Bu makalede sizi Kuranın engin sembolik dünyasında bir yolculuğa çıkarmak istiyorum.
Çünkü Said Nursinin Mecaz avama inince hakikate dönüşür demesinden de anlaşılacağı gibi bu konuda nice çamlar devirildiğini görüyoruz.
Kuranda imgeler, simgeler ve semboller konusuna fransız kimileri Kitabı hurafeler, mucizeler ve harikalar diyarına çevirmiş durumda
Kitab Ekmek arslanın ağzında diyor, bizim molla gidip hayvanat bahçesindeki arslanın ağzında ekmek arıyor.
Kitab Göle maya çalınmaz diyor, bizim molla unla, değirmenle, gölle uğraşıyor.
Kitab Herkes gider Mersine , o gider tersine diyor, bizim molla otogarlarda mersin yolcusu arıyor.
Bu konuda vahim yanlışlara bizzat şahit olduğum için Kuranın sembolik tabir ve deyimleri hakkında yazmak vacip oldu.
Kuranda sembolizm vardır, evet, ama bu helallerde ve haramlarda değil; daha çok metafizikî konuları kavratmada, kimi kıssalarda ve hatta kıssaların kimi tabir, kelime ve deyimlerindedir.
Bu konular tefsir usulü kitaplarının mecaz-hakikat, muhkem-müteşabih bölümlerinde uzun uzun ele alınır.
Bizim buradaki yaklaşımımız olaya daha sosyal pencereden bakmaktan ibaret.
Çünkü İslamı, bireysel kurtuluşçu ve terapik din olarak değil; toplumsal kurtuluşçu, devrimci, sosyal bir din olarak ele alıyoruz. Bunun böyle olduğunu bizzat Kuranın kendisi bize öğretiyor.
Aşağıda avamın elinde hakikate dönüşen Kuranın 25 imgesel ve simgesel tabir ve deyimini sıraladım. Kuranın engin ve zengin sembolik dünyasında yapacağımız bu kısa yolculuk umarım işinize yarar
***
Kuranda imgesel ve simgesel anlatım en yoğun şekilde Adem kıssasında görülür. O halde buradan başlayalım.
Adem biz insanları, şeytan içimizdeki Allahtan uzaklaştırıcı kötülük dürtülerini,ateş hırs, şehvet, haset gibi dürtüleri, iblis Allaha güvenemeyen yanımızı,mülk-i la yeblâ (yıkılmayacak servet ve iktidar) sahip olma hırsımızı, şecere-huld (sonsuzluk ağacı) bunun için son sınırına kadar (bilgiyi, serveti ve iktidarı) toplamayı, biriktirmeyi ifade eder.
Çünkü Allaha (doğaya, rızka, topluma, kamuya, cemaate) güvenmeyen yanımız (iblis), bunlardan ümidini kesmekte ve böylece bizi bunlardan uzaklaştırmaktadır. Bundan dolayı da içimizdeki güvensizliği ve tatminsizliği gidermek için son sınırına kadar her şeyi (servet, siyaset, şehvet, şöhret) kendimizde toplamak ve böylece yıkılmayacak bir mülke kavuşmak istemekteyiz.
Şecere toplama, huld da bir şeyi son sınırına kadar götürmek demektir. Ağaç, yaprakları, dalları ve meyveleri kendinde topladığı için Arap ona şecere demiş. Soy şeceresi (soy ağacı) da tüm geçmiş soyumuzu topladığı için soy ağacı olmuş
Bu durumda Ağaca yaklaşmayın toplamaya, biriktirmeye yaklaşmayın, Allaha güvenin, Ondan ümidinizi kesmeyin, Ondan uzaklaşmayın yani İblis ve Şeytan olmayın demektir. Demek ki yasak ağaç mülk/mülkiyet olmaktadır.
Şeytanın soldan, sağdan, arkadan, önden yaklaşması bu durumda içimizdeki servet, siyaset, şöhret ve şehvet tutkularının bizi hırsa ve hasede sürüklemesi demektir. Biz Ademler hep buralardan kaybederiz.
Cennette açlığın, çıplaklığın, susuzluğun ve güneşin sıcağında yanmanın olmaması, açlığın, yoksulluğun, evsizliğin, çaresizliğin, temel yaşam araçları kıtlığının ve güvensizliğin olmaması, bütün bunların sorun olmaktan çıkarılması, barış, kardeşlik, adalet, esenlik, sevgi, merhamet ve paylaşım yurdunun kurulması demektir. Öyle ki orada sadece selam (esenlik, barış, kardeşlik) vardır.
Bunlar olmayınca biz Ademler şecere-i huld ve mülk-i la yebla peşine düşeriz. Böylece yasak ağaçlara dokunur, bunun için olmadık (servet, siyaset, şehvet, şöhret) suçları işler ve içinde bulunduğumuz doğal dünyayı (cenneti) cehenneme çeviririz
Ademin topraktan yaratılması: İnsanın yaratılışı anlatılırken kullanılır. Topraktan yaratılma, topraktan gelen gıdalardan yaratılma demektir. Bu yaratılış halen sürmektedir. Bütün gıdalar topraktan gelir. Erkekte sperm (nutfe), kadında yumurtaların oluşmasına sağlar ve bu ikisinin biri araya gelmesiyle yeni Ademler (insanlar) yaratılır.
Cinin (şeytanın) ateşten yaratılması: İnsanın içinde dolanan hırs, ihtiras, şehvet gibi dürtüleri ifade için kullanılır. Çünkü ateş dini sembolizmde içteki kötülük dürtülerini anlatır. Kırmızı renk bu nedenle öfkenin ve şehvetin sembolüdür. Dumansız ateş(Hicr; 27) denmesinden anlaşılacağı gibi bu bildiğimiz ateş değildir. Hem tabiattaki, hem de insandaki enerjiyi ifade eder.
Cennetten kovulma: Kuran insan eli değmemiş, kan dökülüp fesat çıkarılmamış, henüz mülk edinme savaşlarının çıkmadığı, sınırların çizilmediği, çitlerin çevirilmediği doğal dünyaya cennet der. İnsanoğlu (Adem) yıkılmayacak mülk (mülk-i la yebla) ve son sınırına kadar toplama (şecer-i huld) peşine düşünce yani yasak ağaçlardan yemeye başlayınca doğal dünya bozulur. Tekâsür (çoğaltma, yığma, biriktirme) yarışı insanı kaosun, çatışmanın, yıkıcı rekabetin, her şeyin alınıp satıldığı bir ateş çemberinin (cahim) içine düşürür. Böylece Adem cennetten kovulmuş olur. Kovulmamak için bu yasak ağaçlara dokunulmaması, doğal dünya ile uyum içinde olunması gerektir. (bkz. Kıssaların anası 1-2 başlıkla makale).
***
Adem kıssasında mesele böyle olunca, Kuranın diğer yerlerinde geçen sosyal içerikli tabir ve deyimlerin genellikle bununla ilgili olduğunu göreceksiniz. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir Devam ediyoruz
Bin yıldan elli yıl eksik yaşamak: Hz. Nuh anlatılırken kullanılır. Nuhun 950 yıl yaşadığını değil; çok uzun süre aralarında kalıp Etrafındaki ayak takımını (erâzil) kov diyen kavmin kodamanlarına (ekabir) karşı uzun soluklu bir mücadele içine girdiğini ifade eder. Çokluktan kinaye bir deyimdir. Sürenin çok uzun olduğunu anlatmak için kullanılır. Türkçede kullanılan Sittîn (60) sene oldu, Kırk yıl dağda gezdim, Yediği herze 40ı geçti deyimleri gibidir.
Deveyi boğazlamak: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer. Nagatallah (Allahının devesi) Adem kıssası bağlamında ağaç, Mekke ortamı bağlamında Beyt, insanlığa mesaj bağlamında kamuyu ifade eder. Deve boğazlanmamalıdır yani yasak ağaca dokunulmamalıdır, Beytullaha ait olan nimetelere (enam) açlık, susuzluk, güvenlik korkuları ile el konulmamalı, kendinde toplanmamalıdır, kamuya (herkese) ait olan bu nimetler talan edilmemelidir. Allah zaten Kureyşi (=insanlığı) doğal rızık ve rızık kaynakları ile açlıktan korumakta ve doyurmaktadır, biriktirmeye gerek yoktur. (bkz. Deveye dokunmayın başlıklı makale)
Ateşe serin ol demek: Hz. İbrahim anlatılırken kullanılır. Ey Ateş! Serin ol dedik, selam olsun İbrahime! (Enbiya; 69) şeklinde geçer. Hz. İbrahimin ateşte atılıp tam yanacakken orada bir gül bahçesi bitmesini değil; İbrahimin hicret etmek suretiyle ateşte yakılma (idam) cezasından kurtulmasını, yaktıkları ateşin de sönüp gitmesini ifade eder. Nitekim İbrahimin ateşten nasıl kurtulduğu satır aralarında şöyle açıklanır: İbrahimin sözlerine kavminin cevabı sadece öldürün yahut yakın demek oldu. Yani bunu demekten başka bir şey yapamadılar çünkü İbrahim tıpkı yerine Aliyi bırakıp Hz. Peygamberin şehri terk etmesi suretiyle ölümden kurtulması gibi ateş yakıldığı sırada şehri terk etmişti: Onu ve Lutu alemler için kutlu kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık (Enbiya; 71). İbrahim dedi ki: Ben de Rabbime hicret edeceğim (Ankebut; 27).
Parçalanmış kuşları ayrı ayrı tepelerden çağırmak: Hz. İbrahimin Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster sorusuna cevap verilirken geçer. Ona şöyle denir: Kuşlardan dört (lü) al. Onları alıştır kendine. Sonra her dağa/tepeye onlardan bir parça yap/koy. Sonra onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. (Bakara; 260). Yani kuşlardan dörtlü gruplar yapması, onları kendine (yuvalarına) alıştırması, sonra her grubu/parçayı bir dağın tepesine koyması ve sonra onları yuvalarına çağırması isteniyor. Kuşların koşarak/uçarak geleceği söyleniyor. Burada kuşlar dünyada parçalanmış, ayrı ayrı tepelere (ülkelere) bölünmüş, esarete düşmüş ezilenleri (mustazaf) temsil ediyor. Onların nasıl dirileceği, birleşip toplanacağı anlatılıyor. Keza kuşlar uhrevî anlamda da ayrı ayrı mezarlarda yatan tüm ölüleri temsil ediyor. Onların nasıl dirilip toplanacağı anlatılıyor: Her şey alışık olduğu/yaşadığı/aktığı asli mecraya geri döner. İşler dönüp dolaşıp Allaha/halka varır.
Yüz yıl sonra dirilen ölü şehir: (bkz. Ölü şehirlerin dirilişi başlıklı makale)
Onbir yıldız, ay ve güneşin secde etmesi: Hz. Yusuf kıssası anlatılırken Yusufun rüyası olarak geçer. Kişinin kuyuya atılıp yok edilmek, gömülmek istendiği baskıcı ve boğucu çevresini aşıp başka bir dünya vizyonu görebilmesini, önce bunun rüyasını/görümünü/vizyonunu yaratabilmesini ifade için kullanılır. Öyle ki her zaman birileri bir rüya görür, sonra dünya o rüyanın içinde yeniden kurulur. Gerçek devrimci bu rüyayı görebilendir. (Yusu; 4).
İneği kesmek: Hz. Musanın İsrailoğullarını Firavun zulmünden kurtarmak için Mısırı terk etmesi anlatılırken kullanılır. Bildiğimiz ineği et yemek için kesmek değildir. İnek (bakara) Firavun İmparoturluğunun simgesi ve arması idi. Ondan kurtulmak, ona dair korkularını atmak, onunla bağlarını koparmak, kesmek kastedilir. (Bakara; 67)
Altından buzağıyı put edinmek: (bkz. Tek çeşit yemek ve Samirinin buzağısı başlıklı makale)
Sudan (nehirden) içmek: (bkz. Talut ve Calut kıssası ne anlatıyor başlıklı makale).
Aşağılık maymun olmak: (bkz. Aşağılık maymunlar olun başlıklı makale).
Suyu sırayla eşitçe taksim etmek: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer. aralarında eşitçe taksim etmek (kısmetun beynehum) Kabeyi gelen nimetlere el konulmamasını, insanlar arasında eşitçe bölüştürülmesini ifade eder. Buradan Allahın yeryüzündeki nimetlerinin kulları arasında eşitçe bölüştürülmesi mesajı verilir. Sudan herkes eşitçe içmelidir!.(Kamer; 28).
99 koyuna 1 koyun: Hz. Davud anlatılırken kullanılır. Nüzul sırasında deveyi boğazlama kıssasının hemen arkasından anlatılır. Tema ve vurgu yine aynıdır. Mekkede 99/1 oranında derin eşitsizlik ve uçurum vardı. 1 ikili sayıların en dibini, 99 en tavanını ifade eder. Aradaki eşitsizlik bu oranlamayla ifade ediliyor. Bugün Wallstreet işgalcilerinin kullandığı Biz % 99, siz % 1siniz sloganının yılın sözü seçilmesinden de anlaşılacağı gibi Kuranın 99/1 kıyaslamasıyla verdiği çağlar üstü mesaj yaşıyor. (bkz. 99 koyuna 1 koyun kıssası ne anlatıyor başlıklı makale).
Cinleri, şeytanları, dalgıçları, kuşları emrine vermek: Hz. Süleyman anlatılırken kullanılır. Cinler Babilden gelen yabancı yapı ustaları, şeytanlar kötü fikirli kimseler, dalgıçlar ve rüzgarlı gemiler Fenikeli denizciler, kuşlar Hitit askerlerini ifade etmekteydi. Süleymanın ordusunda bütün bunlar yer almaktaydı. Süleymanın amacı bölgeyi bir esenlik ve barış yurduna (Darusselam) çevirmekti. Açlığın, susuzluğun, çaresizliğin, evsizliğin, güvensizliğin kalmadığı adalete dayalı bir dünya düzeni kurma yolunda hayli ilerlemişti. Tasvirler onu anlatmaktadır. Bugün hala onun yaşadığı şehir aynı isimle anılır (Jeruselam/Kudüs).
Karıncalarla konuşmak: Karınca (Nemle) adlı yerleşim biriminden geçerken onlarla konuşmak demektir. Nemle (Karınca) kasabası veya şehrinin adıydı. Ve bu Belkısin ülkesinde bulunuyordu. Belkıs Sebe kraliçesi idi. Dolayısıyla karıncalarla konuşmak Sebeliler ile konuşmak demektir. Nitekim Sebe ülkesinin arması karınca idi. (Bugünkü örneğin arı, bozkurt, sarı kanarya, kara kartal, şahin, doğan, arslan, kaplan, panter gibi!)
Hüdhüd ile konuşmak: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Süleyman Kuşlardan Hudhüdü arar, o nerede onu göremiyorum der. Derken Hüdhüd Sebe ülkesine gider ve oradan haberlerle getirir. Burada Kuşlar Hititler, Hüdhüd de Hititden gelip Süleymanın ordusuna katılan subayın lakabıdır. (Neml; 20,22,27).
Cinlerden bir İfrit: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Cinler, Babilden gelen yapı ustaları, cinlerden bir ifrid de onlardan birisinin lakabıdır. İfrid olarak bilinen Babilden gelen maharetli yapı ustalarından birisi demektir. (Neml; 39).
Cinlerden bir heyet: Nusaybinden gelen ve cinlere, perilere inanan bir gurubun insanın Hz. Peygamber ile konuşup Kuran dinlemesi ve bu batıl inançlarından nasıl vazgeçtikleri anlatılırken geçer. Daha önce Mekkede görülmeyen, yabancı (ecnebi) bir heyet anlamındadır. (Cin; 1)
Cinleri ve insanları ibadet için yaratmak: İns-u cinn tabiri aşağı-yukarı, ileri-geri, sabah-akşam, gündüz-gece gibi görünen (ins) ve görünmeyen (cinn) anlamında bir deyimdir. Evrende gördüğümüz ve görmediğimiz her şey kastedilir. İbadet de yapmak, ortaya çıkarmak, iş ve değer üretmek demektir. Gördüğünüz ve görmediğiniz her şeyi Allaha (onun emri ve yasaları doğrultusunda) yapsınlar, ortaya çıkarsınlar, iş ve değer üretsinler, kendilerini ifade etsinler diye yarattık denmek istenir. (Zariyat: 56)
Yecüc ve Mecüc: Türkçedeki herc-ü merc tabiri gibi altüst oluşu, fesat ve kargaşa çıkaran toplulukları anlatır. Yeryüzünde mülk-i la yebla ve şecere-i huld için yani yıkılmaz bir mülk ve her şeyi kendine ait kılıp, toplama ve mülkiyetine geçirme için kan döküp fesat çıkaran toplulukları ve ülkeleri ifade eder. Yağmaya, talana, çapula, işgale girişen her topluluğun genel adıdır. (Kehf; 18/94)
Dabbetul-arz: Yeryüzünün kımıldanışı/hareketlenişi manasına gelir. Yeryüzünün içindekileri (üzerinde olanları) haber vermesi manasında, dile gelip konuşması (kelam etmesi) ve yağmaları, işgalleri, kan döküp fesat çıkarmaları haber vermesini ifade eder. (Neml; 27/82-84). Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı mesajı verir.(Ayrıca bkz. Dabbetül-arz nedir, Yecüc ve Mecüc kimdir başlıklı makale)
Gökten kulak hırsızlığı yapmak: Kahinleri ve mecnunları eleştirirken geçer. Onlar yol başlarına oturarak, yıldızlardan fal bakıp geleceği okumakta ve gaibten haber vermekteydiler. Böylesi göğü dinleyip kulak hırsızlığı yapanların üzerine ateş yağacak ve yaptıklarını ağır bir bedelle ödeyecekler, cehennemi boylayacaklar denmek istenirken kullanılır. (Hicr; 18).
Yerinden kalkmadan tahtı getirmek:: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Çok kısa sürede, En kısa zamanda, Göz açıp kapayıncaya kadar manasında bir deyimdir. Cinlerden bir ifridin ışık hızı ile Belkisın tahtını getirmesini değil; Babilden gelen İfrid lakaplı yapı ustasının, çok kısa zamanda tahtın bir benzerini yapmasını ifa eder. (Neml; 39).
Eline bir demet sap almak: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır. Hz. Eyyubun karısına eline bir demet sap olarak vurmasını değil; birleşmek, yekvücut olmak, demet gibi yan yana durmak anlamında bir deyimdir. Hz. Peygambere ambargo yıllarında Eyyub sabrı ve direnişi örnek gösterilir ve dağılmamaları, yılmamaları, sapların bir demet halinde bir arada durması gibi, kendisine inananlarla birlikte öyle olmalarını ifade eder. Sözünüzden (davanızdan) dönmeyin, demetlenmiş gibi durun, yekvücut olun denmek istenir. (Sad, 44).
Ayağını yere vurunca su gelmek: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır. Hz. Eyyube baskılar karşısında ayağını yere sağlam basmasını, güçlü ve kararlı durmasını, davasından dönmemesini, eğer böyle yaparsa güçlükleri aşıp zafere (suya) ulaşacağını ifade için kullanılır. Amborgo yıllarında inen Sad suresinde geçer. Hz. Peygamberin de o yıllarda öyle olması gerektiğini, onlar üzerinden de bu durumda olan herkesin öyle olması gerektiğini ifade için kullanılır. (Sad; 42).
Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşmak: Hz. İsa anlatılırken kullanılır. Beşikten mezara ilim öğreniniz rivayetinden de anlaşılacağı gibi, tüm ömrü boyunca manasında bir deyimdir. İsa tüm ömrünü yeryüzünde Allahın sesi (kelime) olmaya adayacak, bütün ömrünü bu görevi yerine getirmek için harcayacak denmek istenir. (Ayrıca İsanın ölüleri diriltmesi, körü ve alacalıyı iyi etmesi, evlerde biriktirilenleri haber vermesi, çamurdan bir kuş yapması deyimleri için bkz. Ölü şehirlerin dirilişi başlıklı makale).
Görüldüğü gibi daha bunun gibi bir çok tabir ve deyim sıralanabilir. 25 kadarını aktardım. Bunda anlaşılmayacak garip bir şey yok. Konuştuğumuz dillerde de böylesi kullanımlar çoktur. Bunların o günkü anlamı kaybolmuş, artık kullanılmıyor olabilir. Ancak Kuranda geçtiğine göre, bir tabir ve deyim kazısı çalışması yapıp güncellemek gerekmektedir.
Kurana bir de bu gözle bakın, çok yakınınıza geldiğini görecek ve büyük zevk alacaksınız.
İhsan Eliaçık
Çünkü Said Nursinin Mecaz avama inince hakikate dönüşür demesinden de anlaşılacağı gibi bu konuda nice çamlar devirildiğini görüyoruz.
Kuranda imgeler, simgeler ve semboller konusuna fransız kimileri Kitabı hurafeler, mucizeler ve harikalar diyarına çevirmiş durumda
Kitab Ekmek arslanın ağzında diyor, bizim molla gidip hayvanat bahçesindeki arslanın ağzında ekmek arıyor.
Kitab Göle maya çalınmaz diyor, bizim molla unla, değirmenle, gölle uğraşıyor.
Kitab Herkes gider Mersine , o gider tersine diyor, bizim molla otogarlarda mersin yolcusu arıyor.
Bu konuda vahim yanlışlara bizzat şahit olduğum için Kuranın sembolik tabir ve deyimleri hakkında yazmak vacip oldu.
Kuranda sembolizm vardır, evet, ama bu helallerde ve haramlarda değil; daha çok metafizikî konuları kavratmada, kimi kıssalarda ve hatta kıssaların kimi tabir, kelime ve deyimlerindedir.
Bu konular tefsir usulü kitaplarının mecaz-hakikat, muhkem-müteşabih bölümlerinde uzun uzun ele alınır.
Bizim buradaki yaklaşımımız olaya daha sosyal pencereden bakmaktan ibaret.
Çünkü İslamı, bireysel kurtuluşçu ve terapik din olarak değil; toplumsal kurtuluşçu, devrimci, sosyal bir din olarak ele alıyoruz. Bunun böyle olduğunu bizzat Kuranın kendisi bize öğretiyor.
Aşağıda avamın elinde hakikate dönüşen Kuranın 25 imgesel ve simgesel tabir ve deyimini sıraladım. Kuranın engin ve zengin sembolik dünyasında yapacağımız bu kısa yolculuk umarım işinize yarar
***
Kuranda imgesel ve simgesel anlatım en yoğun şekilde Adem kıssasında görülür. O halde buradan başlayalım.
Adem biz insanları, şeytan içimizdeki Allahtan uzaklaştırıcı kötülük dürtülerini,ateş hırs, şehvet, haset gibi dürtüleri, iblis Allaha güvenemeyen yanımızı,mülk-i la yeblâ (yıkılmayacak servet ve iktidar) sahip olma hırsımızı, şecere-huld (sonsuzluk ağacı) bunun için son sınırına kadar (bilgiyi, serveti ve iktidarı) toplamayı, biriktirmeyi ifade eder.
Çünkü Allaha (doğaya, rızka, topluma, kamuya, cemaate) güvenmeyen yanımız (iblis), bunlardan ümidini kesmekte ve böylece bizi bunlardan uzaklaştırmaktadır. Bundan dolayı da içimizdeki güvensizliği ve tatminsizliği gidermek için son sınırına kadar her şeyi (servet, siyaset, şehvet, şöhret) kendimizde toplamak ve böylece yıkılmayacak bir mülke kavuşmak istemekteyiz.
Şecere toplama, huld da bir şeyi son sınırına kadar götürmek demektir. Ağaç, yaprakları, dalları ve meyveleri kendinde topladığı için Arap ona şecere demiş. Soy şeceresi (soy ağacı) da tüm geçmiş soyumuzu topladığı için soy ağacı olmuş
Bu durumda Ağaca yaklaşmayın toplamaya, biriktirmeye yaklaşmayın, Allaha güvenin, Ondan ümidinizi kesmeyin, Ondan uzaklaşmayın yani İblis ve Şeytan olmayın demektir. Demek ki yasak ağaç mülk/mülkiyet olmaktadır.
Şeytanın soldan, sağdan, arkadan, önden yaklaşması bu durumda içimizdeki servet, siyaset, şöhret ve şehvet tutkularının bizi hırsa ve hasede sürüklemesi demektir. Biz Ademler hep buralardan kaybederiz.
Cennette açlığın, çıplaklığın, susuzluğun ve güneşin sıcağında yanmanın olmaması, açlığın, yoksulluğun, evsizliğin, çaresizliğin, temel yaşam araçları kıtlığının ve güvensizliğin olmaması, bütün bunların sorun olmaktan çıkarılması, barış, kardeşlik, adalet, esenlik, sevgi, merhamet ve paylaşım yurdunun kurulması demektir. Öyle ki orada sadece selam (esenlik, barış, kardeşlik) vardır.
Bunlar olmayınca biz Ademler şecere-i huld ve mülk-i la yebla peşine düşeriz. Böylece yasak ağaçlara dokunur, bunun için olmadık (servet, siyaset, şehvet, şöhret) suçları işler ve içinde bulunduğumuz doğal dünyayı (cenneti) cehenneme çeviririz
Ademin topraktan yaratılması: İnsanın yaratılışı anlatılırken kullanılır. Topraktan yaratılma, topraktan gelen gıdalardan yaratılma demektir. Bu yaratılış halen sürmektedir. Bütün gıdalar topraktan gelir. Erkekte sperm (nutfe), kadında yumurtaların oluşmasına sağlar ve bu ikisinin biri araya gelmesiyle yeni Ademler (insanlar) yaratılır.
Cinin (şeytanın) ateşten yaratılması: İnsanın içinde dolanan hırs, ihtiras, şehvet gibi dürtüleri ifade için kullanılır. Çünkü ateş dini sembolizmde içteki kötülük dürtülerini anlatır. Kırmızı renk bu nedenle öfkenin ve şehvetin sembolüdür. Dumansız ateş(Hicr; 27) denmesinden anlaşılacağı gibi bu bildiğimiz ateş değildir. Hem tabiattaki, hem de insandaki enerjiyi ifade eder.
Cennetten kovulma: Kuran insan eli değmemiş, kan dökülüp fesat çıkarılmamış, henüz mülk edinme savaşlarının çıkmadığı, sınırların çizilmediği, çitlerin çevirilmediği doğal dünyaya cennet der. İnsanoğlu (Adem) yıkılmayacak mülk (mülk-i la yebla) ve son sınırına kadar toplama (şecer-i huld) peşine düşünce yani yasak ağaçlardan yemeye başlayınca doğal dünya bozulur. Tekâsür (çoğaltma, yığma, biriktirme) yarışı insanı kaosun, çatışmanın, yıkıcı rekabetin, her şeyin alınıp satıldığı bir ateş çemberinin (cahim) içine düşürür. Böylece Adem cennetten kovulmuş olur. Kovulmamak için bu yasak ağaçlara dokunulmaması, doğal dünya ile uyum içinde olunması gerektir. (bkz. Kıssaların anası 1-2 başlıkla makale).
***
Adem kıssasında mesele böyle olunca, Kuranın diğer yerlerinde geçen sosyal içerikli tabir ve deyimlerin genellikle bununla ilgili olduğunu göreceksiniz. Arkası çorap söküğü gibi gelecektir Devam ediyoruz
Bin yıldan elli yıl eksik yaşamak: Hz. Nuh anlatılırken kullanılır. Nuhun 950 yıl yaşadığını değil; çok uzun süre aralarında kalıp Etrafındaki ayak takımını (erâzil) kov diyen kavmin kodamanlarına (ekabir) karşı uzun soluklu bir mücadele içine girdiğini ifade eder. Çokluktan kinaye bir deyimdir. Sürenin çok uzun olduğunu anlatmak için kullanılır. Türkçede kullanılan Sittîn (60) sene oldu, Kırk yıl dağda gezdim, Yediği herze 40ı geçti deyimleri gibidir.
Deveyi boğazlamak: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer. Nagatallah (Allahının devesi) Adem kıssası bağlamında ağaç, Mekke ortamı bağlamında Beyt, insanlığa mesaj bağlamında kamuyu ifade eder. Deve boğazlanmamalıdır yani yasak ağaca dokunulmamalıdır, Beytullaha ait olan nimetelere (enam) açlık, susuzluk, güvenlik korkuları ile el konulmamalı, kendinde toplanmamalıdır, kamuya (herkese) ait olan bu nimetler talan edilmemelidir. Allah zaten Kureyşi (=insanlığı) doğal rızık ve rızık kaynakları ile açlıktan korumakta ve doyurmaktadır, biriktirmeye gerek yoktur. (bkz. Deveye dokunmayın başlıklı makale)
Ateşe serin ol demek: Hz. İbrahim anlatılırken kullanılır. Ey Ateş! Serin ol dedik, selam olsun İbrahime! (Enbiya; 69) şeklinde geçer. Hz. İbrahimin ateşte atılıp tam yanacakken orada bir gül bahçesi bitmesini değil; İbrahimin hicret etmek suretiyle ateşte yakılma (idam) cezasından kurtulmasını, yaktıkları ateşin de sönüp gitmesini ifade eder. Nitekim İbrahimin ateşten nasıl kurtulduğu satır aralarında şöyle açıklanır: İbrahimin sözlerine kavminin cevabı sadece öldürün yahut yakın demek oldu. Yani bunu demekten başka bir şey yapamadılar çünkü İbrahim tıpkı yerine Aliyi bırakıp Hz. Peygamberin şehri terk etmesi suretiyle ölümden kurtulması gibi ateş yakıldığı sırada şehri terk etmişti: Onu ve Lutu alemler için kutlu kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık (Enbiya; 71). İbrahim dedi ki: Ben de Rabbime hicret edeceğim (Ankebut; 27).
Parçalanmış kuşları ayrı ayrı tepelerden çağırmak: Hz. İbrahimin Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster sorusuna cevap verilirken geçer. Ona şöyle denir: Kuşlardan dört (lü) al. Onları alıştır kendine. Sonra her dağa/tepeye onlardan bir parça yap/koy. Sonra onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. (Bakara; 260). Yani kuşlardan dörtlü gruplar yapması, onları kendine (yuvalarına) alıştırması, sonra her grubu/parçayı bir dağın tepesine koyması ve sonra onları yuvalarına çağırması isteniyor. Kuşların koşarak/uçarak geleceği söyleniyor. Burada kuşlar dünyada parçalanmış, ayrı ayrı tepelere (ülkelere) bölünmüş, esarete düşmüş ezilenleri (mustazaf) temsil ediyor. Onların nasıl dirileceği, birleşip toplanacağı anlatılıyor. Keza kuşlar uhrevî anlamda da ayrı ayrı mezarlarda yatan tüm ölüleri temsil ediyor. Onların nasıl dirilip toplanacağı anlatılıyor: Her şey alışık olduğu/yaşadığı/aktığı asli mecraya geri döner. İşler dönüp dolaşıp Allaha/halka varır.
Yüz yıl sonra dirilen ölü şehir: (bkz. Ölü şehirlerin dirilişi başlıklı makale)
Onbir yıldız, ay ve güneşin secde etmesi: Hz. Yusuf kıssası anlatılırken Yusufun rüyası olarak geçer. Kişinin kuyuya atılıp yok edilmek, gömülmek istendiği baskıcı ve boğucu çevresini aşıp başka bir dünya vizyonu görebilmesini, önce bunun rüyasını/görümünü/vizyonunu yaratabilmesini ifade için kullanılır. Öyle ki her zaman birileri bir rüya görür, sonra dünya o rüyanın içinde yeniden kurulur. Gerçek devrimci bu rüyayı görebilendir. (Yusu; 4).
İneği kesmek: Hz. Musanın İsrailoğullarını Firavun zulmünden kurtarmak için Mısırı terk etmesi anlatılırken kullanılır. Bildiğimiz ineği et yemek için kesmek değildir. İnek (bakara) Firavun İmparoturluğunun simgesi ve arması idi. Ondan kurtulmak, ona dair korkularını atmak, onunla bağlarını koparmak, kesmek kastedilir. (Bakara; 67)
Altından buzağıyı put edinmek: (bkz. Tek çeşit yemek ve Samirinin buzağısı başlıklı makale)
Sudan (nehirden) içmek: (bkz. Talut ve Calut kıssası ne anlatıyor başlıklı makale).
Aşağılık maymun olmak: (bkz. Aşağılık maymunlar olun başlıklı makale).
Suyu sırayla eşitçe taksim etmek: Hud kavmi ve Salih kıssasında geçer. aralarında eşitçe taksim etmek (kısmetun beynehum) Kabeyi gelen nimetlere el konulmamasını, insanlar arasında eşitçe bölüştürülmesini ifade eder. Buradan Allahın yeryüzündeki nimetlerinin kulları arasında eşitçe bölüştürülmesi mesajı verilir. Sudan herkes eşitçe içmelidir!.(Kamer; 28).
99 koyuna 1 koyun: Hz. Davud anlatılırken kullanılır. Nüzul sırasında deveyi boğazlama kıssasının hemen arkasından anlatılır. Tema ve vurgu yine aynıdır. Mekkede 99/1 oranında derin eşitsizlik ve uçurum vardı. 1 ikili sayıların en dibini, 99 en tavanını ifade eder. Aradaki eşitsizlik bu oranlamayla ifade ediliyor. Bugün Wallstreet işgalcilerinin kullandığı Biz % 99, siz % 1siniz sloganının yılın sözü seçilmesinden de anlaşılacağı gibi Kuranın 99/1 kıyaslamasıyla verdiği çağlar üstü mesaj yaşıyor. (bkz. 99 koyuna 1 koyun kıssası ne anlatıyor başlıklı makale).
Cinleri, şeytanları, dalgıçları, kuşları emrine vermek: Hz. Süleyman anlatılırken kullanılır. Cinler Babilden gelen yabancı yapı ustaları, şeytanlar kötü fikirli kimseler, dalgıçlar ve rüzgarlı gemiler Fenikeli denizciler, kuşlar Hitit askerlerini ifade etmekteydi. Süleymanın ordusunda bütün bunlar yer almaktaydı. Süleymanın amacı bölgeyi bir esenlik ve barış yurduna (Darusselam) çevirmekti. Açlığın, susuzluğun, çaresizliğin, evsizliğin, güvensizliğin kalmadığı adalete dayalı bir dünya düzeni kurma yolunda hayli ilerlemişti. Tasvirler onu anlatmaktadır. Bugün hala onun yaşadığı şehir aynı isimle anılır (Jeruselam/Kudüs).
Karıncalarla konuşmak: Karınca (Nemle) adlı yerleşim biriminden geçerken onlarla konuşmak demektir. Nemle (Karınca) kasabası veya şehrinin adıydı. Ve bu Belkısin ülkesinde bulunuyordu. Belkıs Sebe kraliçesi idi. Dolayısıyla karıncalarla konuşmak Sebeliler ile konuşmak demektir. Nitekim Sebe ülkesinin arması karınca idi. (Bugünkü örneğin arı, bozkurt, sarı kanarya, kara kartal, şahin, doğan, arslan, kaplan, panter gibi!)
Hüdhüd ile konuşmak: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Süleyman Kuşlardan Hudhüdü arar, o nerede onu göremiyorum der. Derken Hüdhüd Sebe ülkesine gider ve oradan haberlerle getirir. Burada Kuşlar Hititler, Hüdhüd de Hititden gelip Süleymanın ordusuna katılan subayın lakabıdır. (Neml; 20,22,27).
Cinlerden bir İfrit: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Cinler, Babilden gelen yapı ustaları, cinlerden bir ifrid de onlardan birisinin lakabıdır. İfrid olarak bilinen Babilden gelen maharetli yapı ustalarından birisi demektir. (Neml; 39).
Cinlerden bir heyet: Nusaybinden gelen ve cinlere, perilere inanan bir gurubun insanın Hz. Peygamber ile konuşup Kuran dinlemesi ve bu batıl inançlarından nasıl vazgeçtikleri anlatılırken geçer. Daha önce Mekkede görülmeyen, yabancı (ecnebi) bir heyet anlamındadır. (Cin; 1)
Cinleri ve insanları ibadet için yaratmak: İns-u cinn tabiri aşağı-yukarı, ileri-geri, sabah-akşam, gündüz-gece gibi görünen (ins) ve görünmeyen (cinn) anlamında bir deyimdir. Evrende gördüğümüz ve görmediğimiz her şey kastedilir. İbadet de yapmak, ortaya çıkarmak, iş ve değer üretmek demektir. Gördüğünüz ve görmediğiniz her şeyi Allaha (onun emri ve yasaları doğrultusunda) yapsınlar, ortaya çıkarsınlar, iş ve değer üretsinler, kendilerini ifade etsinler diye yarattık denmek istenir. (Zariyat: 56)
Yecüc ve Mecüc: Türkçedeki herc-ü merc tabiri gibi altüst oluşu, fesat ve kargaşa çıkaran toplulukları anlatır. Yeryüzünde mülk-i la yebla ve şecere-i huld için yani yıkılmaz bir mülk ve her şeyi kendine ait kılıp, toplama ve mülkiyetine geçirme için kan döküp fesat çıkaran toplulukları ve ülkeleri ifade eder. Yağmaya, talana, çapula, işgale girişen her topluluğun genel adıdır. (Kehf; 18/94)
Dabbetul-arz: Yeryüzünün kımıldanışı/hareketlenişi manasına gelir. Yeryüzünün içindekileri (üzerinde olanları) haber vermesi manasında, dile gelip konuşması (kelam etmesi) ve yağmaları, işgalleri, kan döküp fesat çıkarmaları haber vermesini ifade eder. (Neml; 27/82-84). Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı mesajı verir.(Ayrıca bkz. Dabbetül-arz nedir, Yecüc ve Mecüc kimdir başlıklı makale)
Gökten kulak hırsızlığı yapmak: Kahinleri ve mecnunları eleştirirken geçer. Onlar yol başlarına oturarak, yıldızlardan fal bakıp geleceği okumakta ve gaibten haber vermekteydiler. Böylesi göğü dinleyip kulak hırsızlığı yapanların üzerine ateş yağacak ve yaptıklarını ağır bir bedelle ödeyecekler, cehennemi boylayacaklar denmek istenirken kullanılır. (Hicr; 18).
Yerinden kalkmadan tahtı getirmek:: Hz. Süleyman kıssasında geçer. Çok kısa sürede, En kısa zamanda, Göz açıp kapayıncaya kadar manasında bir deyimdir. Cinlerden bir ifridin ışık hızı ile Belkisın tahtını getirmesini değil; Babilden gelen İfrid lakaplı yapı ustasının, çok kısa zamanda tahtın bir benzerini yapmasını ifa eder. (Neml; 39).
Eline bir demet sap almak: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır. Hz. Eyyubun karısına eline bir demet sap olarak vurmasını değil; birleşmek, yekvücut olmak, demet gibi yan yana durmak anlamında bir deyimdir. Hz. Peygambere ambargo yıllarında Eyyub sabrı ve direnişi örnek gösterilir ve dağılmamaları, yılmamaları, sapların bir demet halinde bir arada durması gibi, kendisine inananlarla birlikte öyle olmalarını ifade eder. Sözünüzden (davanızdan) dönmeyin, demetlenmiş gibi durun, yekvücut olun denmek istenir. (Sad, 44).
Ayağını yere vurunca su gelmek: Hz. Eyyub anlatılırken kullanılır. Hz. Eyyube baskılar karşısında ayağını yere sağlam basmasını, güçlü ve kararlı durmasını, davasından dönmemesini, eğer böyle yaparsa güçlükleri aşıp zafere (suya) ulaşacağını ifade için kullanılır. Amborgo yıllarında inen Sad suresinde geçer. Hz. Peygamberin de o yıllarda öyle olması gerektiğini, onlar üzerinden de bu durumda olan herkesin öyle olması gerektiğini ifade için kullanılır. (Sad; 42).
Beşikteyken ve yetişkinken insanlarla konuşmak: Hz. İsa anlatılırken kullanılır. Beşikten mezara ilim öğreniniz rivayetinden de anlaşılacağı gibi, tüm ömrü boyunca manasında bir deyimdir. İsa tüm ömrünü yeryüzünde Allahın sesi (kelime) olmaya adayacak, bütün ömrünü bu görevi yerine getirmek için harcayacak denmek istenir. (Ayrıca İsanın ölüleri diriltmesi, körü ve alacalıyı iyi etmesi, evlerde biriktirilenleri haber vermesi, çamurdan bir kuş yapması deyimleri için bkz. Ölü şehirlerin dirilişi başlıklı makale).
Görüldüğü gibi daha bunun gibi bir çok tabir ve deyim sıralanabilir. 25 kadarını aktardım. Bunda anlaşılmayacak garip bir şey yok. Konuştuğumuz dillerde de böylesi kullanımlar çoktur. Bunların o günkü anlamı kaybolmuş, artık kullanılmıyor olabilir. Ancak Kuranda geçtiğine göre, bir tabir ve deyim kazısı çalışması yapıp güncellemek gerekmektedir.
Kurana bir de bu gözle bakın, çok yakınınıza geldiğini görecek ve büyük zevk alacaksınız.
İhsan Eliaçık
Moderatör tarafında düzenlendi: