"Kur'an'a Yaklaşımda Taşınan Zaaflar
Bugün Müslümanlar ve İslam adına yapılan faaliyetler, teoride kendilerini Kur'an ile irtibatlandırma iddiasındadırlar. Ama Kur'an'dan gereğince yararlanılması ve İslami mücadelenin doğru temellendirilip önünün açılması konusunda karşımıza önemli bir sorun çıkmaktadır. "Usuli" (metodolojik) problem olarak da ifade edebileceğimiz bu sorunun, birinci iddiası "Kur'an'ı herkesin anlayamayacağı", ikincisi ise; "Kur'an'dan kaynak olarak doğrudan yararlanılamayacağı"dır.
Tarihi süreç içinde üretilen birinci iddia, Kur'an'ın anlaşılırlığı hakkında yetkinin ancak "ulema" sıfatlı "din adamları" sınıfına ait olduğunu ve Kur'an'ın yaşanabilmesi için bu sınıfın zorunluluğunu ön şart olarak ileri sürmektedir. Bugün, İslami duyarlılığı yüksek olan çevrelerde dahi yaygın olarak kullanılan "İslami hareketin öncüsü ulemadır" ifadesi bu tarihi ön kabule dayanmaktadır. Oysa "ulema" kavramı çevresinde gösterilmesi gereken dikkat, "âlim" kavramının Kur'an'daki kullanımının ve bu kullanımın her mümin kişiyi kuşatan özelliğinin daraltılmasını Önleme hassasiyetine dayanmalıdır. Eleştirilmesi gereken, İslami disiplinlerde ihtisas sahibi ve birikimli kişilerin varlığı değil, İslami mücadeleyi yüklenmeyen veya sahih ölçüleri önemsemeyen ve ilkesiz bazı insanların, bilgi birikimleri nedeniyle imtiyazlı konuma getirilmesidir. Bu bağlamda "âlim" ile "uzman" kişilerin konumu karıştırılmamalıdır. Âlim olmak, tüm Müslümanların görevidir; uzmanlık ise, İslami mücadele ve İslami hayat için gerekli, fakat ihtisas ve yoğun çaba gerektiren bir durumdur.
İkinci haksız iddia ise; bazı rivayetleri ve kelami, felsefi veya tasavvufi kabulleri; tefsir, hadis, fıkıh usulü konusunda formülleşen bazı hükümleri onaylamayı, Kur'an'ı anlamanın ön şartı olarak ileri sürmektedir. Bu geleneksel anlayış, dinin kaynağım "edille-i şer'iyye" gibi değişik formlarda çoğaltmakta; Kur'an ile hadis rivayetlerini, Kur'an ile içtihad veya kıyası, Kur'an ile çoğunluğun kararını (icma) eşitlemekte; hatta birincisinin anlaşılmasını ancak diğerlerinin varlığına bağlı kılmaktadır. Bu tutuma göre; Allah katından insanların anlayacağı bir dille "iletilen'' Kur'an, ancak insanlarca "üretilen" sözlü ve yazılı kaide ve usullerle ve oluşturulan kültürel birikim ile anlaşılabilir.
Kur'an'a ön yargısız yaklaşmak, öncelikle tarihi süreç içinde üretilmiş olumsuz birikimlerden arınma çabasıyla mümkündür. Bununla birlikte içinde doğduğumuz çevreden edindiğimiz inanç, kültür ve alışkanlıklardan bir anda kopmamız da kolay değildir. Bu yüzden, daha hayatın amacı konusunda sorular sormaya başladığımız anda, sahip olduğumuz dini telakkinin doğruluğu sorunu gündeme gelir. Kur'an'a nasıl yaklaşacağımızı; egemen sistemlerin kontrolündeki dini eğitim çalışmalarının getirdiği bakış veya gelenekten devraldığımız ya da çevremizle birlikte kazandığımız kimliğin niteliği mi belirleyecektir; yoksa kimlik ve tutumumuzu Kur'an bilgisi mi oluşturup yönlendirecektir?
Bu sorulara verilecek cevap, Kur'an'a "belirleyen" olarak mı, "belirlenen" olarak mı yaklaştığımızı veya inandığımızı da ortaya koyacaktır.Aslında Kur'an'dan doğrudan yararlanılamayacağı üzerinde duran ve onu anlamak için üretilmiş bazı kültürel kalıpların öncelenmesini şart koşan geleneksel yaklaşımla; Kur'an'ın anlaşılmasının göreliliği (izafiliği) konusunda Batılı referans çevrelerinin etkisiyle oluşan modern yaklaşım; birbirleriyle örtüşmektedir.
Kur'an'ın anlaşılırlığı hakkında, Batılı referans çevrelerinden devşirilen ve tağuti rejimlerce de destek gören bu söylem, bir metinden anlaşılan hakikatin tek olmadığı, hakikatin kişiden kişiye değişeceği; yani Kur'an ayetlerinin anlaşılmasının "göreceliliği" iddiasını gündeme sokmaya çalışmaktadır. Bu görüş, Kur'an'ı anlamaya çalışanların tarihi süreç içinde veya çevre şartlarının etkisi ile oluşmuş düşünce tarzlarından etkileneceği iddiası ile Kur'an'ın ön yargısız anlaşılamayacağını savunmakta ve tarihselci bir yaklaşımla Kur'an'ın evrensel ve mutlak hükümleri üzerinde şüphe uyandırmaya çalışmaktadır. Bu söyleme göre de Kur'an "belirleyen" değil, "belirlenen" konumuna düşmektedir.
Bu noktada, Kur'an'ın tarihî şartların bir ürünü olduğunu iddia eden oryantalist zihniyetle, Kur'an'ın anlaşılmasını ve belirleyiciliğini İslam tarihi içinde "üretilmiş"' olan kaynaklara bağlayan gelenekçi, mukallid zihniyet arasında, sonuç itibariyle pek fark yoktur."
Selamlar!
Bugün Müslümanlar ve İslam adına yapılan faaliyetler, teoride kendilerini Kur'an ile irtibatlandırma iddiasındadırlar. Ama Kur'an'dan gereğince yararlanılması ve İslami mücadelenin doğru temellendirilip önünün açılması konusunda karşımıza önemli bir sorun çıkmaktadır. "Usuli" (metodolojik) problem olarak da ifade edebileceğimiz bu sorunun, birinci iddiası "Kur'an'ı herkesin anlayamayacağı", ikincisi ise; "Kur'an'dan kaynak olarak doğrudan yararlanılamayacağı"dır.
Tarihi süreç içinde üretilen birinci iddia, Kur'an'ın anlaşılırlığı hakkında yetkinin ancak "ulema" sıfatlı "din adamları" sınıfına ait olduğunu ve Kur'an'ın yaşanabilmesi için bu sınıfın zorunluluğunu ön şart olarak ileri sürmektedir. Bugün, İslami duyarlılığı yüksek olan çevrelerde dahi yaygın olarak kullanılan "İslami hareketin öncüsü ulemadır" ifadesi bu tarihi ön kabule dayanmaktadır. Oysa "ulema" kavramı çevresinde gösterilmesi gereken dikkat, "âlim" kavramının Kur'an'daki kullanımının ve bu kullanımın her mümin kişiyi kuşatan özelliğinin daraltılmasını Önleme hassasiyetine dayanmalıdır. Eleştirilmesi gereken, İslami disiplinlerde ihtisas sahibi ve birikimli kişilerin varlığı değil, İslami mücadeleyi yüklenmeyen veya sahih ölçüleri önemsemeyen ve ilkesiz bazı insanların, bilgi birikimleri nedeniyle imtiyazlı konuma getirilmesidir. Bu bağlamda "âlim" ile "uzman" kişilerin konumu karıştırılmamalıdır. Âlim olmak, tüm Müslümanların görevidir; uzmanlık ise, İslami mücadele ve İslami hayat için gerekli, fakat ihtisas ve yoğun çaba gerektiren bir durumdur.
İkinci haksız iddia ise; bazı rivayetleri ve kelami, felsefi veya tasavvufi kabulleri; tefsir, hadis, fıkıh usulü konusunda formülleşen bazı hükümleri onaylamayı, Kur'an'ı anlamanın ön şartı olarak ileri sürmektedir. Bu geleneksel anlayış, dinin kaynağım "edille-i şer'iyye" gibi değişik formlarda çoğaltmakta; Kur'an ile hadis rivayetlerini, Kur'an ile içtihad veya kıyası, Kur'an ile çoğunluğun kararını (icma) eşitlemekte; hatta birincisinin anlaşılmasını ancak diğerlerinin varlığına bağlı kılmaktadır. Bu tutuma göre; Allah katından insanların anlayacağı bir dille "iletilen'' Kur'an, ancak insanlarca "üretilen" sözlü ve yazılı kaide ve usullerle ve oluşturulan kültürel birikim ile anlaşılabilir.
Kur'an'a ön yargısız yaklaşmak, öncelikle tarihi süreç içinde üretilmiş olumsuz birikimlerden arınma çabasıyla mümkündür. Bununla birlikte içinde doğduğumuz çevreden edindiğimiz inanç, kültür ve alışkanlıklardan bir anda kopmamız da kolay değildir. Bu yüzden, daha hayatın amacı konusunda sorular sormaya başladığımız anda, sahip olduğumuz dini telakkinin doğruluğu sorunu gündeme gelir. Kur'an'a nasıl yaklaşacağımızı; egemen sistemlerin kontrolündeki dini eğitim çalışmalarının getirdiği bakış veya gelenekten devraldığımız ya da çevremizle birlikte kazandığımız kimliğin niteliği mi belirleyecektir; yoksa kimlik ve tutumumuzu Kur'an bilgisi mi oluşturup yönlendirecektir?
Bu sorulara verilecek cevap, Kur'an'a "belirleyen" olarak mı, "belirlenen" olarak mı yaklaştığımızı veya inandığımızı da ortaya koyacaktır.Aslında Kur'an'dan doğrudan yararlanılamayacağı üzerinde duran ve onu anlamak için üretilmiş bazı kültürel kalıpların öncelenmesini şart koşan geleneksel yaklaşımla; Kur'an'ın anlaşılmasının göreliliği (izafiliği) konusunda Batılı referans çevrelerinin etkisiyle oluşan modern yaklaşım; birbirleriyle örtüşmektedir.
Kur'an'ın anlaşılırlığı hakkında, Batılı referans çevrelerinden devşirilen ve tağuti rejimlerce de destek gören bu söylem, bir metinden anlaşılan hakikatin tek olmadığı, hakikatin kişiden kişiye değişeceği; yani Kur'an ayetlerinin anlaşılmasının "göreceliliği" iddiasını gündeme sokmaya çalışmaktadır. Bu görüş, Kur'an'ı anlamaya çalışanların tarihi süreç içinde veya çevre şartlarının etkisi ile oluşmuş düşünce tarzlarından etkileneceği iddiası ile Kur'an'ın ön yargısız anlaşılamayacağını savunmakta ve tarihselci bir yaklaşımla Kur'an'ın evrensel ve mutlak hükümleri üzerinde şüphe uyandırmaya çalışmaktadır. Bu söyleme göre de Kur'an "belirleyen" değil, "belirlenen" konumuna düşmektedir.
Bu noktada, Kur'an'ın tarihî şartların bir ürünü olduğunu iddia eden oryantalist zihniyetle, Kur'an'ın anlaşılmasını ve belirleyiciliğini İslam tarihi içinde "üretilmiş"' olan kaynaklara bağlayan gelenekçi, mukallid zihniyet arasında, sonuç itibariyle pek fark yoktur."
Selamlar!