Z
zeynep_hearty
Guest
Yoksul bir aileden gelmiş. Ana ocağında yağ bulunduğu zaman pirinç, pirinç bulunduğu zaman yağ olmadığı yoksul yıllara şahit olmuş. Çocukluğunda hep Gıslaved lastik, yamalı pantolon giymiş. Kasabayı ilk defa orta öğretim için yazdırıldığı okul münasebetiyle görmüş. Büyük şehre ilk kez üniversiteyi kazandığında ayak basmış.
Büyük şehrin büyük şeytanlarını, büyük meleklerinden deneye yanıla ayırma zahmetini bile ona yüklemeyen birileri; tutmuşlar elinden, almışlar koymuşlar bir yurda, pansiyona, eve. Ev kirasından cep harçlığına kadar vermişler.
Bayramlarda sırtını görmüşler. Anasının doğurmadığı ne kardeşlere sahip olmuş ki; anasının doğurduklarının yapmadığı, yapmayacağı iyilikler yapmışlar kendisine.
Tanımadıkları ‘hacı ağabeyleri’ hep vermişler, hep vermişler...
Sakallarını süpürge etmişler, servetlerini sebil.
Tek siz yetişin, tek siz okuyun, tek siz adam olun demişler. Sadece para vermemişler, yürek de vermişler. Sadece harçlık koymamışlar ceplerine, o harçlıkların içine umutlarını da koymuşlar. Sadece karınlarını doyurmamışlar; bildikleri kadar kafalarını, sevdikleri kadar yüreklerini de doyurmaya çalışmışlar.
Okul bitmiş. Garip bir Anadolu çocuğu olarak geldiği büyük şehirden diploması olan, sevenleri olan, ve illa ki arkada kendisinden umut besleyenleri olan biri olarak ayrılmış.
Önce bir iş derken, yine “Yeter ki siz hizmet edin” diyen ve yaptıklarını aşkıyla yapan birileri el-kol olmuş. Neticede bir iş-güç sahibi olmuş.
Sonra bir hanım; “Yeter ki mütedeyyin olsun” diyerek çıktığı arayış süreci bilinçaltında “tesettürlü manken”(!) arayışına dönüşmüş. Her nasılsa, sonuçta ev-bark sahibi de olmuş.
“Sıkıntıya gelemem!”
Basamaklar birer ikişer çıkılmış. Her basamakta ideallerinden birini bırakmış. Kendisine beslenen umutları verilen emekleri ayağının altına koyarak daha yukarılara, hep yukarılara tırmanmış.
Hep başkalarının çorbasını içerek büyümüş fakat, önce kendisine emek veren camiaya dudak kıvırmış. Bu iş böyle olmazmış! Kendisi yaparsa tam yaparmış! Kendisine “Haydi, buyur!” deyince, rivayete göre söylediği nakarat şu imiş: Sıkıntıya gelemem!
Kendisine bağ bağışlayanlar, kendisinin önceki konumunda olanlara vermek için bir salkım üzüm isteyince, şecaat ve celadet abidesi kesilerek aslan gibi kükremiş: Hâlâ bu işlerle mi uğraşıyorsunuz? Aşın bunları, aşın!..
Kendisi öyle aşmış ki; umutların üzerine basarak elde ettiği makamı, serveti, dostluğu sadece ve sadece “daha müreffeh bir yaşam” için harcamış. Hiçbir ulvî gayesi kalmamış. Tüm iddiasını, davasını, kavgasını yitirmiş. Hırsızlara karşı kavga vermek için çıktığı yolun sonunda, hırsızlarla uyum içinde yaşamanın “getirisini” keşfetmiş.
Ve beyimiz, en sonunda ola ola konformist olmuş.
Sözlükler, “konformist”in karşılığı olarak şöyle yazıyor: “Mevcut düzenle herhangi bir çatışması olmayan, hatta ona bağlı ve onunla uyuşma içinde olan.” Aslında sözcüğün bu anlamı “illî” anlamı; bir de “gâî” anlamı var ki, o da sözcüğün kök kelimesi olan “konfor” da gizli. Yani; hayat mücadelesini konfora indirgediği için, ideallerinden vaz geçen ve bu yüzden de olanla olması gereken arasındaki farkı önemsemeyen.
Ne de olsa adam olmaktan, dava ve iddia sahibi olmaktan daha kolay konformist olmak. Formülü belli: Mücadelenize bir nokta koyacaksınız. Kendinizi akıntıya bırakacaksınız. Tüm ideallerinizi bir torbaya koyup Karacaahmet’e gömeceksiniz ve üzerine de üç İhlas bir Fatiha okuyacaksınız.
Eh, artık önünüze çıkan tek tük idealisti de, “Biz sizin geçtiğiniz yollardan geçeli çok oldu” vecizesinden mahrum edecek değilsiniz her halde?
Emanete sadakat
el-Melik ve el-Malik, Allah’ın Kur’an’da geçen sıfatlarındandır. “Varlığın yegane ve gerçek sahibi, onun üzerinde mutlak tasarruf yetkisini elinde bulunduran” demektir.
Mü’min, sahip olduğu her bir değerin kendisine teslim edilmiş bir emanet olduğunu bilen kişidir. Ya emanete sadakat gösteren sadıklardan, ya da ihanet eden hainlerden olacaktır.
Emaneti kendisine verilmiş değerlerin gerçek sahibini unutan kimse, yalnızca o değerlerin sahibine değil, o değerlere de ihanet etmekte gecikmez. İhanet edilen emanetler, er-geç ehil olmayanların elinden alınırlar. Bunun sebep ve bahaneleri ise sayısızdır.
Güç ve iktidar bir emanettir. İktidar emanetine sahip olmanın bedelini ödemeye gelince yan çizenler, o emanet ellerinden alınınca bunun gerçek nedenlerini iyi düşünmek durumundadırlar.
Bilgi ve itibar emanettir. Kendisine bilgi ve itibar verilip de bunun sorumluluğunu yerine getirmek istemeyenler, itibarsız ve onursuz kalınca, bunun suçunu kimselere yüklemesinler.
(alıntı) selam ve dua ile...
Büyük şehrin büyük şeytanlarını, büyük meleklerinden deneye yanıla ayırma zahmetini bile ona yüklemeyen birileri; tutmuşlar elinden, almışlar koymuşlar bir yurda, pansiyona, eve. Ev kirasından cep harçlığına kadar vermişler.
Bayramlarda sırtını görmüşler. Anasının doğurmadığı ne kardeşlere sahip olmuş ki; anasının doğurduklarının yapmadığı, yapmayacağı iyilikler yapmışlar kendisine.
Tanımadıkları ‘hacı ağabeyleri’ hep vermişler, hep vermişler...
Sakallarını süpürge etmişler, servetlerini sebil.
Tek siz yetişin, tek siz okuyun, tek siz adam olun demişler. Sadece para vermemişler, yürek de vermişler. Sadece harçlık koymamışlar ceplerine, o harçlıkların içine umutlarını da koymuşlar. Sadece karınlarını doyurmamışlar; bildikleri kadar kafalarını, sevdikleri kadar yüreklerini de doyurmaya çalışmışlar.
Okul bitmiş. Garip bir Anadolu çocuğu olarak geldiği büyük şehirden diploması olan, sevenleri olan, ve illa ki arkada kendisinden umut besleyenleri olan biri olarak ayrılmış.
Önce bir iş derken, yine “Yeter ki siz hizmet edin” diyen ve yaptıklarını aşkıyla yapan birileri el-kol olmuş. Neticede bir iş-güç sahibi olmuş.
Sonra bir hanım; “Yeter ki mütedeyyin olsun” diyerek çıktığı arayış süreci bilinçaltında “tesettürlü manken”(!) arayışına dönüşmüş. Her nasılsa, sonuçta ev-bark sahibi de olmuş.
“Sıkıntıya gelemem!”
Basamaklar birer ikişer çıkılmış. Her basamakta ideallerinden birini bırakmış. Kendisine beslenen umutları verilen emekleri ayağının altına koyarak daha yukarılara, hep yukarılara tırmanmış.
Hep başkalarının çorbasını içerek büyümüş fakat, önce kendisine emek veren camiaya dudak kıvırmış. Bu iş böyle olmazmış! Kendisi yaparsa tam yaparmış! Kendisine “Haydi, buyur!” deyince, rivayete göre söylediği nakarat şu imiş: Sıkıntıya gelemem!
Kendisine bağ bağışlayanlar, kendisinin önceki konumunda olanlara vermek için bir salkım üzüm isteyince, şecaat ve celadet abidesi kesilerek aslan gibi kükremiş: Hâlâ bu işlerle mi uğraşıyorsunuz? Aşın bunları, aşın!..
Kendisi öyle aşmış ki; umutların üzerine basarak elde ettiği makamı, serveti, dostluğu sadece ve sadece “daha müreffeh bir yaşam” için harcamış. Hiçbir ulvî gayesi kalmamış. Tüm iddiasını, davasını, kavgasını yitirmiş. Hırsızlara karşı kavga vermek için çıktığı yolun sonunda, hırsızlarla uyum içinde yaşamanın “getirisini” keşfetmiş.
Ve beyimiz, en sonunda ola ola konformist olmuş.
Sözlükler, “konformist”in karşılığı olarak şöyle yazıyor: “Mevcut düzenle herhangi bir çatışması olmayan, hatta ona bağlı ve onunla uyuşma içinde olan.” Aslında sözcüğün bu anlamı “illî” anlamı; bir de “gâî” anlamı var ki, o da sözcüğün kök kelimesi olan “konfor” da gizli. Yani; hayat mücadelesini konfora indirgediği için, ideallerinden vaz geçen ve bu yüzden de olanla olması gereken arasındaki farkı önemsemeyen.
Ne de olsa adam olmaktan, dava ve iddia sahibi olmaktan daha kolay konformist olmak. Formülü belli: Mücadelenize bir nokta koyacaksınız. Kendinizi akıntıya bırakacaksınız. Tüm ideallerinizi bir torbaya koyup Karacaahmet’e gömeceksiniz ve üzerine de üç İhlas bir Fatiha okuyacaksınız.
Eh, artık önünüze çıkan tek tük idealisti de, “Biz sizin geçtiğiniz yollardan geçeli çok oldu” vecizesinden mahrum edecek değilsiniz her halde?
Emanete sadakat
el-Melik ve el-Malik, Allah’ın Kur’an’da geçen sıfatlarındandır. “Varlığın yegane ve gerçek sahibi, onun üzerinde mutlak tasarruf yetkisini elinde bulunduran” demektir.
Mü’min, sahip olduğu her bir değerin kendisine teslim edilmiş bir emanet olduğunu bilen kişidir. Ya emanete sadakat gösteren sadıklardan, ya da ihanet eden hainlerden olacaktır.
Emaneti kendisine verilmiş değerlerin gerçek sahibini unutan kimse, yalnızca o değerlerin sahibine değil, o değerlere de ihanet etmekte gecikmez. İhanet edilen emanetler, er-geç ehil olmayanların elinden alınırlar. Bunun sebep ve bahaneleri ise sayısızdır.
Güç ve iktidar bir emanettir. İktidar emanetine sahip olmanın bedelini ödemeye gelince yan çizenler, o emanet ellerinden alınınca bunun gerçek nedenlerini iyi düşünmek durumundadırlar.
Bilgi ve itibar emanettir. Kendisine bilgi ve itibar verilip de bunun sorumluluğunu yerine getirmek istemeyenler, itibarsız ve onursuz kalınca, bunun suçunu kimselere yüklemesinler.
(alıntı) selam ve dua ile...