İnsanlarda bulunan nefis, dine inanmaz. İnsanı küfre, inançsızlığı teşvik eder. Bunun için, İslamiyete uymak, nefse acı gelmekte, ona uymak istememektedir. Kalb ise, yaratılışında temizdir, sâlimdir. Fakat, nefsin İslamiyete uymak istememesi hastalığı, kalbe sirâyet ederek, kalb de İslamiyete uymak istemiyor. İslamiyete inanıyor ise de, uyması acı geliyor.
İslamiyetin doğruluğunu isbât için, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, hasta olan kalbde buna yakîn hâsıl olması, çok güç olur. Kalbde yakîn hâsıl olması için, dâhilden ve hâricden hastalık gelmemesi, gelmiş olanın da tasfiyesi lâzımdır. Bunun için, nefsi (tezkiye) etmekten, yani cibillî olan inkâr hastalığından ve kalbi şeytandan ve fenâ arkadaşdan kurtarmakdan başka çâre yoktur.
Nefsi terbiye, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla, sonra, kelime-i tevhîdi çok söylemekle, sonra bir Velînin sohbeti ile, sonra râbıtası ile, sonra hayat hikâyesini okumakla olur. Kalbin tasfiyesi, ibâdet yapmakla, bilhâssa farz namazları kılmakla ve çok istigfâr okumakla olur.
İnsanın çevresindeki kimseler İslamiyete, ahlâka muhâlif ise, bunların kötü arkadaş oldukları anlaşılır. Kalb, bu üç düşmanın yani nefsin, şeytanın, kötü arkadaşın şerrinden, hücûmundan kurtulunca, (tasfiye) bulur, yani haramları sevmek hastalığından kurtulur. Allah sevgisi, kendiliğinden yerleşir. Suyu boşalan şişeye havanın dolması gibi olur. Veşşemsi sûresi dokuzuncu âyetinde meâlen, “Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini günâhda, cehâlette, dalâletde bırakan, ziyan etti” buyuruldu.
Nefsin kötülükleri, pislikleri demek, İslamiyetin beğenmediği, haram ettiği şeyler demektir. Şimdi bazıları, Allahü teâlanın fenâ dediği, yasak ettiği şeylere, moda, asrîlik, ilericilik diyor. Allahü teâlanın beğendiği, emir ettiği şeylere gericilik, cahillik diyor. Haram işleyenlere sanatkâr, aydın, ilerici insan, Müslümanlara mürtecî, yobaz, gerici diyenler oluyor. Bunlara aldanmamalı. Dîni, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitablarından öğrenmelidir.
Görülüyor ki, bu açık, parlak İslamiyete ve temiz, doğru yola inanmıyan kimsenin kalbi, şekerin tadını anlıyamıyan safralı gibi, hastadır. Bir kimse, kör ise, güneşin suçu ne?
Bekara sûresinde, “Kalblerinde hastalık vardır” meâlindeki dokuzuncu âyet-i kerîmede bildirilen hastalık tedavi edilmedikçe, hakîkî îman ele geçmez.
Mektubattan seçmeler
İslamiyetin doğruluğunu isbât için, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, hasta olan kalbde buna yakîn hâsıl olması, çok güç olur. Kalbde yakîn hâsıl olması için, dâhilden ve hâricden hastalık gelmemesi, gelmiş olanın da tasfiyesi lâzımdır. Bunun için, nefsi (tezkiye) etmekten, yani cibillî olan inkâr hastalığından ve kalbi şeytandan ve fenâ arkadaşdan kurtarmakdan başka çâre yoktur.
Nefsi terbiye, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla, sonra, kelime-i tevhîdi çok söylemekle, sonra bir Velînin sohbeti ile, sonra râbıtası ile, sonra hayat hikâyesini okumakla olur. Kalbin tasfiyesi, ibâdet yapmakla, bilhâssa farz namazları kılmakla ve çok istigfâr okumakla olur.
İnsanın çevresindeki kimseler İslamiyete, ahlâka muhâlif ise, bunların kötü arkadaş oldukları anlaşılır. Kalb, bu üç düşmanın yani nefsin, şeytanın, kötü arkadaşın şerrinden, hücûmundan kurtulunca, (tasfiye) bulur, yani haramları sevmek hastalığından kurtulur. Allah sevgisi, kendiliğinden yerleşir. Suyu boşalan şişeye havanın dolması gibi olur. Veşşemsi sûresi dokuzuncu âyetinde meâlen, “Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini günâhda, cehâlette, dalâletde bırakan, ziyan etti” buyuruldu.
Nefsin kötülükleri, pislikleri demek, İslamiyetin beğenmediği, haram ettiği şeyler demektir. Şimdi bazıları, Allahü teâlanın fenâ dediği, yasak ettiği şeylere, moda, asrîlik, ilericilik diyor. Allahü teâlanın beğendiği, emir ettiği şeylere gericilik, cahillik diyor. Haram işleyenlere sanatkâr, aydın, ilerici insan, Müslümanlara mürtecî, yobaz, gerici diyenler oluyor. Bunlara aldanmamalı. Dîni, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitablarından öğrenmelidir.
Görülüyor ki, bu açık, parlak İslamiyete ve temiz, doğru yola inanmıyan kimsenin kalbi, şekerin tadını anlıyamıyan safralı gibi, hastadır. Bir kimse, kör ise, güneşin suçu ne?
Bekara sûresinde, “Kalblerinde hastalık vardır” meâlindeki dokuzuncu âyet-i kerîmede bildirilen hastalık tedavi edilmedikçe, hakîkî îman ele geçmez.
Mektubattan seçmeler