alptraum
New member
- Katılım
- 1 Ocak 2005
- Mesajlar
- 2,908
- Tepkime puanı
- 166
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- Aþk`dan
- Web sitesi
- www.muhakeme.net
Küresel açlık tehlikesini yok edecek yol haritası "İktisat risalesi"
Son günlerde, bütün dünyayı bekleyen felâket senaryoları sıkça gündeme gelmeye başladı. Bütün insanlığı ilgilendiren acı sona dair yorumlar, hemen her alanın uzmanları tarafından dile getirilmekte.
Eskiden bir tehlikeden bahsedilince, günümüz şartlarına göre neredeyse devede kulak sayılabilecek bazı tabiî felaketler, salgın hastalıklar, savaşlar anlaşılırdı. Ancak şimdi, her şey olduğu gibi, felaket ve tehlikeler de “küresel” oldu.
Küresel, yani dili, dini, ırkı, rengi fark etmeksizin tüm insanlığı ilgilendiren felaketler.
Küresel, yani taşından toprağına, ağacından hayvanına bütün dünyayı tehdit eden âfetler.
Küresel, yani, büyük güçlerin sahip oldukları ekonomik, askerî ve teknolojik imkanlarla dünya üzerinde pay kapma savaşına sahne olan tüm dünyayı ilgilendiren ürkütücü ve dehşet verici büyük yıkımlar…
Küresel köyün kavalcıları olan ABD veya Rusya veya Çin veya diğerleri.
İnsanlığı yine aynı dünya üzerinde geri dönülmez karanlıklara doğru adın adım sürüklemekteler.
Artık son zamanlarda küresel savaşlardan bahsedilmiyor. Pek yakın bir gelecekte, büyük güçler ve daha alt kademedeki denge unsurları petrol için, değerli yer altı zenginlikleri için savaşmayacaklar.
Artık savaşlar başka bir şey için yapılacak; güçler dengesi o başka şey için sağlanmaya çalışılacak.
Çünkü o günlerde en büyük değer para, teknoloji ve silahlar değil, o başka şey olacak.
Nedir o başka şey, merak ettiniz mi?
Cevap verelim: TOPRAK
Pek yakın gelecekte insanlar için en büyük tehdit topraksızlık olacak. Aç, derisi kemiklerine yapışmış görüntüler sadece fakir Afrika ülkelerinde değil, dünyanın her yerinde, belki yüzmilyonlarca örneğiyle birlikte görülecek.
Kısacası küresel açlık tehlikesi bütün insanlığın kapısına geldi dayandı.
Küresel kirlenme, küresel ısınma, küresel âfetler.
Dünya üzerindeki o eşsiz ve mükemmel bir nizamla işleyen sistem, beşerin kirli elini bulaştırmasıyla bozuldu. Her geçen gün bu bozulmanın etkileri katlanarak kendini göstermekte.
Düşünebiliyor musunuz? Binlerce kilometre uzaklaktaki, kutuplardaki buzullar eriyor.
Buzulları eriten ateş, dünyayı Cehenneme çevirecek ilk kıvılcımın çakılmasıyla giderek güçleniyor, önüne gelen her şeyi yakıp eritiyor.
Bu kıvılcımı biz çakmadık. Belki çok dolayl şekilde payımız olsa da, bu dengenin bozulmasına biz sebep olmadık. Ama neticede dünya üzerindeyiz. Aynı gemide yolculuğumuz devam ediyor. Gemiyi batıracak deliğin ve çatlağın nerede olduğu önemli değil.
Çatlağın kapatılmasına yönelik arayışlar da küresel mahiyette. Çünkü herkes benzer endişeleri ve sıkıntıları taşıyor.
Küresel problemlerin çözümü için yine küresel çareler ortaya konulmalı ve uygulanmalı. Küresel çarelerin devreye konulabilmesi için de, tüm hastalıklar doğru ve eksiksiz bir şekilde teşhis edilmeli.
İşe en sondan başa doğru sebepler zincirini takip ederek başlayalım.
“Küresel ısınma” demek, atmosferdeki başta karbon olmak üzere zehirli gazların oranının hızla artması, bu gazların sera etkisi yaparak atmosfer sıcaklığının artırması anlamına geliyor. Küresel ısınma, atmosferdeki dengenin altüst olmasına, başta belirttiğimiz kutuplardaki buzulların erimesine sebep oluyor. Bu büyük çaplı bozulma iklim değişimlerini beraberinde getiriyor. Bazı yerlerde aşırı kuraklıklar, bazı yerlerde ise aşırı yağışlar kendini gösteriyor. Her iki durumda da dünya üzerindeki bütün carlıların bağrında yaşadığı toprakların çoraklaşması veya erozyona uğraması neticesini doğruyor.
İşte düğüm burada çözülüyor.
İşte en büyük yol ayırımı burası. Çünkü toprağın olmaması demek, zıraatın olmaması demek. En gelişmiş ülkelerdeki insanların bile küresel açlık kasırgasına kapılmaları demek. Az gelişmiş ülke vatandaşlarının hayatlarını sürdürebilmeleri, az da olsa gelir elde edebilmeleri için şehirlere hücum etmeleri demek. Böylece genel anlamda hem gelir dağılımındaki dengesizliğin daha artması, hem de nüfus yoğunluğu yaşayan ülkelerde veya şehirlerde işgücünün daha da ucuzlaması demek. Dengesizlik ve giderek ucuzlayan işgücü, bir parça ekmek veya yiyecek alabilmenin gderek zorlaşması demek. Hal böyle olunca zincirleme sosyal, siyasal, ekonomik ve idari problemlerin patlak vermesi kaçınılmaz oluyor.
Küresel ısınmanın giderek artmasının ardında kitlesel üretim ve kitlesel tüketim en önemli rol sahibi.
Sanayi devriminin ardından, bacalarından atmosfere savaş açarcasına duman püskürten fabrikalarda kitlesel üretim yapıldı. Bu üretim kesinlikle ihtiyaçlar dikkate alınarak gerçekleştirilmedi. Hemen ardından da üretilenlerin tükettirilmesine yönelik faaliyetlere geçildi.
Tüketim kültürüyle insanların iyi yaşayabilmelerinin ancak çok para kazanmak ve çok tüketmekle mümkün olabileceği anlayışı yerleştirildi. İnsanlara arzuladıkları mutluluğa ve huzura ulaşmak için sadece “kesintisiz tüketim” çözümü sunuldu. Kitle iletişim araçları, insanların bu çözümü kendi istekleriyle kabullenmeleri için yoğun biçimde kullanıldı. İnsanların sürekli tüketmeleri için de, sürekli olarak yeni ürünler sunuldu ve onların reklamı yapıldı. Sonuçta tükettikçe mutsuzluğu artan kitleler, mutlu olabilmek için yine tüketime yönlendirildi.
ABD'li sosyolog olan Duane Elgin'in, 1981 yılında kaleme aldığı Voluntary Simplicity isimli kitabındaki şu tespitleri, bu konuya ışık tutuyor:
“Eğer biz aynı doğrultuda gitmeyi sürdürürsek, çocuklarımız sürekli ısınan bir dünyada yaşamak zorunda kalacak. Dünyanın iklim dengesi şimdikinden daha fazla bozulacağı için bazı yerler sular altında kalırken, bazı yerler kuraklıkla yüz yüze gelecek. Bunun sonucunda da gıda üretimi alabildiğine azalacak; kıtlık ve açlık yaşanacak. En büyük enerji kaynağı olan petrol bitme noktasına gelecek. Ormanlar daha fazla tahrip edilecek. Ellerinde azıcık da olsa doğal kaynağı olan ülkeler ve bölgeleri ele geçirebilmek için büyük güçler arasında inanılmaz çatışmalar ve savaşlar çıkacak.
Denizlerin yükselmesiyle dünyanın pek çok sahil şehri sular altında kalacak. Büyük çaplı zorunlu göçler yaşanacak ve dünya nüfusu doğal kaynakların bulunduğu yerlerde yoğunlaşacak. Ozon tabakasındaki deliğin daha da büyümesi ekolojik dengenin bozulmasına, bu bozulma da dünyanın besin zincirinin parçalanmasına yol açacak. Dünya nüfusuna eklenen 3 milyar insanı doyurmak için yeteri kadar gıda üretimi yapılamayacak. Daha da artacak olan çevre kirliliği, pek çok hayvan ve bitki türünün yok olmasına sebep olacak.”
Duan Elgin'in ve benzeri pek çok sosyal bilimcinin dile getirdiği gelişmeler ve geleceğe dair yorumlar, belki işin son raddesiyle alakalı. Ama aranan çözümler bizden çok uzaklarda değil. Üstelik çok derinlikli tespitler ve takip edilmesi gerekli yol haritasıyla birlikte.
Bahsettiğimiz ve dikkate sunacağımız teşhis ve tedavi yöntemleri ülkemizde son yüzyıla damgasını vuran İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî'ye ait. Bu büyük müfessir ve dava adamının İktisat Risalesi isimli eseri, dikkat çekmeye çalıştığımız maddî ve manevî felaketleri tedavi edici yöntemler ve yaklaşımlar içerir.
NEDEN İKTİSAT RİSALESİ?
1995 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen “20. Asırda İslam Düşüncesinin Yeniden Yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursî” başlıklı Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu'nda bir tebliğ sunan Prof. Dr. Sabahaddin Zaim, İktisad Risalesi'nin bütün yönleriyle tahlil etmişti. Bediüzzaman'ın İktisat görüşünü değerlendirmeye geçmeden önce, İktisat Risalesi'nin üzerine kurgulandığı Kur'an ve Sünnet temelleri hakkında şu tespitleri yapmıştı:
“Bediüzzaman Hazretleri bütün izahatını Kur'ân ve sünnete dayandırdığı için iktisadî mevzuları da aynı kaynaklara istinad ederek incelemiş ve fikirlerini bu esaslara dayandırmıştır. İktisadî mevzuların Kur'ân ve sünnete dayalı olarak izah, tahlil ve ifade edilmesi günümüzde İslâm iktisadı adı altında yapılmaktadır.
Şu halde Bediüzzaman Hazretlerinin iktisadî mevzularda beyan ettiği fikirler, İslâm iktisadının tetkik ve tahlili çerçevesi içinde bulunmaktadır. Mevzuu, bu mânâda ele alırsak, İktisad Risalesi İslâm iktisadının bir bölümünü ele alıp incelemektedir. O da İslâmda tüketici davranışları modelidir. Bediüzzaman Hazretleri diğer eserlerinde İslâm iktisadı ile ilgili muhtelif mevzulara da temas etmiş ve âyet ve hadislere dayalı tefsir ve izahatta bulunmuştur. İktisad Risalesi'nin esası ve özü tüketici davranışlarında israfın haram oluşunun hikmetini ve müsbet ve menfî tesirlerini izah etmekte toplanmaktadır.”
(http://www.nursistudies.com/turkishh/teblig.php?tno=76)
Prof. Zaim'in belirttiği bu önemli ve temel özelliklerden hareketle İktisat Risalesi eksenli bir reçete, elbette tüm insanlık tarafından dikkate alınmalıdır. Bu ihtiyaç, hatta zorunluluk insanlık adına önemli bir hizmetin en azından duyurulmasını gerekli kılmaktadır. Bu noktadan hareketle mezkur Risalenin belirgin özelliklerine işaret etmeye çalışacağız.
İKTİSAT ALLAH'IN KESİN EMRİDİR.
Bediüzzaman Said Nursî, İktisat Risalesi'nin hemen başında (Yeyin, için ama israf etmeyin Âraf Suresi, 7/31.) âyet-i kerimesini zikrettikten sonra bu âyette iktisadın Allah'ın kesin emri olduğunu vurgular. Burada dikkat çeken nokta, âyetin mealinden de anlaşılabileceği gibi doğrudan iktisadın emredilmemesidir. Burada emirden ziyade nehiy, yani yasaklama vardır. Yasaklanan ise “israf”tır. Bu durumda iktisat, aslında israftan kaçınmakla doğrudan alakadardır.
Bediüzzaman, zikredilen âyeti bu noktadan hareketle yorumlar ve âyetin içinde yedi hikmet dersi bulunduğunu söyler. Bunları ana başlıklar ve kısa açıklamalarıyla birlikte aktaralım.
İKTİSAT NİMETLERE SAYGIDIRİktisat Allah'ın verdiği nimetlere karşı bir saygı ve hürmet manasını taşır. Üstelik bu şükür, hem maddî, hem manevî açıdan çok büyük kazançlara vesile olur. İsraf ise ilâhî nimetlere karşı saygısızlık ve hafife alma manasını taşır. Karşılığı ise hüsran ve kayıptır.
İktisat, nimetler mukabilinde manevî bir teşekkür ve şükürdür. Şükür ise nimetlerin ardındaki İlahî rahmete karşı saygı anlamına gelir.
İktisadın maddî boyutunda da önemli kazançlar söz konusudur. En başta iktisat bereketin kaynağıdır. Aynı zamanda sağlık kaynağıdır da. Allah'ın ihsanı ve lütfu olarak elimize geçen nimetlerden iktisatlı bir şekilde istifade edebildiğimiz ölçüde beden sağlığımıza da önemli yatırım yapmış oluruz.
İktisatlı olan, küçük çaplı da olsa başkalarına muhtaç olmamayı, başkalarından bir şeyler istemek zorunda kalmayı engeller. Bu açıdan iktisat izzet sahibi insanların vazgeçilmez şiarı olmuştur.
İktisatlı bir kişi, elindeki nimetlerden istifade ederken daha fazla lezzet alır. Hattâ, zahiren lezzetsiz gibi görülen, lezzet alınamayan nimetlerdeki gerçek lezzetin farkına varılmasına imkan hazırlar.
Bütün bu kazanımlar ve daha sayamayacağımız nice kazançlar iktisat prensibinin meyveleridir. Bunlara karşılık israf, tamamen ters ve aykırı neticeler doğurur. Çok vahim ve acı meyveler verir.
Son günlerde, bütün dünyayı bekleyen felâket senaryoları sıkça gündeme gelmeye başladı. Bütün insanlığı ilgilendiren acı sona dair yorumlar, hemen her alanın uzmanları tarafından dile getirilmekte.
Eskiden bir tehlikeden bahsedilince, günümüz şartlarına göre neredeyse devede kulak sayılabilecek bazı tabiî felaketler, salgın hastalıklar, savaşlar anlaşılırdı. Ancak şimdi, her şey olduğu gibi, felaket ve tehlikeler de “küresel” oldu.
Küresel, yani dili, dini, ırkı, rengi fark etmeksizin tüm insanlığı ilgilendiren felaketler.
Küresel, yani taşından toprağına, ağacından hayvanına bütün dünyayı tehdit eden âfetler.
Küresel, yani, büyük güçlerin sahip oldukları ekonomik, askerî ve teknolojik imkanlarla dünya üzerinde pay kapma savaşına sahne olan tüm dünyayı ilgilendiren ürkütücü ve dehşet verici büyük yıkımlar…
Küresel köyün kavalcıları olan ABD veya Rusya veya Çin veya diğerleri.
İnsanlığı yine aynı dünya üzerinde geri dönülmez karanlıklara doğru adın adım sürüklemekteler.
Artık son zamanlarda küresel savaşlardan bahsedilmiyor. Pek yakın bir gelecekte, büyük güçler ve daha alt kademedeki denge unsurları petrol için, değerli yer altı zenginlikleri için savaşmayacaklar.
Artık savaşlar başka bir şey için yapılacak; güçler dengesi o başka şey için sağlanmaya çalışılacak.
Çünkü o günlerde en büyük değer para, teknoloji ve silahlar değil, o başka şey olacak.
Nedir o başka şey, merak ettiniz mi?
Cevap verelim: TOPRAK
Pek yakın gelecekte insanlar için en büyük tehdit topraksızlık olacak. Aç, derisi kemiklerine yapışmış görüntüler sadece fakir Afrika ülkelerinde değil, dünyanın her yerinde, belki yüzmilyonlarca örneğiyle birlikte görülecek.
Kısacası küresel açlık tehlikesi bütün insanlığın kapısına geldi dayandı.
Küresel kirlenme, küresel ısınma, küresel âfetler.
Dünya üzerindeki o eşsiz ve mükemmel bir nizamla işleyen sistem, beşerin kirli elini bulaştırmasıyla bozuldu. Her geçen gün bu bozulmanın etkileri katlanarak kendini göstermekte.
Düşünebiliyor musunuz? Binlerce kilometre uzaklaktaki, kutuplardaki buzullar eriyor.
Buzulları eriten ateş, dünyayı Cehenneme çevirecek ilk kıvılcımın çakılmasıyla giderek güçleniyor, önüne gelen her şeyi yakıp eritiyor.
Bu kıvılcımı biz çakmadık. Belki çok dolayl şekilde payımız olsa da, bu dengenin bozulmasına biz sebep olmadık. Ama neticede dünya üzerindeyiz. Aynı gemide yolculuğumuz devam ediyor. Gemiyi batıracak deliğin ve çatlağın nerede olduğu önemli değil.
Çatlağın kapatılmasına yönelik arayışlar da küresel mahiyette. Çünkü herkes benzer endişeleri ve sıkıntıları taşıyor.
Küresel problemlerin çözümü için yine küresel çareler ortaya konulmalı ve uygulanmalı. Küresel çarelerin devreye konulabilmesi için de, tüm hastalıklar doğru ve eksiksiz bir şekilde teşhis edilmeli.
İşe en sondan başa doğru sebepler zincirini takip ederek başlayalım.
“Küresel ısınma” demek, atmosferdeki başta karbon olmak üzere zehirli gazların oranının hızla artması, bu gazların sera etkisi yaparak atmosfer sıcaklığının artırması anlamına geliyor. Küresel ısınma, atmosferdeki dengenin altüst olmasına, başta belirttiğimiz kutuplardaki buzulların erimesine sebep oluyor. Bu büyük çaplı bozulma iklim değişimlerini beraberinde getiriyor. Bazı yerlerde aşırı kuraklıklar, bazı yerlerde ise aşırı yağışlar kendini gösteriyor. Her iki durumda da dünya üzerindeki bütün carlıların bağrında yaşadığı toprakların çoraklaşması veya erozyona uğraması neticesini doğruyor.
İşte düğüm burada çözülüyor.
İşte en büyük yol ayırımı burası. Çünkü toprağın olmaması demek, zıraatın olmaması demek. En gelişmiş ülkelerdeki insanların bile küresel açlık kasırgasına kapılmaları demek. Az gelişmiş ülke vatandaşlarının hayatlarını sürdürebilmeleri, az da olsa gelir elde edebilmeleri için şehirlere hücum etmeleri demek. Böylece genel anlamda hem gelir dağılımındaki dengesizliğin daha artması, hem de nüfus yoğunluğu yaşayan ülkelerde veya şehirlerde işgücünün daha da ucuzlaması demek. Dengesizlik ve giderek ucuzlayan işgücü, bir parça ekmek veya yiyecek alabilmenin gderek zorlaşması demek. Hal böyle olunca zincirleme sosyal, siyasal, ekonomik ve idari problemlerin patlak vermesi kaçınılmaz oluyor.
Küresel ısınmanın giderek artmasının ardında kitlesel üretim ve kitlesel tüketim en önemli rol sahibi.
Sanayi devriminin ardından, bacalarından atmosfere savaş açarcasına duman püskürten fabrikalarda kitlesel üretim yapıldı. Bu üretim kesinlikle ihtiyaçlar dikkate alınarak gerçekleştirilmedi. Hemen ardından da üretilenlerin tükettirilmesine yönelik faaliyetlere geçildi.
Tüketim kültürüyle insanların iyi yaşayabilmelerinin ancak çok para kazanmak ve çok tüketmekle mümkün olabileceği anlayışı yerleştirildi. İnsanlara arzuladıkları mutluluğa ve huzura ulaşmak için sadece “kesintisiz tüketim” çözümü sunuldu. Kitle iletişim araçları, insanların bu çözümü kendi istekleriyle kabullenmeleri için yoğun biçimde kullanıldı. İnsanların sürekli tüketmeleri için de, sürekli olarak yeni ürünler sunuldu ve onların reklamı yapıldı. Sonuçta tükettikçe mutsuzluğu artan kitleler, mutlu olabilmek için yine tüketime yönlendirildi.
ABD'li sosyolog olan Duane Elgin'in, 1981 yılında kaleme aldığı Voluntary Simplicity isimli kitabındaki şu tespitleri, bu konuya ışık tutuyor:
“Eğer biz aynı doğrultuda gitmeyi sürdürürsek, çocuklarımız sürekli ısınan bir dünyada yaşamak zorunda kalacak. Dünyanın iklim dengesi şimdikinden daha fazla bozulacağı için bazı yerler sular altında kalırken, bazı yerler kuraklıkla yüz yüze gelecek. Bunun sonucunda da gıda üretimi alabildiğine azalacak; kıtlık ve açlık yaşanacak. En büyük enerji kaynağı olan petrol bitme noktasına gelecek. Ormanlar daha fazla tahrip edilecek. Ellerinde azıcık da olsa doğal kaynağı olan ülkeler ve bölgeleri ele geçirebilmek için büyük güçler arasında inanılmaz çatışmalar ve savaşlar çıkacak.
Denizlerin yükselmesiyle dünyanın pek çok sahil şehri sular altında kalacak. Büyük çaplı zorunlu göçler yaşanacak ve dünya nüfusu doğal kaynakların bulunduğu yerlerde yoğunlaşacak. Ozon tabakasındaki deliğin daha da büyümesi ekolojik dengenin bozulmasına, bu bozulma da dünyanın besin zincirinin parçalanmasına yol açacak. Dünya nüfusuna eklenen 3 milyar insanı doyurmak için yeteri kadar gıda üretimi yapılamayacak. Daha da artacak olan çevre kirliliği, pek çok hayvan ve bitki türünün yok olmasına sebep olacak.”
Duan Elgin'in ve benzeri pek çok sosyal bilimcinin dile getirdiği gelişmeler ve geleceğe dair yorumlar, belki işin son raddesiyle alakalı. Ama aranan çözümler bizden çok uzaklarda değil. Üstelik çok derinlikli tespitler ve takip edilmesi gerekli yol haritasıyla birlikte.
Bahsettiğimiz ve dikkate sunacağımız teşhis ve tedavi yöntemleri ülkemizde son yüzyıla damgasını vuran İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî'ye ait. Bu büyük müfessir ve dava adamının İktisat Risalesi isimli eseri, dikkat çekmeye çalıştığımız maddî ve manevî felaketleri tedavi edici yöntemler ve yaklaşımlar içerir.
NEDEN İKTİSAT RİSALESİ?
1995 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen “20. Asırda İslam Düşüncesinin Yeniden Yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursî” başlıklı Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu'nda bir tebliğ sunan Prof. Dr. Sabahaddin Zaim, İktisad Risalesi'nin bütün yönleriyle tahlil etmişti. Bediüzzaman'ın İktisat görüşünü değerlendirmeye geçmeden önce, İktisat Risalesi'nin üzerine kurgulandığı Kur'an ve Sünnet temelleri hakkında şu tespitleri yapmıştı:
“Bediüzzaman Hazretleri bütün izahatını Kur'ân ve sünnete dayandırdığı için iktisadî mevzuları da aynı kaynaklara istinad ederek incelemiş ve fikirlerini bu esaslara dayandırmıştır. İktisadî mevzuların Kur'ân ve sünnete dayalı olarak izah, tahlil ve ifade edilmesi günümüzde İslâm iktisadı adı altında yapılmaktadır.
Şu halde Bediüzzaman Hazretlerinin iktisadî mevzularda beyan ettiği fikirler, İslâm iktisadının tetkik ve tahlili çerçevesi içinde bulunmaktadır. Mevzuu, bu mânâda ele alırsak, İktisad Risalesi İslâm iktisadının bir bölümünü ele alıp incelemektedir. O da İslâmda tüketici davranışları modelidir. Bediüzzaman Hazretleri diğer eserlerinde İslâm iktisadı ile ilgili muhtelif mevzulara da temas etmiş ve âyet ve hadislere dayalı tefsir ve izahatta bulunmuştur. İktisad Risalesi'nin esası ve özü tüketici davranışlarında israfın haram oluşunun hikmetini ve müsbet ve menfî tesirlerini izah etmekte toplanmaktadır.”
(http://www.nursistudies.com/turkishh/teblig.php?tno=76)
Prof. Zaim'in belirttiği bu önemli ve temel özelliklerden hareketle İktisat Risalesi eksenli bir reçete, elbette tüm insanlık tarafından dikkate alınmalıdır. Bu ihtiyaç, hatta zorunluluk insanlık adına önemli bir hizmetin en azından duyurulmasını gerekli kılmaktadır. Bu noktadan hareketle mezkur Risalenin belirgin özelliklerine işaret etmeye çalışacağız.
İKTİSAT ALLAH'IN KESİN EMRİDİR.
Bediüzzaman Said Nursî, İktisat Risalesi'nin hemen başında (Yeyin, için ama israf etmeyin Âraf Suresi, 7/31.) âyet-i kerimesini zikrettikten sonra bu âyette iktisadın Allah'ın kesin emri olduğunu vurgular. Burada dikkat çeken nokta, âyetin mealinden de anlaşılabileceği gibi doğrudan iktisadın emredilmemesidir. Burada emirden ziyade nehiy, yani yasaklama vardır. Yasaklanan ise “israf”tır. Bu durumda iktisat, aslında israftan kaçınmakla doğrudan alakadardır.
Bediüzzaman, zikredilen âyeti bu noktadan hareketle yorumlar ve âyetin içinde yedi hikmet dersi bulunduğunu söyler. Bunları ana başlıklar ve kısa açıklamalarıyla birlikte aktaralım.
İKTİSAT NİMETLERE SAYGIDIRİktisat Allah'ın verdiği nimetlere karşı bir saygı ve hürmet manasını taşır. Üstelik bu şükür, hem maddî, hem manevî açıdan çok büyük kazançlara vesile olur. İsraf ise ilâhî nimetlere karşı saygısızlık ve hafife alma manasını taşır. Karşılığı ise hüsran ve kayıptır.
İktisat, nimetler mukabilinde manevî bir teşekkür ve şükürdür. Şükür ise nimetlerin ardındaki İlahî rahmete karşı saygı anlamına gelir.
İktisadın maddî boyutunda da önemli kazançlar söz konusudur. En başta iktisat bereketin kaynağıdır. Aynı zamanda sağlık kaynağıdır da. Allah'ın ihsanı ve lütfu olarak elimize geçen nimetlerden iktisatlı bir şekilde istifade edebildiğimiz ölçüde beden sağlığımıza da önemli yatırım yapmış oluruz.
İktisatlı olan, küçük çaplı da olsa başkalarına muhtaç olmamayı, başkalarından bir şeyler istemek zorunda kalmayı engeller. Bu açıdan iktisat izzet sahibi insanların vazgeçilmez şiarı olmuştur.
İktisatlı bir kişi, elindeki nimetlerden istifade ederken daha fazla lezzet alır. Hattâ, zahiren lezzetsiz gibi görülen, lezzet alınamayan nimetlerdeki gerçek lezzetin farkına varılmasına imkan hazırlar.
Bütün bu kazanımlar ve daha sayamayacağımız nice kazançlar iktisat prensibinin meyveleridir. Bunlara karşılık israf, tamamen ters ve aykırı neticeler doğurur. Çok vahim ve acı meyveler verir.