetlerini (ibâdetlerin)
ihmali yüzünden bu alçak vâdinin çukurlarına kadar düştü...
Diğer yanda bu günün madde medeniyeti var. Kanadının biri kopuk diğeri pek aktif olan bu medeniyet, tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş gibi çırpınıp duruyor... Maddi başarılarındaki yükseliş miktarı ise manevi sahadaki çöküşü ve bocalayışı nispetindedir. Akledenlerin, ibret alanların, ders çıkaranların, gaflet bataklığına dalmayanların feryad ederek derdine dermen olmaya çalışmaları gereken bu medeniyet, müthiş bir ızdırap, şaşkınlık, ruh ve sinir buhrânı içinde kıvranmaktadır... İşte bu derdin biricik devâsı ve en sağlam tedavisi, ancak ve ancak Allah'ın nizâmına yönelmek ve O'na sarılmak kuşun tek kanatlı uçacağı, yükseleceği hayalinden vazgeçmektir. Kuşun bir kanadı iman diğer kanadı ise iyi işler işlemektir. İnkâr edip de kötü şer işler işlemek asla değildir veya inanıp da kötü, şer işler işlemek veya inkâr edip de iyi işler işlemek de değildir. Kuş tek kanatlı uçmaz aksine kendisi her türlü tehlikelere açık olur, uçmaya çalışırken çamurlara, murdara bulaşır.
Şüphesiz ki, kâinatın, insan hayatındaki genel kanunlarının bir kısmını da, Allah'ın insanlara tahsis ettiği Şeriat temsil eder. Bu şeriatın uygulanması insanın hal ve hareketleriyle hayatın akışı arasında müspet bir insicam meydana gelecektir. Şeriat imanın meyvesinden başka bir şey değildir.O (şeriat) ancak kökü ve gövdesi sayılan büyük iman sayesinde var olur.(Eğer inansalardı. Bu haklarında hayırlı olurdu. İmânları kökleşirdi.) Yüce Allah'ın bu nizâmı, İslâm cemiyetinin kuruluşuna yardımcı olmak ve müslümanlar (Allah'ın emirlerine boyun eğenler tatbik edenler) için dünyada saadet, ahirette en büyük kurtuluşa ermeleri için konmuştur.Büyük kâinat varlığıyla insan varlığı hakkındaki islâmi tefekkürde kemâlini bulan şeriat, bu tefekkürün kalpte meydana getirdiği Allah'tan sakınma, şuurda doğurduğu nezahet, çalışmada kazandırdığı dikkat ve başarı, aklâka bahşettiği yükseliş ve hayat akışına sağladığı dürüstlükle tekâmül eder.... İşte böylece, gerek tabiat kanunları dediğimiz, gerekse iman kuvvetleri diye tâbir ettiğimiz bütün sünnetullah arasında bir tekâmülün ve bir insicâmın mevcudiyetine tanık oluyoruz. Bütün bunlar, Allah'ın şu mevcudattaki hudutsuz sünnet-i ilâhiye'sinden birer cüzdür...
İnsan da kâinat kuvvetlerinden bir kuvvettir. Onun hareketi, irâdesi, îmanı, müstakîm oluşu, ibadeti ve faaliyetleri başlı başına bir kuvvet... Kâinatın akışında müspet tesirler icra eden işte bu kuvvetin de, mevcûdattaki bitin sünnet-i ilâhiyye ile irtibâtı vardır... Bütün bunlar bir âhenk içinde çalışırlar. Bu kuvvetlerin birleşmesiyle tam ve olgun bir semere elde edildiği gibi, birbirleriyle çarpışıp muhâlefet haline geçmesiyle de, kendisiyle birlikte hayatı ifsad eder, eserlerini berbat eder ve perişan duruma düşürür. Ve insanlar arasındaki şekâveti, felâketi yayar... Şu halde insanın hareket ve şuuru ile bütün varlığı kaplayan sünnet-i ilâhiyenin hâdise ve akışları arasında kuvvetli bir irtibat vardır. Bu irtibâtı bozmayı, bu insicâmı ihmal etmeyi ve câri olan sünnetullah ile insanlar arasına set çekmeyi, ancak beşeriyete düşman olanlar ve onu meçhûle doğru kovalayanlar düşünür. Beşeriyetin kendine gelerek, düşmanını önüne katması ve onu en doğru yoldan, kerim olan Rabbine götürmesi gerekiyor...
TEMEL İSLAM İNANCI:
Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
1)İNANAN VE İYİ İŞLER İŞLEYENLER CENNETLERE GİRECEKLER VE EBEDİ OLARAK ORADA KALACAKLARDIR.
2)KİM Kİ İNANIR, SABREDER VE SECDE EDERSE İŞTE EN BÜYÜK ONGUNLUK VE KURTULUŞ BUDUR. CENNETLER ONLAR İÇİNDİR.
3)İKİNDİ VAKTİ SÛRESİ: İKİNDİ VAKTİ HAKKINA. AND OLSUN İNSANLAR HÜSRANDADIR ANCAK İNANAN VE İYİ İŞLER İŞLEYENLER İLE BİRBİRLERİNE HAKKI VE SABRI TAVSİYE EDENLER MÜSTESNÂDIR.
Her şeyden önce Allah’a içten inanıp ,O’nun emir ve yasaklarını iyice öğrenip,O'nun emirlerine uygun yaşamak ve yasakladıklarındandan kaçmak gerekmekte ve bu dosdoğru yolda Allah'ın âyetlerinden habersizliğe, gaflete, Allah'ın emirlerini dünyalık değerlerle ve nefsin azgın arzuları ile değişmek suretiyle doğru yoldan sapmaya asla yer yoktur.
İslam dini, insanlığa mutlu bir hayat yaşamanın yolunu göstermiştir. Bunun için de bir kısım emir ve yasaklar koymuştur. Bu emir ve yasaklar kişinin hak ve hürriyetlerini sınırlamak için değil, daha güzel daha mutlu ve insan onuruna yakışan bir huzur ortamı sağlamak, dünya ve ahirette en büyük kurtuluş ve ongunluğa kavuşmak içindir.
Bu nedenle İslam’daki emir ve yasaklar başta insanın aklını, hayatını, malını,neslini dünyada koruyup, dinde sebatla ve sabrederek ahirette cehennem azabından en büyük kurtuluşa erdirilerek cennette her diledikleri ellerinin altında olarak, köşklerde, tahtlarda, eşleriyle en büyük ongunlukla yaşamak içindir.
Yüce Allah’ın Kur’anda, elçileri vasıtasıyla bildirdiği uyarı ve ikazlara kişi ve kavimler halinde uyduğumuz takdirde ne kimse bizden zarar görür ne de kişi kendine zarar verebilir. Böylece herkes kendine ve başkalarına zulmetmeyerek dünyada mutlu yaşar. Ahirette de hüsrana uğramaktan ve ebedi olarak çok acı azabı tatmaktan kurtuluşa erdirilir. Müslüman o kimsedir ki, başkaları onun elinden ve dilinden zarar görmez ve kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkalarına yapmaz.
Kur’anda belirtilen iyi işler; Yüce Allah’ın sevip beğendiği huy ve davranışlar ile birlikte aklın ve ilmin rehberliğinde keşfedici, tasarımlayıcı, mesleki ve teknik bilgi alanında çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmak, teknik alanda onlarla yarışabilecek hale gelmek suretiyle gelebilecek dış tehlikelerden korunmak ve toplumun temel müesseselerine ilişkin akılcı ve gerçekçi fikirler üretilerek halkın refahı,hak ve hukukunun korunması için yaptırımlarda bulunmak, dar kafalı olmayıp yenilikçi, gözden geçirici olarak yaşamak her aklı selim sahibi kimselerin kabul ettiği iyi işlerdendir.
İslamda mal, mülk sahibi olmak bazı ölçülere bağlanmış ve bu ölçülerin dışına çıkan kazanç yolları haram lokma,şer işlerden sayılmıştır. Rüşvet, tefecilik, karaborsacılık, gasp veya hırsızlık haksız kazanç yollarından bazılarıdır. Hırsızlık ister bir yere girerek bir şeyin kasten çalınması olsun, isterse kanunların verdiği hakları kötüye kullanarak yapılmış olsun hepsi birdir. Bu bakımdan eksik tartı ve ölçü, gasp, dolandırıcılık, rüşvet, kaçakçılık yoluyla elde edilen kazançların hepsi haramdır
İslam dini, haksız kazancı haram sayar. Yağma ve talan da bir çeşit haksız kazanç olduğu için şer, kötü işlerdendir. Çünkü gerek şahsi, gerekse devlete ait herhangi bir malın, mahsulün veya eşyanın yağma edilmesi, sahibinin rızasının olmaması demektir. Başkasının kazancını haksız bir şekilde elde etmek demektir. Ölen bir kimsenin bıraktığı terekeden çocuklarına hanımına veya akrabalarına pay vardır. Bunları herhangi bir şekilde başka birinin üzerine geçirmesi helal değildir.
Ne yazık ki hep ortada insanlığın düşmanı olan hilekâr ve şaşırtıcı bir eşkıya güruhu vardır.Bunlar ilâhi nizamı terazinin bir kefesine, insanoğlunun madde âlemindeki başarılarını da diğer kefesine koyarak beşeriyete 'Buyur! Hangisini istersen onu al' diyorlar. 'Hayat için ya ilâhi nizamı alıp insanın elinin madde aleminde meydana getirdiklerinden vazgeçeceksiniz ya da insanoğlunun başarılarını kabullenip ilâhi nizamı bırakacaksınız.' Şüphesiz ki bu kötü niyetle yapılan pek âdi bir harekettir. Bilmek lâzımdır ki ilâhi nizam insanoğlunun vücuda getirdiği şeylere düşman değildir. Hattâ insan eliyle vücut bulan şeylerin asıl müessisi de ilâhi nizamdır.
(İnanıp da iyi işler işleyenler cennetlere girecekler ve ebedi olarak orada kalacaklardır.)
O ilâhi nizamda insana en doğru yolu gösterir ve onu en münasip istikamete yöneltir. Bütün gaye insanoğlunun yeryüzünde Allah'ın hilâfetini yüklenebilecek seviyeye ulaşması ve yükselmesidir. Allah Tealâ bu yüksek makamı insanoğluna bahşetmiş onu başarabilme kudretini insana vermiş bu büyük görevi yerine getirme esnasında muhtaç olacağı her türlü enerji ve kuvveti onda gizlemiş, bu yolda kendisine yardımcı olması için kâinat kanunlarını onun emrine âmade kılmış ve hayata hâkim olmak, çalışıp harikalar vücuda getirmek için onun varlığı ile kâinat varlığı arasında bir intizam kurmuştur. Ancak bu suretle insanoğlunun çalışma ve başarısı ibadet sayılacak, icat ettiği şeyler Allah Tealâ'nın kendisine bahşettiği büyük nimetlere karşı şükür ve minettarlık addolunacak ve böylece beşer Allahü Tealâ'nın hilâfetteki şartına bağlı kalmış, bütün hareketlerini Allah Tealâ'nın rızasına uydurmuş olacaktır...
İlâhi nizamı terazinin bir kefesine koyanlara gelince, bunlar kötü niyet sahipleridirler, fesatçıdırlar. Bunların şaşırtmalarından, çeşitli oyun ve entrikalarından yıpranıp yorgun düşen beşeriyet, bu mahvedici telkinlerden kurtulmak gayretiyle ve Allah'ın himayesine sığınarak ikaz edici, doğru yolu gösterici bir hidayet sesi duymak arzusuyla çırpınadursun, onlar beşerin peşine takılmış, bıkmadan kovalayıp dururlar...
Bahsi geçen bu güruhtan başka, iyi niyet sahibi bir grup daha vardır ki, bunlar da devrin anlayışından, şümûllu uyanıklıktan mahrumdurlar yani gâfil olarak yaşarlar... İnsanoğlunun keşfettiği kuvvetler, bulduğu tabiat kanunları, bunları hayrete düşürür ve onun madde âlemindeki başarıları karşısında sonsuz bir hayranlık ve dehşet duyarlar. İşte bu hayret ve dehşet, şuurlarındaki tabiat kuvvetlerini, hayat ve kâinatın akışına hâkim olan imâni kıymetlerden ayırır. Bunlar, insanlar iman da etseler inkâr da, ilâhi nizama tâbi de olsalar, karşı da, Allahın şeriatıyla da hükmetseler, insanların hevesleriyle de, yine tabiat kanunlarının imani değerlerine ihtiyaç duymadan seyrine devam edeceğini ve matlûb olan sonucu da vereceğini zannederler...Bu vehim ve hayaldir...Bu davranış, aslında sünnetullahtan birer cüz olan ve yekdiğerine bağlı bulunan iki unsuru birbirinden ayırmak demektir....Gerçek şudur ki, tabiat kanunları gibi imanın kıymetleri de kâinattaki sünnetullahın bir cüz'üdür.Elde edilen bütün neticeler bu iki unsurun birbiriyle olan sıkı irtibatı sayesindedir.İnanmış bir kimsenin duygu ve tasavvurunda bu ikisinin arasını ayımayı haklı gösteren bir neden yoktur.İşte Kur'anı anlayıp yaşayan insanda dosdoğru hedef bu olacaktır.
İnanıp da iyi işler işlemek...
Allahü Tealâ'ya iman etmek, istikamet dairesinde O'na ibadet etmek ve yeryüzünde O'nun şeriatını ikâme etmek...Bunların hepsi sünnetullahın icrâsıdır. Hepsi de gözlerimizle görüp his ve tecrübelerimizle eserine vâkıf olduğumuz kâinat kanunlarının bizzat kaynağından südur eder. Müsbettirler, yapıcıdırlar. Bazen iman değerlerini bir tarafa itip tabiat kanunlarına tâbi olmak suretiyle de başarı sağlandığını görürüz. Bu aldatıcı olayların parlak ve cazip gösterişi bizi kâinat kanunundan ayırır. Bu ayrılışın bazen yolun başlangıcında kendisini hissettirmeyen acı neticeleri, sonunda bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.(Kur'anda 'Allah'ın âzabı neymiş onlar yakında görecek ve bileceklerdir.' Buyrulmaktadır)...Nitekim dünya hayatında bile İslâm âlemi, uyarı niteliğindeki bu felâkete dûçar olmuştur. İslâm cemaatinin yükselişi, hayatında tabiat kanunlarıyla iman kıymetlerinin birleştiği noktadan başlar. Çöküşü ve bu ikisinin ayrıldığı yerden... Ayrılış zaviyesi genişledikçe (inanıp da inancın gereğini yerine getirmek değil de sapmalar şer kötü yasak işlere meyledişler ve kötü, şer işler yasaklar ısrarla bile bile uygulandığı zaman) islâm cemaati çöktü, çöktü... ve nihayet hem kâinat kanunlarını (iyi işler 'helâl lokma' ) hem de iman kıymetlerini (ibâdetlerin)
ihmali yüzünden bu alçak vâdinin çukurlarına kadar düştü...
Diğer yanda bu günün madde medeniyeti var. Kanadının biri kopuk diğeri pek aktif olan bu medeniyet, tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş gibi çırpınıp duruyor... Maddi başarılarındaki yükseliş miktarı ise manevi sahadaki çöküşü ve bocalayışı nispetindedir. Akledenlerin, ibret alanların, ders çıkaranların, gaflet bataklığına dalmayanların feryad ederek derdine dermen olmaya çalışmaları gereken bu medeniyet, müthiş bir ızdırap, şaşkınlık, ruh ve sinir buhrânı içinde kıvranmaktadır... İşte bu derdin biricik devâsı ve en sağlam tedavisi, ancak ve ancak Allah'ın nizâmına yönelmek ve O'na sarılmak kuşun tek kanatlı uçacağı, yükseleceği hayalinden vazgeçmektir. Kuşun bir kanadı iman diğer kanadı ise iyi işler işlemektir. İnkâr edip de kötü şer işler işlemek asla değildir veya inanıp da kötü, şer işler işlemek veya inkâr edip de iyi işler işlemek de değildir. Kuş tek kanatlı uçmaz aksine kendisi her türlü tehlikelere açık olur, uçmaya çalışırken çamurlara, murdara bulaşır.
Şüphesiz ki, kâinatın, insan hayatındaki genel kanunlarının bir kısmını da, Allah'ın insanlara tahsis ettiği Şeriat temsil eder. Bu şeriatın uygulanması insanın hal ve hareketleriyle hayatın akışı arasında müspet bir insicam meydana gelecektir. Şeriat imanın meyvesinden başka bir şey değildir.O (şeriat) ancak kökü ve gövdesi sayılan büyük iman sayesinde var olur.(Eğer inansalardı. Bu haklarında hayırlı olurdu. İmânları kökleşirdi.) Yüce Allah'ın bu nizâmı, İslâm cemiyetinin kuruluşuna yardımcı olmak ve müslümanlar (Allah'ın emirlerine boyun eğenler tatbik edenler) için dünyada saadet, ahirette en büyük kurtuluşa ermeleri için konmuştur.Büyük kâinat varlığıyla insan varlığı hakkındaki islâmi tefekkürde kemâlini bulan şeriat, bu tefekkürün kalpte meydana getirdiği Allah'tan sakınma, şuurda doğurduğu nezahet, çalışmada kazandırdığı dikkat ve başarı, aklâka bahşettiği yükseliş ve hayat akışına sağladığı dürüstlükle tekâmül eder.... İşte böylece, gerek tabiat kanunları dediğimiz, gerekse iman kuvvetleri diye tâbir ettiğimiz bütün sünnetullah arasında bir tekâmülün ve bir insicâmın mevcudiyetine tanık oluyoruz. Bütün bunlar, Allah'ın şu mevcudattaki hudutsuz sünnet-i ilâhiye'sinden birer cüzdür...
İnsan da kâinat kuvvetlerinden bir kuvvettir. Onun hareketi, irâdesi, îmanı, müstakîm oluşu, ibadeti ve faaliyetleri başlı başına bir kuvvet... Kâinatın akışında müspet tesirler icra eden işte bu kuvvetin de, mevcûdattaki bitin sünnet-i ilâhiyye ile irtibâtı vardır... Bütün bunlar bir âhenk içinde çalışırlar. Bu kuvvetlerin birleşmesiyle tam ve olgun bir semere elde edildiği gibi, birbirleriyle çarpışıp muhâlefet haline geçmesiyle de, kendisiyle birlikte hayatı ifsad eder, eserlerini berbat eder ve perişan duruma düşürür. Ve insanlar arasındaki şekâveti, felâketi yayar... Şu halde insanın hareket ve şuuru ile bütün varlığı kaplayan sünnet-i ilâhiyenin hâdise ve akışları arasında kuvvetli bir irtibat vardır. Bu irtibâtı bozmayı, bu insicâmı ihmal etmeyi ve câri olan sünnetullah ile insanlar arasına set çekmeyi, ancak beşeriyete düşman olanlar ve onu meçhûle doğru kovalayanlar düşünür. Beşeriyetin kendine gelerek, düşmanını önüne katması ve onu en doğru yoldan, kerim olan Rabbine götürmesi gerekiyor...