sinang
New member
بســـم الله الرحمن الرحيم
“Bu (Kur’an), kendisiyle uyarıl (ıp sakındırıl) sınlar, O’nun bir tek ilah olduğunu gerçekten bilsinler ve (temiz) akıl sahibleri (düşünüp) öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir tebliğdir.” (İbrahim Sûresi, 14/52)
Bu tebliğin, bu bildirinin başlıca temel maksadı "insanların Yüce Allah'ın yalnız ve yalnız tek bir ilah" olduğunu duyup öğrenmeleridir. Bu hem Allah'ın dininin başlıca ilkesidir, hem de İslâm hayat sisteminin dayandığı asıl noktadır.
Tabiatı itibariyle asıl maksad bilgi olmayıp, bu bilginin öngördüğü ilkeye göre insanların günlük hayatlarını yönlendirmeleridir.
İnsanların, "Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur" ilkesine dayanan İslâm dinine bağlanmalarıdır.
Madem ki O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur; insanlar sadece O'na karşı boyun eğmelidirler. Çünkü Rablık ve Hakimiyet; efendilik, uygulama, kanun koyma ve hayata yön verme sıfatlarına haiz olanın hakkıdır.
İnsanların hayatlarını bu temel ilkeye dayandırmaları, onları, beşerin yine kendisi gibi bir beşere kul olmasına ve ona itaat edip boyun eğmesine dayanan cahili hayat sistemlerinden ayrı kılar. Bu ayrılış, inanç ve düşüncede, ibadet amaçlı ferdi davranışlarda, ahlâk kurallarında, değer ve ölçülerde kendini gösterir. Aynı zamanda bu ayrılık ekonomik ve toplumsal sistemlerde, fert ve toplum hayatının her alanında ortaya çıkar.
Hiç kuşkusuz bir ve tek olan Allah'ın uluhiyetine ve onun bu uluhiyetinde ortağı olmadığına dair inanç şekli hayatın her alanını kapsayan eksiksiz bir yaşam biçiminin temelini oluşturur. İslâm akidesinin sınırları, hayatın en ince noktalarını içine alacak kadar geniş ve pratiği olmayan bir inanç sisteminden çok daha kapsamlıdır. Kalbde yer eden ve pratikte hiçbir etkisi olmayan bir inanış şekli kendi başına kesinlikle yeterli değildir. Bu akide, bu inanış biçimi, ahlâk sorununu nasıl bir inanç sorunu haline getirmiş ise, aynı şekilde hakimiyet sorununuda bir inanç sorunu haline getirmiştir. Ahlâk ve değer ölçülerini kapsadığı gibi, rejim ve kanunları da kapsayan hayat sistemi bu akideden kaynaklanır. İnanç noktasında hepsi aynı seviyede ve aynı derecede öneme sahiptirler.
Biz bu dinin akideden asıl kastettiğini en iyi biçimde kavramadan, Allah'dan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v)'in Allah'ın Kul'u ve Rasul'ü olduğuna şahitlik etmenin anlamını bilip öğrenmeden, Kur'an'ın anlatmaya çalıştığı mesajları kavrayamayız. Bu şehadetin anlamının sadece O'na boyun eğmek demek olduğunu, sırf namaz esnasında değil, hayatta karşılaşılan her meselede -bu şehadetin-geçerli olduğunu anlamadan Kur'an'ı anlamamız mümkün olmayacaktır.
“Bu (Kur’an), kendisiyle uyarıl (ıp sakındırıl) sınlar, O’nun bir tek ilah olduğunu gerçekten bilsinler ve (temiz) akıl sahibleri (düşünüp) öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir tebliğdir.” (İbrahim Sûresi, 14/52)
“Bu (Kur’an), kendisiyle uyarıl (ıp sakındırıl) sınlar, O’nun bir tek ilah olduğunu gerçekten bilsinler ve (temiz) akıl sahibleri (düşünüp) öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir tebliğdir.” (İbrahim Sûresi, 14/52)
Bu tebliğin, bu bildirinin başlıca temel maksadı "insanların Yüce Allah'ın yalnız ve yalnız tek bir ilah" olduğunu duyup öğrenmeleridir. Bu hem Allah'ın dininin başlıca ilkesidir, hem de İslâm hayat sisteminin dayandığı asıl noktadır.
Tabiatı itibariyle asıl maksad bilgi olmayıp, bu bilginin öngördüğü ilkeye göre insanların günlük hayatlarını yönlendirmeleridir.
İnsanların, "Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur" ilkesine dayanan İslâm dinine bağlanmalarıdır.
Madem ki O'ndan başka ibadete layık ilah yoktur; insanlar sadece O'na karşı boyun eğmelidirler. Çünkü Rablık ve Hakimiyet; efendilik, uygulama, kanun koyma ve hayata yön verme sıfatlarına haiz olanın hakkıdır.
İnsanların hayatlarını bu temel ilkeye dayandırmaları, onları, beşerin yine kendisi gibi bir beşere kul olmasına ve ona itaat edip boyun eğmesine dayanan cahili hayat sistemlerinden ayrı kılar. Bu ayrılış, inanç ve düşüncede, ibadet amaçlı ferdi davranışlarda, ahlâk kurallarında, değer ve ölçülerde kendini gösterir. Aynı zamanda bu ayrılık ekonomik ve toplumsal sistemlerde, fert ve toplum hayatının her alanında ortaya çıkar.
Hiç kuşkusuz bir ve tek olan Allah'ın uluhiyetine ve onun bu uluhiyetinde ortağı olmadığına dair inanç şekli hayatın her alanını kapsayan eksiksiz bir yaşam biçiminin temelini oluşturur. İslâm akidesinin sınırları, hayatın en ince noktalarını içine alacak kadar geniş ve pratiği olmayan bir inanç sisteminden çok daha kapsamlıdır. Kalbde yer eden ve pratikte hiçbir etkisi olmayan bir inanış şekli kendi başına kesinlikle yeterli değildir. Bu akide, bu inanış biçimi, ahlâk sorununu nasıl bir inanç sorunu haline getirmiş ise, aynı şekilde hakimiyet sorununuda bir inanç sorunu haline getirmiştir. Ahlâk ve değer ölçülerini kapsadığı gibi, rejim ve kanunları da kapsayan hayat sistemi bu akideden kaynaklanır. İnanç noktasında hepsi aynı seviyede ve aynı derecede öneme sahiptirler.
Biz bu dinin akideden asıl kastettiğini en iyi biçimde kavramadan, Allah'dan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed (s.a.v)'in Allah'ın Kul'u ve Rasul'ü olduğuna şahitlik etmenin anlamını bilip öğrenmeden, Kur'an'ın anlatmaya çalıştığı mesajları kavrayamayız. Bu şehadetin anlamının sadece O'na boyun eğmek demek olduğunu, sırf namaz esnasında değil, hayatta karşılaşılan her meselede -bu şehadetin-geçerli olduğunu anlamadan Kur'an'ı anlamamız mümkün olmayacaktır.
“Bu (Kur’an), kendisiyle uyarıl (ıp sakındırıl) sınlar, O’nun bir tek ilah olduğunu gerçekten bilsinler ve (temiz) akıl sahibleri (düşünüp) öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir tebliğdir.” (İbrahim Sûresi, 14/52)