Kuran-i Kerim Kime Hitab Ediyor....

Mücahid

New member



Kur'an Kime Hitab Ediyor, Sadece Mekke'lilere mi ?

Kovulmuş ve taşlanmış şeytandan âlemlerin yegâne rabbi ve melik'i olan yüce Allah'a sığınırım.


Âlemlerde var olan her şeyin yaratılış gayesini yerine getirmesi için emrine verilen insan ve o insanlar içerisinden iman eden tüm değerli, temiz kardeşlerim.


Bugün sizlerle Kur'an eksenli bir başka konu hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Yüce Allah bizleri yeryüzünde halifesi olarak yaratmış ve kendisinde sonsuz ilimleri barındıran o âlimler âlimi bu ilminden biz insanlara da bir parça bahşetmiştir. Ancak bu ilim, insanın yaratılış gayesine yetecek niteliktedir. Bununla birlikte insan, kendisine verilen ilimden dolayı şımarmış ve kendisini yeterli görerek azgınlaşmış ve bundan dolayı yaratan rabbine baş kaldırmak suretiyle tağutlaşmıştır.


Hayır; gerçekten insan azar. Kendini müstağni gördüğünde (bilgisinden, gücünden, mülkünden dolayı her şeyden bağımsız addettiğinde)... Alak / 6–7

İnsanın kendisini müstağni görmesi ne demek ?

ilk inen sürenin 6–7 inci ayetlerinde böyle bir konunun işlenmesi gerçekte dikkate şayandır ve üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir öneme haizdir.

Tarih boyunca insanın başına gelen bela ve musibetlerin kaynağı kendini müstağni görme hastalığıdır. 'Müstağnileşmek' kavramını kısaca kişinin kendisini yeterli görmesi, hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç hissetmemesi olarak tanımlayabiliriz. Aslında bu hastalık patolojik bir vakadır. Pratik yaşamda bu hastalık nasıl ortaya çıkar, belirtileri nelerdir ? Şimdi kısaca bunu anlamaya çalışalım. Öncelikle bu hastalığa yakalanmış olan insanları toplumun her kademesinde görmek mümkündür. İster müstekbirler dediğimiz elit tabakadan olsun, ister orta direk olarak tanımladığımız esnaf ve sanatkâr kesiminden olsun, ister en alt tabaka dediğimiz işçi-köylü sınıfından olsun... Dolayısıyla geniş halk kitlesi içerisinde de sayıları az da olsa maalesef bu hastalık görülmektedir.

Genel olarak bakacak olursak, her üç kesimde de görülebilen bu hastalık çoğunlukla elit tabaka içerisinde yaygındır. Zira gücü elinde bulunduran bu kesim her şeye hükmedebileceğini zannederek kendisine hiç kimsenin güç yetiremeyeceği zannı ile elindeki geçici güce (bilgi, servet, iktidar, askeri güç) güvenir, hatta bu güce tapar ve azgınlaşarak tuğyan eder / tağutlaşır. Bu kesim sürekli bir biçimde alt tabakaya hükmetmek ister. Kendisini tanrı yerine koyarak ilahlık taslar, hüküm / kanun koymaya kalkışır ve helal ve haramların yerine geçirdiği beşeri hükümleri topluma dayatmaya çalışır.


Orta sınıf ise müstekbirlerin halkı sömürdüğü bir ortamda, vasat bir yaşam imkânı bulduğu için, kendisinden daha zayıf insanların perişan durumunu görerek onlara kıyasla daha iyi durumda olduğunu düşünür. Ev, araba, dükkân sahibi olmakla az da olsa lüks tüketici konumunda yer aldığı için kendisini müstağni addeder. Ve böyle bir ortamda kendisinin çok zeki, çalışkan ve başarılı olduğuna inanarak Rabbini unutur ve azgınlaşır

Üçüncü sınıfı teşkil eden işçi, memur, çiftçi (köylü) ve işsizler ise konumları gereği daha az azgınlaşmaktadırlar. Aslında bu sınıfın azgınlaşma biçimi daha farklı bir biçimde tezahür etmektedir. En ağır işleri gören bu sınıf, ekonomiden / Allah'ın yeryüzüne verdiği rızıktan en az payı alan kesim olma özelliğine sahiptir. Bu durumda sistem, söz konusu kesime önce ölümü gösterip sonra onu sıtmaya razı etmekte ve milyonlarca işsiz-güçsüz insanı örnek göstererek bu insanları çok az bir maaşa (kuru ekmek-soğana) talim ettirmektedir. Bu kesimin bir kısmı iş bulabildiği için adeta kendisini şanslı, ayrıcalıklı görerek patronlarına (efendilerine) toz kondurmaz ve onların azgınlıklarına destek verir. İslam, bu aşağı tabakaya kurtuluş yolu olarak sunulduğunda ise kendilerini sömüren efendilerini körü körüne savunurlar. "Onlar daha iyi bilir" mantığıyla bir de buna 'sürü psikolojisi' dediğimiz toplumun genel eğilimine tabi olma hastalığı eklenince gerisini siz düşünün. Bu tabakada kendi başına düşünememe, var olan anlayışa aynen iştirak etme gibi birtakım marazların yanı sıra körü körüne taklit ve çoğu kez güçlü olanın yanında yer alma eğilimi vardır. Güçlü olanların aslında kendileri gibi geniş halk kitlelerinin cahillikleri sebebiyle desteklenmeleri sonucu azgınlaştığını ve kendilerini baskı ve zülme maruz bıraktıklarını, haliyle sömürdüklerini görememektedirler. Bu sebeple mevcut azgınlığa destek vermekle kendilerinin de azgınlaşması söz konusudur.


Bu genel olarak geçimle ilgili bir müstağnileşme tanımıydı. Şimdi de kendisinde bulunan kişisel yeteneklerden dolayı azgınlaşan, kendisini müstağni gören kişilik profillerine bakalım. Bu konuda çokça örnek sayabiliriz. Mesela kiminin çok güzel sesi vardır, sanatçıdır, kimi çok iyi resim yapar, kimi çok iyi bir avukattır, kimi çok yakışıklıdır.... Kimi çok güzel yüz hatlarına ve fiziki güzelliğe sahip bir bayandır... Dolayısıyla bütün bunların hepsi birer azgınlık aracıdır. Kimi ise elindeki bağ ve bahçelerle, yazlık ve kışlıklarla, makam-mevkii, rütbe ve soy-sopla övünerek azar ve bu nimetleri kendisine bahşeden Rabbini unutur. Kısacası insan kendisine bahşedilen çeşitli nimetlerin Allah'tan geldiğini unutarak azgınlaşır ve kendi kendine yeterli olduğunu zanneder.


Konunun odak noktası olan İslami kesime gelirsek; o, çok kritik bir durumdadır. Onlarca hizbe, cemaate, tarikata, örgüte, cemiyete bölünmüştür. Bu konuda zaman zaman müstekbirlere taş çıkartırcasına kendilerini müstağni görerek hiç kimseye ihtiyaçlarının olmadığını, her şeyi en iyi kendilerinin bildiğini, sıratı müstakim (dosdoğru yol) üzerinde yalnızca kendilerinin olduğunu zannederler. Arapçayı sadece onlar yutmuş, Kur'an'ı yalnızca onlar hıfzetmiş ve hadisleri bir tek onlar ezberlemiştir. Doğruyu yalnızca onlar bilirler, dolayısıyla onlara tabi olmayanlar sapıktır, haricidir, radikaldir, marjinaldir... Bu camia içerisinde üç aşağı beş yukarı genel olarak bu bakış açısı hakimdir. Oysa bu şekilde düşünenler farkında olmaksızın kendilerini müstağni görerek azgınlaşmışlardır. Bu azgınlaşma zaman zaman Kur'an ayetlerini kendilerine göre te'vil etme hastalığına sebep olduğu için Kur'an'ın değişmemiş olmasına karşın zaman içerisinde sanki farklı dinler ortaya çıkmıştır.


Halbuki kişi Müslümanlık iddiasında ise Kur'an'ın uyarılarına kulak vermek durumundadır. "O dinlerini parça parça edip fırkalara ayıranlarla senin hiçbir ilişiğin yoktur" ayeti neyi hatırlatmaktadır ? Yine de bahane hazırdır ; "Aman canım, bu dini fırkalara ben bölmedim ki, onlar, diğerleri, ötekiler böldü. Tevbe etsinler ve gelip bize katılsınlar, ne de olsa Fırka-i Naciye biziz !"

Ey mümin kardeşim ! Ben sana mecburum, sen ne dersen de, ama emir böyle ! Sen de bana mecbursun, istesen de istemesen de Allah bizi kardeş ilan etmiş, başka yolu yok !

Şu ayetler konunun esasını bütün açıklığıyla ortaya koymuyor mu ?


"Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. (Hucurat : 10)

"Ey iman edenler ! Siz Müslümanlardan başkasını sırdaş edinmeyin." (Al-i İmran / 118)

"Ey iman edenler ! (Mü'minler dışında) kâfirleri veliler edinmeyin / başınıza (yönetici) getirmeyin." (Nisa / 144)

"Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcıları, dostlarıdırlar. Onlar iyiliği teşvik eder, kötülükten menederler." (Tevbe / 71)

"Ancak onlar işlerini kendi aralarında (farklı ) kitaplar halinde parçalayıp bölündüler. Her bir grup kendi elinde olanla yetinip sevinmektedir." (Müminun / 53)

"Parça ayırıcılarına indirdiğimiz gibi ki, onlar Kur'an'ı parça parça kıldılar. Rabbine Andolsun, onların tümüne bu yapmakta olduklarını soracağız. Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme." (Hicr / 90–94)

"Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır ki, her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır." (Rum / 32)

"Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şey de onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah kalmıştır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir." (En am / 159)



Bu ayetlere baktığımızda görüyoruz ki, Müslümanlık iddiasında olan bizler her şeyden önce birbirimize mecburuz. Birbirimizin velisi, sırdaşı, yardımcısı olmakla emrolunmuşken hala birbirimizin ardından konuşup "Biz haklıyız" demeye devam mı edeceğiz ?


Allah, "Gruplaşanlarla senin hiçbir ilgin yok" demişken bundan nasıl bir sonuç çıkarmalıyız ? "Herkes kendi grubuyla övünür" buyurmuşken bundan nasıl öğüt almalıyız ? Yoksa "Bu ayetler bize hitab etmiyor" diyerek tıpkı bir zamanlar okuduğumuz bazı Kur'an meallerindeki gibi bu ayetlerin yanına parantezler açıp ilahi emirleri sadece Peygamber'in (sav) döneminde yaşamış olan Mü'minlere yönelik olarak mı algılamalıyız ? İlginçtir, geçmiş dönemde Kur'an'ın kâfirlerden bahsettiği ayetlerin hemen yanına parantezler açılarak "Bunlar Mekke'li kâfirler" ibaresi yerleştiriliyordu. Zalim, fasık, münafık kelimelerinin yanına parantezler açılarak "Mekkeli zalimler, fasıklar ve münafıklar" ifadeleri ekleniyordu. İşin daha da ilginç yanı bu meallerden biri eski Diyanet İşleri Başkanlarından birisine aitti. 30 sene önce o mealleri okurken "Oh ne güzel, bizim zamanımızdan söz edilmiyor; bu kafirler Mekke'liymiş" diyerek cehalet içerisinde rahatlıyorduk. Öyle ya biz "La ilahe illallah" deyiverince iş bitiyordu. Anlamını, içeriğini anlamadan, yaşamadan direkt olarak cennete gidecektik. Allah'ı da birliyorduk nasıl olsa. "Tek bir tane Allah vardır" dedik mi iş bitiveriyordu. Türlü küfürleri işliyor, şirk koşuyor olsak dahi umurumuzda değildi. Zira Kur'an, bizden bahsetmiyordu. En fazla cehennemde bir süre yanıp hayat ırmağında yıkandıktan sonra nihayetinde biz de cennete gidecektik. Müşrik, kâfir, zalim, fasık olup da ebedi cehenneme gidecekleri bildirilenlerden değildik çok şükür ! Öyle ya, bunlar bizim aramızda ne gezer, onlar sadece Mekke'deydi ! "Ayetler bizi hedef almıyor" diyerek bizi kandırıyorlardı, sonra gerçeği gördüğümüzde hiç de öyle olmadığını anladık ve bu yanlış yaklaşımımızdan ötürü Allah a tevbe ettik ve O'na sığındık. Dolayısıyla "Acaba şimdi yine o dönemi çağrıştıran bir ortamda mıyız ?"diye düşünmeden edemiyorum.


Geleneksel anlayışa göre biz zaten Osmanlıydık, Türktük, Müslüman doğduğumuz için ayrıcalıklıydık. El-hamdulillah Müslümandık. İyi ki, gâvur doğmamıştık. Allah bize torpil geçmiş ve bizi müslüman olarak yaratmıştı. Diğerlerinin canı cehennemeydi. Acaba bugün yine böyle yanlış bir inanç içerisinde olabilir miyiz ?


Eğer öyleyse yukarıdaki ayetler bizi ilgilendirmiyor, çünkü ayetlerde sözü edilenler Rasulullah'la (sav) birlikte yaşamış olan Müslümanlardır. "Bize ne canım. O dönemde birileri dinlerini parçalara ayırmışlar, fırkalara bölünmüşler, bize ne onlardan ! Ne kadar da kötüymüş bu Mekke'liler ya hu ! Oku oku bitmiyor bunların yaptıkları !" Böyle mi diyeceğiz kardeşlerim ? Peki biz kimiz o zaman ? Bizler neciyiz ? Ne işe yararız ki biz ?


Yok eğer gerçekten bu ayetler aynı zamanda bizlere de hitab ediyorsa o zaman dikkat tehlike var ! Yanlış yoldayız galiba, baksanıza kaç parçaya bölünmüşüz !


"Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şey de onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah kalmıştır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir." (En am / 159)


Bu ayet dehşetengiz bir ayet, insanın tüylerini ürpertiyor. Allah, Resul'e (sav) buyuruyor "Dinlerini parçalayanlar ve guruplaşanlar var ya sen hiçbir şekilde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah kalmıştır." Yani demek oluyor ki, her fırsatta bütün grupların sarıldığı, sahiplenip kimseye kaptırmak istemediği peygamberimizin aslında gruplaşanlarla hiçbir ilgisi yok. Tüm sahiplenmeler havada kalıyor, demek ki, referans verirken "Biz Resulullah'ın (sav) sünnetine bağlıyız" demekle olmuyor ! Eğer bizler fırkalara bölünmüş bir durumda olduğumuz halde kendimizi Resul'e (sav) nispet edersek ortaya boş bir iddia atmaktan başka bir şey yapmış olmayız. Aksine ancak kendi kendimizi kandırmış oluruz.

Yeniden kendimizi Kur'an'a göre ölçmeli ve Kur'an'a göre şekillendirmeliyiz. Aksi takdirde kendimizi müstağni görerek azgınlaşmış oluruz. Elbette hepimizin doğruları var yanlışları var, aslolan hata yapabileceğimizin farkına vararak kendimizi kontrol etmek, mü'minler olarak birbirimizi kınamak yerine düzeltmeye çalışmak ve ayrılıkları birleşmeye çevirmek olmalıdır. Bundan başka da hiçbir çaremiz yoktur.


Bu durumda hemen şöyle söylenebilir : "Herkes birleşmekten bahsediyor ama olmuyor. Bu iş olmaz !"


Herkes gereğini yaparsa bal gibi olur. Ben buna adım gibi eminim, zira şu ayet buna delildir :

"Ve (Allah) onların kalplerini uzlaştırdı. Sen yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile onların kalplerini uzlaştıramazdın ama Allah aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, Hüküm ve hikmet sahibidir. Ey peygamber ! Sana ve seni izleyen mü'minlere Allah yeter." (Enfal / 63–64)


Yani birilerinin sandığı gibi değil parayla, karizmayla şunla-bunla, dünyadaki her şeyi harcasanız Allah'ın emrine uymadıkça biraraya gelemezsiniz. Ancak Allah'ın emri doğrultusunda yürürsek hiç şüphesiz Allah aramızı bulup kalplerimizi de uzlaştıracaktır. Nasıl mı ? Tabii ki, Kur'an'la ! O, elbette bizi biraraya getirmeye Kadir'dir. Yeter ki, kendimizi müstağni görme hastalığından sakınalım ve Kur'an eksenli hareket edelim.

Herkes şapkasını önüne koyarak birazcık akl-ı selim'le düşünsün...

Selam hidayete tabi olanların üzerinedir...
alıntı
 
Geri
Üst
AdBlock Detected

We get it, advertisements are annoying!

Sure, ad-blocking software does a great job at blocking ads, but it also blocks useful features of our website. For the best site experience please disable your AdBlocker.

I've Disabled AdBlock    No Thanks